Füruzan'ın "Parasız Yatılı"sı: Yarım Asırlık Bir Ağıt ve Direniş
Bazı kitaplar vardır, yayımlandıkları anda klasik olurlar. Zamanın getirdiği edebi akımlardan, toplumsal çalkantılardan etkilenmeden, adeta kendi ağırlıklarıyla varlıklarını sürdürürler. Füruzan'ın 1971'de yayımlanan ve ertesi yıl Sait Faik Hikâye Armağanı'nı kazanan ilk eseri "Parasız Yatılı", işte bu nadir bulunan eserlerden biridir. Yarım asrı devirmiş olmasına rağmen, bugün okunduğunda dahi insan ruhunun en kuytu köşelerine aynı incelik ve sarsıcı güçle dokunabilen bu öykü derlemesi, sadece bir "edebiyat olayı" değil, aynı zamanda Türkiye'nin toplumsal belleğine işlenmiş zamansız bir başyapıttır.
Füruzan, 1970'ler Türkiye'sinin çalkantılı atmosferinde, büyük anlatıların ve ideolojik kamplaşmaların gölgesinde, kamerasını toplumun kenara itilmişlerine, özellikle de kadınlara ve çocuklara çevirir. Kitaba adını veren o meşhur öyküde, dul bir hastabakıcı annenin, kızının geleceğini kurtarmak için tek umudu olan parasız yatılı sınavına bel bağlaması, aslında kitabın bütün ruhunu özetler. Bu öykülerde çöken konakların, yoksulluğun ve kimsesizliğin ortasında onurlarını korumaya çalışan kadınların, göçmenlerin, hizmetçilerin ve her şeye rağmen hayata tutunmaya çalışan çocukların dünyasına tanıklık ederiz.
Ancak "Parasız Yatılı"yı bir yoksulluk edebiyatı örneği olarak görmek, ona yapılacak en büyük haksızlıktır. Füruzan'ın asıl ustalığı, karakterlerinin maddi yoksunluklarının ötesinde, onların zengin ve karmaşık iç dünyalarını olağanüstü bir duyarlılıkla resmetmesinde yatar. Birbirine dolanan uzun, akıcı cümleleri, bir anıdan diğerine atlayan bilinç akışı tekniği, okuru karakterin zihnine misafir eder. "Piyano Çalabilmek" öyküsündeki annenin, sefalet dolu bugününün karşısına sürekli kaybettiği o şaşaalı geçmişi koyduğu içli monologları, bu üslubun en dokunaklı örneklerindendir. Annelerin kızlarına, kızların annelerine baktığı o anlarda, sevgi, beklenti, hayal kırıklığı ve sessiz bir dayanışma iç içe geçer.
Füruzan'ın dili, süssüz olduğu kadar çarpıcıdır. En sıradan anları ve nesneleri, derin bir melankoli ve güzellikle donatır. "Sabah Eskimişliğin" öyküsündeki anlatıcının şu sözleri, yazarın ruh hallerini ne kadar incelikle işlediğinin kanıtıdır: "Ah... çocukluğumu da eskisi gibi sevemiyorum, buna tam sevmemek de denemez, işte öylesine bir şey." Bu "öylesine bir şey" ifadesi, Füruzan'ın anlattığı kayıp hissinin, adlandırılamayan o ince kederin ta kendisidir. Karakterler, büyük isyanlar yerine küçük direnişlerle var olurlar; yıpranmış bir eşyaya tutunarak, bir hayal kurarak ya da sadece sessizce gözlemleyerek.
Kitaptaki on iki öykü, farklı anlatım teknikleriyle Füruzan'ın edebi yetkinliğini sergiler. "Münip Bey'in Günlüğü"ndeki taşra sıkıntısı, kısa ve monoton kayıtlarla verilirken; "Haraç" gibi uzun soluklu bir öyküde, bir konağın çöküşüyle birlikte bir hizmetçi kızın hayatının nasıl şekillendiği, neredeyse bir roman derinliğinde işlenir. Yazar, karakterlerini asla yargılamaz; onları sevecen ama mesafeli bir gözlemle, tüm çelişkileri ve zaaflarıyla kâğıda döker. Bu sayede, anlattığı her hayat, kendi trajedisi içinde evrensel bir boyut kazanır.
"Parasız Yatılı", elli yılı aşkın bir süre sonra bile güncelliğini koruyor. Anlattığı yoksulluk, kadınların omuzlarındaki görünmez yükler ve eğitimin bir kurtuluş umudu olarak görülmesi, ne yazık ki bu toprakların hiç eskimeyen temaları. Kitabın sonundaki o unutulmaz sahnede, sınavın yapılacağı okulun hademesi, erkenden gelmiş olan anneye şöyle der: "Parasız yatılı imtihanlarının çocukları hep erken gelir. Hiç gecikmezler." Bu tek cümle, bir toplumun sosyoekonomik gerçekliğini, umudun ve çaresizliğin iç içe geçtiği o anı, bir tokat gibi yüzümüze çarpar.
Füruzan, "Parasız Yatılı" ile sadece hikâyeler anlatmaz; unutulmuş sesleri, fısıltıları, iç çekişleri kayda geçirir. O, edebiyatımızın en hüzünlü ve en güçlü seslerinden biri olarak, bize insan onurunun en zor koşullarda bile nasıl filizlenebileceğini hatırlatır. Bu kitap, sadece Türk edebiyatının bir klasiği değil, aynı zamanda insan ruhunun direncine ve inceliğine yazılmış, eskimeyen bir ağıttır.