..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
640K bellek herkese yetmelidir. -Bill Gates, 1981
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Eleþtiri > Çaðdaþ Sanat > Hakan Yozcu




7 Mayýs 2019
"Ve Tanrý Delileri Yarattý" Üzerine  
Hakan Yozcu
Yakup, duymayan garip biri. Münir, ayný sokakta bakkallýk yapan farklý bir kiþi. Yazar, kaderin bir oyunu sonucu, bu iki insaný ayný mekânda karþýlaþtýrýyor. Karþýlaþtýrmaktan da öte, birbirlerini anlayan bu iki insaný dost edip sürekli sohbet etmek amacýyla bir araya getiriyor. Peki, hiç duymayan ve konuþmayan Yakup ile nasýl sohbet edecektir Münir? Yazar, bu ikiliyi öylesine bir araya getiriyor ki aralarýnda adeta manevi bir bað kuruyor. Münir, durmadan konuþuyor, anlatýyor Yakup’a. Öðrencisi gibi eðitiyor onu. Yakup hep dinliyor. Ama hiç konuþmuyor. Karþýsýna oturuyor ve sadece gözleriyle, yüzüyle cevap veriyor sanki:


:IHE:
“Ve Tanrý Delileri Yarattý” Üzerine
Hakan Yozcu
Hakikat Gazetesi
Lefkoþa KKTC
“Ve Tanrý Delileri Yarattý” Romaný, Çukurova’nýn yaðýz Delikanlýsý, Babamýn köyü olan Eski adýyla “Çangaza”, yeni adýyla “Topraktepe Köyü”nün yetiþtirdiði genç bir yazar olan Kürþat Yozcu’nun üçüncü Romaný.
Post Yayýnlarý arasýnda 2019 yýlýnda Ýstanbul’da yayýnlanan roman, 336 sayfadan ibaret. 15 bölümden oluþuyor. Akýcý bir üslupla yazýlmýþ ve okura büyük haz veren bir eser olarak karþýmýza çýkýyor. Kitabý elinize aldýðýnýzda býrakamýyor ve bir solukta okumak istiyorsunuz…
Yazar, özellikle eserini edebi cümlelerle dile getirerek, romanýn farklý bir eser olduðunu ortaya koyuyor. Günümüz Türkçesi ile yazýlmýþ olan “Ve Tanrý Delileri Yarattý” romaný, þiirsel bir dile sahip. Bunda yazarýn þiire olan merakýnýn da etkisi var diyebiliriz. Çünkü yazarýn bir de yayýnlanmýþ “Þiirimsi” adlý þiir kitabý bulunuyor.
Kürþat Yozcu, 1976 yýlýnda Kadirli’de doðmuþ. Ýlk ve orta öðrenimini burada tamamlamýþ. 1999 yýlýnda Dicle Üniversitesi Eðitim Fakültesi’nden mezun olmuþ. Ve sonra öðretmenlik yýllarý baþlamýþ.
“Kadirli Sýla Gazetesi”nde ilk yazýlarý yayýnlanmýþ. Çeþitli dergilerde yazýlarý çýkmýþ. “Ýçimdeki Ben”, “Sessiz Çýðlýk” adlý romanlarý yayýnlanmýþ.
“Ve Tanrý Delileri Yarattý” eseri, yazarýn adeta iç dünyasýyla yoðrulmuþ düþüncelerini, yarattýðý ilginç karakterlere söyleterek hayat buluyor. Yer yer özlü sözlerle süslenmiþ olan eserde, arada bir, edebi olarak kabul ettiðimiz, günümüz okuruna aðýr gelebilecek kelimelere de rastlýyoruz. Bu kelimeleri anlayabilmek için okuyucunun edebi alanda belirli bir eðitimi almasý veya Türk Dilini çok iyi bilmesi gerekiyor: “Muazzez bir yaðmurdu toprak kokusu… Sicim sicim akan gözyaþlarýyla sýrdaþ, musikiþinas kulaklarýn kadirþinas itaadine melodi…Vaveyla kopmuþ bakýn, aþk kokulu yüreklerde. Hüzünler aþklara emanet, aþk ise þaire… Kokuyla atýlmýþ her imza payidar kalacaktýr elbet.” (Sayfa 18)
Roman, bir duvar yazýsý ile baþlýyor:
“Ve Tanrý delileri yarattý.
Kendini akýllý sananlara akýl versinler diye…” (sayfa 5)
Romanýn hemen baþýnda çocukluktan beri hep birlikte olan, hiç ayrýlmayan üç kafadar arkadaþ, bir çay bahçesinde karþýmýza çýkýyor: Þeyma, Arda ve Sabit…
Çay bahçesine sürekli geldikleri, burada sohbet ettikleri ve gürültülü bir þekilde kendi aralarýnda tartýþtýklarý anlatýlýyor.
Bugün de bu duvar yazýsýnýn üzerinde konuþtuklarý ve bu sözün kim tarafýndan söylenmiþ olduðu üzerinde beyin jimnastiði yaptýklarý belirtiliyor:
“Bence çokbilmiþin biri yazmýþtýr” diyerek, ölüm sükûtunu Þeyma bozdu. “Kesin kaçýðýn biridir” derken her zamanki kesin tavýrlý halini takýndý.” (Sayfa 5)
Maddi durumlarýnýn çok iyi olduðunu, babalarýnýn bunlarý en iyi okullarda okuttuðunu, en iyi þekilde eðitimlerini almalarý için yurt dýþýna bile gönderildiklerini ve hatta kendilerine, son model, en pahalý araba hediye edildiðini de öðreniyoruz.
Bu gençler, babalarýnýn ortak olduklarý þirkette yakýn gelecekte iþbaþýna geçerek yönetici olacaklardýr. O nedenle deneyim kazanmak istemektedirler. Onlarda eksik olan tek þey de zaten budur. Tecrübe eksikliði…
Televizyon için bazý projeler yapsalar da izleyenler tarafýndan beðenilmez ve hatta alay konusu olurlar. Bunun için de farklý ama ilginç þeyler yapmalarý gerektiðine inanýrlar.
Gençlerin olaylar karþýsýndaki durumlarýný Sabit özetliyor: “Ne kadar aciziz! Babalarýmýz neredeyse tüm dünyayý önümüze serdi. Günü geldiðinde þirketlerin baþýna geçmemiz için bizi yurt dýþýna eðitim almaya bile gönderdiler. Peki, biz ne yaptýk? Ýki yýl sonra oradan kaçtýk.” (Sayfa 7)
Gençler, bir duvar yazýsýndan çýkarak “Nasýl bir proje üretebiliriz?” diye düþünüyorlar. Öyle bir þey yapmalýydýlar ki tüm ülkede ses getirmeliydi.
Gazetecilik okumuþlar. Mezun olmuþlar ama hayata dair hiçbir fikirleri yoktu. Tecrübesizdiler…
Þu ana kadar yaptýklarý pek tutmamýþtý. Oysa onlar, insanlýða faydalý olacak programlar yapmak istiyordu.
Yazar, bu konuda vatandaþýn programlara olan ilgisini Arda’ya söyletiyor. “Ben demiþtim. Bu ülkede moda programý yapacaksýn.” (Sayfa 10)
Gerçekten de günümüzde TV kanallarýmýzda, en çok ilgi çeken programlar, “Yemek ”, “Evlilik”, “Arkadaþ Bulma”, “Survivor” gibi programlar olmuyor mu?
Ama ne olursa olsun vazgeçmeyeceklerdi. Ýþlerine devam edeceklerdi. Ýþte bu noktada imdatlarýna babalardan biri yetiþti:
“Uzun uðraþlar sonucu kayda deðer bir fikir ortaya koyamayan evlatlarýnýn durumuna üzülen babalarý, uzun uðraþlar sonucunda Haluk’un evlatlarýna yardým edebileceðini düþünüp; bir tanýdýk vasýtasýyla onunla tanýþýp yardým istemiþlerdi.” (Sayfa 14)
Haluk, ilginç biriydi. “Mandýra Filozufu” filmindeki kahramaný hatýrlatýyordu okuyucuya. Bir apartmanýn bodrum katýnda yaþýyordu. “Kapýyý çaldýklarýnda tam bir hayal kýrýklýðý yaþamýþlar, sýrf ayýp olmasýn diye içeri biraz gönülsüz, biraz da tiksinti ile girmiþlerdi.” (Sayfa 14)
Haluk, Gençlerle hiç konuþmadý. Sadece dinledi. Ellerine bir zarf vererek “Alýn bu zarfý. Ýþinize yarayacak her þeyi buraya yazdým. Gerisi size kalmýþ. Bir daha da yanýma uðramayýn” (sayfa 15) demiþti.
Onun her sözü, her hareketi gençlere adeta bir hayat dersi veriyordu:
“Siz fazla ünlü deðilsiniz galiba? Kitaplarýnýzý hiçbir yerde bulamadýk.”
“O halde ünlü olanlarýn yanýna gitseydiniz. Onlar çok fikir üretiyor.”
“Yanlýþ anlamayýn biz sadece insanlýk için…”
“Ben elli yýldýr insanlýk için güzel þeyler yapmaya çalýþýyorum”
“Yapabildiniz mi bari?”
“Halimi görüyorsunuz. Buna siz karar verin.”
“………………”
“Biz gidelim o zaman.”
“Alýn bu zarfý. Ýþinize yarayacak her þeyi buraya yazdým. Gerisi size kalmýþ. Bir daha da yanýma uðramayýn.”
Þeyma, aðzý kapalý zarfý almýþ usulca çantasýna koymuþtu. Çýkmak üzereyken Sabit, cüzdanýný çýkarmýþ ve epey yüklü bir meblaðý Haluk’a uzatmýþtý. Haluk ise hafif bir tebessüm etmiþ ve son cümlesini söylemiþti:
“Para ile kalem ayný elde durmaz. Birini alýrsan diðeri düþer.” (Sayfa 15) Her þeyin para ile olamayacaðý baþka nasýl anlatýlabilirdi ki?
Yazar, Haluk’un zarfýnýn içindeki yazýlanlarý edebi sözlerle süslemiþti. Adeta Servet-i Fünun Döneminin özelliklerinden olan “Mensur Þiir” (Düzyazý biçiminde þiir) tarzýnda yazýlmýþ ve gençlere yol gösterici edebi eser biçiminde tasarlanmýþ fikirler dizisi bulunuyordu:
“Üzdük canýný yaktýk tabiatýn.
Bak! Kýþ, beyazlar içinde… Duvaðýný açýp da öpmez alnýndan þairim. Ve kýþ isyanlarda, bir þubat soðuðuna emanet etti suskunluðunu, harcanýp gitti tek dileðiyle.
Bahar ve yaz uykudaydý öylesine. Demincek oradaydýlar halbuki… Ardýndan hüzün elbisesini giydi, güz güzeli. Eteklerinde sýrra kadem basmýþ bir yýðýn vuslat tohumlarý… Kýþa çalar gözlerindeki buðu…
Rüzgâr da bir deli artýk! Elleri vedaya hazýrlanmýþ, ardýndan isyana hazýrlanmýþ bir deli nisyan fýrtýnasý.
Ölüm de bir saðýr þiir artýk. Oysa þairimin halden anlayan kalemi sorar sadece “Bu hoyratlýðý nereden çýkardýn” diye.
Yokluðunun rengi sinmiþ yapraklarýma! Ey sonsuz diriliþ sana da “Merhaba!” (sayfa 16)
Haluk’un zarfý dikkatlice okundu. Hepsi pür dikkat vermiþti kendilerini yazýya. Sonunda Sabit “Bingo!” diye baðýrmýþtý. Bu kelime önemliydi onlar için. Çünkü devamý gelecekti. Dikkat kesildiler:
“Zihinsel engellilerin programýný yapalým. Düþünsenize bu þehirde kaç tane sokaklarda yaþayan, sahip çýkýlmayan zihinsel engelli var? Tedavi ettiririz onlarý, iç dünyalarýný anlatmaya çalýþýrýz. Maddi yardým yaparýz. Hatta belki vakýf bile kurarýz. Kameralar önünde kimler koþmaz ki bu vakýf için? Hem deliler bize deðil, biz delilere akýl veririz. Ýzlenme rekorlarý kýracak bu program.” (Sayfa 22)
Gençler, bu düþüncelerini hayata geçirmek için kýsa zamanda hazýrlandýlar. Bu iþ için “Varoþ” diye bildikleri bir bölgeye gittiler. Üçü de buraya ilk defa geliyorlardý.
Yazar, romanda, toplumdaki iki uçurumda yaþayan insanlarýn yaþamýný dile getiriyor. Zenginler, kendi bölgelerinde sorunsuz, zahmetsiz yaþarken, fakirler varoþlarda kendi dünyalarýnda günlerini geçirmeye çalýþýyorlar. Gençler, baba paralarýyla birçok ülkeyi gezerken, kendi ülkelerindeki bu kesime çok yabancý kalýyorlar:
“Birçok ülkeye gitmiþlerdi ve bu ülkelerin hepsi kendilerine kucak açmýþtý. Gurbet duygusunu yaþamak þöyle dursun döndüklerinde çevresindekilere günlerce gezip gördükleri yerleri anlatmýþlardý. Oysa þu an yabancý bir diyara gidiyormuþ gibi bir hisse kapýlmýþlardý. Kendi semtlerinden ayrýldýklarý her metrede gurbetin ne demek olduðunu daha iyi baþlamýþlardý.” (Sayfa 24)
Gençler, ilk defa geldikleri bu yoksul mahallesinde kendilerine bir konu, bir malzeme, bir kaynak bulabilmek için gezerler. Tabii buraya yabancý olduklarý için mahalli sakinleri tarafýndan hemen fark edilirler. Ama doðrusu pek kimsenin de çok umurunda deðildir bunlarýn kim olduðu. Sadece içlerindeki meraktan dolayý þöyle bir bakarlar. Pek ilgilenmezler ama merak da etmez deðiller.
Yazar, bölgeden bazý kiþileri romana alýr. Bir çocuk, bir yaþlý adam, bir fýrýncý, yaþlý bir kadýn, meraklý komþular… Ve tabii ki Yakup.
Mahallede gezinirken Türk insanýnýn yaþayýþ biçimi, gelenek görenekleri ve misafirperverlikleri de gözler önüne serilir yazar tarafýndan:
“Pideler güzel kokuyor Fýrýn sizin mi? Biz gazeteciyiz.” Fýrýncý yeni çýkardýðý pideyi uzattý:
“Hoþ geldiniz. Fýrýn benim. Evim yukarda. Vaktiniz varsa hanýma sesleneyim zeytin, peynir falan indirsin.”
“Yoo… Sað olun. Biz sadece pide yiyelim.”
“Oðlum çay doldur misafirlere.” (Sayfa 28)
Konuþmalar, yer yer yöresel aðýzlarla veriliyor. Bu da okuyucuya ayrý bir keyif veriyor doðrusu. Yazarýn Osmaniye tarafýndan olmasý nedeniyle olmalý, verilen yöresel aðýzlar da bu bölgenin aðzý olarak karþýmýza çýkýyor. Deyim yerindeyse tam bir Adana aðzý:
“Avrat gapii süpürüyordu sabah. Dozutma dedim. Oninen gavga eddik. Þöle bi dolandým da dönüyom. Hadi fazla gevezelik etme de iki pide ver.”
“Az önce bir tane istemiþtin.”
“Sana ne ulan. Az önce birdi, þimdi iki oldu.”
“Tamam, tamam. Buyur afiyet olsun.”
“Saol. Hadi selametinen gal. Parasýný aaaþam veririm.” (Sayfa 29)
Gençler, bilgi almak amacýyla fýrýncýya sorular soruyor, amaçlarýna ulaþmaya çalýþýyordu.
“Haber yapacak neler var buralarda?”
“Cami var az ilerde. Hatta ahþap, iki katlý, üç veya dört bina kaldý. En az yüz yýllýktýr onlar.”
Konu tam istediði mecraya doðru gidiyordu. Sorularýna devam etti:
“Yardýma muhtaç kimse var mý?”
Fýrýn sahibinin suratý birden düþtü. Sorulan sorunun ne anlama geldiðini sanki anlamýþtý. Baþýný öne eðdi, üþengeç bir anlatýmla ve kýsýk bir sesle cevap verdi:
“Yardýma muhtaç biri olursa biz yardým ederiz.”
Ýþte bu cümle ile Türk insanýnýn ne kadar yardýmsever, ne kadar vefalý, ne kadar cömert olduðu özetle anlatýlýyordu.
Gençler, yaptýklarýndan biraz da mahcup olmuþlar ki hemen ayrýlmak istediler. Pide parasýný vermek istediler. Ýþte fýrýncý burada bir kez daha Türk insanýnýn ulviliðini ortaya koyuyor verdiði cevapla:
“Misafirden para alýnmaz.” (sayfa 31)
Gençler, bir çocuktan öðrendikleri Yakup adýnda özürlü birini bulmak için tarif edilen eve giderler.
Çocuk, burada özellikle verilmiþtir. Gençler, çocuktan bilgi almak için ona para verirler. Çocuk almak istemese de ýsrar üzerine alýr parayý. Aslýnda rüþvetin bir resmidir bu durum. Çünkü para karþýlýðýnda çocuktan bilgi satýn almýþlardýr. Toplumun içinde bulunduðu acý durum bu gerçeklikle anlatýlmýþtýr.
Gidilen evde eski ve tahta bir kapý vardýr. Bahçeye açýlan bu kapýyý yazar adeta kiþileþtirir ve onu konuþturarak okuyucunun ona hayran kalmasýný saðlar. Romanda birçok kez karþýmýza çýkar bu kapý.
Bahçede biri vardýr. Ama onlarla hiç konuþmaz. Tavuklarla ilgilenir ve onlara uzun uzun bakar. Bakýnca adamýn özürlü olduðu tahmin ediliyor. Sonra adam, ayný sessizlikte uzun uzun güneþe bakmaya baþlar. Bir insanýn, bu kadar yakýnlýkta kendilerini görmemesi ve onlarla hiç konuþmamasý mümkün deðil. Bu adama seslendilerse de bir cevap alamadýlar. Ýþte tam aradýklarý kiþiydi bu. Ýlginç ve gizemli biri…
Elinde bastonuyla yaþlý bir kadýn seslendi: “Kim o? Kim geldi?” (Sayfa 46)
Bu kadýn, romanda, yüzündeki tebessümüyle, yöresel Adana aðzý konuþmasý ile sevecen ve yüreði sevgi dolu Fadýma Teyze’den baþkasý deðildi. Yazar, Fadýma Teyze’yi örnek Türk kadýný olarak ön plana koymuþtu. Ve okuyucu çok sevmiþti Fadýma Teyze’sini.
Gençler, kendilerini tanýtýp gazeteci olduklarýný, röportaj yapmak istediklerini söyleyince yaþlý kadýn onlarý buyur etti. Biraz sonra sohbete baþladýlar:
“Siz hep böyle gülümseyerek mi yaþarsýnýz?”
“Dýþardakiler somurtarak yaþýyo da noluyo? Hem dinimiz; Müslüman içi hüzünlü, dýþý tebessümlü, güler yüzlü olmal, demiyo mu? Allah etmeye, sonumuz eyii deel. Esgiden itlere yal dökerdik. Hemen baþýna üþerler, bir gavga, bir gýyamet… ne yalan söyliim, þimdi insanlar aynýsý olmuþ.” (sayfa 49)
Yazar, burada günümüz toplumunu eleþtirerek bu konudaki düþüncesini Fadýma adýndaki bu yaþlý kadýna söyletiyor. Gerçekten de günümüzde insanlar ufak bir çýkar veya mal uðruna birbirleriyle didiþmiyor mu? Herkes birbirinin kuyusunu kazmýyor mu?
Evden ayrýlan gençler, mahallenin bakkalýna uðrayarak ondan da bilgiler almayý amaçlýyor. Ne de olsa mahalle bakkalý her gün onlarca olaya þahit oluyor ve mahalledeki herkesin kendisiyle alýþ veriþ yapmasýndan dolayý herkesi tanýyor. Bu nedenle bilgi için baþvurulacak en iyi kaynak o olarak gösteriliyor.
Bakkal, farklý biri. Cahil deðil. Bu da “Mandýra Filozofu” türünden biri. Bilgili, güzel konuþan, sohbeti sýkmayan güngörmüþ geçirmiþ biri. Bildiðimiz birçok bakkal gibi paragöz deðil. Aksine gözü bol, eli açýk ve insana güvenen bir tip. Zeki ve akýllý:
“Ben de Münir. Memnun oldum. Bu sokaðýn iki bakkalýndan biriyim. Ýçeri buyurun, alacaklarýnýzý alýn. Kasa orada. Parayý býrakýrsýnýz. Para üstü olursa onu da alýn.” (Sayfa 51)
Halk, bu bakkala bir de isim yakýþtýrýyor: “Kendi Kendine Ýþleyen Bakkal” Bu satýrlarý okuyan okuyucu “Günümüzde böyle kaç bakkal kaldý?” demekten kendini alamýyor.
Arda’nýn “Beyamca, Fadýma Teyze ve Yakup biraz fakirler sanýrým” sorusuna bir bakkaldan beklenmeyecek bir þekilde, filozofça, felsefi bir cevap veriyor bakkal.
“Fakir… Kim, kime göre fakir?
Fevkalade derin bir mevzuyu üç beþ kýrýk kelamla anlatmaya malik deðilim elbet. Fakat elimden geldiðince size izahatta bulunma arzusu hasýl eylediniz bendenizde. Birçoðu vardýr ki, varlýk içinde yoktur; birçoðu da vardýr ki, yokluk içinde ebede kadar muazzez bir yaþam sürer. Dünya varlýðýný mabut yapan birinci kýsým insanlar, mabudun tutsaðý olarak acz içinde kývrana kývrana yok olur giderler. Oysa müstesna þahsiyetler vardýr; hani kapýsýna gelen yoksul kadýn: “Allah için bana bir þeyler ver!” dediðinde ‘Vallahi þu kýrýk dökük evimden baþka bir þeyim yok’ diyerek evin anahtarýný kadýna verip giden alim gibi…
Velhasýl, yoksulluk ve zenginlik hangi zaviyeden baktýðýnla ilgilidir. Ýnsan karný bir tas çorbayla doyar ama nefsi maddeye iltica etmiþ dünyalarý verseniz tatmin olmaz. O halde öncelikli gayemiz tali yollara sapmadan, ana güzergâhta ilerlemek olmalýdýr. Ve insan fýtratý, tabiat ile barýþýktýr ve tabiatta en küçük zerreler dahi zayi olmaz.
Yoksul olmak bazen mükâfattýr aslýnda. Ýnsan, validesinden çýplak doðar çünkü. Saftýr o an. Ve aðlar. Belki de ilk dersimizdir bu, gülmekten ziyade aðlamamýzýn daha hayýrlý olduðuna dair…” (Sayfa 53)
“Yakup biraz deli galiba?”
“Deli… Kim, kime göre deli?”
Bu zamanda akýllýnýn tarifini yapmalý ki, delinin meziyetleri ortaya çýksýn. Akýllý ne yapýyorsa zýddý istikamette yol alanlarý gözlemlemeli ki, delinin gittiði menzil aþikâr olsun. Münevver bildiklerimiz ne yapýyorlar ki, deli sandýklarýmýz ne yapsýn?” (Sayfa 53-54)
Artýk roman yavaþ yavaþ serim bölümüne geçiyor. Giriþ bölümünde kahramanlarý tanýtan yazar, okuyucuyu da ilginç buluþlarla merak içinde býrakýyor.
Fýrýncýnýn, yaþlý kadýnýn ve sokak bakkalýnýn âlimane sözler etmesi, Yakup’u ilginç olarak bize tanýtmasý, “Bakalým romanýn ilerisinde neler olacak, nelerle karþýlaþacaðýz?” sorusunu sorduruyor. Ýster istemez okuyucu bir sonraki sayfayý veya birkaç sonraki sayfalarý merak ediyor.
Yakup, duymayan garip biri. Münir, ayný sokakta bakkallýk yapan farklý bir kiþi. Yazar, kaderin bir oyunu sonucu, bu iki insaný ayný mekânda karþýlaþtýrýyor. Karþýlaþtýrmaktan da öte, birbirlerini anlayan bu iki insaný dost edip sürekli sohbet etmek amacýyla bir araya getiriyor. Peki, hiç duymayan ve konuþmayan Yakup ile nasýl sohbet edecektir Münir?
Yazar, bu ikiliyi öylesine bir araya getiriyor ki aralarýnda adeta manevi bir bað kuruyor. Münir, durmadan konuþuyor, anlatýyor Yakup’a. Öðrencisi gibi eðitiyor onu. Yakup hep dinliyor. Ama hiç konuþmuyor. Karþýsýna oturuyor ve sadece gözleriyle, yüzüyle cevap veriyor sanki:
“Merhamet, maharettir Yakup. Ayaklarýnla topraðý dövdün de eline ne geçti sanki? Deruni muhasebe, mücadele ve terbiye ile þahsiyetimizi þuurlandýrmadýkça; kýsýr, dar ve verimsiz topraklara döneriz. Vahim olan þu ki, basireti baðlanmýþ allame-i cihan her fýrsatta kabahat iþlemektedir. Sakýn ruhun kontrolünü elinden býrakma! Beni belki duymuyorsun ama sözlerimdeki ruhu hissettiðini biliyorum.” (Sayfa 62)
Yazar, eserinde yer yer özlü sözlere de yer veriyor. Öyle ki bu sözler, Divan Edebiyatý özelliklerinden mýsra-ý berceste gibi zihinlerde ve ezberlerde kalýyor hep:
“Okumayan bir toplumdan üstün vasýf ve faziletler beklemek cahilliktir.” (Sayfa 62)
“Sevdalardýr yüreði dile getiren.” (Sayfa 60)
“Þairleri aðlamayan bir toplumun tasfiyesi baþlamýþ demektir. (Sayfa 63)
“Atýksýz sözdedir hikmet. Görebilen kulaða susarak anlatmada; sözün aðýrlýðýný sesin aðýrlýðýna hakim kýlmada. Bazen tek damla gözyaþýnda gizlidir koca bir ömrün özeti. Bazen buðulu bir bakýþta, bazen derin bir “Ah!” çekiþte… Söz, ehlindeyse þayet fazla söze lüzum yok.” (Sayfa 73)
Üç kafadar arkadaþ Yakup’u programlarýna konu etmeye karar verir. Bu iþ için buluþup tekrar Yakup’un evine gider. Ama Yakup, evde yoktur. O sabah, bir inþaat iþçilerini götüren kamyona biner ve iþçilerle birlikte gider.
Nereye gittiðini, niçin gittiðini kendisi de bilmez. Yaðmur yaðar. Herkes yaðmurdan kaçýp bir duraða sýðýnmaya çalýþýrken O, özgürce davranýr ve yaðmur altýnda ýslanýr. Oradakilerin dikkatini çeker. Tabii biraz sonra ona “deli” yakýþtýrmasý hemen yapýþtýrýlýr. Sadece uzun saçlý genç bir ressam ona imrenir ve onun tavýrlarýnda bir baþkalýk bulur. O da kalabalýktan ayrýlýp yanýna gider ve onun gibi özgürlüðün tadýný çýkarmak ister.
Bu genç ressam, Yakup’u alýp evine götürür. Kurulanmasý için ona havlu verir. Giymesi için de elbiseler verir. Yakup bu elbiselerin hiçbirine bakmaz. Onca elbisenin içinden yýrtýk ve eski olanlarý tercih eder.
Burada ister istemez okuyucu “Koskoca þehirde, neden, bu uzun saçlý genç ressam ile Yakup’u karþýlaþtýrdý yazar?” demekten kendini alamýyor.
Yakup, genç ressamýn sevgilisi olan iri gözlü genç kýzýn resmi karþýsýnda dakikalarca durur ve onu meraklý gözlerle izler. Adeta onunla dost olur. Ve sonra kaçýp gider odadan. Kendini sokaða atar. Sokakta ona kimse bir þey demez. Sanki boðazýnda bir kolye gibi asýlý olan konserve kutusu ona dokunulmazlýk saðlar. Bu konserve kutusunu gören Yakup’tan uzak durur. Çünkü o “deli”dir.
Birçok kiþi ile karþýlaþýr Yakup sokakta. Hatta bir sokak çatýþmasýnýn ortasýnda kalýr, sýkýlan onca silaha raðmen kendisine bir þey olmaz. Sanki ilahi bir güç onu korur gibidir. Yazar, adeta Yakup’a bilinmeyen, görünmeyen bir güç vermiþtir. Bu güç, onu gizemli ve ilginç yapar. Roman boyunca Yakup, ilgi odaðýdýr…
Yakup, 5 gündür eve uðramaz. Nerededir, ne yapmaktadýr, bilinmemektir. Nerelere gidebileceði araþtýrýlýr. 3 gazeteci arkadaþ Yakup’u bulmak için uðraþýrlar. Her yerde onu ararlar. Haluk Bey’den bu konuda yardým istenir. Onun yazdýklarýndan bir ipucu elde etmeye çalýþýrlar.
Arda ve Sabit, ýsrarla “Baþka birileriyle programý gerçekleþtirmeleri gerektiðini” söyler. Fakat Þeyma bunu kabul etmez. Agresifleþir ve arkadaþlarýyla bu konuda anlaþamayarak kavga eder.
Gece evine gidip uyumaya çalýþan ve fakat bir türlü uyuyamayan Þeyma gecenin bir yarýsýnda bahçede uzanmýþ bir siluet görür. Yakup muydu bu? Nasýl gelmiþti? Evi nasýl bulmuþtu? Bahçeye nasýl girmiþti? Kollarýnýn altýnda da kendisiyle dost olan iki köpek vardý.
Þeyma üzerine kalýn bir þey aldý ve dýþarý çýktý. Ama dýþarý çýktýðýnda ne Yakup vardý; ne de köpekler. Hayal mi görmüþtü yoksa?
Yazar, bu bölümde Þeyma’nýn Yakup’a olan düþkünlüðünü vermeye çalýþmýþ ve onu hep düþünerek ona olan ilgisini vermeye çalýþmýþ. Bu ilginin sebebini de sormadan edemiyordu okuyucu… Kitap boyunca da hep kafamýzý kurcalar bu durum.
Þeyma Yakup üzerinde neden bu kadar ýsrarla duruyordu? Neden ona karþý bu kadar ilgiliydi? Hepsinden önemlisi Yakup’u neden bu kadar çok sevmiþti? Onda ne bulmuþtu? Þeyma gibi birinin, bir deliye, bu kadar ilgi gösteriyor olmasýnýn bir anlamý olmalýydý… Bu aþk olabilir miydi? Peki, normal bir insan, bir deliye âþýk olabilir miydi?
Yakup, þehrin her yerinde günlerce dolaþýr. 10 gündür sokaklarýn kokusunu alýr. Arada bir göðsündeki kutuya vurur. Gören onun deli olduðuna hükmeder. Bu bölümde Yakup, yorgunluktan olduðu yere yýðýlýp kalýr. Gözleri iflas eder. Uykuya dalar. Rüya görmeye baþlar.
Ýþte yazar, bu rüya ile adeta Yakup’un neden sessizliðe gömüldüðünü, neden hiç konuþmadýðýný ve belki de neden böyle delirdiðini anlatýr. Yazar, bu rüyalar ile Yakup’u biraz daha tanýmamýzý saðlar.
Sarý bir kýzdýr Yakup’un rüyasýný süsleyen. Belki de bu kýz, Yakup’un ilk sevdiði, âþýk olduðu, onu istediði ve fakat uðradýðý hakaretler sonucu kaçýp giderek sessizliðe gömüldüðü ve sevdiðini terk ettiði, çözümü kaçmakta bulduðu ve bu nedenle de tüm dünyaya küsüp susmayý, bundan da öte deli olmayý yeðlediði kýzdýr, bu sarý kýz. Burada okuyucu bu sarý kýzýn kim olduðunu sormaktan kendini alamýyor…
Sarý saçlý sevgilinin uzun konuþmasý ve Yakup’u sorgulamasýyla ortaya müthiþ bir aþk acýsý çýkýyor. Acý veren, asla vuslata eremeyen karþýlýksýz aþklar.
Andýrýnlý Hamza Mehmet’in hikâyesi de anlatýlarak ayrý bir güzellik katýyor esere. Askerdeyken sevdiðinin bir baþkasýna verileceðini duyan ve bu uðurda her þeyi göze alýp cepheden kaçan, 6 ay yürüyüp köyüne gelen ve sevdiðini bulamayan Andýrýnlý Hamza Mehmet’in hikâyesini öðreniyoruz üzülerek…
Okuyucu bu bölümü belki de bir solukta okuyor. Sarý saçlý bu kýzý merak ediyor. Kimdi bu kýz? Uzun saçlý ressamýn resmindeki iri gözlü kýz mýydý? Yoksa Yakup’un uðruna deli olduðu bir okul aþký mýydý? Birdenbire neden karþýmýza çýkmýþtý bu kýz? Yazar, burada okuyucuyu nereye hazýrlýyor olabilirdi?
Yakup, çýlgýna dönmüþ, þehirde oradan oraya koþarak kendi mekânýna geri dönmüþtü. Çok sevdiði dostu Münir’e gelmiþti. Kimdi bu Münir? Neden durmadan karþýmýza çýkýyordu? Yakup ile olan ilgisi neydi? Bir deliye neden bu kadar baðlý kalýyordu? Onu neden bu kadar seviyordu? Ve onda neler buluyordu?
Münir, onu görünce sevinmiþ, ona sessizce aþký anlatmýþtý. Fuzuli’nin þiirlerinden örnekler vererek, aþký, aþkýn verdiði acýyý, bu acýnýn aþýðý olgunlaþtýrdýðýný dile getirmiþti. Tabii okuyucunun bunu anlayabilmesi için Divan Edebiyatý Þairi olan Fuzuli’yi çok iyi bilmesi, onu çok iyi tanýmasý, onun fikirlerini, düþüncelerini, aþka olan bakýþ açýsýný bilmesi ve bunlarý çok iyi anlamasý gerekirdi. Bunu bilmeyen okuyucu, bu bölümü asla anlayamazdý. Peki bir bakkalýn bu kadar edebi bir bilgiye sahip olmasý normal mi idi? O nedenledir ki 8. Bölümü ben, kitabýn en iyi bölümü olarak buldum. Diyebilirim ki bana en çok keyif veren bölüm burasý oldu. Diyebilirim ki bu bölümü tekrar tekrar okuyup iyice zihnime nakþettim. Zira aþk ancak bu kadar güzel anlatýlabilirdi…
Yakup’un geldiðini öðrenen genç gazeteciler, yardým istemek amacýyla Haluk’a gider. Haluk, bu defa onlara iyi davranýr. Yakup’u anlatýr gençler.
Haluk, Yakup’u anlayabilmek için onun gibi davranmalarýný söyler. Yakup sessiz ise onlarýn da sessiz olmalarý gerektiðini, gönülden gönüle bir dil yolu bulduklarýnda onu anlayabileceklerini söyler. Gençler de Haluk’a, Yakup ve Münir’i görmeye gitmeyi teklif eder. Bu fikir Haluk’un da hoþuna gider: “Bir deliyle ancak baþka bir deli anlaþýr diyorsun.” diyerek cevaplar.
Þeyma, kafasýndaki düþünceleri, plan ve projelerini hayata geçirmeye karar verir. Yakup’u en ufak ayrýntýlarýna kadar tanýyacak ve onun romanýný yazmak ister. Bu nedenle de Fadýma Kadýn’ýn evine yerleþmeye karar verir. Ýzni aldýktan sonra oraya yerleþir. Yakup’u anlamak için, onunla birlikte yaþamak, onun bulunduðu yerde bulunmak, onun çevresini tanýmak, soluduðu havayý soluyabilmek gerekir.
Yazar, Þeyma’yý Münir ile konuþtururken bu konudaki düþüncelerini Münir’e söylettirir. Çünkü Þeyma’ya göre yazmak çok kolay ve basit bir iþti. Ama Münir hiç öyle düþünmüyordu:
“Yakup’u anlamaya geldiniz sanýrým?”
“Evet. Bir hocamýz, en asil iletiþim dilinin susmak olduðunu söyledi. Ben de susmaya geldim.”
“Gereðinden fazla iddialý derim.”
“Hem, ilerleyen günlerde, onun romanýný yazmaya karar verdim.”
“Yazmaya istidadýnýz var demek. Fevkalade!”
“Evet! Çok da okurum!”
“Peki dil kaygýnýz var mý? Yani, yazar olmaya namzet her þahsýn dil kaygýsý olmalý. Dilini en muazzam þekliyle kullanmalý. Bilirsiniz, dilini koruyamayan millet yok olur. Zira dil namustur. Önce dil gider sonra millet. Eskilerin tabiriyle, “Kamus namustur” Bundan dolayý da sözcük daðarcýðýný olabildiðince geniþ tutma gayretiniz olmalý.” (Sayfa 239)
Yazar, burada dilin gerektiði gibi kullanýlmadýðýný, dile gereken önemin verilmediðini, dilin artýk bir sokak dili haline geldiðini, bu nedenle de küçüldüðünü birkaç yüz kelime ile konuþulmaya baþlandýðýný, bunun da ne kadar zararlý olduðunu anlatmaya çalýþýyor. Konfüçyüs’ün da dediði gibi: “Milletlerin önce dillerine önem vermesi gerekir. Dile önem verilmeyince devlet de çöker, millet de çöker.” Bir bakkalýn, bu kadar alimane sözler sarf etmesi, bir yazarda dil kaygýsýnýn olmasý gerektiðini söylemesi ne kadar normal bir durumdu? Bu düþüncelere sahip birinin ya akademisyen ya da okumuþ biri olmasý gerekirdi. Oysa bunlarý söyleyen ücra bir köþenin bir sokak bakkalýydý.
Romanda çok az olsa da yer yer bazý hatalara rastlýyoruz. Ben, bunu her þeye raðmen yazarýn veya editörün gözünden kaçmasýna baðlýyorum. Ýnsan ne kadar dikkat ederse etsin, mutlaka gözden kaçan bazý þeyler oluyor iþte… Özellikle bitiþik ve ayrý yazýlmasý gereken “de”lerin yanlýþ yazýlmasý dikkatimi çekmedi deðil.
Bu konuda hassas biri olduðum için de bu noktaya deðinmeden edemeyeceðim. Bazý yerlerde ayrý yazýlmasý gereken ‘de’ ler kelimeye bitiþik yazýlmýþ: “Sende baþýný alýp gidersen kim sahip çýkar bana?” (Sayfa 257)Cümlenin doðrusu: “Sen de baþýný alýp gidersen kim sahip çýkar bana?” þeklinde olmalýydý. “Sen sustun, bende susmak üzereyim” (sayfa 258) Doðrusu “Sen sustun, ben de susmak üzereyim.” olmalýydý. “Peki, sende susarsan beni kim konuþacak?” (Sayfa 261) Doðrusu: “Peki, sen de susarsan beni kim konuþacak?”
Tabii kitaptaki benzer hatalarýn hepsini buraya alamayacaðým. Sadece bir kaç örnek üzerinde durmayý yeterli buluyorum.
Öðretmenlik yýllarýmda da bu konu üzerinde çok durmuþtum. Öðrencilerimin tüm yazýlarýndaki bu tür hatalarý düzeltmekle kendimi görevli bilmiþtim. Nedense bu görevi hala üzerimde hissediyorum…
Yazarýn Necip Fazýl’dan da etkilendiðini þu cümlelere bakarak söyleyebiliriz: “Üzerine aþkýn matemi yýkýlmýþ bir daðýn enkazý duruyordu kaldýrýmda. Kaldýrýmlar ise daha nice aþk hikâyelerine gebeydi. Kaldýrýmlar, Yakup gibilerin çilesiyle yoðrulur; onlarýn alýp verdiði her nefeste hayat bulurdu.” (Sayfa 263)
Çile, Necip Fazýl’ýn þiir kitabýnýn adýydý. “Yakup gibilerin çilesi” derken tesadüf olabilir miydi? Diðer taraftan “Kaldýrýmlar” da Üstad’ýn en güzel ve en tanýnmýþ þiirlerinden birinin adýydý:
“Kaldýrýmlar, çilekeþ yalnýzlarýn annesi;
Kaldýrýmlar, içimde yaþamýþ bir insandýr.
Kaldýrýmlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldýrýmlar, içimde kývrýlan bir lisandýr.”
Yazar, eserin son bölümlerinde romanýn nasýl olmasý gerektiðini, nasýl yazýlmasý gerektiðini, yazarlarýn hangi yol ve üslubu tercih etmesi gerektiðini yine Münir’e söyletiyor. Böylece artýk okuyucu Münir’in gerçek kimliðini yavaþ yavaþ görmeye baþlýyor:
“Roman yazarýnýn ayný zamanda kaliteli bir sosyolog, psikolog, fikriyatçý, edebiyatçý, dilci olmasý gerektiðini anlattým…
… her geçen gün Türk romancýlýðý bataklýða gömülmeye devam ediyordu. Romanýn okuru zorlamasý hususunu anlattým. Çerezlik okumalarýn þahsa her boyutuyla bir þey katmayacaðýný izah ettim. .. Ruhtan yoksun hiçbir yazýnýn okura deðer katmayacaðýný vurguladým… Romanýn akýcý olmasý onun temel niteliklerden vazgeçilmesini gerektirmediðini anlattým…” (sayfa 270)
Son bölümlere doðru yazar, okuyucuyu iyice þaþýrtmaya baþlýyor. Beklenmedik olaylar ve sürprizlerle eserine ayrý bir heyecan katýyor.
Okuyucu, Haluk ile Münir’in karþýlaþmasý ile adeta þaþkýnlýðýn doruðuna eriþiyor. O nedenle bu bölümleri atlamak zorundayým. Zira eseri okurken biraz da bu heyecaný duymanýz gerekir diye düþünüyorum.
Haluk ve Münir roman boyunca adeta birer hoca edasýnda karþýmýza çýktýlar. Edebiyata, sanata ve özellikle dilimize karþý saygýyla, sevgiyle, hep ayakta, hep dik durdular. Bizlere, dile sahip çýkmamýzý ve bu uðurda neler yapýlmasý gerektiðini öðrettiler. Sanki okumuþ da delirmiþ gibiydiler.
Zaten yazar da onlarý dile sevdalanmýþ birer deli olarak karþýmýza koymuþ. Haluk ile Münir, karþýlarýndaki bir deliye dahi konuþurken onlara bir öðretmen edasýyla sesleniyor ve onlarý eðitmek amacý güdüyorlardý. Toplumun yapmasý gereken þeyleri sohbetleri sýrasýnda birbirlerine söyleyerek anlatýyorlardý:
“Ýþe iþyerlerinin tabelalarýndan baþlamalý. Bence, kamuoyu oluþturmanýn en etkili yöntemi kýsa bir sürede, Türkçeye uygun olmayan tabelalarýn deðiþim emridir.”
“Ýlk mektepten, son mektebe kadar bu konu sürekli iþlenmeli. Hatta ayrý bir ders olarak…”
“Kitap dostlarý! Ývedilikle bir araya gelme zamanýdýr. Sokaklar trafiðe kapatýlmalý, toplu olarak kitap okuma eylemleri yapýlmalýdýr.”
“Kalem erbabý da artýk uyanmalý; hedeflerinin ne olduðu, edebiyatýn nasýl olmasý gerektiði, hatta kime göre yazmalarý gerektiði üzerinde uzlaþmalý, söz birliði etmiþçesine kararlarýnda kati olmalýdýrlar” (Sayfa 321)
Son bölümlerde yani romanýn çözüm bölümünde kafalardaki soru iþaretleri tek tek kalkmaya baþlýyor. Satýrlarý okudukça Haluk kimdir, Münir kimdir ortaya çýkýyor. Hepsinden önemlisi Yakup öyle bir þaþýrtýyor ki bizi “Aaa!” demekten kendimizi alamýyoruz. Heyecandan yerimde duramadým. Son sayfalarýn bir an önce bitmesini istedim. Hatta arada bir sayfa atlamak istedim ama o da doðru deðildi. Kitabýn kurgusuna ihanet olurdu. Sabýrla, inatla son cümleye kadar okudum. Nefes dahi almadým desem yeridir.
Bir roman ancak bu kadar ustaca kurgulanabilirdi. Bir eser, ancak bu kadar seri bir þekilde arka arkaya getirilerek bir heyecan ve bir merak unsuru içinde anlatýlabilirdi. Bir kurmaca ancak bu kadar bir heyecan yaratabilirdi. Bir eser, okuyucusuna ancak bu kadar bir edebi zevk verebilirdi…
Hele Fadýma Ana… Ah O Fadýma Ana… Hepimizin yüreðinden bir þeyler aldý götürdü. Hepimiz onda bir þeyler bulduk. Ana sevgisini, teyze sevgisini belki de bir nine sevgisini onda bulduk. Onu kendimize çok yakýn hissettik. Doðal konuþmasýyla, içten gelen davranýþlarýyla, samimiyetiyle onu bizler çok sevdik.
Sayfalarýn bitmesine birkaç bölüm kala eserin hala nasýl biteceði yönünde bir fikrim oluþmadý. Oysa genelde birçok romanda konunun nasýl biteceði hakkýnda bazý tahminlerde bulunurdum. Ve genelde de yanýlmazdým. Ama bu defa öyle olmadý. Tahminlerimin hiç biri eserin sonu ile örtüþmedi. Çünkü yazar, o kadar þaþýrtýcý, o kadar deðiþik yöntemlere baþvurmuþ ki þaþýrmaktan kendimi alamýyorum. O nedenle artýk eserin sonucunu okuyucunun son sayfaya kadar okumasýna býrakýyorum.
Diyebilirim ki son zamanlarda okuduðum en güzel, en etkili kitaplardan biri oldu bu roman.
Eserin sonunda delilere farklý bir gözle bakmaya baþladým. Zira etrafýmýzda o kadar çok deli var ki “Tanrý bunlarý iyi ki yaratmýþ” demekten kendimi alamýyorum.
“Ve Tanrý Delileri Yarattý”yý okuduktan sonra kendime sorduðum ilk soru þu oldu:
“Acaba ben de mi bu delilerden biriyim?”
Kendinizin deli olup olmadýðýný anlamanýz için mutlaka bu kitabý okumanýzý salýk veriyorum… Bana göre Sayýn Kürþat Yozcu Edebiyat alanýnda son dönemlerin en güzel eserini yazarak bir Þaheser yaratmýþ.
Kurgusu ve konusu bakýmýndan edebiyatýmýzda bu eserin mutlaka yerini alacaðý kanaatindeyim…
Yazarý olan Kürþat Yozcu Üstadýmý kutluyor ve baþarýlý eserlerinin devamlý olmasýný diliyorum…



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn çaðdaþ sanat kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Boyacý’ya Büyük Ýlgi
Nkl Sanat Gecesi Büyük Ýlgi Gördü
Ýlk Yerli Operamýz: Arap Ali Destaný
Erdinç Akgür Ýle Devlet Tiyatrolarý’ný Konuþtuk
Nkl’de Edebiyat Sokaðý
Salaklar Sofrasý
Sessiz Çýðlýk Üzerine
ve Othello Kendi Vatanýnda Sahnelendi
Seddül Bahir 32 Saat Dizisi Müthiþti
Türkan Kürþat Gönüllerin Þampiyonu

Yazarýn eleþtiri ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Cevahir Caþgir’den "100süz Þiirlerim"
Orhan Pamk'un "Kar" Romaný
ve Ýlk Bölüm Yayýnlandý
ve Ýlk Bölüm Yayýnlandý
"Bitemeyen Proje" Üzerine
Beþik Gibi Sallandýk
"Kýrmýzý Pazartesi" Romanýnýn Düþündürdükleri
Olcay Kýraç Ýle Kýbrýs Sorunu
Adanalýyýk Allah’ýn Adamýyýk
"Beyaz Gemi" Aytmatov

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Yüreðimde Ýhtilal Var [Þiir]
Hayat Seni Çözemedim [Þiir]
Helallik Ýstiyorum [Þiir]
Yörük Kýzý [Þiir]
Nasihat 2 [Þiir]
Seninle Olayým [Þiir]
Geliyoruz [Þiir]
Nasihat [Þiir]
Aþk Var mý? [Þiir]
Minik Bir Þaire Rastladým [Þiir]


Hakan Yozcu kimdir?

1964 doðumluyum. Kuzey Kýbrýs'ta yaþýyorum. 1988 Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatý Bölümünden mezun oldum. 20 yýl çeþitli okullarda edebiyat öðretmenliði yaptým. Uzun yýllar Yenivolkan ve Güneþ Gazetelerinde köþe yazarlýðý yaptým. Þu an Habearkýbrýslý ve Güncelmersin Gazetelerinde yazýyorum. Birçok internet gazete ve sitelerinde yazýlarým yayýnlanýyor. Þiir, öykü ve tiyatro oyunlarý yazýyorum. Bu alanlarda çeþitli ödüllerim var. Kendime ait basýlmýþ "Güzel Bir Dünya" ve "Mesela Baþka" isimli iki adet öykü kitabým var. 7 tane tiyatro oyunum var. 6 yýl Kýbrýs Türk Devlet Tiyatrolarý Genel Müdürlüðü görevinde bulundum. Halen Baþbakan Yardýmcýlýðý Ekonomi, Turizm, Kültür Ve Spor Bakanlýðý'na baðlý Müþavirim.

Etkilendiði Yazarlar:
...


yazardan son gelenler

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.