Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. -Atatürk |
|
||||||||||
|
Mehmet AVCI Bir sabah yine onun hayaliyle uyanmıştı güne taşradaki çocuk.Yine komşusu olan aşık olduğu kızı evinin kapısında bekleyip alacak ve onunla kısa olan okulun yolunu uzatmak için sağa sola kıvrılarak gidecekti okula.Olanlardan habersiz sessiz bir bekleyişle varmıştı evin kapısına.Zaman geçiyor beklediği küçük sevgili gözükmüyordu avluda.Soğuktan titremekte olan ellerini arada bir ağzına götürüp sıcak nefesiyle ısıtıyor ve sonra yine başını uzatıyordu avluya.Hiç sevmediği okula onunla gitmek için katlanıyordu belkide. Dayanamadı yüreği bu bekleyişe usulca gıcırdatarak iteledi dış kapıyı tüm cesaretini toplayarak yöneldi pencereye.Taşrada kapı zili camdır,donuk parmaklarıyla vuruyordu cama.Ama ne ses vardı ne seda.Kafasını kaldırıp koyuldu okulun yoluna küçücük beyninde büyük düşünceleri taşıyarak. O gün kimseye birşey soramıyordu ve o gün onsuz okulda geçirdiği ilk gündü.Öğretmen hey sen!Diyordu ona lakin aldırış etmiyordu öğretmenin bağrışına.Akşam eve vardığında konuyu açmak istiyordu evdeki tek varlığı olan annesine.Ne yapmalıydı nasıl başlamalıydı aç karnını doyurmadan derin bir iç çekerek yahu anne dedi ve kaldı. Annelerin özelliğini biliyordu ki gerisini söylemeden cevabı vermişti annesi.Bir gece vakti ansızın apar topar eşyalarını yüklemişti küçük kızın ailesi.Allaha sımarladık demeye fırsat vermeden ayrılıp gitmişlerdi aşkları sönük yaşamı donuk büyük şehire. Yıkılmıştı bizim çocuk nasıl kalabilirdi artık bu köyde,bu şehirde.Onsuz yürümeye alışmamıştı bu yüzden ilk tepkisini okulu bırakarak göstermişti.Dar geliyordu elbiseleri küçücük aşkının büyüklüğüne.Bir başına kala kalmıştı sanki,kimsenin varlığını görememekteydi aslında.Günlerce başını iki elinin arasına sıkıştırıp derin düşüncelere dalıyor acaba yaşadıklarım bir rüyamı diye soruyordu kendine.Henüz hayatın gerçekleriyle yüzleşecek yaşta değildi.Sadece son okula gidişleriydi hatırında kalan.Keşke zamanı ileri alabilseydim düşüncesi hakim olmuştu zihninde.Bir an önce büyümek istiyordu onu istanbula tek başına götürecek kadar.İsmini ilk kez duyuyordu bu garip şehirin,nasıl bir yerdi iyi bakarmıydı minicik sevgilisine,yoksa kaybolup gidermiydi şehrin can alıcı girdabında.Her yazı çıkagelirler düşüncesiyle bekleyerek geçirdi köyün giriş kapılarında.Geceleri yaktığı mum ışığında ondan kalan,giderken kapıda unuttuğu oyuncak bebeğini severek geçiriyor gölgesi gibi büyütüyordu hayallerini koynunda.Bedenini sınırsız düşlerinin güdümüne terk etmiş ve uzunca bir yolculuğun yollarında kaybolmaktaydı. Fakir bir ailenin çocuğu oluşunun bilinci içerisindeydi.Onun çalışıp para kazanmaktan gayesi bir otobüs bileti alabilmekti.Bunu ziyadesiyle yerine getirmek için taze bedenini emeğinin alın teriyle yıkıyordu.İş yaparken luzümsüz konuşmalardan kaçınır dinlenmek için her oturduğunda yalnızca yanında taşıdığı pilli radyosundan sanat müziği frekansını arar ve kaybettiği özlemini türkülerin derinliğinde bulurdu.Hele birde şansı yaver gittiğinde'uçup gittin buralardan gözümün nuru nerdesin'türküsü çaldığında gözlerinden akan yaşlar terinin tuzlu suyuyla karışır acı bir zehir gibi yakardı yüreğini. Bu prensiple senelerini umutla bekleyerek geçirmiş ve köyün en güzel delikanlılarından biri olmuştu artık. Etrafında pervane olan çeşme güzellerini hiç görmüyordu gözleri.Onun aşkıyla yanıp tutuşan köydeki güzel kızların hayallerine kapalıydı kalbi.Onun kitabında herkese sunulacak kalp hikayesi bulunmamaktaydı.Tüm yalınlığıyla onu seviyor yanlız onu düşlüyordu hala.Annesinden habersiz biriktirdiği parayı köyde en güvenilir bulduğu muhtarın büyük oğlu aliye vermiş ve şehir terminalinden bir istanbul bileti almasını istemişti. Köyde geçireceği son gündü bugün,son birkez elveda demek için varmıştı belki de hiç dönmeyeceği yarinin kapısına.Usulca bir iç çekti ve derin bir solunumla tüm kokuyu teneffüs ederek koyuldu yola.Oturduğu koltukta yanındakilerin varlığına aldırış etmeden başını cama dayayarak izlediği manzarayla birlikte hayallerede yol almaktaydı. Gün ışığında aydınlık hayaller kurarken gecenin karanlığıyla içine karamsar duygular çökmekteydi.İçindeki boşluğu onun hatıralarıyla doldurmuştu.Onun değer vereceğini düşündüğü,yanından hiç ayırmadığı oyuncak bebeğini arada bir cebinden çıkartıyor ve tebessümle bakıyor,ona vereceği anı sabırsızlıkla bekliyordu.Ya bulamasaydı onu,ya kabul görmeseydi hediyesi.Ya da aklına hiç getirmek istemediği,geçmişine biat eden potansiyel suçlu muamelesiyle suçlasaydı onu.Uzunca bekleyişin nihayete ereceği zaman yaklaştıkça kalbinin sesini duyar gibi oluyor ve çehresi mağrur bir tutsak endamına bürünüyordu.Muavinin son durak kara toprak anonsuyla irkiliyor ve ilk adımını atıyordu samimi duygulardan yoksun olan şehire.Bu yozlaşma denizinde etiğin can simidine tutunabilecekmiydi acaba?Otobüsten iner inmez hemen,beline sardığı,ninesinden kalma para kesesini yokladı eliyle.Tüm akrabaları bütün tanıdıkları ancak kesesinin içinde olanlardı belkide.Etrafı süzüyor ve karamsar düşüncelerini şehrin can alıcı görselliğine terk ediyordu.Bu güzellik,onu köyle şehir arasında mukayese takasına götürmekteydi. Taşrada yaşayanların söz haklarının olmadığını düşünüyor,merkeze teslimiyetçiliği ön plana çıkıyordu.Çarpık düşünceler hengamesinde ve adımlarının belirsizliğinde kaybolmaktaydı.Alışılmış gündelik yaşam felsefesinden bir an için sıyrılmış,nefsini tekmeleyen argümanlara takılı kalmıştı .Zaten karmaşık olan beyni iyice yorulmuş sadece ona konaklayacağı bir otel bulabilecek kadar çalışıyordu.Akşam olmuş,hava kararmak ve gün bitmek üzereydi.Kesesine göre pejmürde bir otel bulmuş kendini odasına atıvermişti. Artık sabahı bekleyecek ve almış olduğu,doğru olup olmadığını bilmediği adresi sorgulamaya koyulacaktı.Gün açana kadar derin bir uyku çekmek istiyor ve uyumak için her sağa sola döndüğünde yatağın gıcırdayan sesine teslim oluyordu.Bedeni günün yorgunluğuna teslim olmuş yürümekten şişen ayaklarını yarına hazırlamak için dinlendirmekteydi.Sabah olmuş İstanbulun ilk güneşi birbirine kavuşmayan iki perdenin arasından yüzüne vurmaktaydı. Hemen kalkıp dikildi.Pencereyi açar açmaz otelin kapısında bulunan simitçi tezgahından gelen mis koku ona ne kadar acıktığını hissettirmişti.Harabe vaziyetteki lobide iki simitle çayını yudumluyor,gözleri sevgilisinin adresini sorabileceği emin insanları arıyordu.Bugün belkide sevgiliye kavuşma günüydü.Bugün belkide onunla hayata tutunacak,yada onsuz yeni bir hayata başlanacaktı.Eline sıkıştırdığı kağıtı arada bir göz ucuyla süzüyor adresteki sokağı heyecanla arıyordu.Acaba karşıma nasıl birisi çıkacaktı?çok değişmişmiydi? Beni nasıl karşılayacaktı?Bu yoğun düşüncelerle kızın çalıştığı bayan kuaförün kapısana varmış dükkanın tabelasıyla elindeki adresi tescilliyordu.Bu doğrulamadan sonra sıra beklenen ana gelmişti.Kuaföre girmeye cesaret edemiyor yanlızca camının etrafında dolaşıyor ve içerde çalışan rengarenk saçlı kızların arasında fatmayı arıyordu.Çok şaşırmıştı.Kapıdan girip çıkan,insanlığını cüzdanlarının ağırlığında kaybeden müşterileri görünce hayretle seyrediyordu.Saatlerce kapıda,mutluluğu, güzellikte arayan kadınları izlemekle geçirmişti. Tüm cesaretini toplayıp derin bir iç çekerek içeri gireceği anda elinde sigara ve çakmakla dışarı çıkan bir kızla çarpıştı.Derince bir bakış uzunca bir süzüş başlamış ve zaman donmuştu sanki.Aman allah'ım!Bu kız fatma olmalıydı.Ansızın öylece kalakaldı.Bütün sadeliği ve ilkelliğine rağman onun karşısında,çok cesaretli ve sahici bir dikilişti bu.Kelimeler boğazında düğümleniyor dudakları ise sadece titriyordu.Sağ elini cebine götürüp fatmanın giderken köyde unuttuğu bebeği usulca yokladı.Kelimelerle ifade edemediğini belki bu bebek anlatacaktı.İç cebinden bir hamleyle çıkardığı bebeği fatmanın bakışlarına terk etti.Fatmanın çocukluğu ve köyde yaşadığı tüm anıları gözünde cerayan etmekte,ilkokul yılları bir film şeridi gibi önünden geçmekteydi adeta.Elindeki sigara ve çakmağı bir anda yere fırlatarak tüm sıkılığıyla mehmeti sarmalamaktaydı.Gözünden sicim gibi boşalan yaşlar Mehmetin heyecanından ısınan vücudunun sıcaklığında kuruyordu.İlk cümlesi,Mehmet!Beni sakın bırakma oldu ve devam etti,sen bıraksanda ben seni asla bırakmam. Şimdi sıra Mehmet yokken onun şehirde yaşadığı başından geçen tüm olayları anlatmaya gelmişti.Fakat anlatacağı yaşanmışlıkları Mehmet'i tekrar gerisi geri köyüne gönderecek kadar acı ve Mehmetin kaldıramayacağı kadar ağır olabilirdi. Dur!Bekle dedi.Kuaföre yöneldi içeri daldı.Patrondan izin almak aklına bile gelmedi.Dolabi açar açmaz ceketini ve çantasını alarak kendini dışarı attı.Koluna girdiği Mehmeti çekiştirerek ileride bulunan,bazen arkadaşlarıyla öğlen arası birşeyler atıştırdıkları kafeye doğru götürüyordu.Mehmet hala şoktaydı.Ne oluyor!Nereye gidiyoruz?Demeye bile takati yoktu.Kuytu bir köşede anlatacaklarına tanıklık edecek boş bir masa bulmuştu Fatma.Hemen Mehmeti oraya oturttu. Nasıl yapsam,nereden başlasam anlatmaya diye düşünüyordu.Aklına eski anılarından başlamak gelmişti.Ya Mehmet köyde ne var?ne yok? Anlatsana diye başladı.Cevaba fırsat bırakmadan hey gidi günler çok özlemişim orada seninle geçirdiğim günleri diye ekleyiverdi.Hatırlıyormusun?Bir keresinde okuldan çıkarken ayağım takılmış ve düşmüştüm. Benim içim yanmış ama benim yerime senin gözünden yaş akmıştı.Benim önümde eğilmiş,önlüğünün cebinden çıkarttığın mendili kanayan yarama sarmıştın.Derin bir iç çekti Mehmet ve evet,sen anlatırken bile o anı yaşadım şimdi dedi.Bu söyleşi onların üzerlerinde bulunan donukluğu eritmiş gibiydi.Fatma,okudukları bu hayat okulunda,Mehmetin en başarılı olduğu dersin insanlık dersi olduğunu biliyordu.Ona bakınca şehirde yıkandığı kirli suların üzerinde bıraktığı yaftadan kurtulmak gerektiğini hatırlıyordu. Başından geçenleri Mehmet'in nasıl bir tepki vereceğini hesaba katmadan anlatmaya başlayacakken,ee neden bugüne kadar hiç köye dönmediniz?Sorusuna cevap vermeye mecbur kalmış ve oradan anlatmaya başlamak zorunda kalmıştı Fatma.Babam dedi ve durdu.Gözlerinin dolduğunu fark eden Mehmet karşısındaki sandalyeden kalkıp yanındaki sandalyeye oturdu.Saçlarını yana çekerek gözlerinin yaşını parmaklarıyla sildi. Canım ne oldu?Anlatsana dedi.Babam şehre geldiğimizde bir şirkette otopark sorumlusu olarak işe başlamıştı.Birgün şirket personellerinden birisine arabasını yanaştırabilmesi için yardımcı olurken arkadan hızlagelen patronunun oğlunun ihtişamlı arabasıyla yanaştırmaya çalıştığı arabanın arasında kalarak can verdi.O gün tek dayanağımız olan babam ölümüylede bize dayanak oldu.Patronunun verdiği kan parasıyla bir ev aldık ve ogün bugün bende annem ve kızkardeşime kuaförde çalışarak bakmaya başladım. Lanet olası kuaföre hiç girmemiş olsaydım derken gözyaşları artmış ve içmekte olduğu çay bardağının boşalan kısmını doldurmaya başlamıştı.Bundan sonra anlatacaklarını dahada merak etmeye başlamıştı Mehmet.Anlat devam et lütfen dedi. DEVAM EDECEK.... Lütfen görüşlerinizi mehmetavci-izedebiyat@hotmail.com adresime e-meille bildiriniz
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © mehmet avcı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |