Ezberlerin Bilimsel Kılıklısı Bir Felakettir

Kelimeler ve kavramlar insan hayatı için çok önemlidir. Bu yönüyle kavramlar, herkes için bir araçtır. İnsanların bir kavramdan faydalanması için onu geliştirmesi gerekir. Eğer var olan kavramları geliştiremezsek kimsenin yeni şeyler söylemesi mümkün değildir.

Bir kavramı geliştirmek demek o kavramın tüm inceliklerine vakıf olmak demektir.

Yeni kavramların üretilmesi ise düşünce kapılarını ardına kadar açmamızı sağlayacaktır…

Peki bunu nasıl sağlayacağız?

Cevabı basit: Okumakla!…

Peki ne okumakla?

Bunun da cevabı basit: Farklı düşünen beyinlerin eserlerini okumakla…

***

Bir dönem sağ cenah yazarların duygu dünyalarından süzülen en kötü eseri, sol cenah yazarların en iyi, en popüler eserlerine tercih ederdim. Sol düşünür veya yazarların ne dünya görüşünü ne hayat biçimini ne de yaşam felsefesini zerre kadar merak etmezdim.

Sonra Cerrahi Tekkesi’nde bir iş insanıyla tanıştım. Bilgisine, görgüsüne, mütevaziliğine, ahirete yaptığı yatırımlarına hayran kaldım. Bu işin sırrı nedir diye sormuştum; “Allah’ın arzında bir tek biz yaşamıyoruz, O’nun milyarlarca kulu var. Dünyada yaşam süren bu farklılıktan ben de payıma düşenlerle, yeni bir yol oluşturdum.” demişti.

O gündür bu gündür ben de bu minval üzerine yaşamaya çalışıyorum.

***

Batı dünyasının etnisite anlayışı bizim tarihsel yapımızı izah etmeye yetmedi. Fakat bizde de ırkçılığa geçit vermeyen bir; “millî-manevî mensubiyet ve aidiyet yaşanmışlığı” vardır. Bu bir Rumeli-Osmanlı gerçeği olarak karşımızda duruyor. Bunu ister kabul et, ister etme ama bunu yok edemez, yok sayamazsınız. Osmanlı Devleti’ne dünyanın her yerinde; “Türk, Türkler” derler. İhtida edene “Türk oldu” yani “Mühtedi”, dönene de “Türklükten çıktı” yani “Mürtet” derler.

Ben bunu ilk önce babamdan, yaşlılarımızdan dinlemiştim. Sonradan kitaplardan okumaya başladığımda oradaki “Türk”ün etnisite değil, Batı tarihinin milleti olmadığını da öğrendim.

Bu ne, biliyor musunuz?

Koskoca, dev gibi bir ırmağın, yatağını genişletmesiydi aslında… Sancılarla, acılarla, tepkilerle genişletmesi yani… Genişlete genişlete küçük açılarla bir yön bulması… Barış için, sevgi için, insanca yaklaşımlar için; bazen aynı etnisiteden, aynı ırktan değil, aynı boydan-aynı koldan-aynı daldan-aynı kabileden aşiretten-hatta aynı aileden olmak bile yetmiyordu zira…

Bilirsiniz, bizde birbirinin gözünü oyan, iki yaprak olmaması için kuyusunu kazan, başkalarının hak ve hukukunu yiyip çiğneyen, hatta canına kıyan kardeşleri hepimiz biliriz, gördük.

Kimliklerin, aidiyet ve mensubiyetlerin insanın, insanlığını arttırmıyorsa oradaki genin veya ırkın ne önemi ne anlamı olabilir? Rafine edilmenin rafine olmanın kıstası budur, bu olmalıdır diye düşünüyorum. Aynı şey İslam için de geçerli. Müslümanlığın senin insanlığını geliştirmiyor, ışıklandırmıyor, yüceltmiyor, derinleştirip inceltemiyorsa; o mensubiyetinin zerre kadar önemi yoktur.

Demek ki sen; sevgi, güzellik, rikkat, şefkat, tefekkür, teemmül kapılarını açamamışsın. İnsan, kendi Müslümanlığı için; şükran minnettarlık kadir-kıymet bilirlik, tevhidi aşk, tevazu ve şefkat duyguları hissetmelidir. Öyle; gurur, kibir, tahakküm, ihtiras, hor görme veya küçük görüp övünmekle bu işler olmuyor demektir.

Peki, ben, dinim için yapmadığım o gururu, kibiri, çalımlanmayı, etnik kimliğim için yapar mıyım?

Tarih, insanları, toplumları, zamanları harman eder, savurur, pişirir, yakar, serinletir; ama öte yandan da bazı terkip iksirlerini yapar kıvamlandırır, hayatın içine tekrar salar.

Yeni hayatlar, bir devamlılık projesinde o iksirlerle tekrar çiçek açar. Bir kimyevî tekevvün manzarasını andıran “dönüşüm ve değişim“lerle yeniden kurulur. Bir zaman diliminde birileri çıkacak; millet yapacak, devlet yapacak, tarih yapacak… Böyle bir şey olamaz. Buna da imkan ve ihtimal yoktur.

Şimdi size, Prof. Niyazi Berkes ile Prof. Kemal Karpat’ın çeşitli analizlerinden (İslâm’ın Siyasallaşması ve Türk Düşününde Batı Sorunu) derlenmiş bir fikri ilginize sonuç olarak sunmak istiyorum. “Etnik açıdan Türk, kendi kurduğu devletlere Türk adını vermediği gibi başkaları da ona Türk dememiş. Ama Osmanlı’ya Türk demişler! Bu, etnik ilgilerin ırkî köklerden uzaklaşıp sosyalleşmesi ve medenileşmesi gibi bir haldir ve bizim milletleşmemize işaret eder. Bu sürecin sonunda biz ilk defa olarak, Türk adını taşıyan bir devlet kurmuşuz. Etnik kültür tarihinde yokmuşuz gibi görülür ve gösteriliriz ama, medeniyet tarihi planında çok parlak bir biçimde varız.”

… Sizce de çok önemli değil mi bu sözler?

Sanıyorum, şablonların en kötüsü, ezberlerin en kötüsü, “bilimsellik” etiketi taşıyanıdır. Bu sözleri bir şablona, bir sosyolojik ezbere bağlayıp rahat edebilir misiniz?

Ey insan, ey adem! Ve sen düşünmek zorundasın!

Rahmetli amcamın eşi Arap’tı. Ablamın eşi Adige. Ablamın damadı ve dolayısıyla da torunu Çerkes! Abimin eşi, dolayısıyla onun çocukları Pomak.

Bu bilgileri yazarken bile gülüyorum.

Niye biliyor musunuz? Zira bunları eskiden dikkate almak, konuşmak gerçekten çok ayıptı. Tarihin, medeniyet planının Türk’ü, bu demekti. “Homojenliği” yok dersen, ben sana “benzeri yok” derim. Orijinaldir, aslidir; ırkçılığa, şovenizme kapalı sosyolojik bir beraberlik kategorisidir. Ve benzemezlik terkibinin homojenliğe zerre kadar ihtiyacı yoktur.

Kalın sağlıcakla…


Yûşa Irmak hakkındaki bilgilerin basılmasını istiyorum.
Eğer basılmamasını istiyorsanız tıklayın.

  Yûşa Irmak kimdir?
Felsefe ve edebiyat aşığı! Yayıncı, gazeteci ve kitapsever...

 


Bu yazıyı basmak istiyorum.

İzEdebiyat'da yayınlanmakta olan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Tüm yazılardan birinci dereceden sayfa düzenleyicileri sorumludur. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.

Yazarların izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin —kısa alıntı ve tanıtımlar dışında— herhangi bir biçimde basılmaması/yayınlanmaması önemle rica olunur.

© 2000-2002, İzlenim.com - Tüm hakları saklıdır.