..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Geçmiþ ölmedi. Henüz geçmedi bile. -William Faulkner
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Öykü > Baþkaldýrý > Aydan Okurer




13 Ocak 2009
Yok Et Beni, Haydar Efendi!  
Aydan Okurer
Parka girdiðimde, susuzluktan dilim damaðýma yapýþmýþtý. Öyle yorgun, öyle bitkin düþmüþtüm ki, gördüðüm ilk boþ banka atýverdim kendimi. Ýki adýmlýk yol yürümeyle bile tükenmiþ, dizlerimin baðý çözülmüþtü. Baþým dönüyor, kalbim bir acayip atýyordu. Gözlerimi kapatýp bir süre hiç kýmýldamadan oturdum. Bu arada derin derin nefes alýp veriyor, kendime gelmeye çalýþýyordum.


:FGAJ:

Yok et beni, Haydar Efendi!
     
Parka girdiðimde, susuzluktan dilim damaðýma yapýþmýþtý. Öyle yorgun, öyle bitkin düþmüþtüm ki, gördüðüm ilk boþ banka atýverdim kendimi. Ýki adýmlýk yol yürümeyle bile tükenmiþ, dizlerimin baðý çözülmüþtü. Baþým dönüyor, kalbim bir acayip atýyordu. Gözlerimi kapatýp bir süre hiç kýmýldamadan oturdum. Bu arada derin derin nefes alýp veriyor, kendime gelmeye çalýþýyordum.
Bol oksijen solumayý umarak havayý tekrar içime çektiðimde aldýðým kokuyla gözlerim birden faltaþý gibi açýlýverdi. Az ötemde bir kadýn, kucaðýnda duran torbadan çýkarttýðý paketi açmýþ, arpa þehriyeli pilâvýn içine minik parçalara bölerek karýþtýrdýðý köfteleri sokak kedilerine ikram ediyordu. Üst üste yutkunduðumu fark ettim. Aðzýma sular dolmuþtu. O tarafa bakmamaya çalýþýyordum ama kendimi ne kadar zorlasam da yine gözüm kayýyordu, engel olamýyordum. Baþýmý çevirdim, olmadý. Arkamý dönemediðim için banka yan oturdum, olmadý. Midem isyanlardaydý ve ‘bana da, bana da’ diye bas bas baðýrýyordu. Her yanýmý ter basmýþtý. Daha fazla dayanamayýp kalktým, ilerideki baþka bir banka geçtim. Köfteler, pilâv, iyi kalpli kadýn ve þanslý kediler artýk görüþ alanýmýn dýþýndaydýlar. Nefesimi de kontrol edebilirsem sorun kalmayacaktý ama nasýl yapacaktým bunu? Dirseklerimi dizlerime dayayarak ellerimle yüzümü kapattým. Elim ayaðým titriyordu. Aðlamak üzereydim.
Þu yaþadýklarýmdan nefret ediyor, düþtüðüm durumdan utanç duyuyordum.
Koskoca þehrin göbeðinde varlýðýný sürdüren saðlýklý –hayýr, saðlýðý bozulmak üzere olan- bir gençtim. Olanlara ve kendime inanamýyordum. Ne yapacaktým, nasýl kurtulacaktým bu açlýktan, sefillikten? Her iþi yapmaya razýydým, ne olursa olsun her iþi, ama yoktu. Nereye gittiysem elim boþ döndüm, kimden iþ istediysem yüzüme aðlamaklý gözlerle bakýp baþýný iki yana salladý, kiminle konuþtuysam bin ah iþittim. Yine de onlar benden daha þanslýlardý; en azýndan, az da olsa erzaklarýnýn geldiði, ileride dönebilecekleri bir köyleri, topraklarý vardý. Oysa ben, bu devasa kentte kaybolmuþtum; gidecek hiçbir yerim yoktu; ne bir köyüm, ne de bir avuç balçýk parçasý. Aslýna bakarsanýz, nüfus kayýtlarýna göre tüm Ýstanbulluyla hemþeriydim, sayamayacak kadar köyüm, köylüm vardý ve buna raðmen kazara dünyaya düþmüþ bir uzaylý gibi trajikomik bir þekilde yapayalnýzdým iþte. Oysa diðer insanlarýn en küçük bir olumsuzlukta bile yardýmlarýna koþacak, dertlerine derman, yaralarýna merhem olacak, olamasalar da el birliðiyle bir çare arayacak hemþerileri, köylüleri vardý; birbirlerine destek oluyorlardý. Ya benim, benim kimim vardý?

Bakmak zorunda olduðum hasta, bir deri bir kemik, seksen küsurluk ninemden baþka kimsem, hiçbir þeyim; ne iþim, ne eþim, ne param, ne malým; canýmdan baþka hiçbir þeyim yok.
Babamý hatýrlamýyorum; iki yaþýmdayken bir sabah iþe gidiyorum diye evden çýkmýþ, çýkýþ o çýkýþ. Zavallý anneciðim, el pisliði temizleyerek büyüttü beni. Ninem evde, annem iþde, kýt kanaat geçinerek, bir lokma bir hýrkayla yaþayýp giderken beni okuttular. Geçen sene, yani ben lise son sýnýftayken, bir gün, annem eve gelmedi. Ninem, annemin bunca yýldan sonra daha fazla dayanamayýp kocaya kaçtýðýný, o elin adamýyla fing atarken bizim bu mezbelelikte çürüyerek öleceðimizi baðýrýnýrken kapý çaldý; yüreðim aðzýmda açtým. Elindeki siyah poþeti uzatan bir polis memuru, “baþýnýz saðolsun kardeþim” dedi, “çok üzgünüm. Karþýdan karþýya geçerken.... freni patlayan bir kamyon....”. Gerisini duymadým.
Hayat devam ediyordu. Amelelik yaptým, yük taþýdým, aþaðýlandým, horlandým. Olsun, böylelikle ninemin karnýný þimdiye kadar çorbayla da olsa doyurabildim. Az önce de bir yumurta kýrdým, bayýla bayýla yedi, mesut memnun öðle uykusuna daldý. Ýki gündür kursaðýma lokma girmediðini ninem bilmiyor. Sorduðunda, “dýþarýda yedim” diyorum, kýzýyor. “Ýtin dölü! Sen lokantalarda löp löp etleri ziftlen, bana, bu zavallýcýk ihtiyara sade suya çorbayý kakala! Nankör! Kaný bozuk it! Sana verdiðim emekler haram olsun!”. Sesim çýkmýyor, üzülmesin kadýncaðýz.

     Parmaklarýmý aralayýp bakýyorum; ne insanlarý görüyor gözüm, ne börtü böceði, ne aðaçlarý, ne çimeni, çiçeði. Ýki parmaðýmý biraz daha aralayýp çöp kutusunun etrafýný görmeye çalýþýyorum. Bir çocuðun yiyemeyip attýðý simit parçasý, bir þýmarýk veledin ýsýrýp fýrlattýðý hamburger artýðý umudum. Kuru ekmeðe de razýyým. Ýki gündür lokma yemedim, midem sýrtýma yapýþtý. Açým, çok aç.
Görünürde aðýza atacak bir þey yok; artýk insanlar son kýrýntýsýna kadar yiyorlar yiyeceklerini. Zaman, çok zor zaman. Son bir gayretle kalkýp yürüyüþ yapýyor gibi çöp kutularýnýn içine bir göz atsam mý? Düþüncesiyle bile tere bulandým; mümkün deðil, yapamam. Öleyim, daha iyi! Öleyim mi! Öleyim mi? Fena fikir deðil vallahi, böyle yaþamaktan iyidir. Ah! Ölemem ki! Nasýl öleyim? Ninem ne olacak? Annemin yadigârý, ikinci annem o. Bu kötülüðü nasýl yaparým ufacýk tefeciðime! Bu yaþta, bu halde, bir baþýna nasýl býrakýr da ölürüm? Arkamdan fazla kalmaz, o da gelir ya, cesedi bulununcaya kadar farelere yem olur kadýncaðýz. Yo, ölemem. Ölmek, bana yasak. Ýhtiyarý yoluyla yordamýyla topraða vermeden, olmaz.

     Nerede kaldý bu Yýlmaz? Ýkide burada buluþacaktýk. Saat kaç oldu acaba? Saat mi? Benim mi? Yok, sattým. Zaten iþporta malý, dandik bir þeydi; Mehter Takýmý gibi çalýþýyordu. O günü zor çýkartabildim parasýyla, ona da þükür.
Yýlmaz, “çok önemli” dedi sabah uðradýðýnda. “Bütün gece düþündüm ve bir karara vardým. Þimdi anlatamam; annemi hastaneye götürüyorum. Ýkide muhakkak parkta ol.”.
Gelir elbet.

     Geçenlerde bir arkadaþ, (arkadaþ dediðime bakmayýn. Benim arkadaþým filân da yok. Öylesine biri iþte bu sözünü ettiðim kiþi.. Yýlmaz mý? Ha, bak o arkadaþým ama dostum deðil. Yani, öyle her þeyimi anlatmam ona. Hoþ, kimseye anlatmam ya zaten.) “böyle hindi gibi düþünüp duracaðýna gidip de artist olsana! Boyun posun yerinde, tipin de deðme esas oðlanlara beþ basar, e bir de gözlerini hafif kýsarak yandan çarklý sýrýttýn mýydý iþ biter. Senin hiç kafan çalýþmýyor be oðlum!” demez mi! Hiç gülesim yoktu ya, vallahi kendimi tutamayýp bastým kahkahayý. Sanki artist olmak tipleymiþ gibi... Öyle mi? Sahi mi? Deðil mi? Her neyse... Güldüm geçtim önce ama sonradan aklýma öyle bir takýldý ki, hemen eve koþup nineme “kýrýklýðým var, biraz uzanayým” numarasý çektim bir an önce odaya kaçabilmek için. “Sakýn hastalanayým deme. Sen yirmidört saat yatsan ben ölürüm be oðlum” diyerek emirle karýþýk sýzlandý. Onbeþ dakika içinde iyileþeceðime söz vererek odama daldým. ( Burada da parantez açmak zorundayým. Odam filân deyince herkesin ayrý odasý olan yayla gibi bir evde oturuyoruz sanmayýn sakýn. Tarlabaþý’ný bilir misiniz bilmem; binalarýn hemen hemen hepsi viranedir bu semtte. Ninemle ben, o viranelerin en kýdemlisinde; ahþap, üç katlý bir karikatür evin giriþindeki içiçe geçmiþ iki odasýnda yaþýyoruz. Giriþteki odada ninem yatar, herkes oturur; yani hem yatak hem oturma odasý. Oradan açýlan diðer oda, sandýk odasýndan daha küçük bir yer. Tek kiþilik somya üstü þilte, yanýnda küçücük, eskiciden alýnma sehpa, duvarda ayna; oda týklým týkýþ dolu anlayacaðýnýz. Elbiselerim -hepi topu ne ki zaten; bir üstümdekiler, bir askýdakiler- kapýnýn arkasýnda asýlý.) Gömleðimi çýkartýp sýrlarý dökülmüþ aynanýn karþýsýna geçtim, þöyle bir alýcý gözüyle baktým, bir güzel inceledim kendimi. Valla, o arkadaþ haksýz sayýlmazdý hani; gerçekten de fena deðildim. Ýyi beslenememiþtim ama aðýr kaldýrmak, yük taþýmak vücudumu bayaðý geliþtirmiþti; iyi kas yapmýþtým. Kendimi methetmek gibi olmasýn, pazularým taþ gibidir. Takdir edersiniz ki boyumun uzunluðu kemiklerimin iyi geliþmesinden deðil, soya çekimden. Sevgili pederim (ne saðolsun diyebiliyorum, ne rahmet dileyebiliyorum; iþe bak!) sýrýk gibiymiþ. Annem, rahmetli “elektrik direðinde de boy var. Üstelik o iþe yarýyor ama o baban yok mu o baban, beþ para etmezdi! Allah bir boy vermiþ, gerisini tutmuþ koyvermiþ!” derdi kocasý aklýna geldikçe; daha doðrusu cinleri tepesine çýktýðýnda.
Ah anacýðým, ah! Daha mezarýný bile yaptýramadým; kahroluyorum!
Nerede kalmýþtýk? Aynanýn kalan sýrlý yerlerine denk getirmeye çalýþarak o arkadaþýn dediði gibi gözlerimi kýsýp çarpýk çarpýk gülümsedim kendime. Ne yalan söyleyeyim, ben bile bayýldým karþýmdakine. Artýk siz düþünün, kýzlar ne hâle gelirler! Zaten “yakýþýklým” diye lâf atar, kýkýrdaþýp dururlar etrafýmda.
Aaaah! Ah! Artýk onlarý bile gözüm görmüyor.

Ertesi gün, nasýl artist olunur diye araþtýrdým; bir ajansa gitmem gerekiyormuþ. Yüzlercesinin içinden rastgele birini seçip çaldým kapýyý. Hem boy, hem yüz fotoðrafý istediler hem yandan, hem cepheden. Bir de kayýt parasý. Bir hesapladým, o parayla ninemi on gün týka basa doyururum. Dolayýsýyla jönlüðü baþka bahara erteledim. Para filân da yoktu ha, hani olsaydý dediydim.

Aman be teyzeciðim ya, ne olur karþýmda yeme þu kurabiyeleri!
Kucaðýna dökülen kýrýntýlarý yere serpince bütün kuþlar üþüþüverdiler teyzenin ayaklarýnýn dibine. Afiyet olsun canlarým, yarasýn. Ýyice doldurun kursaðýnýzý, doyurun karnýnýzý. Darýsý bana.

* * *

- O kadar derine dalma aslaným, vurgun yersin.
Ellerimi yüzümden çekerken çýkýþýyorum.
-     Nerede kaldýn be oðlum!
-     Ancak gelebildim. Devlet Hastanelerinin hâlini bilmiyorsun sanki!
-     Haklýsýn. Nesi varmýþ annenin?
-     O baþ dönmeleri, çarpýntýlar filân hep sinirselmiþ.
-     Oh, neyse.
-     Oh, neyse mi! Ne diyorsun sen? Kadýn, deliriyor be!
-     Kalbinde ya da beyninde bir þey olsaydý daha mý iyiydi yani? E, ne dediler?
-     Bir ton ilâç verdiler. Ýçip uyuyacak iþte.
Bana da verseler de ben de uyusam, hep uyusam. Hiç acýkmasam, hiç aðlamasam, hiç düþünmesem, kahrolmasam.
-     Hay Allah! Geçmiþ olsun.
-     Umarým olur. Hadi kalk da biraz yürüyelim.
Yürüyelim mi? Hâlim var mý da yürüyeceðiz? Tok, açýn hâlinden anlar mý hiç? Hoþ, Yýlmaz da yarý aç, yarý tok yaþayanlardan ya, þimdi tok yarýsýnda galiba.
-     Hadi be oðlum! Kadý mý oturttu seni buraya! Kalksana!
-     Kendimi pek iyi hissetmiyorum Yýlmaz. Sen otursan daha iyi olur.
Eðilip endiþeyle yüzüme bakýyor.
-     Neyin var? Ne oldu?
Sessizlik.... Aðzýmý açýp diyemiyorum, gururuma dokunuyor. Ne o? Neden bakýþlarý deðiþti? Anladý mý, ne? Eþek deðil ya, anlayacak tabii. Ne de olsa, yegâne arkadaþým. Dikkatinizi çekerim; dostum deðil, arkadaþým.
Derin bir iç çekiþle yanýma oturuyor. Birkaç dakika ne birbirimize bakýyoruz, ne de aðzýmýzdan bir lâf çýkýyor. Sonra birden kalkýp acele adýmlarla caddeye doðru yürüyor, þaþýrýyorum. Arkasýndan sesleniyorum; ne bakýyor, ne de cevap veriyor. Duymadý herhalde. Ya da duymamazlýktan geldi. Nereye gidiyor peki? Gelecek mi? Herhalde. Kafayý yemedi ya, böyle çekip gidilir mi? Elimiz mahkûm, bekleyeceðiz.
     
Karþý bankta oturan teyze bana bakýyor. Gözlerimi kaçýrýyorum ama sonra dayanamayýp yine bakýyorum; gülümsüyor. Mecburen ben de. Hayda! Kalktý, bana doðru geliyor.
-     Merhaba oðlum.
Toparlanarak “merhaba” diyorum. Yanýma otururken, “biliyor musun” diyor, “seni görünce, Hasan’ýmý görmüþ gibi oldum. Ellerini yüzünden çekince farkettim ne çok benzediðinizi.” Çantasýný karýþtýrýyor, içinden pýrlýmpýrtýk bir cüzdan çýkartýp açýyor.
-     Bak, ayný sen.
Bir asker, eski bir fotoðraftan bana bakýyor. Benzer bir tarafýmýz yok ama yine de “haklýsýnýz” diyorum. Teyzecik öyle görmek istemiþ besbelli, ne diye üzeyim þimdi.
-     Þehit düþtü evlâdým, Kýbrýs’ta.
Kýbrýs’ta mý? Ben o zamanlar yoktum bile.
-     Baþýnýz saðolsun teyzeciðim, çok üzüldüm.
-     Sen saðol... Kader yavrum, kader! N’apýcaksýn, elden bir þey gelmiyor. Olanla ölene çare yok....
-     Doðru diyorsunuz teyzeciðim.
-     Senin adýn ne bakayým?
-     Selim.
“Selim mi?” diyor hayýflanarak. “Yooo, Hasan’sýn sen, Hasan!”
Ne diyeceðimi þaþýrýyorum. Üzülüyorum da bir yandan. Hasan’ým deyip de kadýncaðýzý kandýrarak mutlu mu etsem yoksa kimliðimi çýkartýp da göstersem mi?
“Ben Selim’im teyze” diyorum kýrmamaya çalýþarak.
Yüzüme muzip muzip bakarak hýnzýrca gülüyor. “Hasan, Hasaaaan. Senin adýn Hasan, biliyorum.”
Baþýmý iki yana sallýyorum. Hayal kýrýklýðýyla iç çekiyor. “Hasan sandýmdý, deðil demek”
Sonra uzun uzun yüzüme bakýyor, içine çökmüþ küçücük gözleri doluveriyor. Ýki damla gözyaþý yüzünün kýrýþýklýklarý arasýndan süzülüp çenesine inerken “Sanki” diyor dudaklarý titreyerek, “sanki oðlumun ruhu senin bedeninde; gözlerinden o bakýyor, görüyorum. O sende.”
Bir anda dumura uðruyorum. Kalakalýyorum öyle bir þey diyemeden. Bunu ciddi mi söyledi? Yoksa, yoksa..... Ah teyzecik, sen de mi? Ýçim kopuyor.
Derin bir iç çekiþle, “Bak, bu kurabiyelere bayýlýrdý Hasan’ým” diyor torbadaki son kurabiyeyi çýkartýrken. “Elcaðýzlarýmla yapar yedirirdim hep. Al oðlum, al, ye. Hasan’ým yemiþ gibi içim yað bal baðlasýn. Al, al, çekinme.”
Alýyorum.
-     Hadi, at aðzýna bakayým.
Isýrýyorum, aðzýmda büyüyor. Çiðniyorum ya, bir türlü yutamýyorum. Anacýðým geliyor gözümün önüne, sanki kokusunu duyuyorum; çok kötü oluyorum. Hasan’ý düþünüyorum; hayallerini, umutlarýný. Gözlerimin önünde vuruluyor Hasan. Yanýnda savaþan er Mehmet, haykýrýyor. Atýlýyor Hasan’ýn üstüne. Her yer toz duman. Kalbim sýkýþýyor. Teyzeye sarýlmak istiyorum, buruþuk yanaklarýndan öpmek, baþýný omzuna koyup aðlamak, aðlamak, aðlamak.....
Hey! N’oluyor bana! Kendine gel oðlum! Saçmalama! Ulan Yýlmaz, neredesin? Gitmeseydin, gelmeyecekti bu kadýn yanýma! “Hasan’ým, Hasan’ým” diye dayamayacaktý kurabiyeleri aðzýma. Ah, ama az önce, þimdi aðzýnda evirip çevirdiðin kurabiyeye için gitmemiþ miydi? Ýçin için kuþlarýn yerinde olmak istememiþ miydin? Ýþte, insanoðlu böyle de nankördür.
Son bir gayretle, zorlanarak lokmamý yutuyorum.
-     Oh, afiyet olsun yavrum, yarasýn.
-     Teþekkür ederim, teyze. Hasan kardeþin ruhuna deðsin.
-     Amin oðlum, amin.
Gülerek bakýyor gözümün bebeðine. “E, þimdi sen anlat bakalým; nerelisin, kimlerdensin?” diye soruyor beni rahatlatmak istercesine.
Eyvah! Sorgu sual faslý baþladý. Ne rahatlamasý! Her þeye eyvallah ama iþte buna dayanamam! Of! Ýyice daraldým! Ýþim var bahanesiyle kalkýp gitsem mi? Ya Yýlmaz gelir de beni bulamazsa? Dur bakayým, geliyor mu ne? Vallahi de gelen o, billahi de o!
-     Anlatsana oðlum; kimsin, ne iþ yaparsýn?
Tövbe, tövbeee! Paþazade Hayrullah Bey’in mirasyedi torunuyum. Benim vekilharç faturayý ödemeyi unuttuðu için konaðýmda havalar kesildi de, parka o yüzden geldim; havalanmaya. La havle!
Yýlmaz’ýn bakýþa bak! Amma da þaþýrdý.
-     Hadisene oðlum, seni dinliyorum ama bir þey duyduðum yok.
-     Arkadaþým geldi de teyzeciðim; baþka zaman anlatýrým inþallah.
-     Arkadaþýn mý? E, iyi madem. O zaman ben kalkayým. O elindekini bitir ama tamam mý? Hasan çok üzülür sonra.
-     Tabii, tabii. Elinize saðlýk.
-     Ay, gördün mü bak, arkadaþýna kurabiye kalmadý. Pay ediverin artýk.
-     Merak etmeyin, ederiz.
Yýlmazla teyzenin arkasýndan bakýyoruz.
-     Hasan kim?
-     Oðlu. Þehit.
-     Ne! Üzülür dedi ama?
-     Hý, dedi ya.
Yýlmaz, durumu anlýyor. Çevremizde o kadar çok ki böyle gelgit akýllýlar. Bu gidiþle yakýnda biz de onlar gibi olacaðýz. Allah’ým, aklýmýzý koru!
Yýlmaz, elimdeki ucundan azýcýk ýsýrdýðým kurabiyeye bakýyor.
-     Neden yemedin? Karnýn aç deðil mi?
Sesinde hayretle karýþýk hayal kýrýklýðý var.
-     Bilmem, yiyemedim iþte.
“Býrak onu. Bak, neler aldým” diyor poþettekileri bankýn üstüne çýkarýrken. “Hem yer, hem konuþuruz.”
Sýkýntý içinde etrafýma bakýyorum. Ya benim gibi aç biri varsa çevrede... Ya az önce benim düþündüklerimi düþünen, hissettiklerimi hisseden, benim gibi aðzý sulanan, yutkunup duran biri varsa! Nasýl yerim ben þimdi bunlarý!
-     Hadisene be oðlum! Soðuyacaklar.
“ Ya Yýlmaz, týkandým” diyorum özür dilercesine. Yýlmaz’ýn birden nevri dönüyor, yüzü karýþýyor. Aman, o nasýl bakýþ öyle! Sanýrsýn, kanlýsýyým. Dikti gözlerini gözlerime, gýk desem üstüme atlayacak. N’oluyor be? Zaten hâlâ Hasan’ýn etkisinden kurtulamadým!
“ Ye, diyorum!” diye týslýyor diþlerinin arasýndan. Öf! Tere bulandým. Bu kadar kýzacak ne var, anlamadým. Ama ben de bozuluyorum. Gerildim iyice.
-     Yemezsem?
Birden yakamdan kavrayarak beni kendine doðru çekiyor. Neye uðradýðýmý þaþýrýyorum.
“ Yemezsem ha? Yemezsem ha!” diye baðýrýyor suratýma. “ Yeme de bak, ne oluyor!”. Beni geri itip yakamý býrakýyor. Aceleyle etrafýma bakýnýyorum. Kimse olanlarý görmemiþ anlaþýlan; bakan yok.
“ Kaç gündür açým, midem büzüþmüþ; almýyor iþte” diyorum suçlu gibi.
Her hecede oturduðumuz bankýn arkasýna vurarak “yi-ye-cek-sin” diyor yüzüme bakmadan. “Yi-ye-cek-sin!”.
Tamam, Allah razý olsun, açlýðýmý anlayýp gidip bir þeyler aldý ama bu kadar da baský olmaz ki kardeþim! Ýþ, inada bindi. Yemiyorum iþte!
“ Yemezsem ne olur?” diye dikleniyorum.
Ensemi birden kavrayýp öne doðru çekiyor. Þimdi burun burunayýz; aramýzda yarým ekmeðe dönerler.
“ Yemezsen” diyor kelimelerin üstüne basarak, aðýr aðýr, “ yemezsen, ibret-i âlem için, parkýn orta yerinde seni evire çevire, eþek sudan gelinceye kadar döverim. Hem öyle bir döverim ki, deðil etraftakiler, özel tim gelse seni elimden alamaz! Anlaþýldý mý!”.
Geri çekilmek istiyorum, ensemden bastýrýyor.
-     Duydun mu beni, hayvan herif!
Ses çýkarmýyorum. Ne diyeceðimi bilmiyorum ki! Belli ki, arkadaþýmýn psikolojisi benimkinden bin beter. Deli, deliyi görünce çomaðýný saklarmýþ. Susmak, en iyisi.
-     Yüzüme bak, yüzüme!
Ulan, nasýl bakayým? Zaten sinirler laçka, bir de girmiþ burnumun dibine! Bir bakacaðým; o þaþý, ben þaþý; tut ondan sonra kendini tutabilirsen. Haliyle koyvereceðim makaralarý, basacaðým kahkahayý. E, iþte o zaman öldürür beni herhalde.
Ensemi elinden kurtarýrken “tamam, tamam” diyorum.
-     Ha, þöyle.
Keyiflendi.
-     Tamam da, ne vardý bu kadar sinirlenecek?
Dik dik yüzüme bakýyor yine. Ne deðiþken psikolojisi var bu adamýn; dakikasý dakikasýna uymuyor.
-     Çok konuþma da, zýkkýmlan.
-     Ya, gerçekten çok merak ettim. Neden bu kadar kýzdýn?
Derin bir nefes alýyor; “ hadi caným kardeþim, ye. Zaten buz oldu.” diyor tatlý tatlý ama altýnda bir ton küfür var; anlamamak için geri zekâlý olmak lâzým. Ýçimden damarýna basmak geliyor.
“ Dediðin doðru, buz gibi oldu bunlar; artýk yenmez.” diyorum gayet ciddi. Dememle birlikte üstüme atýlýp mandal gibi parmaklarýyla burnumu sýkmaya baþlýyor.
“Aç ulan þu aðzýný!” diye baðýrýyor. Direniyorum ama nefessiz kalýnca mecburen açýyorum tabii. Ölecek hâlim yok ya! Millet bize bakýyor þaþkýn þaþkýn. Þaka mý, ciddi mi, anlayamadýlar. Ben de... Galiba ciddi çünkü Yýlmaz, içi döner dolu ekmeði aðzýma týkmaya çalýþýrken size yazamayacaðým sözcükleri de peþpeþe, makinalý tüfek gibi sýralýyor. Kurtulmaya çalýþýyorum, debeleniyorum; boðulacaðým! Garip, anlamsýz sesler, homurtular çýkarttýðýmý duyuyorum. Duyunca ben de þaþýrýyorum. Vallahi farkýnda deðilim. Ben can derdindeyim arkadaþlar.
“ Öleceðini bilsem de yedireceðim ulan sana bunu! Son lokmasýna kadar yeyip bitireceksin! Buz gibi deðil, bok gibi de olsa yiyeceksin! Ben bunlarý nasýl aldým biliyor musun, ha? Biliyor musun? Anamýn ilâçlarý bunlar, anladýn mý! Anamýn ilâçlarý! Hayvan herif!”
A a! Aðlýyor!
Ben ne halt ettim! Çok kötü oluyorum ama bir dakika sonra mevta olacaðým, o da ayrý. Can havliyle baðýrmaya çalýþýyorum. Garip bir hýrýltýyla sözcükler fýrlýyor gýrtlaðýmdan.
- Ölüyorum Yýlmaz!
Birden nefes almaya baþlýyorum. O mu beni býraktý, insanlar mý onu üstümden aldýlar, bilmiyorum. Etrafýmýz kalabalýk. Yýlmaz, bankýn arkalýðýna kapanmýþ, aðlýyor. Elleri yumruk yumruk. Ben, hem yaþananlardan, hem söylenenlerden þoktayým. Çevremizdekiler, üzgün. Bir dede, sesi titreyerek “ah Atatürk, ah!” diyor. Milletin gözleri dolu dolu, dokunsan aðlayacaklar; bize mi, kendilerine mi, vatandaþýn hâline mi, bilmem.
Ben çoktan salya sümük gitmeye baþlamýþým, yeni farkediyorum. Ýçler acýsý bir durum, film gibi.... Elimin tersiyle gözyaþlarýmý silerken özür diliyorum.
Yýlmaz, burnunu çekiyor.
-     Yýlmaz.....
Cevap yok. Ýstifini bile bozmuyor.
-     Yýlmaz..... Özür dilerim.
Derin bir iç çekiþ; kýmýldamadan.
-     Hýyarým ben.... Affet.
Bir þey dedi ya, anlamadým. Sanýrým hýyarlýðýmý onayladý.
Bir süre sessiz kalýyoruz. Önüme, bankýn üstüne yayýlmýþ yarým ekmek içine dönerlere, patates tavaya ve Amerikan salatalý, sosisli sandöviçlere bakýyorum; açlýðým depreþiyor. Yemeðe korkuyorum. Bu herifin saðý solu belli olmaz! Dakikasý dakikasýna uymuyor ki! Bakarsýn, þimdi de ‘yemeyeceksin ulan’ deyip aðzýmdaki lokmayý çýkartmaya kalkar. Yapar mý, yapar!
-     Hadi be Yýlmaz, uzatma artýk!
Baþýný kolundan isteksiz bir tavýrla kaldýrýyor. Doðrulurken bakýyorum, yüzündeki gülümseme, un ufak. Gözleri yerde.
-     Küs müyüz?
-     Yooo.
Sesi, gülümsemesinden bin beter.
-     Niye yüzüme bakmýyorsun o zaman?
Baktý, bakmaz olaydý; sanki atomlarýma ayrýldým.
-     Bok mu var yüzünde?
Bak, yine sinirlenmeye baþlýyorum ama.
-     Þimdiye kadar bok mu vardý! Ne görüyordun baktýðýn zaman?
-     Adam gibi adam!
-     Ben yine adam gibi adamým ama sen.....
-     Ne? Ne olmuþ bana? Hadi, erkeksen sözünün arkasýný getir!
-     Sen, kafayý yemiþsin, oðlum! Manyak mýsýn, nesin!
-     Manyaðým ya, manyaðým! Var mý bir diyeceðin! Manyak ettiniz beni be!
-     Kim etti? Ben mi? N’aptým be seni manyak edecek?
-     Daha n’apýcaksýn ulan! Sabahtan beri hastanelerde delirmiþim zaten! Kadýna ilâç alýnacak, beþ kuruþ para yok. Pedere söylerim, kýçýný kýmýldatmaz. Ona aðla, ötekine yalvar; borç harç üç beþ kuruþ bulmuþum. Kalkmýþým yanýna gelmiþim ki, konuþalým, eve dönerken de anamýn ilâçlarýný alýp götüreyim. Bir geliyorum, arkadaþým aç. Ne halt edeceðimi bilemiyorum, kafam karýþýyor. Tamam mý? “Ya, nasýl olsa icraattan sonra paramýz olacak; ilâçlarý o zaman alýrým. Ben þimdi arkadaþýmýn karnýný doyurayým bu parayla” diyorum ama diyene kadar da vicdaným beni oradan oraya vuruyor.
-     Ne icraatý?
-     Dur þimdi, lâfýmý kesme! Kalkýp gidiyorum, arkadaþýmýn caný þunu da ister, bunu da ister diyorum. Paramýn yettiðini alýp geliyorum ama bizim küçük beyde bir naz bir niyaz! Anam ilâç beklerken ben ne yapýyorum, senin yaptýðýna bak! Yok efendim, bunlar soðumuþmuþ da, artýk yenmezmiþ! Zýkkýmýn kökünü ye, hayvan herif!
-     Ya, tamam ya, haklýsýn. Özür diledim ya...
-     Geberttirecektin kendini bana!
-     Hani, neredeyse...... Artýk yiyebilir miyim? Yiyelim mi?
Gülüyor.
-     Yiyeceðiz tabii. Bunlarýn parasýný kuruþuna kadar senden alacaðým.
-     Hýh! Bulursan almamazlýk etme.
-     Olacak, merak etme... Hem de çok yakýnda...
-     Ne! Nasýl? Ne zaman?
-     Dur hele, anlatacaðým ama önce karnýmýzý doyuralým. Malûm, aç ayý oynamaz oðlum!
Gülüþerek yemeðe baþlýyoruz. Arada bir soran bakýþlarla bakýyorum, “sonra” diyor, “sigaralarýmýzý içerken”.
Farkýna varmadan payýma düþen yiyeceklerin hepsini afiyetle götürmüþüm. Mideme sancýlar saplanýnca ayýldým; bir baktým, yemeklerin tamamý temize havale, maþallah. Ýnsan, yaptýðýnýn farkýna bile varmýyor kafa meþgulken; aklým fikrim þu icraatta. Meraktan çatlayacaðým.
Sigaralarýmýzý yakýyoruz. Bekliyorum.
“Bak Selim” diye söze giriyor, “sen de, ben de aylardýr iþ arýyoruz. O kadar dirsek çürütüp meslek sahibi olanlarýn bile artýk nefesi kokar oldu. Ýþi kim kaybetmiþ de biz bulacaðýz? Yokoðlu yok iþte, anasýný satayým! Borçla harçla da bu gemi daha fazla yürümez. Zaten aldýklarýmýzý ödeyemedik. Kimsenin deðil para, selâm verecek hâli kalmadý. Yani anlayacaðýn battýkça batýyoruz. E, biliyorsun pederin maaþýna zam, iþine son. Anam, hasta. Kardeþlerim, okuyorlar. Ýþ baþa düþtü arkadaþ.”.
-     Yine iyi, senin iþ yeni baþýna düþtü. Benim hep baþýmda ama artýk bu bir iþe yaramaz baþý vuracak taþ bile kalmadý Yýlmaz. Ne halt edeceðimi bilemiyorum artýk. Öyle çaresizim ki!
Gözlerini gözlerime dikiyor, eðilip alçak sesle, “ demokrasilerde çare tükenmez” diyor.
Umutla soruyorum;
-     N’apýcaz peki? Hadi, anlat.
-     Olandan alacaðýz.
-     Nasýl yani?
-     Basbayaðý... Olandan alacaðýz iþte.
Dehþet içinde soruyorum;
-     Yani... yani... dilim varmýyor ama.... þimdi sen bana suç iþlemeyi mi öneriyorsun?
-     Valla.... bakýþ açýsýna göre deðiþir.
-     Bunun açýsý mý olurmuþ be! Suç, suçtur! Beni unut! Aklýn varsa, bu akýl almaz fikri de unut!
Resmen þoktayým. Yýlmaz’ý hiç böyle bilmezdim. Bir hapislerde çürümediðimiz kaldýydý. Hey Allah’ým!
-     Öyle unut munut diye kestirip atamazsýn!
-     Niye? Mecbur muyum hýrsýzlýk yapmaya?
-     Yavaþ konuþ ulan! Duyacaklar!
“ Ýyi, tamam! “ diye fýsýldýyorum, “mecbur muyum?”.
-     O da bakýþ açýsýna göre deðiþir.
-     Baþlayacaðým açýndan þimdi!
-     Bak, dar açýyla bakarsan, bir bok yiyemezsin arkadaþ; ha bire gerilersin. Dik açýlar genellikle sinir bozar, dýþlanýrlar, bilirsin. Yani, geniþ açýyla bakacaksýn koçum, oh feril ferah.
-     Biz ne koçlar gördük Yýlmaz efendi, hapishanenin o süper dar açýlý kasvetli hücrelerinde kuzuya döndüler. Yemezler. Ben yokum.
Bir sigara daha yakýyor, dumanýný öyle bir savuruyor ki, sanýrsýnýz Bayrampaþa’dakilere selâm yolluyor. Gözleri, çok uzaklarda bir noktada takýlý. “Mecbursun” diyor ‘Düþünen Adam’ edalarýyla; “annemin ilâcý alýnacak.”
Nutkum tutuluyor, cevap veremiyorum. Keþke açlýktan ölseydim de bunlarý yaþamasaydým! Yediklerim aðzýma geliyor.
“Üzgünüm arkadaþým” diye devam ediyor, “baþka bir çýkar yol gelmiyor aklýma.”.
“Bu yol çýksa çýksa mahpus damlarýna çýkar” diyerek çok þiddetle olmasa da karþý çýkýyorum. Annesine ilâç alýnacak, mecburum.
Dönüp derin anlamlar taþýdýðýný sandýðý ama benim hiç bir mana veremediðim türde bakýyor gözlerime. Hafiften, gizemli gülümsüyor.
“Akþama mönüde ne var?” diye soruyor alay eder gibi. Gibi deðil, açýk açýk kafa buluyor benimle.
“Somon füme” diyorum ters ters. Bildiðim baþka sosyetik yemek yok. Bir de portakallý ördek var ama o ayaða düþtü artýk.
-     Ýhtiyar ne yiyecek; Hünkâr Beðendi mi? Peki, yarýn? Öbür gün?
“Ne demeye çalýþýyorsun sen?” diye çýkýþýyorum. “Bugüne kadar ninemin boðazýndan haram bir lokma bile geçirmedim, tamam mý!”.
“Bana bak Selim,” diyor iþaret parmaðýný yüzüme doðru uzatarak, “baþka çaremiz yok! Anla artýk þunu! Ninen de aç kalmaktansa haram yemeyi bayýla bayýla tercih edecektir; emin ol. Selim, nasýl kalkarýz bu yükün altýndan baþka türlü, söylesene! Sorumluluklarýmýz var, oðlum!”.
Verecek cevabým yok, Allah kahretsin! Bizi bu hallere düþürenleri Allah kahretsin!
“Peki,” diyorum çaresiz; nineme aþ, Yýlmaz’ýn annesine ilâç lâzým. “Anlat, ne yapacaðýz? Ama bak, söylemedi deme, bu ilk ve son olacak. Eðer yüzümüze gözümüze bulaþtýrmadan ve enselenmeden bu rezilliðin altýndan kalkarsak bir daha böyle yasadýþý fikirlerle ve önerilerle gelmeyeceksin. Ve dediðim gibi yakalanmazsak, iþ bittikten sonra ölünceye kadar konuyu açmayacaksýn; sanki hiç böyle bir þey olmamýþ gibi hayatýmýza –en azýndan ben öyle yapacaðým- devam edeceðiz. Söz mü?”
“Söz” diyor düþünceli düþünceli. “Peki ya yakalanýrsak?
-     Yakalanýrsak mý? Allah korusun! Ninem ne olur o zaman!
“Bilmiyorum” diyor iç çekerek, “bilmiyorum, bilmiyorum, bilmiyorum! Annem ölür herhalde.”
Ýþ ciddiye binince korktu mu ne? Ýnþallah! Allah biliyor ya ben de korkuyorum. Yýlmaz’ýn annesinin ilâçlarý olmasa hayatta girmem böyle kanunsuz iþlere ama yemiþ oldum bir kere ekmek içi dönerleri. Þimdi gerekeni yapýp kusar gibi borcumuzu ödeyeceðiz çaresiz. Hey Allah’ým! Çaresiz kullarýna legal çareler ver! Amin!
Bu arada Yýlmaz endiþelerinden kurtulmuþ belli ki. Çünkü cebinden kibrit kutusunu, kutudan da iki kibrit çöpünü çýkartýp birinin ucunu kýrýyor.
-     N’apýyorsun?
-     Kura çekeceðiz.
-     Niye ki?
-     Eylemi kimin gerçekleþtireceðini saptamak için.
-     O da ne demek? Beraber yapmayacak mýyýz?
-     Öyle tabii ama birimiz erketeye yatarken ötekimiz icraat eyleyecek.
-     Oooof! Of! Of! Ben ki, kýrmýzý ýþýkta, millet babasýnýn tarlasýndaymýþ gibi caddenin ortasýnda salýna salýna yürürken karþýdan karþýya geçmeyen adam, þimdi soygun yapacaðým ha! Kendimden utanýyorum!
-     Sen ne utanýyorsun be! Kader utansýn! Hem oðlum, soygun moygun deyip de o kadar büyütme gözünde. Altý üstü basit bir kapkaç olayý yaþayacaðýz; hepsi bu.
-     Lânet olsun! Hadi uzat þu kibritleri!

Kýsa kibriti ben çekiyorum.

* * *

Dünyanýn en berbat üç kokusunu sayýn deseler hemen sýralarým; birincisi ceset, ikincisi dýþký, üçüncüsü de tere bulanmýþ ucuz parfüm kokusu. Ter, ayak, nefes, yellenme kokularýný, deðil iþçi ve memur arkadaþlarýn süründüðü açýk kolonya, Paris’ten alýnma en pahalý, marka parfüm bile bastýramaz. Beþ dakika içinde otobüsten inmezsek bayýlacaðým. Neden bu otobüse bindik, nerede ineceðiz; en ufak bir bilgim ve fikrim yok. Sorduðumda, zorunlu suç ortaðý olduðum sevgili arkadaþým, “soru sorma” dedi marifet yapmýþ gibi. “Ben ne diyorsam o olacak. Bu iþin mimarý benim.”. Keþke tek sahibi de o olsa....
Ýçim içimi yiyor. Heyecandan tansiyonum cýva gibi; fýrt aþaðýda, fýrt yukarýda; bir an bile durmuyor. Bir de bu kokular ve týklým týkýþ otobüste saatlerdir ayakta yol almak da cabasý... Tam iþ çýkýþý saati, tek ayak üstünde zor duruyorum. Ýkide bir fren pedalýný kökleyen þoförün sayesinde bayaðý içli dýþlý olduk hepimiz, bütün yolcular. Millet, ufak ufak söylenmeye baþladý ama þoförün týndýðý yok maþallah. Bazý yolcular durumdan bayaðý memnunlar aslýnda. Þu sýkýntýlarým olmasa ben de kendimi cennette sanacaðým, ama olmuyor iþte. Hele önümde duran kýz, arkadaþýyla konuþurken saçlarýný ha bire savurmuyor mu, savurdukça da ucu boncuklu incecik örgüler suratýma kamçý gibi çarpýp durmuyor mu; sinir oluyorum! Þeytan diyor ki, þu kýzýn örgülerini bileðine þöyle bir dola, baþýný arkaya çek, yüzünü bir gör, güzelse öp, çirkinse.....
Allah! Kim vurdu sýrtýma be? Ciðerlerim aðzýmdan çýkacaktý neredeyse! Bir hýþýmla arkama bakýyorum. Yýlmaz, eliyle “hadi” diyor.
Hadi gene iyisin fýstýk, þanslý günündeymiþsin; gidiyorum.

***
     
Þimdi neredeyim, biliyor musunuz? Yoo, söylemeyeceðim. Söylersem iþin esprisi kaçar. Hem zaten hayatta da inanmazsýnýz. Ama þu kadarýný açýklayabilirim; otobüsten indiðimden bu yana öyle þeyler yaþadým ki, kusura bakmayýn, sizi yanýmda taþýyamadým. Bir heyecan, bir hareket, bir .... Neyse, kýsacasý Hollywood filmlerini sollayacak bir ay geçti aradan. Neler mi oldu? Neler olmadý ki? Durun caným, anlatacaðým. Öyle sýkboðaz etmeyin insaný!
Hadi, yerinize iyice yerleþin; anlatmaya baþlýyorum

***.

Otobüsten inebildiðimde kan ter içindeydim. Kolumdan asýlan Yýlmaz, “yürü, gidiyoruz” diyerek beni çekiþtirmeye baþladý. Yüzü kâðýt gibi bembeyaz olmuþtu.
“N’oldu? Neyin var? Miden mi bulanýyor?” diye sordum endiþeyle.
“Yok be!” dedi beni Akmerkez’e doðru çekiþtirirken. “Ýþi bitirdim.”
“Ne iþi?”
“Yuh!”
“Ne? Olamaz!Yoksa?”
Baþýný aþaðý yukarý doðru öyle manidar salladý ki, o an þaþkýnlýktan beton kesiliverdim. “Ne zaman, nerede, ne ara?”. Daha soracaktým ya, Yýlmaz sýký bir dirsekle sorularý böðürtüyle kesmemi saðladý.
“ Sussana be oðlum! Kocakarý gibi car car car, çenen hiç durmuyor.”
Bir telâþ, gözlerimle arandým ama ortada çanta manta göremedim.
“ E, hani, nerede?”
“Gömleðimin içinde.”
“Koca çantayý nasýl sýðdýrdýn lan gömleðinin içine?”
“Koca deðil ki. Þu bele takýlanlardan. Küçücük bir þey.”
“Vallahi inanamýyorum sana.”
Cevap vermeden beni yine sürüklemeye baþladý.
“Nereye gidiyoruz?”
“Helâya.”
Yine durdum. “Korkudan çiþin geldi, deðil mi?” dedim gülerek. “Altýna yapacaktýn.”
“Gül, gül” dedi sinirle, “sen fordçuluk yaparken ben geleceðimi uçurumdan atýyordum. Ben de senin yerinde olsam, gülerim tabii.”
“Ne fordçuluðu be! Aðzýndan çýkaný kulaðýn duyuyor mu senin? Terbiyesiz herif! Oh, tabii, þaþmamak lâzým; kiþi kendini nasýl bilirse, karþýsýndakini de öyle sanýrmýþ.”
Cinlerim tepeme çýkmýþtý. Silkinip kolumu ondan kurtardým. “Helâya gittiðinde benim payýma düþenin üstüne bir sifon çekiver. Ben gelmiyorum.”
“Saçmalama be! Þu halimize bak, minibüsçülere döndük; dura yürüye dura yürüye iki adým yolu gidemedik.”
“Þeytan azapta gerek, oðlum. Yap altýna.”
Böyle itiþe kakýþa Akmerkez’in tuvaletine girdik. “Bak bakalým” dedi, yan yana iki boþ tuvalet var mý?”
“Niye? Bir tanesi yetmeyecek mi?”
“Ulan, ne zevzeksin! Birine ben gireceðim, ötekine sen. Ýþini yaparken aþaðýya bak. Alttan uzatacaðým.”
“Neyi?”
“La havle” çekerek kapýlardan birini açýp beni içeri itti. “Kapýyý kilitle!”
Ýhtiyacým yoktu ya, hazýr gelmiþken boþ durmayayým dedim. Ýcraatýn tam orta yerinde, birden beliriveren siyah bir þey ayaklarýma atlamaz mý! Boþ bulunup sýçramýþým. E, haliyle etraf biraz ýslandý. Eðilip beni bu hâle getiren nesneye baktým, ölü sýçan gibi ayaklarýmýn dibinde yatan çantayý gördüm. O sýrada “aldýn mý?” diye fýsýldadý Yýlmaz.
“ Hýýý” diye yanýtladým ayný tonda fýsýldayarak.
“Ýyi. Senin payýn, içinde. Aldýktan sonra çantayý tuvalet kaðýdýyla iyice silip çöp kutusuna at.”
“Tamam.”
“Ben çýkýyorum. Ýþin bitince yukarýya, kafeye gel.”
“Tamam.”
Kirlettiðim yerleri silip klozetin kapaðýný kapattým. Üstüne bir güzel yerleþtikten sonra çantayý açtým. Ýçinde cüzdan, anahtar, bir paket Winston light, bir de mavi çakmak vardý. Cüzdaný alýp açtým, paralarý saydým. Arkadaþým, hakkým olarak bana ellibeþ milyon uygun görmüþtü. Ne yani, çantanýn sahibinin topu topu yüzonmilyonu mu varmýþ? Bu kadarcýk para için mi suç iþledik yani? Ama ne bekliyorduk ki? Otobüse binen insanda para mý olur? Hýrsýmdan bastým gamatayý Yýlmaz’a. Salak herif! Madem bir halt edeceksin, tumturaklý tarafýndan et de deðsin bari!... Hem.... hem Allah biliyor ya, cüzdanda bulduðu parayý fifti fifti kýrýþtýrdýðýna da hiç mi hiç inanmýyorum. Kalýbýmý basarým ki, çoðunu o aldý; günahý vebali boynuna.
“Amaaan! Taþ atýp da kolum mu yoruldu sanki? Buna da þükür” diyerek paralarý tek tek katlayýp cebime iyice yerleþtirdim. Cüzdanýn arka tarafýný açtým; önce bir bankanýn kredi kartýný buldum, iki parmaðýmla kenarlarýndan tutup pantolonuma sildim, yerine yerleþtirdim. Sonra telefon numaralarý yazýlý küçük kâðýtlar, üçgen katlanýp cüzdanýn gözlerinden birinin dibine sýkýþtýrýlmýþ naylona sarýlý bir þey buldum. O üçgen þey, muskaya benziyordu. Annem de ben küçükken omzuma iðnelerdi buna benzer bir þey; “seni kötülüklerden, kazadan, belâdan koruyacak bu, sakýn çýkarma” diye de sýký sýký tembihlerdi.
“Hiii! Þimdi bu çantanýn sahibi korunamayacak mý kötülüklerden? Peki, neden Yýlmaz’ýn þerrinden korumadý? Dur bakayým, kimliði de burada! Ay, ay, aaay! Ne de güzel kýzmýþ! Dur, belki de gençlik resmidir. Doðum tarihi neymiþ? 1981. Pek de gençmiþ. Hay Allah! Üzüldüm bak þimdi. Adý neymiþ? Betül. Ankara doðumlu. Vay, ana kütüðümden hemþom!”.
Kimliði de iyice silip yerine koydum. Artýk cüzdanla iþim kalmamýþtý. Çantaya koyarken bir baktým, fermuarlý bir cep. Durur muyum, tabii hemen açtým. Ýçinde dörde katlanmýþ bir kâðýt vardý. Muhtardan o gün alýnmýþ bir ikâmetgah senediydi bu. Þiþli’de oturuyormuþ. Kâðýdý yerine koyarken bir þey parýldadý, baktým; o ne! Gözlerime inanamadým.. Heyecandan elim ayaðýma dolanarak hemen fermuarý çekip kapattým. Çantayý da sýkýca kapattýktan sonra tuvalet kâðýdýyla iyice sildim. Sonra ruloyu açýp etrafýnda döndüre döndüre çantayý sardým; hani, çile yünü yumak yapar gibi. Çöp kutusunun kapaðýný açýp çantayý özenle içine yerleþtirdim. Ruloda kalan kâðýtlarý da kopartýp kopartýp buruþturarak üstüne attým. Artýk Sharlok Holmes bile orada çanta olduðunu anlayamazdý. Sifonu çekip dýþarý çýktým. Ellerimi yýkarken kapýlarý sayýyordum. Benim çýktýðým soldan üçüncüydü.


     Kafelerin olduðu en üst kata çýktýðýmda Yýlmaz’ý önce göremedim. Nasýl görebilirdim ki? Tüm kat, kafeydi. Düþünsenize, göz alabildiðince hatta alamadýðýnca masalar ve insanlar; gel de ha deyince aradýðýný bul bulabilirsen! Bari dedim, þöyle bir tur atayým. Biraz ilerleyince kafalarýn arasýndan iki elin yükselip evrilip çevrildiðini gördüm. “Tamam” dedim kendi kendime, “böyle spastik hareketleri yapsa yapsa Yýlmaz yapar.” O tarafa doðru seðirttiðimde yanýlmadýðýmý anladým çünkü suç ortaðým, aðzý kulaklarýnda sýrtarýp dururken oturduðu, o katýn en son deðilse de sona yakýn masalarýndan birinden elini kolunu sallayýp duruyordu hâlâ. Ben sandalyeyi çekerken, “ nerede kaldýn be oðlum?” diye sordu. “Enselendin sandým.”
“Sandýn da ne demeye gelip bakmadýn?” diye çýkýþtým haklý olarak. Ne de olsa dava (yakalanýrsak tabii) arkadaþýydýk. Güldü. “Bak bakayým, alnýmda geri zekâlý yazýyor mu? Gelip de ne yapacaktým yani? ‘Aman memur beyler, eksik iþ yapmanýza gönlüm elvermiyor; beni de alýn’ mý diyecektim? Amma safsýn be Selim!”
Saf mýyým sahiden?
Kâðýt cola bardaðýný önüme sürerken “sana da aldým” dedi sanki mal baðýþlýyormuþ gibi. Teþekkür edip ilk yudumu aldýktan sonra, “nasýl yaptýn, anlatsana” diye sordum kimse duymasýn diye masanýn üstünden öne eðilip fýsýldayarak.
Sandalyesinde kaykýlarak “Çok basit” dedi. Bu halini ahvalini gören de, büyük bir ihaleyi almýþ iþ adamý da, makam koltuðunda oturmuþ ukalaca tevazu gösteriyor zanneder.
- Basit masit, sen anlat. Merak ediyorum.
Aslýna dönerek sandalyesini bana doðru yaklaþtýrdý, yana yöreye bir göz attý ve baþladý anlatmaya:
- Yav, aslýnda otobüste icraat eylemek gibi bir niyetim yoktu. Ben burada halletmeyi planlamýþtým ama baktým ki ortam müsait, herkes yakýn temasta; nasýl olsa deðil çantayý almak üstlerine çýksam anlamayacak durumdalar, kýsmetimizde ne varsa deyip giriþtim iþe.
- Ya uyansalardý be oðlum!
- Mümkünatý yoktu. Ben deli miyim? Azýcýk þüphem olsa yapar mýydým sanýyorsun?
- Eee? Sonra?
- Sonra, kararý verdikten sonra iþ kurbaný seçmeye kalmýþtý. Otobüsün ta öbür ucundakilerle iþim olmazdý tabii.
- Neden? Belki arkalarda daha ballýsýný bulabilirdin. Giyiminden, kuþamýndan belli olurdu.
- Oðlum, öyle üstten baþtan artýk anlaþýlmýyor; o eskidendi. En klas kýyafetin aynýsýný Terkos Pasajý’nda ya da Ulus Pazarý’nda bulabiliyorsun.
-     Vay be! Neler de bilirmiþ, neler!
-     Tabii oðlum. Buna genel kültür diyorlar.
-     Hadi be! Yine de engin kültürün ucuza gitti diyorum, arkadaþ.
-     Pahalýya ödemekten iyidir. Hem otobüsün öte ucunda ballýsýný aradým, buldum diyelim. Çaktýrmadan icraatý da eyledim, meselâ. E, seni ne yapacaktým?
-     Ne demek, ne yapacaktým? Ekecek deðildin herhalde.
-     Yakalanma riskini göze alarak milleti itiþtire kakýþtýra yanýna gelip haber verecek de deðildim herhalde. Ýlk durakta en yakýn kapýdan kendimi otobüsten atacaktým haliyle. Sen de bir bakacaktýn; ben yokum. Haydaaa, panik içinde otobüsü arayacaktýn. Millet kýllanacaktý, kýllanýnca da kurban, kurban olduðunu anlayacak, çýðlýðý basacaktý. Hadi bakalým, otobüsün kapýlarý karakolda açýlmak üzere kapanacak, memur beylerle söyleþi sýrasýnda da abilerim senden gýcýk kapacaklardý. E, haliyle özel görüþmeler yapmak üzere kral dairesini açýp seni bir güzel aðýrlayacaklardý. O kadar izzet-i ikramdan sonra da, eþek deðilsin ya, altýnda kalmamak için tabii, hayat hikâyeni anlatacaktýn. Döküldükçe dökülecektin, döküldükçe dökülecektin; sonra da bizi yerlerden toplayacaklardý.
-     Ba ba baaa! Oðlum, sen senaryo yazsana!
-     Yalan mý? Öyle olacaktý. Ben ileri görüþlü bir delikanlý arkadaþýn olarak bütün bunlarý önledim iþte. Yat, kalk da bana þükret!
-     Tapýnayým istersen!
-     Yok, deve! O kadar da deðil, ama bana çok þey borçlusun; kabul et. Bir kere, sen hiçbir þey yapmadýn.
-     Doðru diyorsun ama haberim bile olmadý ki; nasýl, ne yapayým? Zaten kendimi önümdeki kýzýn iþkence âleti gibi olan saçlarýndan sakýnmaya çalýþmaktan bir hâl oldum. Neyse, sadede gel; kimi çarptýn?
-     Senin iþkencecinin arkadaþýný.
-     Ne! Hem de burnumun dibinde ha? Peki ben neden görmedim?
-     Oðlum, marifet, bu tür eylemleri çaktýrmadan yapmak. Ýyi ki görmedin. Görseydin, heyecanlanýp belli ederdin.
-     Yok ya! Ben salak mýyým!
-     Eveeet!
-     Halt etmiþsin sen onu! Ya, aklým almýyor; nasýl becerdin be oðlum? Bel çantasý kullanýn diye akýl verip duruyorlar ya; en saðlamý oymuþ, kapýlamazmýþ.
-     Normal þartlarda evet ama biliyorsun, hepimiz birbirimize çarpýp, sürtünüp duruyorduk. Hani, þoförün o en son yaptýðý sýký fren var ya, iþte o sýrada zaten þartlar iyice anormalleþmiþ, zorunlu olarak kýzýn üstüne çýkmýþtým. Aslýnda kötü bir niyetim yoktu inan ki... Düþmesin diye kýzý tutayým dedim, elime çantanýn klipsi geldi. Ben de basýverdim iki yandan, fýrt diye açýldý. Ben ne yapayým yani? Çantayý hemen gömleðimin altýna týkýp yer deðiþtirdim, senin arkana geçtim. Herkes kendi derdine düþüp dengede kalmaya çalýþtýðýndan olaný biteni fark eden olmamýþtý ama acilen mekaný terk etmemiz gerekiyordu. Onun için ilk durakta indik.
-     Vay be! Ne macera! Peki, neden kurban olarak onu seçtin ki? Rastgele mi?
-     Olur mu rastgele? Bir kere, týrnaklarý manikürlüydü. Bir de saçlarý yeni moda, yamalý yamalý boyalý ve fönlüydü. Kýyafet ucuzcudan alýnma ya da eskiden kalma olabilir ama cebinde tiko paran yoksa saç, baþ, týrnak, mýrnak yaptýramazsýn oðlum.
-     Yani zorunlu olduðundan deðil, bilerek çýktýn kýzýn üstüne. Peki, kýz ne yaptý? ‘Höst ayý!’ filân demedi mi?
-     O hengâmede anlamadý bile. Zaten görmesin diye arkasýna geçmiþtim. Kafayý çalýþtýrýcan oðlum!
-     Ýyi de eksik çalýþtýrmýþsýn.
-     Nedenmiþ o?
-     E, kuaföre ödediði parayý hesaba katmamýþsýn da ondan. Bize de kala kala ellibeþermilyoncuk kalýr iþte böyle.
-     Ne bileyim, o an düþünemedim nedense. Aman yav, boþver. Hadi olaný kutlayalým.
Kâðýt bardaklarýmýzý bu yasadýþý sefil baþarýmýzýn þerefine tokuþturup kolalarýmýzý içerken, “eh, paralarý nasýl bölüþtürdüðünü sormanýn, gerçeði söyletmenin zamaný geldi” diye düþündüm. Tam aðzýmý açýp, çantadan gerçekte kaç para çýktýðýný sormaya hazýrlanýyordum ki, Yýlmaz’ýn, arkamda bir yere, gözleri yuvalarýndan fýrlamýþ halde baktýðýný gördüm. Ýnanmazsýnýz, o anda metabolizmam sebze çorbasýna döndü. “Tamam, þimdi kelepçelenip götürüleceðiz.” dedim kendi kendime. Yakalandýðýna mý yanarsýn, bu kadar insana rezil olduðuna mý, televizyonlara çýkacaðýna mý, bütün bunlarýn ellibeþ milyon için baþýna geldiðine mi, nineme mi; hangi birine Allah’ým! Hangi birine! Korkudan karným burum burum buruluyordu. Gözlerimi kapatýp enseme bir elin yapýþmasýný bekledim. Resmen havale geçiriyordum, midem bulanýyordu, iç organlarým bile zangýr zangýr titriyordu, ter içindeydim. O kadar kötü olmuþtum ki, artýk ne olacaksa bir an evvel olsun diyordum, ölecek gibiydim ama ne gelen vardý, ne giden. Korka korka tek gözümü araladým. Yýlmaz, son gördüðüm haliyle sanki donmuþ gibi duruyordu karþýmda.
-     Yýlmaz....... Þþþþt! Yýlmaz!
Yýlmaz, kendine gelir gibi olup aval aval suratýma baktý.
-     N’oldu? Söylesene, n’oldu?
Yüzünü saklamaya çalýþarak “geldiler” dedi.
“ Kim, kimler geldiler?” diye sordum yüreðim aðzýmda. “Polisler, deðil mi?”
Þaþkýn þaþkýn yüzüme bakarak “ne polisi?” dedi. “Kýzlar geldi, kýzlar! Çarptýðýmýz kýzlar! Hadi, tüyüyoruz!”
Birden bütün hastalýk belirtilerim býçakla kesilmiþ gibi bitiverdi; yeniden doðmuþ gibi oldum. Bir rahatladým, bir rahatladým ki; anlatamam. “Ýyi de, niye tüyüyoruz? Bizi tanýmýyorlar ki!” dedim, “boþver, kýrk yýlda bir geldik þuraya, oturalým.” Aslýnda, oturmaya hiç de meraklý deðildim; benim derdim baþkaydý.
“Olmaz, olmaz, gidelim” dedi Yýlmaz endiþeyle, “otobüsteyken kýzla gözgöze gelmiþtik; þimdi görürse hatýrlar.”
“Allah kahretsin seni!” diye çýkýþtým; “kesmeye kalktýðýn kýzý mý çarptýn! Tü sana! Rezil herif!”
“Yok yav! Ne kesmesi! Ay, yazýk be! Bak, nasýl aðlýyor.”
Hafif yan dönüp bir baktým ki, o ne; bir dünya güzeli! O titreyen gül dudaklar, o ýrmak olup çaðýl çaðýl çaðýldayan yemyeþil gözler, o saçlar, o endam; Allah Allah! Fotoðrafýnda da güzeldi ya aslý baþka türlü bir þey yahu!
“Dön önüne, dön! Bak dediysek, öküz gibi gözlerini dik demedik! Zorla enseleteceksin bizi!”
“Ben kalýyorum” dedim üstüste yutkunarak. “Nasýl olsa benimle göz göze gelmedi, tanýmaz.”
“Saçmalama be oðlum, ya baktýysa, ya tanýrsa.... Hem ne demeye kalýyorsun ki?”
“Niye kalmayayým ki? Tanýrsa tanýsýn! Çantadaki paralarýn seri numaralarý poliste kayýtlý mý ki korkuyorsun? Özel eþyasý yok ki üstümüzde... Yoksa... yoksa... var mý?”
Dik dik yüzüme bakarak, “Ne vardý ki, ne olsun? Hayret bi þeysin ha!” diye diklendi.
“Bak, doðruyu konuþ Yýlmaz.”
“Adamý sinir etme de kaldýr kýçýný, gidiyoruz.”
“Ben gelmiyorum. Gelmiþken biraz daha takýlayým diyorum. Tamam, kýzlara yüzümü göstermeyeceðim; yemin sana, için rahat olsun. Sen de acele etsen fena olmayacak; biraz daha oyalanýrsan eczaneler kapanacak, haberin olsun.”
“Allah! Annemin ilâçlarý!” diyerek eyvallah bile demeden acele adýmlarla gitti sevgili suç ortaðým.

Masada bir baþýma kalýnca bir garip oldum. Hani, sinemaya gidersiniz, acayip hýzlý bir aksiyon filmini soluksuz, ya da sizi canevinizden vuran bir aþk filmini gözyaþlarý içinde salya sümük izlersiniz de film bitince bir süre koltukta kalakalýrsýnýz, hemen kalkamazsýnýz ya, öyle bir þey hissettim. Gün boyu yaþadýklarým da film gibiydi ve Yýlmaz’ýn gidiþiyle bitmiþti sanki. Þimdi ne yapacaktým? Her þeyi göze alýp bu aklýmý baþýmdan alan dünyanýn gelmiþ geçmiþ en güzel kurbanýnýn peþine mi düþecektim yoksa tuvalete bir ziyaret daha mý gerçekleþtirecektim? Her ne kadar birinci þýk daha cazipse de aklýmý dinleyerek ikinciyi seçtim ve kolamý fondipleyip masadan kalktým. Kýzlarýn görüþ açýsýna girmeden oradan nasýl sývýþacaðýmý hesaplamak üzere arkamý döndüðümde onlarýn, oturduklarý masanýn üstünde horon tepsem bile farkýna varmayacak kadar kendi dertlerine daldýklarýný görünce yüreðime sular serpildi. Gayet sakin bir þekilde yanlarýndan geçerken iþkencecinin arkadaþýnýn aðlayarak “diðerleri umurumda deðil vallahi, ama o rahmetliden yadigâr” dediðini duydum. Rahmetli, kim ola ki?

Tuvalete girdiðimde doðruca soldan üçüncü kapýya gittim fakat doluydu; beklemeye baþladým. O sýrada saçýný taramakta olan genç, “yanýndaki boþ” dedi, “az önce ben çýktým, giren de olmadý.”. Bir an ne diyeceðimi bilemedim. “Yok, olmaz; ben ille de buraya sýçacaðým” diyemezdim. Deli damgasý yiyip dikkati çekmek istemiyordum. Gülümseyerek teþekkür ettim ve gösterdiði kapýdan girdim. Ayakta dikilip dururken dýþarýyý dinliyordum. Yanýmdakinin sifonu kullandýðýný duydum. Biraz sonra da çýktýðýný. Az bir þey bekleyip ben de çýktým. Malûm tuvaletten çýkan koca göbekliyle aynada gözgöze geldik. Adam, tebessüm etti, ben de. Ýyi günler dileyerek dýþarý çýkar çýkmaz, onun çýktýðý yere daldým. Hemen çöp kutusunu açtým ve.... ve beynimden vurulmuþa döndüm. Yoktu, çanta yoktu! Üstelik çöp kutusu da hepi topu yarýsýna kadar doluydu. Baþýmdan aþaðýya kaynar sular döküldü. Ya, ben yukarýda lak lak ederken çöp kutularýný boþaltmýþlardý ya da Yýlmaz, þu özel eþya muhabbetinden huylanmýþ, gelip çantayý almýþtý. Ne yapacaðýmý bilemez halde bir süre içeride kaldým. Ne yapabilirdim ki? Hiç! Hiç! Hiç! Çaresiz kabinden çýkýp tekrar lavaboya doðru yürüdüm. Her yanýmdan ateþler fýþkýrýyordu sanki. Aynada yüzüme baktým, aksime okkalý bir tükürük fýrlattým. Nasýl olsa ortada kimseler yoktu. “Senin kafana edeyim, e mi!” dedim suratýma , “geri zekâlý! Ýþine yarayacaklarý koysaydýn bari cebine!”. Ben böyle aynadaki bana verip veriþtirirken bir adamýn soldan üçüncü tuvalet kabininden çýktýðýný gördüm. Ýlk an sadece adamýn aynadaki görüntüsüne takýldým ve kendime salak salak sordum; “þimdi ben oradan çýktým, bu adam ne ara girdi?” Bir anda jetonum beynimi yýrtarak düþtü. Birden arkamý dönüp kapýlarý saydým ve yumruðumu bütün gücümle kafama vurarak baðýrdým; “Küt kafa! Küt kafa! Küt kafa!”. Adam þaþkýn þaþkýn bana baktý, baþýný üzüntüyle iki yana sallayarak dýþarý çýktý. Ben hâlâ nasýl bu geri zekâlýlýðý yaptýðýma, daha önce kapýlarý aynadan bakarak saydýðýmý ve tersten saymam gerektiðini nasýl düþünemediðime akýl erdiremiyor, kafama vurup duruyordum. Saðdan üçüncü kapýya yani az önce adamýn çýktýðý kapýya yani geldiðimde bir gencin “orasý boþ” dediði ve benim de mecburen girip kýrk saat ayakta dikilip durduðum kapýya, sonra da çöp kutusuna atýldým. Evet! Ýþte, oradaydý! En üstte duran kaðýtlarý dikkatlice kenara çektim, çantayý çýkartýp klozetin üstüne koydum. Sardýðým tuvalet kâðýtlarýný açtým, tekrar kutuya doldurdum. Buraya kadar iyiydi hoþtu ya çantayý buradan nasýl çýkartacaktým? Ýçindekileri alýp çantayý býrakabilirdim ama bunu yapmak istemiyordum. E, omzuma asýp yürüyüp gidemezdim de. Tek çare kalýyordu, Yýlmaz’ýn yaptýðý gibi gömleðin altýnda gizlemek. Çantayý belime takýp gömleði üstüne çýkarttým ama ne yalan söyleyeyim, midem de kalkmýþtý. Ne kadar sarýp sarmalamýþ da olsam pis yerden almýþtým. Düþünmemeye çalýþarak yine lavaboya yöneldim, þartlanýrcasýna elimi, kolumu, yüzümü, boynumu velhasýl açýkta kalan her yanýmý bir güzel yýkadým. Artýk kendimi Ýstanbul sokaklarýna atabilirdim.

Taksim’e geldiðimde gerginliðimi üzerimden atmýþ hatta son zamanlarda hiç olmadýðým kadar keyiflenmiþtim bile. Doðru büfelerden birine girip nineme yarým ekmek içine döner (öðleyin yerken ninem aklýma gelmiþ, üzülmüþtüm) kendime de hamburger aldým, poþete iki de ayran koydurtup evin yolunu tuttum.
Ufacýk tefeciðim daha ayak sesimi duyar duymaz baðýrmaya baþladý; “nerede kaldýn itin dölü! Biran önce öleyim diye yapýyorsun di mi, soysuz! Sana inat ölmicem iþte, ölmiceeem!”
“Baðýracaðým diye yorma kendini böyle güzelim” dedim þefkatle, “bak, sana neler aldým.”.
Poþeti kucaðýna koyup açtým, dönerli ekmeði uzattým, “afiyet olsun, yarasýn.” dedim büyük bir keyif ve hazla. Önce gözlerine inanamadý, uzun uzun baktý, kokladý, bir daha bir daha kokladý, tekrar baktý ve annesinden gizli muzur bir þey yiyen çocuðun heyecaný ve iþtahýyla hapur hupur yemeðe koyuldu. Dolan gözlerimi görmesini istemiyordum; kalkýp odama gittim. Çantayý belimden çýkartýp yorganýn altýna sakladým, boþalýp güldür güldür akmaya hazýrlanan gözyaþlarýmý dizginledim ve ninemin yanýna döndüm ki bir de ne göreyim; yangýndan mal kaçýrýr gibi hýzlý hýzlý yiyince týkanmýþ, nefes alamýyor; garip garip sesler çýkartýrken bir yandan da titreyen elleriyle ayraný açmaya çalýþýyor. Hemen açýp verdim; döke saça içmeye çalýþýrken soluklanmaya çabalýyor, arada bir gaz çýkartýyor, geðiriyordu. Sýrtýna vururken, “al iþte” diye düþündüm, “haram parayla yenen yemek adamý iþte böyle yapar! Kadýn senin yüzünden ölüyor! Sen öldürüyorsun! Katil! Katil!”
Derken ninem birden derin bir soluk aldý ve daha nefesini vermeden baðýrmaya baþladý; ”Yavaþ ulan, yavaþ! Ciðerlerimi dökecektin! Kýrk yýlda bir, bir lokma et getirdin, gözün kaldý deðil mi, soyu boklu kaný bozuk it! Ölüyordum senin yüzünden!”
Onu çok sevdiðime ve her zaman iyi olmasýný istediðime inandýrmaya çalýþýrken hamburgerimin bir kýsmýný yedim. Bir kýsmýný diyorum çünkü diðer kýsmýna ufacýk tefeciðim el koymuþtu. Karný týka basa doyup bir de üstüne ayranýn kalanýný da içince önce mayýþtý ve ardýndan da hemen uyudu. Sabunlu bezle usulcacýk aðzýný, ellerini sildim, çöpleri toparlayýp dýþarý koydum. Artýk odama geçebilirdim.

     Çantayý yorganýn altýndan çýkartýp tersyüz ederek içindekileri yataðýn üstüne boca ettim, ellerim titreyerek cüzdaný boþalttým. Fermuarlý cepteki ikâmetgah senedini çýkarttýktan sonra elimde tuttuðum halde gerçek olduðuna bir türlü inanamadýðým o parýldayan nesneyi ortaya koydum, diðerlerini çevresine eþit uzaklýkta daire yapacak þekilde özene bezene dizdim; bir paket sigara, bir çakmak, iki anahtar takýlý anahtarlýk, kredi kartý, tarafýmdan boþaltýlmýþ cüzdan, muska, kimlik kartý, üzerinde telefon numaralarý yazýlý üç kâðýt parçasý. Güneþ gibi olmuþtu. Ortadaki þey, Betüldü sanki ve bendeki önemini biliyormuþ gibi sarý, yeþil, kýrmýzý ýþýklar saçýyor, ruhumu aydýnlatýyordu. Yeþil, gözleriydi; kýrmýzý, dudaklarý. Sarý, saçlarýydý; daha bugün kuaförde gökkuþaðýna döndürdüðü saçlarý. Karþýmda o renklerin sahibi güzeller güzeli kýz duruyor ve bana küskün küskün bakýyordu. “Neden?” diye soruyordu gözleriyle, “neden? Onu bana geri ver. Lütfen, onu bana getir. Yalvarýrým, lütfen.”

“Ama beni yakalattýrýrsýn.... Bak, istediðin her þey üstüne yemin ederim ki, ben yapmadým. Ben çalmadým çantaný. Tamam, çalanla beraberdim ve amacýmýz buydu ama nereden bilebilirdim ki..... Ah, ne olur beni affet.... Bu, ilk ve son iþimizdi, inan ki doðruyu söylüyorum sana... Mecburduk Betül, çaresizdik. Yýlmaz’ýn annesi hasta, babasý iþsiz bizim gibi... Biliyorsun ortalýðýn halini, anla.... Þu içeride yatan kadýn var ya, bana annemin emaneti ve ben emanete hýyanet ediyorum; ne doktora götürebiliyorum, ne doðru dürüst bakabiliyorum Betül... Bir tas çorba ya da yumurtayla karnýný doyurabiliyorum ancak. Biliyorum, bunlar mazeret deðil; büyük suç iþledik, biliyorum. Ama ne olursun, anlamaya çalýþ beni...
Biliyor musun, ninemin çok uzun zamandýr ilk defa bugün midesine et girdi, hem de senin paranla. Bilmeden de olsa, nasýl sevaba girdiðini bir bilsen... Ah güzel kýz, nasýl mutlu olduðunu görseydin hiç üzülmezdin.... Biliyorum, seni aðlatan þey baþka.... Beni aðlatan da.... Bugün yaþadýklarýma inanamýyorum Betül... Onursuzum! Utanç içindeyim!
Suç iþledim, suçluyum! Suçluyum! Suçluyum ve korkaðým! Gidip teslim olamam Betül! Biliyorsun, ninem... hayýr, mazeretim ninem olmamalý... Yaþlý bir kadýnýn arkasýna sýðýnýyorum, görüyor musun! Korkuyorum Betül... Bir sürü þeyden ve..... seni sevmekten korkuyorum!
Bana yardým et Allah’ým! Vicdan azabýndan geberiyorum... Affet beni, affet, affet! Sen de Betül, ne olur sen de affet ve lütfen þuna inan; Allah, sen ve dünya âlem baðýþlasanýz bile ben kendimi asla, asla affetmeyeceðim, bu suçun aðýrlýðýyla mezara kadar ezileceðim.”

Aðlaya aðlaya öylece, olduðum gibi uyuyakalmýþým. Uyandýðýmda avucumda Betül vardý. Onun sigarasýný onun çakmaðýyla yakýp her bir hücreme iþlesin diye derin derin, sömürürcesine içime çektim onu.... Saatlerce fotoðrafýyla konuþtum; aklýmýn erdiðinden bu yana ne yaþadýysam hepsini anlattým bir bir. Yalnýz sevdamý diyemedim; dilimin ucuna geldi, geldi, yutkundum; gýrtlaðýmda takýlýp kaldý tüm duygularým.
Ninem uyanýp da “tembel serseri! Ölü topraðý mý serpildi üstüne? Kalk artýk þu zýbardýðýn yerden!” diye baðýrdýðýnda Betül, beni benden iyi tanýyordu. Ne olursa olsun onu görmeliydim, onunla konuþmalýydým, ona “seni seviyorum” demeliydim. Kendimi ona o kadar yakýn hissediyordum ki! Betül bende idefiksti artýk. Ne ben bendim, ne de o, o; bir olmuþtuk. Bendik, oyduk, bizdik; tektik.

     Ýkâmetgah senedinde yazýlý olan adresi bulmam zor olmadý. Beþ katlý, orta halli bir apartmandý adresteki yer. Daire numarasý 6 olduðuna göre üçüncü kattaki iki daireden birinde oturuyordu sevdiðim ama hangisinde? Soyadýndan bulabilmek için apartman kapýsýnýn dýþýndaki sýra sýra dizili zillere baktým fakat çoðunda hiçbir þey yazmýyordu. Beþ ve altýncý zillerdeyse birtakým iþaretler vardý. Birinde, hani þu bilgisayarlardaki çizgi suratlar var ya, onlardan, bir gülen bir aðlayan yan yanaydýlar. Ötekindeyse yaðmur damlalarý gibi bir þey çiziliydi; yoksa gözyaþý mýydý? Betül’ün gözyaþlarý mýydý? Ýçim koptu, hemen oradan uzaklaþtým. Biraz dönüp dolaþtýktan sonra evin karþý tarafýna düþen, köþedeki bakkala girip bir soda açtýrdým. Þiþeyi aldým, kapýnýn önüne çýkýp dikildim. On dakikada bir, bir yudum içiyor, böylelikle orada direk gibi dikilmemin ‘birþeyler içerek serinleme’ gibi sýhhi ve çok geçerli bahanesine sýðýnarak oyalanma süremi uzattýkça uzatmaya çalýþýyordum. Bu arada tabii ki kapýlarý, camlarý gözlüyor; Betül’ü görebilmek, hadi göremedim diyelim, ondan bir iz bulabilmek için kývranýyordum. Apartmana girenin çýkanýn haddi hesabý yoktu, ama içlerinde Betül de yoktu.

Týrýs týrýs eve dönerken ertesi gün için planlar yapmaya baþlamýþtým bile. Ya sabah erken saatte gitmeliydim yar gözlemeye, ya da akþamüzeri; anýnda akþamüzerinde karar kýldým. Sabahlarý o kadar erken kalkamýyordum; iþsizlikten tembelleþmiþtim iyice. Hani seviyor muydum? Evet, seviyorum; aksini söyleyen mi var? E, ne olur sanki caným iþe giderken deðil de, iþten dönerken görsem? Bilmem... Herhalde bir iþi vardýr... Caným, bu zamanda çalýþmadan olur mu hiç? Amma da laf ettim ha! Aynaya bak gör halini, oðlum! Hayret bi þey! Bazen ne kadar geri zekâlý oluyorum. Bu kýz akýl mý býraktý baþta!
Kimbilir, belki de anasýnýn, babasýnýn biricik kuzusudur fýstýk içim; olamaz mý? Her gün o kuaför senin, bu güzellik salonu benim dolaþýyor, harçlýðýný afiyetle bir güzel yiyordur. Belki de bir üniversitede öðrencidir. Belki de...belki de... Ya, ne bileyim ben yahu! Tanýþýnca öðreniriz elbet.

Ertesi gün saat altýya doðru evin sokaðýna gittim. Bekle bekle yok, bekle bekle yok. Daldým apartmana, çýktým üçüncü kata. Baktým, kapýlardaki zillerde de o suratlar ve damlalar var. Suratlýya yaklaþýp içeriyi dinledim, çýt çýkmýyordu. Öteki kapýya kulaðýmý dayadým, uzaktan uzaða bir müzik sesi duyar gibi oldum sanki. Sesi net duyamýyordum çünkü aþaðýda iki kadýn apartman aidatý hakkýnda sýký bir tartýþmaya giriþmiþlerdi; zam yapýlacakmýþ da.... Baktým olacak gibi deðil, bu tartýþma daha uzayacak; bari çýkayým þuradan, sonra gelirim dedim. Merdivenlerden inerken hani neredeyse gýrtlak gýrtlaða gelecek olan kadýnlar beni görünce birden susup önce birbirlerine sonra bana baktýlar. Bakýþlarýnda merak ve nedense bir aþaðýlama, hor görme vardý. Bir tanesinin arkamdan “Hayrünisacýðým, yukarki kýzýn sözlüsü bu mu?” diye sorduðunu iþittim.
Ne! Ne sözlüsü? Ne diyor bu kadýn be! Betül sözlü müymüþ? Hayýr! Olamaz! Allah’ým! Bu bir kâbus! Bu... bu... cehennem ateþi! Bu, bu ne boktan iþ! Asla, asla kabul edemem! Ayrýlacaklar! Ayrýlacaklar! Ayrýlacaklar!
Ýnanýn, bütün Ýstanbul’un tepeme indiðini hissettim. Nefesim daraldý, gözüm karardý, kalbim sýkýþtý, midem bulandý. Kendimi dýþarý dar attým. Sonrasýndaki iki, üç saati Allah inandýrsýn ki hiç hatýrlamýyorum!
Kendime geldiðimde Sarayburnu’ndaydým. Neden buraya geldiðimi hiç bilmiyorum. Bir sigara yaktým, denize dalýp gittim. Öyle gemilere, manzaraya filan deðil; sanki gözlerimle delip dibini görmek istercesine bir noktaya bakýyordum. Birden uzaktan uzaða, yýllar öncesinden bir ses koptu geldi, yüreðime doldu. “Kaç defa gittim Sarayburnu’na, kaç defa!” diyordu duygularýný bastýrmak çabasýyla boðuklaþan ses. “Ama her seferinde aðlaya, aðlaya geri döndüm. Seni düþündüm hep. Ne yapardýn el elinde? Kýyamadým... Kendi canýma gözümü kýrpmadan kýymaya hazýrdým ama sana kýyamadým bebeðim. Kime güvenip de býrakacaktým seni arkamda? O zalim babana mý? Bu gencecik yaþýmda bile ölümün soðukluðunu sýcacýk ana kucaðý gibi hissettiren o deðil miydi zaten? Analýðýna mý güvenecektim? Ýki gün sonra o da kendi derdine düþecekti; kendini mi koruyacaktý o soysuzun yaba gibi elleriyle savurduðu tokatlardan, yumruklardan, kýrkbeþ numara ayaklarýyla attýðý tekmelerden, seni mi? Ninen de vardý tabii. Ah yavrum, ah! Dayak yerken araya girip bizi koruduðu için sille tokat döverek hastanelik ettiði kadýný, ben öldükten sonra acaba bir dakika evde tutar mýydý sanýyorsun? Ya kolundan tuttuðu gibi sokaða fýrlatýrdý ya da insaflý zamanýndaysa bir taksiye koyar, taksiciye de ‘Darülacize’nin kapýsýnda býrak bunu’ diye talimat verip kapýyý kapatýrdý. Onun için her seferinde kendimi Sarayburnu’nun serin sularýna, aldýðýný býrakmayan akýntýsýna býrakmaktan vazgeçtim canýmýn içi. Sana bunlarý anlatmakla doðru mu yapýyorum, yanlýþ mý; bilmiyorum. Çok düþündüm, çok fakat sonunda bilmen gerektiðine karar verdim oðlum. Neden benim babam yok diye dert etme, içlenme artýk. O yanýmýzda olsaydý inan ki çok mutsuz hatta belki de sakat bir çocuktun þimdi”.
Þimdi anlýyordum neden buraya geldiðimi; bilinçaltýma iþlemiþti demek ki anacýðýmýn anlattýklarý. Ben derin derin psikolojik irdelemelere girmiþken baþka bir zaman diliminden sesleniverdi yine melek annem; “Dinle aslan oðlum, bana iki þey için söz vermeni istiyorum; birincisi, asla ama asla hiç kimseye, hele hele bir kadýna el kaldýrmayacaksýn. Eðer karýna, kýzýna bir fýske attýðýný duyarsam seni doðduðuna piþman ederim. Eðer, mürüvvetini görecek kadar ömrüm olmazsa da hortlar gelirim, haberin olsun! Ýkincisine gelince, ninen bizim için çok deðerlidir, bilesin. Evet, kan baðýmýz yok, azýcýk da huysuz fakat en azýndan akrep akrabalarýmýz gibi zehirli deðil. Sen bakma, onun bütün dikliði dilindedir. Ýçi pýrlantadýr, pýrlanta. Bizde o kadar çok emeði var ki.... Aaaah, ah! Neler yaþadýk, neler gördük... Hey gidi günler, hey! Neyse, bir gün anlatýrým sana.
Bak, ninen benden sonraya kalýrsa yemeyeceksin yedireceksin, içmeyeceksin içireceksin, kýsacasý elinden ne geliyorsa yapacak ve ona bakacaksýn, tamam mý evladým? Þartlar ne olursa olsun, ne yaþarsan yaþa; þu yeryüzüne insan olarak geldiðini hiçbir zaman unutma. Hadi bakayým benim yakýþýklý oðlum, þimdi gidiyorum. Sen de nineni bir güzel doyuruver.”

     Anneee! Yakýþýklý, aslan oðlun ne herze yedi, biliyor musun sen? Ah, ben ne biçim bir yaratýðým! Anneme verdiðim sözden bir ekmek içi döner uðruna nasýl da döndüm! Yazýklar olsun bana! Tuuu bana! Cümle âlem gelsin tükürsün yüzüme! Boynuma, kocaman harflerle “hýrsýz” yazýlý bir yafta asýp caddelerde sürüklesinler beni! Ben..... ben ne aþaðýlýk bir herifim! Yoo, bu utançla ve de bu ümitsiz aþkla yaþanmaz abi! Annem gibi geri dönmeyeceðim; atacaðým kendimi sulara! Ömür boyu bu azapla yaþanmaz; öleyim bitsin!
“Sen de nineni bir güzel doyuruver”.
Ninem? Ninem! Olamaz! Ölmenin hiç sýrasý deðil þimdi! Ufacýk tefeciðim açlýktan bayýlmýþtýr! Amaaan, kimbilir ne biçim fýrça atacak þimdi! Çabuk! Koþ, koþ! Bir an önce eve varmaya bak oðlum; giderken muhallebi, keþkül, ne olursa; tatlý bir þey almayý da sakýn unutma! Panik! Panik!
Ah Betül, iyi ki seni çarpmýþýz yoksa neyle alýrdým nevaleleri?
Bu arada, ölme özgürlüðümün bile olmadýðýna dikkatinizi çekerim. Bu nasýl yaþamak?
     

* * *

     Ertesi, daha ertesi, daha ertesinin de ertesi günler yar görme nöbetlerime devam ettim. Günün deðiþik saatlerinde evin önünden geçtim, üçüncü katýn pencerelerinden gözümü ayýrmadým, kulaðýmý dayayýp kapýlar dinledim. Evlerde, evet, iki dairede de inler cinler top oynuyorlardý. Anahtar cebimdeydi.... Pekala kendi evimmiþ gibi anahtarla þýngýr mýngýr kapýyý açýp içeri girebilirdim ama yakýþmazdý bana. Hem Betül’süz evi ne yapayým?
Günlerce geceydi pencereler. Ýçim içimi yiyor, kafamda neler neler kuruyordum. Yoksa sözlüsüyle tatile filan mý çýkmýþtý? Peki, Betül o herifle fing atýyor, misafir çarþafý gibi yataða seriliveriyorsa ötekilere ne oluyordu ki? Onlar niye yoklardý? Birden gözlerimden ateþler fýþkýrdý, beynim bin parçaya bölündü; acý gerçek bir anda tüm çýplaklýðýyla gözlerimin önüne gelivermiþti; Betül evleniyordu ve komþusu da baþka þehirde yapýlan bu düðüne davetliydi. Onun için hepsi birden sýrra kadem basmýþlardý. Evet, iþte gerçek buydu...
Yooo, olamaaaaz! Hani onlarý ayýracaktým? Hani ona kendimi sevdirecektim? Geç kalmýþtým, çoook geç kalmýþtým. Atý alan Üsküdar’ý geçmiþti. Þey, yani adam Betül’ü kapmýþ ve nikahý basmýþtý demek istedim. Peki, ben Betül’süz ne yapacaktým? Nasýl yaþayacaktým? Her þeyden önce aklýmý baþýma almam, kendimi derhal toparlamam gerekiyordu. Aþkta ve savaþta her þey mübahtý ve ben aþk savaþý veriyordum.
Günlerce, gecelerce arpacýk kumrularý gibi düþünüp durdum. Yine bir gece, saat iki- üç sularýydý, önüme Betül’ün mallarý sýralamýþ, yatakta baðdaþ kurup çaresizlik içinde ileri geri sallanýp dururken öyle bir çýðlýk koptu ki, sanýrsýnýz kadýnýn etinden et kopartýlýyor.
“Yetiþin komþular, yetiþiiiin! Ýmdaaaat!”
“Gece yarýsý dana gibi böðürüp durma be! Býktým senden, býktým! Sana karý demeye bin þahit lazým ulan! Ne yemek piþirirsin, ne sökük dikersin, ne temizlik yaparsýn! Ne biçim kadýnsýn sen ha, ne biçim kadýnsýn? Hadi bir bok yaptýðýn yok bari yatakta karýlýðýný bil! Frijit karý!”
“Tüüüü! Nankör herif! Bu çocuklar lahanadan mý çýktý, köpek! Tepemde tepindiðin geceleri ne çabuk unuttun! Vermiyorum ulan, vermiyorum iþte! Var mý bir diyeceðin?”
“Var! Seni boþuyorum.”
“Ha ha haaaay! Güleyim de boþa gitmesin bari! Yeni kanunlardan haberin yok herhalde, cahil herif! Angut!”
“Yarýn davayý açayým da sen o zaman gör kanunu!”
“Cebinde dava açacak kadar para var da ne demeye eve elin boþ, götün yaþ geliyorsun, ha? Evde diþin kovuðunu dolduracak kadar bile bir þey olmadýðýný bilmiyor musun?”
Karý koca baðýrtýlarýna çocuklarýn aðlamasý da karýþýnca kafam büsbütün davul gibi oldu, kalkýp pencereyi kapattým. Karý koca iþine karýþýlmazmýþ, anam öyle öðretmiþti; ben de karýþmadým. Üzülmüþtüm, üç çocuklarý vardý. Allah korusun, sahiden de boþanýrlarsa o çocuklarýn hali ne olacaktý? “Aman be oðlum, sen kendi derdine yan. Asýl sen Betül’le kocasýný ne yapacaksýn?” diye düþünürken bir çýðlýk da ben koyverdim. Boþatacaktým! Evet, boþanacaklardý!
Caným komþularým! Ýlham kaynaklarým!

     Ertesi gün nöbete gidemedim. Aslýnda bir fýrsat yaratýp kaçabilir, hiç deðilse pencerelere bir göz atabilirdim ya, ‘bunlar üç beþ günde balayýndan dönmezler; Betül’ü göremeyecek olduktan sonra ne diye gideyim’ diye düþünüp oturdum oturduðum yerde.
Oturdum dediðime bakmayýn, söz geliþi öyle dedim; gerçek bambaþka. Allah inandýrsýn, bütün gün kýçým yer görmedi; sabahtan akþama kadar koþturdum durdum, caným çýktý. Neden mi? Ah, haberiniz yok deðil mi? Tabii ya, nereden olsun? Hadi beni tebrik edin. Öyle kuru kuru el sýkmayla olmaz. Ýki yanaðýmdan þöyle okkalý tarafýndan öpmeniz gerek. Mmm, bir sað yanaktan, bir de soldan. Evet, iþte böyle. Teþekkürler, teþekkürler. Saðolun, çok saðolun. Ay, öyle sevinçliyim ki!
Ne oldu, biliyor musunuz? Betül’ü çýkýntý kocasýndan ayýrmaya karar verdiðim gece, gözüme bir türlü uyku girmedi; ezana kadar gaddar planlar yaptým durdum. Saat altýya doðru içim geçmiþ.
Rüyamda, rüya gibi bir yerdeyim; bir yaným deniz, derya, öte yaným park, bahçe, çayýr, çimen. Çimenlikte tek katlý, þirin mi þirin evler dizili. Bir bakýyorum, herifin biri Betül’ü kucaklamýþ, evlerden birine götürüyor. Betül, telli duvaklý. Ýçeri giriyorlar, adam bir tekmeyle kapýyý kapatýyor. Kalbim deli gibi çarparak oraya doðru yürüyorum. Yaklaþýnca görünmemek için bir aðacýn arkasýna saklanýyorum. Adam, ayý gibi bir þey. Beni farkederse hakkýmda hiç iyi olmayacaðýný düþünüyorum. Rüyada da olsa, dayak yemek istemiyorum haklý olarak.
Neyse, gizlenerek ve yerlerde sürünerek eve varýyor, pencerenin altýnda çömeliyorum. Sonra yavaþ yavaþ yükselerek içeri bakýyorum; adamýn arkasý bana dönük. Betül’ün duvaðýný çýkartýyor, eli kýrýlasýca. Betül de hayatýnda pek memnun ha; piþmiþ kelle gibi sýrýtýp duruyor Allah’ýn öküzüne! Sonra ne oluyorsa oluyor, öküz odadan çýkýyor. Ben de, fýrsat bu fýrsat diyerek parmaðýmýn ucuyla cama vuruyorum. Betül duymuyor herhalde ki, aynada kendisini seyrederek saçlarýný düzeltmeye devam ediyor. Camý tekrar týklatýyorum, Betül’de týk yok. Tam bir daha ama bu sefer hýzlý vurmak üzereyken kapý açýlýyor ve sevgilimin kocasý olacak hýrt odaya giriyor. Öyle bir panikliyorum ki, elim havada kalakalýyorum. Ýþte o sýrada adam pencereye bakýyor ve gözgöze geliyoruz.
Bir uyandým ki, maraton koþmuþ yetmiþlik gibiyim; öldüm öleceðim ha; yarým Yasin yetiþmiyor. Kulaðýmda cam týklamalarý. Rüyanýn öyle etkisindeyim ki, içindeki sesleri bile hâlâ duyabiliyorum.
“Selim abi! Selim abi!”
Bu ses de nereden çýktý? Rüyada yoktu ki!
“Selim abi be! Uyansana!”
Perdeyi açýp bakýyorum. Mahallenin týfýllarýndan Ali. ‘Oh be!’ dercesine bir hareketten sonra pencereyi açmamý iþaret ediyor; açýyorum.
“Amma da aðýr uykun varmýþ. Bir saattir cama vuruyorum.” diyor sabýrsýzca.
Ýnanmýyorum! Rüyamdaki týklama seslerini bu velet mi çýkartýyormuþ? Öyle bozuluyorum ki!
“Ne var lan? Ne istiyorsun? Kapýyý çalsana! Ne demeye, karga bokunu yemeden gelip tak tak tak camý vurup duruyorsun?”
Çocuk, gülüyor. Þimdi çakacaðým aðzýnýn ortasýna ha!
“Üstünü giy de gel” diyor, “çok önemli.”
“Baþka? Hadi, ne kusacaksan kus da, biz de uykumuza kaldýðýmýz yerden takýlmaya devam edelim.”
“Ama olmaz ki!”
Ben pencereyi kapatmaya yeltenirken atýlýyor.
“Dur, kapatma Selim abi! Ablam öldürür beni vallahi!”
Ablam mý? Bunun ablasý da mý varmýþ?
“Ablan çatlak mý? Ne istiyor benden, hem de sabahýn köründe?”
“Bir þey istediði yok be abi... Sadece birazcýk vurulmuþ sana, o kadar.”
Bak sen þu iþe!
“Bana ne lan! Yürü git, almayayým ayaðýmýn altýna þimdi!”
“Ya, bir dur Selim abi! Ablam iþ bulmuþ sana.”
A, iþte þimdi akan sular durur. Ýþ bu, iþ!
“Kim senin ablan, oðlum? Bir adý, saný yok mu?”
“Filiz. Hani, manikürcü.”
Filiz ya, Filiz! Daracýk kot pantolon giyen, afili kýz. Demek manikürcüymüþ yelloz. Demek ondan saçlarý hep havalýymýþ; þimdi anlaþýldý.
Ana! Yoksa Betül de mi kuaförde çalýþýyor!
“Ablamýn çalýþtýðý dükkanýn oradaki markete eleman alýnacakmýþ. Senin de iþ aradýðýný duymuþmuþ. Gidip bir konuþsun, dedi. Hem o zaman sýk sýk görebilirmiþ seni, öyle dedi.”
“Hadi ya, demek öyle dedi. Neredeymiþ bakalým bu market?”.

     Bir saat sonra iþe baþlamýþtým. Ekmek kapým, týfýlýn dediði gibi market filân deðil, düpedüz bakketti. Bakkal desen deðil, büyük; market desen deðil, küçük; anlayacaðýnýz kýrma bir yer. Buraya dense dense bakket denir; ben öyle diyeceðim, baþkasý ne derse desin. Çok merkezi yerde ve cebi oldukça dolularýn oturduðu semtte olduðu için acayip iþ yapýyor. Evlere servisi de var. Benim görevim de, telefonla verilen sipariþlerin adreslerine ulaþabilmesi için bu ulvi servis iþini hayata geçirmek. Anlayacaðýnýz hamallýktan kurtulamadým, ama sýnýf atladým; artýk kibar hamalým. Ya, biliyorum, þikayet etmeye hiç hakkým yok. Bunu bulamayanlar da var.

     Bu iþ çýkmasaydý ne yapacaktým, bilmem. Tam zamanýnda Hýzýr gibi yetiþti vallahi; ilaç oldu, ilaç. Betül’ün paralar suyunu çekmiþ, ekonomim dibe vurmuþtu yine. Filiz’in haber gönderdiði, iþe baþladýðým gün uyandýðýmda, daha doðrusu uyandýrýldýðýmda nineme yedirecek lokma, lokma alacak kuruþ yoktu. Benim de aç günlerim geri gelmiþti. Allah razý olsun þu Filiz’den. Bu iyiliðinin karþýlýðýný ödemek boynumun borcu. Onun istediði þekilde eda edeceðiz artýk; kaçarý göçeri yok.
Ama ben Betül’ü seviyorum!

     Ýþ, bayaðý ballý. Birincisi, her ay baþýnda maaþýn yanýnda belli miktarda erzak hakkýmýz var. Ýkincisi, maaþ, oldurmuyor ama öldürmüyor da; hiç yoktan iyi. Üçüncüsü, en þugarý; bahþiþler.... Baþka avantajlarý da var; mesela, bir sürü insan tanýyorum, onlarla konuþma fýrsatý buluyorum. Yetmezmiþ gibi bir de hem para hem teþekkür alýp dönüyorum. Moralim süper. Cebim de doyuyor, ruhum da. Bu güne kadar neler yaptým, bir Allah’ýn kulu çýkýp da ‘teþekkür ederiz, Allah razý olsun’ filan demedi. Tamam, bütün gün beygir gibi koþturmaktan tabanlarým patlýyor, etim kemiðim sýzým sýzým sýzlýyor, ama olsun. Ýþimi seviyorum.
Ha, bir kötü yaný var; ninemle yeterince ilgilenemiyorum. Küçücük bir masamýz var. Onu yataðýn yanýna çektim. Ufacýk tefeciðimin günlük yiyeceklerini (farkýnda mýsýnýz, artýk çoðul takýlýyorum yemekten söz ederken; maþallah deyin) masaya koyuyorum; acýktýkça alýp yiyor. Tuvalet ihtiyacýný, çok zor da olsa, kendisi hallediyor zaten. Ama bunlar yeterli deðil ki! Çok yalnýz kaldý, çok. Akþam eve geldiðimde laflýyoruz fakat o kadar yorgun oluyorum ki, kendimi bir an önce yataða atabilmek için kýsa kesmek zorunda kalýyorum. Dur bakalým, buna da bir çare bulunur elbet.

     ‘Betül nöbetleri’m, iyice aksadý; ne zamaným var, ne de halim mecalim. Sabahýn köründen akþamýn zifirine kadar çalýþýyorum. Ýþ bittiðinde o kadar yorgun, o kadar bitkin oluyorum ki, eve zor atýyorum kendimi. Topu topu haftada bir güncük iznim var, onun da ilk birkaç saati bakketin temizliðine gidiyor; çalýþanlar hep birlikte bir giriþiyoruz iþe, hemencecik bitiyor. Tamam, itiraf ediyorum; þiþiriyoruz. Valla, patron yatsýn kalksýn da buna þükretsin! Neymiþ efendim? Temizlik sabahýn köründe, kargalar kahvaltýya durmadan yapmalýymýþýz. Neden? Çünkü bakketimiz, tatil günleri de sevgili müþterilerine hizmet vermekten onur duyarmýþ ama ben o kadar onura alýþkýn olmadýðým için temizlik faslýndan sonra çalýþmýyorum. Gelen sipariþleri ‘acil servis Muhlis’ hallediyor. Yani anlayacaðýnýz, þöyle gerine gerine bir sabahcýk olsun uyuyamýyorum. Her gün yataktan bir telaþ kalkmaktan býktým usandým ama n’apýcaksýn; mecburiyet iþte!
Dedim ya, bir pazarým var; onun da temizlikten kalan zamanýný nineme mi ayýrayým, Filiz’e mi, Betül’e mi, kendime mi; þaþýrdým kaldým! Yýlmaz’ý bile hiç göremez oldum. Ne yapýyor acaba? Annesi iyileþti mi ki? Bir ara uðramalý.
Sosyal hayat, sýfýr! Sýfýr! Ýþimiz olsun dediysek bu kadar da demedik ki caným! Evet, haklýsýnýz; bunu bulduðuma bin þükür de, hani daha az zamanýmý alan bir iþ olsaydý keþke dediydim. Neyse caným, eþek gibi çalýþtýrýlsam da semerimi yüklenip gýkýmý çýkarmadan gidip geleceðim, çaresiz. Doðru söylüyorsunuz; hani, nerede iþ? Bulmuþum bir kere, hiç býrakýr mýyým!

Nerede kalmýþtýk? Ýlk Pazar günümde! Ay, ay, ay! Neler oldu, neler! Okuyunca aklýnýz þaþacak. Hadi, baþlýyorum:
     Ýlk izin günümde temizlikten sonra doðru eve gelip ufacýk tefeciðimle haþýr neþir oldum; hem onun gönlünü almýþ oldum (oldum mu ki?), hem de vicdanýmý rahatlattým. Filizle buluþmak üzere evden çýkarken yine de arkamdan bas bas baðýrýyordu. Ah, bu kadýný memnun etmek imkansýz! “Hangi kadýný edebilirsin ki?” diye bir sorun, ben de yaþým gereði sýð olan tecrübemle hemen baðrý yanýk bir feryat kopartarak yanýtlayayým; “hiçbiriniiii, hiçbiriniii!”. Tarih yazmamýþ, öyle diyor büyükler.
Hay Allah! Laf lafý açýyor, laf þeyi; dalgaya düþüp ne anlattýðýmý unutuyorum. Ha, Filiz! Filiz’e iki saatimi ayýrdým, yeter. Aslýnda iyi kýza benziyor. Güzel de.... Üstelik bana sýrýlsýklam âþýk. Her þey bir yana, minnet doluyum kýza karþý ama hiç belli etmiyorum. Üstüme düþtükçe de bir kasýlýyorum, bir havalara giriyorum ki, görmeyin gitsin. Þu iþe bakýn Allah aþkýna ya; birinden kaçýyor, ötekini kovalýyorum. Kaçtýðým, beni seviyor, kovaladýðým, daha beni tanýmýyor bile! Tanýmýyor bile! Olacak þey mi bu? Kaderimin oyunu mu bu?
     Filiz’i yolladýktan sonra Þiþli’ye, Betül’ün evinin sokaðýna aðýr aðýr yürüdüm. O kadar umutsuzdum ki, pencereye bakmadan evin önünden geçip gidecektim neredeyse.
“Sebzeciiii!”
Ben sebzeci deðilim ki, ne diye bakayým?
“Sebzeci!”
Bakkal açýk. ‘Bir þiþe soda, gazý kaçmadan en uzun ne kadar zamanda içilir’ kategorisinde rekorlar kitabýna girmek üzere bakkala yöneliyorum.
“Beyefendiii! Beyefendi, bir dakika bakar mýsýnýz lütfen?”
Bu, bana mý ki? Bakayým bari, beyefendiliði ellere kaptýrma ihtimalini ortadan kaldýrmak adýna sadece. Yoksa beyefendiliðe bayýldýðým filân yok ama yine de insanýn hoþuna gidiyor kendisine öyle hitap edilmesi; ondan yani. Baþýmý çevirip sesin geldiði yere bakýyorum:
Ana! Betül! Betül! Betül! Benim Betül’üm! Benim, benim Betül’üm! Allaaaah!
Pencereden eðilmiþ, gülümseyerek bana bakýyor! Rüya mý görüyorum? Oy, oy, oy! Bana bir haller oluyor. Bayýlacaðým galiba.
“Çok özür dilerim. Sebzeciye sesimi duyuramadým da... Rica etsem, seslenip arabayý durdurabilir misiniz?”
Sebze arabasýný köþede yakalayýp durduruyorum. Betül’e bakýyorum, “teþekkür ederim” dercesine gülümsüyor kibar kibar. Tek kelime edemiyorum, nutkum tutuluyor. Sýrýtamýyorum da... Ýyice mongollaþýyor, orada öylece kalakalýyorum. Bu arada Betül sipariþlerini veriyor. Adam sebzeleri, meyvalarý tartýp tartýp poþetlere doldururken mal gibi durmuþ adama bakýyorum. Sebzeci poþetleri elime tutuþturup “dört yediyüzelli, abi” diyor. Önce bir þey anlamýyorum. Pencereye bakýyorum, kimseler yok. Neyse ki kan dolaþýmým aniden hýzlanýyor, beynim çalýþmaya baþlýyor da Filiz’e sonsuz teþekkürlerimle elimi cebime daldýrýp beþ milyonu sebzeciye uzatýyorum. Ýkiyüzelli bini kim bekler? Poþetleri dünyanýn en deðerli hazineleriymiþ gibi binbir itinayla taþýyarak apartmana girerken “ah sebzeci abi, dört yediyüzelli derken bir delikanlýnýn geleceðini nasýl yönlendirdiðini, hayatýný nasýl deðiþtirdiðini bilsen ne yapardýn acaba?” diye düþünüyorum. Ve bu dangalak âþýk, mankafalýðý yüzünden hani neredeyse hayatýnýn fýrsatýný kullanamayacaktý. Aptalým ben! Aptalým, aptal!
Üçüncü kata çýkýp damla resimli zile basýyorum. Betül, elinde para cüzdanýyla kapýyý açýyor. Cüzdan gýpgýcýr.
Beni elimde poþetlerle görünce þaþkýnlýktan gözleri yerinden pörtlüyor. Önce olayý kavramaya çalýþýyor. Sonra poþetlere atýlýp elimden almaya çalýþýyor.
“Ama.... ama neden siz getirdiniz? Ben sebzeci getirir diye.... Ah, çok çok özür dilerim.... Ýnanýn.... Hay Allah! Lütfen bana verin onlarý... Çok utandým... Hay Allah! Hay Allah! Tekrar özür dilerim... Ama neden siz?” ve buna benzer bir sürü laf karmaþasýný nefes almadan sýralýyor. Bende týk yok. Aðzý açýk ayran budalasý gibi apýþýp kalmýþým, aklým baþýmda deðil. Bir de poþetleri alýrken eli elime deðmiyor mu, a ha iþte oracýkta ölüyorum zaten ben. Ýnanmazsýnýz, o an ruhumun bedenimden ayrýldýðýný resmen hissettim. Bittim ben, bittim, bittim! Artýk iflah olmam.
Betül, poþetleri hole, kapý aðzýna koyup cüzdanýný karýþtýrýrken durmadan söyleniyor; “Olacak þey deðil! Hay Allah! Peki, parasý? Onu da siz verdiniz deðil mi? Beyefendi, inanýn çok utanýyorum. Tekrar, tekrar özür dilerim. Borcum ne kadar?”
Benden “Rica ederim.... Ne demek.... Ne zahmeti...” gibi sözler bekliyor ama... Ah, bir konuþabilsem!... Benden ses çýkmayýnca baþýný kaldýrýp bakýyor, bakmasýyla da yüzünü endiþe, korku hatta biraz da dehþet kaplýyor. Rengi kaçýyor, küle dönüyor. Ne oldu þimdi bu kýza? Yoksa..... yoksa izbandut kocasý geldi de arkamda mý dikiliyor? Ýmdat! Eþhedüenlailaheillallah ve eþhedü......
“Neyiniz var? diye soruyor panik içinde. “Hasta mýsýnýz?”
Sesim çýkmadýðý için elimi, kolumu sallýyorum. Artýk ne anlarsa...
Gözleri göðsüme iniyor, “yoksa kalp mi? diye soruyor aðlamaklý, ‘nasýl olur bu genç yaþta?’ bakýþlarýyla. Ben hâlâ þaþkýn tavuk durumlarýndayým. Cevap vermemi beklemeden koluma giriyor. “Gelin” diyor, “gelin, biraz dinlenin.”
O beni içeriye taþýmaya çalýþýrken tenimde sýcaklýðýný duyuyorum ama maalesef tadýna varamýyorum çünkü aklým çoraplarýmda. Temiz miydi, kirli miydi, delik miydi, yamalý mýydý hatýrlamaya çalýþýyorum. Deli olacaðým! Bir türlü aklýma gelmiyor. Erken bunama mý baþladý yoksa? Bunca duygu karmaþasý yetmezmiþ gibi bir de kýza rezil olma ihtimalinin endiþesini ve utancýný bu bünye kaldýrabilir mi, bilmiyorum.
Hole girince ister istemez ayakkabýlarýmý çýkartmaya yelteniyorum. Betül hemen karþý çýkýyor.
“Hayýr, hayýr, lütfen! Hiç önemli deðil, inanýn. Zorlamayýn kendinizi. Haydi, gelin þöyle.”
Oh, þükürler olsun! Yýrttýk!
Salona giriyoruz. Betül hâlâ kolumda. Rüyamda görsem hayra yormayacaðým þeyler yaþýyorum, hem de o kadar isteyip de ulaþamadýðým, tüm umudumu yitirdiðim bir zamanda; damdan düþer gibi.
Þimdi ne olacak? Korkuyorum.
Pencerenin önündeki üçlü kanapeye doðru ilerliyoruz. Betül, “Siz þöyle uzanýn. Ben su getireyim.” diyor gayet rahat.
Ne! Uzanýn mý! O kadar da deðil artýk! Olur mu ya? Utanýrým!
“Yok, yok” diyorum iyice fenalaþmýþ pozlarda, “iki dakikacýk þuraya iliþeyim, yeter.”     
“Kesinlikle olmaz” diye itiraz ediyor. Bir koþu içeri gidip elindeki yastýðý pofurdatarak geri geliyor. Yastýðý kanapenin koluna dayadýktan sonra bir eliyle kolumdan, öteki eliyle ensemden tutup destekleyerek anne þefkatiyle yatýrýyor beni. Þimdi yarým yatay, yarým dikey durumda. Daha neler göreceðimi ve bu iþin sonunun neye varacaðýný meraktan gebererek beklerken Betül bacaklarýma sarýlýyor.
Duydunuz mu, Betül bacaklarýma sarýlýyor, dedim size! A, ama benim de caným var yani! Ýnsaf! Bu kadarýna taþ dayanmaz! Ben de daha fazla dayanamýyorum! Dayanamýyorum! Duygular beni ele geçirdi! Ýmdat!
Elim uzanýp Betül’ün sýrtýna yaklaþýyor; içim gidiyor, içim! Bir kasa birayý kafaya dikmiþ gibiyim. Akýl gitti, duygular ayakta! Daha dokunmadan vücudunun sýcaklýðý avuçlarýma yayýlýyor, kasýlýyorum. Dirseðimin üstünde doðrulup tam beline sarýlacakken, “ayaklarýnýzý da þöyle uzattýk mý, tamam.” diyor Betül. O kadar ciddi ki, kalp ameliyatý yapýyor sanki. Onun bu sorumluluk yüklü ciddiyeti ayýlmama yetiyor.
Hemen kendimi býrakýp ýhlýyorum. Dönüp yüzüme bakýyor. Hâlim yokmuþ da hatýrý kýrýlmasýn diye kendimi zorluyormuþum edalarýyla kýrýk dökük gülümserken, “Ama ayakkabýlarým?” diyorum inler gibi. Ne gibisi? Basbayaðý inliyorum - da neden? Ah, bir bilse!
“Aman caným, boþverin” diyor, “ayaklarýnýz kanapenin dýþýnda kalýyor zaten. Þimdi biraz dinlenmeye çalýþýn. Ben de size su getireyim. Baþka bir þey ister misiniz?”
Acýndýrýk acýndýrýk baþýmý iki yana sallýyorum.
“Tamam” diyor yumuþacýk . Pýtýr pýtýr uzaklaþýyor.

Kör ister bir göz, Allah verir iki göz. Ulan Selim, þansýn mý açýldý ne? Burasý Betül’ün evi, oðlum! Bu manda boku gibi yayýldýðýn kanape de Betül’ün kanapesi! Allaaah! Ýnanamýyorum! Ýnanamýyorum! Nihayet onunla beraberim. Ayný dört duvar içinde ayný havayý soluyorum. Elimi uzatsam dokunacaðým. Bir rahatlýk, bir huzur. Ýçimde garip duygular kýpraþýyor. Sanki kýrk yýllýk dost gibiyiz ikimiz. A, böyle bir þarký vardý... Ýçli dýþlý olduðumuzda söylerim kulaðýna, “sanki seninle kýrk yýllýk dost gibiyiz ikimiz... Sanki seninleee....”
Ne güzel bir duyguymuþ bu! Uçuyorum sanki... Ýliðim kemiðim boþalýr gibi oluyor. N’oluyo? N’olu.... N’o....

Bilincim yerine gelir gibi olduðunda ilk hissettiðim, sonsuz huzur ve mutluluktu ama birden paniðe dönüþtü haliyle. Hiç kýmýldamadan gözlerimi saða sola devirdim; kimsecikler yoktu. Kafamý kaldýrýp þöyle bir kendi halime baktým; “ulan köftehor, babanýn evi mi lan burasý! Bu ne yüzsüzlük!” dedim kendi kendime gevþek gevþek gülerek. Üstümde yumuþacýk bir pike örtülüydü. Bacaklarýmý kývýrmýþ, elimi de yastýðýn altýna sokmuþum, horul horul uyumuþum, iyi mi! Ýnanýlmaz bir adamým!
Bacaklarýmý mý kývýrmýþým? Ne! Ne! Çoraplar!
Hemen pikeyi üstümden atýp bakýyorum; oh, neyse çoraplarda delik meklik yok. Ayaðýmý iki elimle tutup burnuma dayýyorum; kokuyor mu, ne? E, n’apayým caným? Kendi kaþýnmýþ.
Pikeyi katlarken, “uyandýnýz mý?” diye þakýyarak Betül giriyor içeri. Elim ayaðým dolanýyor, pike elimden düþüyor. Yerden alýp yeniden katlamaya çalýþýrken “býrakýn” diyor. “Ben hallederim.”
Kýzýn yüzüne bakamýyorum utancýmdan. Ayak parmaðýmýn ucuyla halýnýn desenlerinin üstünden geçerken, “Çok özür dilerim” diyorum. “Nasýl oldu, anlayamadým.”
Kýkýrdýyor. “Çok uykusuzdunuz herhalde” diyor anlayýþla. “Aslýna bakarsanýz, siz birden uyuyup kalýnca çok korktum. Hani, kalbiniz.... Allah korusun. Nefesinizi kontrol ettim. Öyle düzenliydi ki, içime sular serpildi, inanýn. Ben de rahat edin diye ayakkabýlarýnýzý çýkartýp üstünüzü örttüm”
“Size çok zahmet verdim. Nasýl teþekkür edeceðimi bilemiyorum.”
Tam cümlemi “Betül Haným”la bitirecekken, son anda çenemi tutuyorum.
“Boþverin.” diyor gülümseyerek. “Ýkimiz için de sýradýþý bir gün, deðil mi? Hem de komik.”
Karþýlýklý gülüþüyoruz.
“Siz uyurken düþündüm de” diyor bilgiç bilgiç, “bunda bir keramet var sanki. Size de öyle gelmiyor mu?”
“Bilmem?”
Ah, kýzým! Bir bilsen!
“Ben inanýrým böyle þeylere. Kadere inanýrým. Biz galiba.....”
Ah! Sevgili olacaðýz mý diyecek, ne? Desin, desin! Yo! Demesin! Hiç hoþlanmam bu kadar rahat kýzlardan. Benim Betül’üm öyle biri olamaz.
“Galiba?”
“Bilmem ki? Çok iyi dost falan olacaðýz herhalde. Ya da.... Reankarnasyona inanýr mýsýnýz?”
Hayda! Bu da nereden çýktý þimdi?
“Üzerinde düþünmedim hiç” diyorum. Kötü mü dedim? Ne diyecektim ki?
Yüzüme uzun uzun bakýyor. “Bunda düþünecek ne var?” diyor hayretle. “Bu öyle bir þey ki, duyduðunuzda ya inanýrsýnýz, ya da saçmalýk olarak görürsünüz. Aman caným neyse, birer kahve yapayým ben. Ýçerken tartýþýrýz bu konuyu.”
Ooooh! Ýþimiz iþ! Daha epeyce buradayým galiba.
Ana! Ya kocasý gelirse!
Seyahatte mi ki?
Ya kazma erken dönerse!
Uf ya! Ben kalkayým en iyisi. Þuradan sývýþýversem mi? Ama hayallerim tam göbekten gerçekleþmeye baþlamýþken kaçýlýr mý? Salak mýyým ben? Peki ya o herif geliverirse? O zaman ne olucam peki?
Ben böyle kendi kendime alýp verirken Betül, dumaný tüten iki kahve kupasýyla geliyor. “Sormadým ama” diyor, “bolca þeker koydum kahvenize. Kan þekeriniz düþmüþ olabilir diye düþündüm.”
“Teþekkür ederim” derken parmaðýna bakmayý nihayet akýl edebiliyorum. Yok, yüzük müzük yok! Acaba ben uyurken çýkartmýþ olabilir mi? Üf! Çok huzursuzum ya!
“Eþiniz hafta sonlarý da çalýþýyor galiba?” diyorum küt diye. Gözlerini kocaman açýp þaþkýn þaþkýn yüzüme baktýktan sonra kahkahalarý peþpeþe sýralamaya baþlýyor. “Ay” diyor gözlerinden gelen yaþlarý silerken, “evli olduðumu da nereden çýkarttýnýz?”
“Deðil misiniz?
“Yoooo.”
Ooooh! Þükürler olsun ya Rabbim!
Anlat Betülcüðüm, anlat! Reankarnasyon mudur, nedir, onu da anlat, baþka þeyler de anlat... Sabaha kadar anlat! Hatta istersen hiç konuþma, sus; gözlerimiz konuþsun. Nasýl da iþime gelir!

Yaaa, iþte böyleyken böyleee!
Günler günleri takip etti ve biz her gün görüþtük. Görüþtükçe ýsýndýk, ýsýndýkça kaynadýk. Sonunda gün geldi, fokur fokur fokurdarken kazan taþtý. Anlayacaðýnýz iliþkimiz had safhadaydý, ayýptýr söylemesi.

Mutluyduk. Çok mutluyduk. Ýkimizin de gözü birbirimizden baþka kimseyi görmüyordu. Bu arada ninemi ve Filiz’i çok ihmal etmiþtim. Filiz, beni aklýnýza gelebilecek en kötü þeylerle suçluyor, adýmýn önüne arkasýna sýfat üstüne sýfat yerleþtiriyordu. Aman ya, bana ne! Ne derse, desin! Çatlak!
Ninemin de Filiz’den pek farký yoktu, ha. Olsun, istediðini desin; o anamýn yadigarý.
Vicdan azabý çekiyordum. Her gün bakketten çýkýnca koþarak eve gidiyor, ninemin ihtiyaçlarýný görüp yine koþa koþa Betül’e gidiyordum. Aklým evde kaldýðý için, gece Betül’de kalamýyordum. Çok geç de olsa muhakkak eve dönüyordum ama bunun nineme faydasý yoktu tabii. Geldiðimde ufacýk tefeciðim çoktan uyumuþ oluyordu.

     Betül, evini bir kýz arkadaþýyla paylaþýyordu. Yok, o saçý boncuklu kýz deðil; baþka birisi. Ev arkadaþýný hiç görmedim; memleketine gitmiþ. Yandaki dairede de okuldan kýzlar kalýyorlarmýþ. Hani benim deli danalar gibi evin önünde dolanýp saatlerce nöbet tuttuðum zaman var ya, hani hiç kimseler yoktu; o zaman kýzlar, meðerse kýsa bir tatile çýkmýþlar hep beraber. Tabii ki ben hiçbir þey anlatmadým. Anlatýr mýyým? Daha önceden onu tanýdýðým çýkardý ortaya. Ha, söylemeyi unuttum; Betül ve arkadaþlarý üniversite öðrencileri. Betül, psikoloji okuyor.

     Aþk, meþk, caným, cicim gayet iyi gidiyordu ama ben o ilk heyecaný atlattýktan sonra çok tedirgin olmaya baþlamýþtým. Ah, þimdi “erkek milleti deðil mi! Kýzdan hevesini aldý, þimdi yan çizmek için bahaneler arýyor” diyorsunuz, deðil mi? Vallahi de öyle deðil, billahi de öyle deðil. Onu ne çok sevdiðimi artýk siz de anlamadýysanýz ben ne diyim yani? Benim tedirginliðim baþkaydý.
Bir kere, kýzýn ailesi zengindi, benim durumumu zaten biliyorsunuz. Ciddi þekilde komplekse kapýlmýþtým. Mecburen hayal gücümü çalýþtýrýp fazla mesai yaptýrmak zorunda kaldým. Attým, “Adana’lýyým” dedim. Onlarýn zengini çok ya. “A, hiç Adana’lýya benzemiyorsun.” dedi, haklýydý. Hemen kývýrdým; “ben anne tarafýna benzerim. Annem, Ankara’lý.” Bu, doðruydu.
Annemin Ankara’lý olduðunu duyunca bir sevindi, bir sevindi. “Ben de Ankara’lýyým” dedi. “Evimiz de orada.”
Hayretler içinde “yaaa?” dedim sanki bilmiyormuþum gibi., “Ne güzel tesadüf!”
“E, neden buradasýn? Ne iþ yapýyorsun? Sen de mi öðrencisin?”
Bir an ne diyeceðimi þaþýrdým. Doðruyu söyleyecek deðildim elbet. Yalan atmak kolaydý, bir meslek uyduruverirdim ama ya sonra foyam ortaya çýkarsa?
“Ben” dedim gözlerimi uzaklara daldýrarak, “Ben.... Boþver. Hazin hikaye.”
“Aaaa... Lütfen! Anlat, anlat.”
Derin bir iç çekiþle, “belki baþka zaman” dedim gizemli gizemli. O an ne uyduracaðýmý bilememiþtim.
Israr etmedi. Bir süre inceler gibi yüzüme baktýktan sonra “ama bir gün, muhakkak” dedi.
“Bir gün, muhakkak.”
Sonraki günler konuya hiç deðinmedi ama sanki benden birazcýk uzaklaþýr gibi olmuþtu. Bir an önce insanýn içini kopartacak bir öykü uydurmalýydým. Fakat, bir de þöyle bir durum vardý ki, o da, bizim onu çarptýðýmýz günden hiç söz etmemesiydi. Bekledim, bekledim; hani belki kendiliðinden anlatýr dedim ama uzaktan yakýndan konuya deðinmedi. Benim için ikircikli mevzu olduðundan ben de lafý kapkaça, hýrsýzlýða filan getiremiyordum. Hani, afedersiniz ama, derler ya; içgilli büzük dingilder, diye. Benimki de o hesap.

Bir gün, yataktayýz; yakmýþýz sigaralarýmýzý, dinleniyoruz. O da bir yandan oramý buramý öperken terimi siliyor, üzerinize afiyet.
Durup dururken birden gözlerim doluverdi. Vicdan azabým, gýrtlaðýma kadar gelmiþ, “artýk beni daha fazla bastýrmana izin vermiyorum” diyerek isyan ediyordu. Yataktan fýrladýðým gibi kendimi banyoya attým. Kýzcaðýzýn kafasý olmuþ meyva gibi çarþafa düþüvermiþti.
“Hey! N’oluyor?” diye baðýrdý arkamdan.
“Yok bir þey. Duþ alacaðým. Sen kahveleri hazýrla.”

Evet! Hödüðüm, hýrtým, ayýyým, hýyarým, magandayým! Ne derseniz deyin, kabulüm. Ama n’apayým; onun yanýnda aðlamak istemedim iþte. Hem nasýl açýklardým? Bir yalan daha mý? Yalan söylemekten ve bu yalanlarý sürdürmekten öyle yorgun düþmüþtüm ki!

Banyo sonrasý kahve faslýnda, “biliyor musun, iyi ki üçüncü katta oturuyorsun.” dedim durup dururken.
Yüzüme tepeden tepeden bakarak, “niye ki?” diye sordu.
“Niyesi var mý, caným? Görmüyor musun, hýrsýzlýklar aldý baþýný gidiyor.”
“Ne yani? Böylelikle hýrsýzlarýn þerrinden korunmuþ mu oluyorum? Hah! Sana öyle geliyor!”
Kalbim küt küt çarpmaya baþlamýþtý. Nihayet konuya geliyorduk.
“Yoksa buraya da mý girdiler?” diye sordum endiþeyle.
Acayip sahtekarým!
“Yooo.” dedi, altýna aldýðý ayaðýný uzatýrken. “Beni dýþarýda çarptýlar.”
“Demeee! Ne zaman? Nerede?”
Ve hepimizce malûm olayý baþladý anlatmaya.

“Aybaþýydý. O sabah bizimkiler beþyüz göndermiþlerdi. Sevim’le..”
“Kim?”
“Ev arkadaþým, caným. Anlatmýþtým ya. Onunla bankaya gidip yüzyirmibeþerden ikiyüzelli milyon kiramýzý yatýrdýk. Sonra kuaföre gittik. Bir ellilikte orada býraktýktan sonra Sevim’e kýrkbeþ milyon verdim. Faturalardan payýma düþen o kadardý. O ödemeleri yapmaya gitti. Ben de Leyla’yla Taksim’de buluþtum. Beraber Akmerkez’e gidip dolaþacaktýk.”
“Gitmediniz mi? Yoksa Taksim’de mi çarpýldýn!”
Çok adiyim!
“Gittik. Otobüse paralý bindim, zil indim, maalesef.”
“Otobüste mi soyuldun yani? Belki binmeden/”
Kýzgýnlýkla lafýmý kesti. “Olur mu caným! Otobüs parasýný ben ödedim.”
“Haaa! O zaman haklýsýn tabii.”
Bir yandan da habire hesap yapýyor, Yýlmaz beni ne kadar kazýkladý, onu anlamaya çalýþýyordum.
Koyun can derdinde, kasap et.
Þöyle kafadan bir toplama çýkarma yaptým; otobüsteyken Betül’ün çantasýnda ikiyüzseksen milyon olmasý gerekiyordu. Tabii önceden kalan para yoksa. Ýkiyüzseksen bölü iki ne eder? Vay adi, vay! Seksenbeþ milyon kazýklamýþ beni, düz hesap! Diyorum ben size, bu zamanda ne arkadaþý, ne dostu! Lanet! Lanet! Lanet!
“Otobüsten inince farkettim” diye anlatmaya devam ediyor zavallým. “Öyle kötü oldum ki, anlatamam.”
Keþke anlatamasa. Ne yalan söyliyeyim, ben de kötü oldum, ama rahmetli kim, ölüyorum meraktan.
“Gitti gider, ha? Bulunamadý tabii adi herifler!”
“Herifler mi?”
Tü Allah belamý versin! Açýk veriyorsun oðlum, sus! Kapa çeneni!
“Eeee... Büyük bir ihtimalle herifler. Tek baþlarýna çalýþmaz ki bunlar! Çete bunlar, çete!”
Dertli dertli iç çekerken, “Gitti” diyor. “Öyle üzülüyorum ki!”
Kolundan çekip sarýlýyorum. Saçlarýný öperken “Üzülürsün tabii bebeðim” diyorum. “Ama üzülme, açýðýný kapatýrýz. Ben sana destek olurum.”
Allah cezamý verecek!
Birden baþýný kaldýrýyor. Kaldýrýnca da benim aðýz Çarþamba Pazarý’na dönüyor.
Ben size demiþtim Allah cezamý verecek diye. Bak, verdi bile.
“Oooo! Özür dilerim bitaneeem! Çok acýdý mý?”
“Yok, geçer” diyorum, kanýyor mu diye kontrol ederken. “Sen beni boþver. Hadi anlat.”
“Benim derdim para deðil ki! Zaten bizimkilere durumu anlatýnca, ertesi gün hemen havale çýkardýlar. Yani para sorunum yok.”
“E, neye üzülüyorsun o zaman bu kadar çok? Cep telefonun da mý gitti çantayla beraber?”
Ulan öyleyse yaktým çýraný senin Yýlmaz!
“Yooo, hayýr. Allah’tan o cebimdeydi.”
“Neyse ki.”
“Benim üzüldüðüm ne, biliyor musun? Antika bir tarak vardý çantamda. Hani þöyle bir tutam saç alýnýp tutturulur ya, o taraklardan. Ama antika.”
“A be yavrum, sen de ne taþýrsýn çantanda öyle antika mantika þeyleri!”
“Ama o benim uðurumdu!”
Gözleri doluyor aþkýmýn. Ýçim daralýyor. Þeytan diyor, git bi koþu eve, al getir! Þeytana uyulur mu hiç! Zinhaaar! Oturuyorum haliyle.
“O tarak var ya” diye devam ediyor burnunu çeke çeke, “ondan iki tane varmýþ. Yani onun bir eþi var ama nerede bilmiyorum.”
“Kimde olduðunu biliyorsan buluruz aþkým. Yeter ki sen bana bir isim ver. Fizanda olsa, gider bulur alýrým.”
Benim yatacak yerim yok! Mezarda dik yatacaðým bu gidiþle!
Yanaðýma bir öpücük kondurup “caným benim” diyor. “Bilsem keþke. Anneannemin annesinden kalma onlar. Onlardan da annemle teyzeme kalmýþ. Teyzem..... teyzem....”
Birden boynuma atýlýp hýçkýra hýçkýra aðlamaya baþlýyor. Ne yapacaðýmý þaþýrýyorum. Sýký sýký sarýlýp aðlamasýnýn bitmesini bekliyorum.
Neden sonra “özür dilerim” diye mýrýldanýyor. “Afedersin. Sinirlerim çok bozuk.”
Ulan! Bir ekmek içi dönere bu kýz böyle üzülür mü! Ben çok kötü bir herifim abi yaaaa!
“Anlat caným, anlat. Açýlýrsýn.”
“Teyzemi gencecikken kaybettik. Annem de onun taraðýný bana verdi. Verirken de, bak bu tarak teyzenin simgesi. Sakýn kaybedeyim deme, diye sýký sýký tembih etti. Çantanýn içinde taraðýn da olduðunu bizimkiler bilmiyorlar, söyleyemedim. Sanki teyzem ikinci kez ölmüþ gibi oldu. Hem de benim salaklýðým yüzümden. Hiç affetmiyorum kendimi, hiç!”
Ben de sevgilim, ben de.
“Bir dakika” diyorum, “kafam karýþtý.” Gerçekten de karýþtý.
“Þimdi bu antikanýn biri sendeydi, çalýndý. Ötekinin nerede olduðunu bilmiyorsun. E, anneannen annene vermemiþ mi o zaman? Hý? Niye? Küsler miymiþ?”
“Yok caným, vermiþ. Öteki tek annemdeymiþ. Evde bir emektar kadýn varmýþ; annemlere de o bakmýþ, bize de. Bir gün benim nefes boruma bir þey kaçmýþ oynarken, boðuluyormuþum. Annem delirmiþ, benden beter çýrpýnmaya baþlamýþ. Emektar, beni tepetaklak edip iki silkelemiþ, o nefes boruma kaçan þey fýrlayývermiþ, kurtulmuþum. Anneciðim aðlayarak bir beni öpüyormuþ, bir kadýný. Dile benden ne dilersen, demiþ. Çocuðumu ölümden kurtardýn, herþey hakkýn. Kadýn da o taraðý dilemiþ. Annemin içi gitmiþ ama laf aðýzdan bir kere çýkar bizde. Gönlü elvermeden de olsa vermiþ.”
“O kadýn nerede þimdi? Öldü mü?”
“Bilmiyorum ki! Annemler de bilmiyorlar.”
“Ne yani? Taraðý alýnca emektar emekli mi oldu?”
Gülüyor.
“Onun gibi bir þey. Emektarýn bir ahretliði varmýþ.”
“Neyi, neyi?”
“Ahretliði.”
“O da ne demek?”
“Valla ben de bilmiyorum ama kanka gibi bir þey herhalde.”
“Ahiretle ne ilgisi var ki?”
“Sanýrým öte tarafa gidince birbirleri için þahitlik yapacaklar sorgu sual faslýnda.”
“Hadi yaaaaa! Ulan, iþe bak! Hiç bilmiyordum, iyi mi!”
“Bana komik geliyor. Allah bilmiyor mu sanki kimin ne halt iþlediðini, di mi ama? Yalancý þahitlik mi yapacaklar ki, ahretlik tutuyorlar? Kimi kandýrýyorsunuz! Saçma!”
“Bence de! Allah Allaaaah! E, sonra?”
“Sonra, bir gün eve haber geliyor. Ahretliðin ölmek üzere; acilen gel, diye. Bizim emektar aðlaya aðlaya gidiyor. Rahmetliyi topraða verdikten sonra eve döndüðünde bizimkilere, ahretliðin kýzý beni yanýna almak istiyor, diyor. Yaþlandýn artýk, gel ben sana anam gibi bakarým dedi, diyor. Artýk çok yaþlandým, iþinize yaramam, diyor. Bizimkiler çok üzülüyorlar. Ne kadar burasý da senin evin, biz de sana güller gibi bakarýz, diyorlarsa da emektar, ahretliðimin kýzý, diyor da baþka bir þey demiyor. Ankara’daydýlar. Arada ziyaretine gidiyorduk. Son gidiþimizde baktýk, kapý duvar. Komþular baþka þehire göçtüklerini söylediler ama neresi olduðunu onlar da bilmiyorlarmýþ. Ya sevgilim, iþte böyle. Tarak gitti gider yani. Ýçimde koca bir yara da iþler ha iþler. Kahroluyorum.”

Ben de! Allah kahretsin! Ben de!

Aradan iki gün mü geçti, üç mü; yalan olmasýn, bakketten çýktým eve gittim. Ninemi doyurup Betül’e gideceðim. Nah gideceðim. Eve bir girdim, ilk adýmda zýnkadanak kaldým. Bizim Filiz, hani þu manikürcü, benim öteki, ninemin yataðýnýn kenarýna oturmuþ, bir muhabbet bir muhabbet!
“Ne iþin var senin burada!” diye çýkýþtým. O hiç oralý olmadan kalkýp beni karþýladý, “aman da kimler gelmiþ, kimler gelmiþ” diye. Yüzsüz! Elinin körü gelmiþ.
Ufacýk tefecik de oradan “doðru konuþ, köpek!” demez mi! Benim karizma anýnda yerlerde tabii!
Bu yetmezmiþ gibi bir baktým, Betül’ün tarak Filiz’in saçlarda deðil mi! Delireceðim! Filiz’in kafaya bir plonje, yola yola aldým saçlarýndan taraðý. Ben baðýrýyorum, Filiz baðýrýyor, ninem baðýrýyor. Hep bir aðýzdan ciyaklýyoruz, kimse kimseyi dinlemiyor. Tam bir curcuna.
Sonunda yorulup sustuk. Ninem, “ne aldýn saçlarýndan kýzýn taraðýný, deli!” diye söylendi.
“Nereden onun oluyormuþ be!” diye baðýrdým haklý olarak.
“Onun!” dedi bizimki inatla, “ben verdim.”
“Ne! Sen mi verdin? Kimin malýný kime veriyorsun be!”
“Kendi malýmý gelinime veriyorum!”
“Ne? Ne? Neeee!”
Aðzýmdan baþka laf çýkmýyordu. Habire neleyip duruyordum. Kadýna bak sen! Hem elin malýný mallanýyor, o yetmezmiþ gibi kýçý kýrýk bir kýza hediye ediyor hem de..... gelinim lafý da nereden çýktý yav? Ne dedi bu kadýn? Nasýl yani?
Ben afallamýþ, salak salak bir ona bir ötekine bakarken Filiz sýrnaþa sýrnaþa gelip kulaðýma “sürpriiiiz! Baba oluyorsun þekeeer!” demez mi!
Allah’ým, Allah’ým! Ölmek istiyorum! Duydun mu Allah’ým? Ölmek istiyoruuuum! Ölmeeek! Ölmeeeek! Ölmeeeek!
O akþam Betül’e filan gidemedim tabii. “Oturup ciddi ciddi konuþalým bakalým.” dedim evin erkeði olarak. Erkekliðin onda dokuzu kaçmakmýþ ya ben kaçamýyorum ki, anasýný satiiim. Elim kolum baðlý. Bari þu onda biri öyle bir uygulayayým ki, diye düþündüm bir umutla, belki kýz kaçar. Ne gezeeeer! Filiz, yapýþtýkça yapýþýyor. Hayýr, odama gidip Betül’ün diðer mallara bakayým diyorum ama kýz býrakmýyor ki! Her saniye ense kökümde!
Bir ara ninem bastonuna uzanýyor. Ha, belli ki tuvalet ihtiyacý geldi. “Yardým ediver” diye hýrlýyorum Filiz’e. “A, tabii hayatým. Hemen.” diye fýrlýyor salak, yaranacak ya... Onlar helaya, ben odaya.
Hemen þilteyi kaldýrýp mallarý çýkartýyorum. Ana! Tarak burada! Ama nasýl olur? Ama.... ama.... A a aaaaa! Olamaz! Emektar, bizim ufacýk tefecik miymiþ yani? Hadi yaaa! Bu kadarýna da yuh yani! Film mi çeviriyoruz! Ah! Ahretlik de anneannem, kýzý da annem! O- ha yani, o-ha! Ýnanamýyorum. Böyle bir film seyretsem aðzýmý býrakýr, baþka yerlerimle gülerim be! N’oluyoruz!
N’olucaz? Ayvayý yiyoruz!
Gecenin ilerleyen saatlerinde ninem, “bak oðlum” diyor, “hakkýmý helal etmem. Anacýðýn da sað olsaydý ayný þeyleri söylerdi. O kýz, karnýnda senin yavrunu taþýyor.”
“Hallederiz.” diyorum ters ters.
“Tü Allah belaný versin! Kendi çocuðunun katili mi olacaksýn!” diye baðýrýyor dehþetle. Ýçim cýz ediyor. “Nine, ben Filiz’i sevmiyorum” diye inliyorum. “Acý bana!”
“Sana iblisler acýsýn, serseri!” diye baðýrýyor. “Sevmiyordun da niye aldýn koynuna!”
Ne diyeyim þimdi? Bana iþ buldu da ondan.... Geri zeka! Ben, ben! Baþka kim olabilir!

Taraðý soruyorum; Betül’ün anlattýklarýný bir de ninemden dinlemiþ oluyorum böylece. Ýnanýlmaz!

Ooooof! Of! Ýki ucu boklu deðnek! Ne halt edeceðim ben þimdi?
Betül’e de gitmiyorum kaç gündür. O da beni aramýyor. Nasýl arasýn kýz? Ne yerimi biliyor, ne yurdumu. O hazin hikayeyi de anlatmadým. Atlata atlata bir hal oldum. Yani beni arayacaðý, soracaðý bir yer yok. Sarý Çizmeli Mehmet Aða!
Ya, ben n’apýcam? Akýl verecek bir Allah kulu yok mu? Kime anlatabilirim ki zaten olanlarý?

Günlerce kafayý kastým anlayacaðýnýz.
Bir gün nineme dedim ki, “bak güzelim, sen bana ver o taraðý, ben de Filiz’le evleneyim. Anlaþtýk mý?”
“Olmaz” dedi, “o, kýzýmýn.”
“Yahu nine, elde avuçta bir kuruþ yok, neyle evleneceðiz? Evlen evlen demesi kolay. O kadar istiyorsan verirsin taraðý, satar evleniriz.”
Hýmlaya hýmlaya düþündükten sonra “ e, iyi madem” dedi gönülsüz. Hemen aklýma Betül’ün annesi geldi. Kadýnýn içi o zaman nasýl yandýysa ninemin yüzünden, ninemin de þimdi öyle yanýyordu, kesin. Eh, etme bulma dünyasý bu dünya. Öteye fazla hesap kalmýyor. Bana bakýn, anlarsýnýz.

Daha fazla bu iþkenceye dayanamayýp ‘ne olacaksa olsun artýk’ deyip Betül’e gittim. Kapýyý açar açmaz boynuma atladý caným.
“Nerelerdeydin? Öldüm meraktan? Baþýna bir þey mi geldi dedim. Yoksa hasta mý?”
“Hastaydým güzelim. Tamamen iyileþmeden gelmek istemedim, sana da geçirmeyeyim diye.”
“Bari bir telefon etseydin be aþkým!”
“Ateþler içinde yatarken mi?”
“Oooo! Oooo! Kýyamaaaam!”


O gün, seviþirken neler hissettiðimi anlatamam.... Allah düþmanýma vermesin.
Sigaralarýmýzý içtikten sonra “daha tam iyileþememiþim demek ki. Yoruldum. Biraz kestirelim mi?” dedim.
“Olur” dedi mayýþýk mayýþýk. “Ben de seni düþünmekten doðru dürüst uyuyamadým kaç gecedir.”
Hemencecik de daldý gitti caným. Bir süre onu seyrettim. Gözyaþlarýma engel olamýyordum. Kendimi býraksam baðýra böðüre aðlayacak kadar üzgün, yýkýlmýþ, periþandým. Usulcacýk yataktan sýyrýldým. Üstümü baþýmý toplayýp pantolonumun cebindeki bir çift antika taraðý aynanýn önüne býraktým. Uyanmasýndan korktuðumdan sevdiðimi son bir kez öpemeden odadan ve evden bir daha hiç gelmemek üzere çýktým.
Sarayburnu, tüm melekler, tüm âþýklar, annemin ruhu o gece benim için aðladýlar, eminim.
Oooof! Of!
     
Þimdi nerede miyim? Hamamda. Yarýn nikahým var, Filizle. Sizi de davet etmem gerekir, biliyorum ama ne olur kusura bakmayýn; hiç içimden gelmiyor. Mutlu deðilim ki!
Ah, saðolun. Ýyi dilekleriniz için çok saðolun. Evet, öyle derler. Göreceðiz bakalým, nikahta keramet mi var, felaket mi, göreceðiz.

Nerede kaldý bu tellak? Haydar Efendiiii! Haydar Efendiii! Hadisene ya!
Haydar Efendi, beni öyle bir kesele ki, ufalanýp ufalanýp yerlere döküleyim. Akýp gideyim göbek taþýndan, karýþayým boklara. Öyle pislik herifim ben Haydar Efendi! Öyle boktan! Ha gayret! Yok et beni, Haydar Efendi! Yarýný yaþatma bana, yok et! Yalvarýrým Haydar Efendi, n’olur yok et!
Allah kahretsin! Yok etsene be adam!

Ha? Ne? Ruhuma kese atamaz mýsýn?
Beceriksiz herif!













.Eleþtiriler & Yorumlar

:: Çok etkiletici
Gönderen: makbule yanardað / , Türkiye
2 Mayýs 2009
Hayal ile gerçeði ne güzel birleþtirmiþsiniz.Çok deneyim sahibi bir yazar olduðunuz hemen anlaþýlýyor.Akýcý anlatýmýnýza hayran oldum .Yeni eserlerinizi bekliyorum.Baþarýnýzýn sürekli olmasýný diliyorum .

:: Tebrikler
Gönderen: s.iclal tiryaki / , Türkiye
21 Mart 2009
Ýsmi ilginç.Okumaya baþlayýnca meraklandým.Bu arada okurken Ýki kere mutfaða gittim sebebi belli.Bu güzel paylaþýmýnýz için teþekkürederim.Saygýlar

:: çok güzel
Gönderen: Sevgili Özbek / , Fransa
10 Mart 2009
ismi dikkatimi çekmisti ilk. "Yok et beni Haydar efendi" ve okumaya basladim. okudukça merak ettim, merak ettikçe güldüm, güldükçe düsündüm, düsündükçe üzüldüm, üzüldükçe agladim, agladikça kahrettim sistemin dayattiklarina.. Kahrettim yoksullugun babasina, kahrettim insan oalrak bir seyler yapamamanin çaresizligine... Kahretsin! Kutluyorum güzel kaleminizi hocam.. Eyvallah!

:: Çok Güzel
Gönderen: eyyüp yýldýrmýþ / , Türkiye
30 Ocak 2009
Çok güzel günümüz gerçekleri ile örtüþen bir hikaye olmuþ. Ne denir elinize saðlýk.

:: Etkilenmemek ne mümkün?
Gönderen: Emine Piþiren / , Türkiye
24 Ocak 2009
Sevgili Aydan, Uzun bir öyküyü okuyacaðýmý hiç düþünmeden,yazdýðýnýz öyküye dalan gözlerim, bir süre sonra nemlenmeye baþlamýþtý. Satýrlarýnýzdan ayrýlmak çok zorlaþtý. Beni yazdýðýnýz öykünün derinliðine kadar sokmayý baþardýnýz.Ýçimden bir ses"bu kalem çok profosyonel bir kalem" dedim ve "indigolar" gibi, öykünüzün bir baþýndan bir ortasýndan ve bir de sonundan okumadým. Dikkatle ve merakla sona kavuþunca gözlerim, dona kaldým!..Böyle bir final, ancak çok usta bir kalemin iþiydi. Okurun beklediði final deðildi. Güzel yurdumun son durumunu, insan psikolojisini çok net ifade eden, kurgusu mükemmel bir öykü okuttunuz, þu sabýrsýz gözlerime. Ýnanýn hala etkisi altýndayým. Detaylarý öyle akýcý resmetmiþsiniz i, bir filim izler gibiydim sizin bu öykünüzü okurken. Baþarýlý kaleminizi yürekten kutluyorum. Sizinle tanýþmak ve yazým adýna söyleþide bulunmak isterim. Kaleminiz daim olsun. Paylaþýmýnýza sonsuz teþekkürler. Sevgiyle ve dostça kalýn.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn baþkaldýrý kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Topuz

Yazarýn öykü ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Sevgilim, Gelinliðini Ödünç Verir misin?
Bu Sonbahar


Aydan Okurer kimdir?

Kitaplý olmakla beraber gönlünce ulaþamadýðý okurlara 'buradayým' demek isteyen yazarlardan biriyim. "Sevgilim, gelinliðini ödünç verir misin?" adlý öykü kitabýnýn yazarýyým.

Etkilendiði Yazarlar:
Anýlar, gördüðüm herkes, herþey; yani hayat.


yazardan son gelenler

bu yazýnýn yer aldýðý
kütüphaneler


 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Aydan Okurer, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.