Düzenin Çivisi Çıktığında: Kapitalizmin Büyük Yargılanması
Fikret Başkaya, “Çığırından Çıkmış Bir Dünya” adlı eserinde sosyal, ekolojik ve ahlaki krizlerimizi tek bir kök nedene bağlıyor.
Modern hayatın her köşesinden bir rahatsızlık sızıyor. Haber akışları derinleşen eşitsizliklerin, alevler içindeki ormanların ve siyasi yozlaşmanın bitmek bilmeyen kanıtlarıyla dolu. Sezgisel olarak biliyoruz ki bir şeyler temelden yanlış gidiyor, ancak bu farklı krizleri birbirine bağlayan ana damarı bulmakta zorlanıyoruz. Fikret Başkaya’nın cesur ve tavizsiz eseri Çığırından Çıkmış Bir Dünya, tam da bu parçalanmışlık hissine meydan okuyor. Başkaya, sosyal sefalet, ekolojik felaket ve etik çürüme olarak teşhis ettiği üç büyük veçhenin birbirinden kopuk arızalar değil, tek bir sistemik hastalığın –kapitalizmin– kaçınılmaz semptomları olduğunu öne sürüyor.
Türkiye’deki eleştirel düşünce geleneğinin en önemli isimlerinden biri olan ve Paradigmanın İflası gibi eserleriyle tanınan Başkaya, bu kitabında kariyerinin entelektüel birikimini damıtarak okura sunuyor. Eser, yazarın önceki çalışmalarının bir devamı niteliğinde; ancak bu kez, argümanını daha küresel ve bütüncül bir çerçeveye oturtuyor. Başkaya, Karl Marx, Frantz Fanon ve Edward Said gibi düşünürlerin açtığı yolda ilerleyerek, Batı medeniyetinin kendi kendine anlattığı ilerleme masalını acımasızca sorguluyor. Kitap, bu anlamda sadece bir ekonomik eleştiri değil, aynı zamanda son beş yüz yıllık dünya tarihinin sömürgeci ve emperyalist temellerine yönelik kapsamlı bir entelektüel soykütüğü çıkarma denemesi.
Başkaya’nın temel tezi, kapitalizmin bir “sömürü metabolizması” olarak işlediğidir. Ona göre sistem, doğası gereği bir kutupta zenginlik biriktirirken, diğer kutupta yoksulluk ve sefalet üretmek zorundadır. Ancak Başkaya, bu bilindik Marksist analizi, sömürgecilik eleştirisiyle ustaca birleştiriyor. Kitabın en güçlü bölümlerinden biri olan “Dünyaya Sömürgecinin Gözüyle Bakmak”, Batı’nın zenginliğinin kendi içsel dehasından değil, “örgütlü şiddeti kullanmadaki üstünlüğünden” kaynaklandığını Samuel P. Huntington’dan yaptığı bir alıntıyla ortaya koyuyor. Başkaya için modern tarihin başlangıcı, Kristof Kolomb’un Amerika’ya ayak basmasıyla başlayan ve 70 milyon insanın yok edilmesiyle sonuçlanan büyük bir jenosittir. Bu tarihsel şiddet, “Avrupamerkezcilik” adını verdiği ve Batı’yı dünyanın merkezine koyan ırkçı bir ideolojiyle meşrulaştırılmıştır.
Kitabın asıl özgün katkısı, bu tarihsel temeli günümüzün neoliberal küreselleşme anlatısına bağlamasında yatıyor. Başkaya’ya göre “küreselleşme”, “kalkınma” veya “modernleşme” gibi kavramlar, sömürgeciliğin eski şarabını yeni şişelerde sunmaktan başka bir anlama gelmiyor. Bu ideolojik hegemonyanın en tehlikeli ve sinsi boyutu ise, sömürgeleştirilen halkların zihinlerinde de kök salmasıdır. Yazarın “bilincin sömürgeleşmesi” olarak adlandırdığı bu durum, ezilenlerin kendilerine efendinin gözüyle bakmaya başlaması ve kendi kurtuluşlarını Batı’ya benzemekte görmeleridir. Başkaya, bu noktada özellikle Üçüncü Dünya’nın “aydın” ve eğitimli kesimlerini, bu ideolojik yabancılaşmayı yeniden üreten “yerli misyonerler” olarak konumlandırarak sert bir eleştiriye tabi tutuyor.
Başkaya’nın üslubu, bir akademisyenin mesafeli dilinden çok, bir savcının iddianamesini andırıyor. Cümleleri keskin, yargıları net ve polemikten çekinmiyor. Kitap boyunca okuru, “iktisat bilimi” adı altında sunulan dogmaların aslında küresel yağmayı meşrulaştıran “ideolojik safsatalar” olduğuna, “temsilî demokrasinin” ise kitleleri oyalayan bir “sirk oyununa” dönüştüğüne ikna etmeye çalışıyor. Bu tavizsiz dil, kitabın en büyük gücü olduğu kadar, bazı okurlar için zayıflığı da olabilir. Başkaya, argümanını o kadar bütüncül ve kapalı bir mantıkla örüyor ki, karşı görüşlere veya nüanslara pek yer bırakmıyor. Eser, bir tartışma başlatmaktan çok, bir hüküm veriyor.
Çığırından Çıkmış Bir Dünya, mevcut düzene dair küçük reformlar veya palyatif çözümler arayanlar için yazılmamış. Aksine, Fikret Başkaya, okuru rahatsız etmeyi, yerleşik kabullerini sarsmayı ve onu dünyanın gidişatına dair radikal bir sorgulamaya davet etmeyi amaçlıyor. Kitap, neoliberalizmin “alternatif yok” mantrasının zihinleri uyuşturduğu bir çağda, güçlü bir entelektüel uyandırma servisi işlevi görüyor. Başkaya, somut bir yol haritası sunmaktan ziyade, yeni bir yola çıkabilmek için öncelikle mevcut paradigmanın iflas ettiğini kabul etmemiz gerektiğini vurguluyor.
Nihayetinde Başkaya, bize acı bir reçete sunuyor: İçinde yaşadığımız sistemin sadece bazı yönleri değil, bizatihi kendisi çığırından çıkmıştır. Kitap, sosyal adaletsizlikten iklim krizine, siyasi yozlaşmadan bireysel anlamsızlık hissine kadar modern dünyanın tüm sancılarını tek bir büyük anlatıda birleştirmeyi başarıyor. Fikret Başkaya’nın sunduğu bu rahatsız edici teşhisle yüzleşmeye cesareti olanlar için, Çığırından Çıkmış Bir Dünya, yaşadığımız çağı anlamak adına vazgeçilmez bir kaynak niteliği taşıyor.