Kırık Kol ve Oda R
O sabah hastane koridoru, bayram telaşıyla daha bir kalabalıktı. Nöbetçi doktorlar ellerinde çay bardaklarıyla koşturuyor, hemşireler aralıksız çağrılan numaralara yetişmeye çalışıyordu. Ben de annemi kontrol için getirmiş, bekleme salonunda sıra bekliyordum.
Kalabalığın içinden bir ses yükseldi. “Ne olur yardım edin! Kolum kırık, ama beni acile almıyorlar!” Döndüm, sesin sahibine baktım. Orta yaşlı bir kadın, yüzü acıyla buruşmuş, sol kolunu göğsüne bastırarak ayakta zor duruyordu. Yanında kimse yoktu.
Hemen yaklaştım. “Hanımefendi, neden almıyorlar sizi acile?”
“Dün gece düştüm, sabaha kadar bekledim. Şimdi de R odasına yönlendirdiler, ama orada doktor yok diyorlar. Kimse ilgilenmiyor!” dedi titrek bir sesle.
Kendi sıramı unuttum. Kadının kolu, bilekten omuza kadar şişmişti. Röntgen bile çekilmemişti henüz. Hemen içeri girip bir hemşireye durumu anlattım. Önce gönülsüz davrandılar, ama sonra biri gelip kadını kolundan tutarak sedyeye aldı.
Oda R hâlâ boştu.
Onu orada bekletmek vicdanıma dokundu. Kendi imkânlarımızla bir sandalye bulup yanına oturdum. Aradan bir saat geçti, kimse gelmedi. En sonunda bir doktor geldi. Yorgun, isteksiz bir hâli vardı. Kadına şöyle bir baktı, röntgen istedi. “Kol kırık, ama beklemesi lazım,” dedi. Kadının gözleri doldu. “Bayram günü bir kol da mı fazla geldi?” demek geldi içimden.
O günü unutamam. Kalabalık içinde bir kadının çaresizliğini, sistemin soğukluğunu ve insanların alıştığı ilgisizliği gördüm. Oda R, hâlâ gözümde sessiz bir tanık gibi duruyor. Sadece bir odanın değil, duyarsızlığın da adıydı sanki.
Kamil Erbil
