Bu masa ne büyür ne de küçülür. Ekrana bakan gözlerim yorgun olsalar bile dertleþmek istiyorlar bu gece. Onsekiz yaþýmdaki zamanlarý hatýrlýyorum; yalnýz kalmak için kendimle yarýþýrdým adeta. Dünyayý kurtaracaktým ya, onun için bir baþýma kalýrdým sanki. Herþeyden ve herkesten uzak olmak gizemli ve mistik gelirdi. Elimdeki kalem tüm gece dans ederdi beyaz kaðýtlarýn üzerinde. Annemin sesiyle birkaç kez sarsýlýrdý Ýlham Beyin otoriter duygusallýðý ama...
O zamanlarýn teknolojisinde kasetlerim vardý bir de gazete kuponlarýyla biriktirip edindiðim küçük bir müzik setim. Gece el ayak çekilince odamýn sessizliðini o kaset koleksiyonumla bölerdim. Sezen Aksu, Bülent Ortaçgil,Zülfü Livaneli,Fikret Kýzýlok,Moðollar aileden biri gibiydi benim için. O gün sorsanýz çok büyük sýkýntýlarým vardý, ama bugün sorsanýz o sýkýntýlarý tekrar edinmek için nelerden vazgeçebileceðimi hiçbir kaðýda sýðdýramam. Mutlu insanla mutsuz insan arasýndaki fark bu olmalý; mutlu insan yarýný, mutsuz insan ise dünü satýn almaya çalýþýyor sanýrým.
Soyut kavramlar hayatýmýn klavuzu oldular. Karþýlýðý bir nesne olan þeyleri sadece hatýrasý varsa sahiplendim. Ama duygular her zaman elimle uzanýp tutacak kadar bana aitlerdi. Belki de bu yüzden, piþmanlýk, içimde hiçbir sokaða uðramadan hep teðet geçti. Önümde hüzün varsa onu, önümde aþk varsa onu, önümde yalan söylemek varsa onu,önümde yalnýzlýk varsa onu... Yani daima önümden yedim diyebilirim.