..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Ýnsanlýðýn hangi filizi köreltilmek istenmiþse, tersine o filiz daha gür büyümüþtür. -Freud
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Roman > 1. Bölüm > memet faruk




5 Þubat 2009
Hücrem Hücrem  
“Ýnsana, ne boyun eðilmeli, ne de kumanda etmelidir.”

memet faruk


Bireyin deðiþimi. Ýnsanýn; “düþünce, bilgi, fikir ve deðerlerden oluþan” bilincinin; sonucu olan eylemlerin tahlili. Ýnsan tabiatýnýn, temelini oluþturan fikirlerin; eylemlerine nasýl yansýdýðý. Entrika-tema: Siyasi, eski bir hücre mahkûmunun; ömür boyu kaçtýðý, insafsýz bir toplumun önyargýlardan, kurtuluþ yollarý aramasý.


:EHIB:
A-ROMAN HAKKINDA


Tema: Bireyin deðiþimi. Ýnsanýn; “düþünce, bilgi, fikir ve deðerlerden oluþan” bilincinin; sonucu olan eylemlerin tahlili. Ýnsan tabiatýnýn, temelini oluþturan fikirlerin; eylemlerine nasýl yansýdýðý. Entrika-tema: Siyasi, eski bir hücre mahkûmunun; ömür boyu kaçtýðý, insafsýz bir toplumun önyargýlardan, kurtuluþ yollarý aramasý.

Amaç: Bireyin kendini deðiþtirebileceðini; dramatize ederek; eylemler halinde sunmak.Karakterizasyon: Soyutlamanýn evrenselliðine sahip; yeryüzünün en karmaþýk varlýðý olan insanýn; bir birey olarak somutlanmasý. Yapýp, söyledikleriyle, yargýlanan insanlarý; eylem, diyalog, görünüþ, tavýr vs. ile ilgili anlatmak.Onlarýn karakterini, ne yaptýðýný, ne yapabileceðini ve ne dediðini ortaya koymak.

B - BÝÇEM:

Kitabýn okunmasý ve anlaþýlmasý kolaydýr. Anlatým yeterince eðlendirici ve açýklayýcýdýr. Ayrýca bilinmeyen sözcükler de fazla yoktur. Cümleleri ne çok uzun ne de çok kýsadýr ve söyleþimler kesinlikle gerçeðe uygundur çünkü romanda anlatýlan gerçekler yalnýzca toplumsal yaþantý ve onunla iliþkili mekânlarla sýnýrlý deðildir. Roman kahramanlarýnýn önemli bir kýsmý, yazarýn yaþam öyküsünde ya da Türkiye tarihinde yaþamýþ kiþilerden oluþur. Hatta gururlu, isyankâr ve devrimci Romancý tipi, yazarýn kendi gençliðinin idealize edilmiþ biçimidir. Romancý’yý merkezine alan roman, altmýþ sekizli yýllarýn tarihini, baþarýyla yansýtmaktadýr.

Roman 4 yýl hapis yattýktan sonra tahliye olan eski bir anarþist üzerine kurulu.
Hikaye örgüsü, çok orijinal deðilmiþ gibi görünüyor. Ama, yirminci yüzyýlda moda olmuþ bir sanat anlayýþýna, meydan okur bir nitelikte.Yirminci yüzyýlýn moda sanat anlayýþý, Natüralizmdir. Oysa bu roman Natüralizmin zýttý olan ve ondokuzuncu yüzyýlda zirvesine çýkmýþ olan Romantisizm anlayýþýna sahiptir.Natüralizme göre; sanatçý. "gerçek-hayat"ý, hiçbir seçicilik ve deðer-yargýsý tatbik etmeden, güya "olduðu gibi" yansýtmalýdýr. Natüralizm, insan iradesi kavramým reddeder ve insanýn kendi kontrolü dýþýndaki kuvvetlerce belirlenen çaresiz bir yaratýk olduðu, nosyonunu savunur.
Romantisizm ise, insaný, deðerlerini seçebilen, amaçlarýný gerçekleþtirebilen, kendi dünyasýnýn kontrolune sahip bir varlýk olarak görür. Romantisizm, olaylarý, gerçek hayatta olduðu gibi deðil, "olmasý mümkün ve olmasý gereken haliyle" sunar. Romantik bir eserdeki kahramanlar, toplumun, istatistiki bir ortalamasý olarak deðil; insanýn en iyi ve en yüksek potansiyelini temsil ederler.
Bu eserdeki bütün kahramanlar, her yönleriyle, Romantisist sanattaki tanýmlarýna uyuyorlar. Bu romanda hiç kimse, kendisini kaderin eline teslim etmemiþ: iradelerini kullanarak mücadele ediyorlar. Ahlaki deðerlerinden hiç bir fedakarlýk yapmýyorlar. Karakterler, öyle her gün karþýnýza çýkabilecek tipler deðildir. Ýnsan denen yaratýðýn, olabileceði ve olmasý gerektiði halindeki resmedilen karakterlerdir.
Roman, günlük banaliteleri anlatmayý marifet sayan, natüralizm denen moda sanat anlayýþýna bir isyandýr.






BÖLÜM: 1

“Ýnsana, ne boyun eðilmeli, ne de kumanda etmelidir.”

1

— Haydi, Bozburun, Bozburun… Kalkýyor, diye baðýrýyordu, tekneci.

Elinde çantasý ile uzunca bir yoldan geldiði belli olan, saçlarý kýrlaþmýþ adam, ustaca bir adýmla, atladý tekneye. Yaþý elliyi aþmýþ gibiydi. Ýstanbul’dan yeni gelmiþ ve ayaðýnýn tozuyla, marinaya atmýþtý kendisini. Marmaris’ten Bozburun’a tekne ile gitmeye bayýlýrdý. Beþ yýl dolmuþtu, bu köye yerleþeli. Sanki her gün, Bozburun’a tekneyle, gelip giden ilk insan, bir tek oydu! Yanýbaþýndan taka tuka ederek, dans edercesine gelip geçen tekne ve yelkenlilere bakarken uzaklaþan Marmaris; tüm geçmiþiydi sanki.Bu ýlýk yaz akþamý, deniz mis gibi iyot kokuyordu.Fýrlattýðý izmarit, cýzlayarak kayboldu….Güvertede hararetli ve koyu bir sohbete dalmýþ, üç beþ kiþinin arasýndan geçerek, oturup, hayran olduðu mavilikleri seyretmeye baþladý. Yüzündeki huzur dolu ifade ve alnýndaki kýrýþýklar; görmüþ geçirmiþ birisi olduðunu söylüyordu.Ýki gençti konuþan. Diðerleri, umursamaz bir ifade ile çaylarýný yudumluyorlardý.

— Âdem yasak meyva yüzünden ayvayý yemiþ, günah iþlemiþ.. Kant’ýn saf akýl anlayýþý, komünistlerin özgürleþme ve eþitçilik safsatasý; insan tabiatýyla çeliþmiyormu sence?

— Hem de nasýl! Zaten bu nedenle, hala hükümdar deðilmi eþkýyalar?

— Ya var oluþun kaynaðýný, arayýp bulmak için, düþünme zahmetine bile katlanamayan insanlara, aklý dýþýnda dolaþanlara ne demeli?

— Onlar, asalak, hýrsýz veya sürüngen gibi yaþamaya mahkûm zaten. Yeter ki aðlamasýnlar… Bana ne!

Piposunu tüttüren, mürekkep yalamýþ olduðu belli, orta yaþlýca, kravatlý þiþko yolcu, gençlere dönerek;

— Öyle diyorsunuz gençler ama, çýkmaz bir sokakta yaþar gibiyiz… Kendi mutluluðunu, hayatýnýn en kutsal amacý olarak gören bencillerle dolu bu dünyadan gýna geldi artýk bana… ‘Toplumda neymiþ!’ diyerek, bireyin mutluluðunu öne sürenlerden… Tüm kötülüklerin altýnda, para veya þeytanýn olduðunu göremeyen batýcý kâfirlerden…Ýnsan haklarýymýþ peh! Kaçýnýlmaz bir felaketin eþiðinde; kötülüklerimizin cezasýný çekeceðimiz kesin… Ne berbat bir dünya bu yahu… Býktým artýk, böyle yaþamaktan…

Konuþmaya hiç de niyetli görünmeyen yaþlý adam, dayanamayýp döndü þiþko adama doðru:

— Ama karanlýða küfretmekle de çözülmez ki hiçbir þey! Felaket tellallýðýný býrakmak gerek önce. Utanç dolu, bayat ve üstünkörü aðlamalarý da… Önce sorunlarýn peþinde koþmalý insan… Sudan bahanelerin arkasýna gizlenmemeli… Biliyorsak eðer, neyden korkup ve neden suçlu hissettiðimizi söylemeliyiz öncelikle…

“Býktým, usandým ben; böyle kaçak, göçek lagaluga palavralardan!” diye söylendi, kýzarak þiþko adam.

Þaþýrmýþtý gençler… Býyýðý henüz terleyen, uzunca boylusu;

— Beyamca, ayýp ettin ama. Ne âlemi var, kýzýp baðýrmanýn þimdi?

Tekne dolmuþ, mavilikleri sýyýrýp, sýyýrdýðý örtüyü beyazlatarak, Bozburun’a doðru koyulmuþtu yola. Güleç yüzlü kaptan, sevecen bir tonla, seslendi yaþlý adama:

— Hey Romancý amcam, öptüm seni… Senin parçaný çalýyorum þimdi. Bak unutmayasýn bu kýyaðýmý ha!

“Eyvallah be kaptanýderyam… Geçemez seni kimse, bu sularda…” diyerek gülümsedi yaþlý adam, kendi kendisine.

Daðýlývermiþti, az önce gerginleþen hava. Dalýp gidivermiþti herkes, yeniden kendi dünyasýna… Kaptan köþkünden gelen müzikle, coþmuþ gibiydi tüm yolcular… Ýnletiyordu ortalýðý yine Tarkan:

— Oynama þýkýdým þýkýdým. Oynama þýkýdým þýkýdým… Kýz hepsi senin mi?

“Oynama…” dedikçe Tarkan, omuzlarý titrer gibi oluyordu, yaþlý adamýn! Dayanamayýp kalktý ve baþladý oynamaya þýkýr þýkýr. Yaþýna baþýna bakmadan, düþmana inat öyle bir göbek atýþý vardý ki… Hele o hýnzýr kaptan… O yokmuydu o! Rotayý motayý boþ verip, baþlamýþtý Romancý amcasý ile göbek yarýþtýrmaya. Þiþko dâhil, kopmuþtu tüm yolcular… Kaptan, Tarkan ve Romancý… Mavi, beyaz ve göbek havasý… Âdem’in günahý, Kant’ýn saf aklý… Komünizmin ‘özgürleþme ve eþitçiliði’…Ýnsan tabiatý… Akýl, mantýk ve hayat… Yapmalý, etmeli, gerekli… Falan, filan vesaire… Hepsini, ama hepsini gümletmiþ gibiydi, Tarkan…

Onlarý, Bozburun’da merak içinde, özlemle bekleyenler, alýþýktý bu manzaraya zaten… Karaya ayak basmanýn sevinci ile kucaklaþtý, özleyen ve özlenenler. Aranan ve arayanlar… Sanki okyanuslarý aþmýþ da gelip kavuþmuþtu sevgililer. Birisi hariç! Tesadüfen ve öylesine çýkýp, takýlýverdiði bu yolculukta, cenneti bulmuþ gibiydi Þiþko adam. Sürekli hayalini kurduðu o güzel diyar, bu köydü galiba… Ama nedense içi, tarifsiz duygularla burkuktu. Çeliþkiler içinde oturup, baþladý düþünmeye. Kelimenin tam anlamý ile yalnýz, yapayalnýz olmasý mýydý acaba tüm sorun? Yaþlý adamý “ Hoþ geldin Romancým…” diye karþýlayan, kýzýl saçlý genç kadýna takýlýverdi gözleri. Oturup durduðu yerde bir ceset gibi kalakaldý. Ölmek üzere çözümleyemediði bir boþlukta, boðulur gibi oldu kýskançlýktan. Tarkan bitmiþti. Gencebay baþlamýþtý söylemeye sanki:

— Batsýn bu dünya… Ne sevenim var… Ne bekleyenim…

‘Evli evine; köylü köyüne; evi köyü olmayan, girer sýçan deliðine’ misali, daðýlývermiþti herkesçikler, tekne Bozburun’a varýnca. Ama tekneden yayýlan müzik, alýþýla geldiði gibi, tüm koyu sarmýþ, sarmalamýþtý yine:

— Oynama þýkýdým þýkýdým. Oynama þýkýdým þýkýdým… Kýz hepsi senin mi?

2

Aklý fikri roman yazmaktaydý yaþlý adamýn. Romanlarý okumaz yaþardý. Bir romanýn kadýn kahramanýna âþýk olur, bir diðeri ile dost olurdu. Okuduðu roman yazarlarý, birer mucittiler onca. Onlarý inanýlmaz yaratýcýlar olarak görür, gýpta ederdi. Hugo’nun Sefilleri; Çerniþevski’ nin Nasýl Yapmalý?’sý; Rand ‘ýn Atlas Silkindi’ si… Yazmak istediði her þeyi anlatmýþ, olayý bitirmiþler gibi geliyordu ona. Tekerleði yeniden mi keþfedecekti? Ama gelsin anlatsýndý bunu kendi kendisine! Olmalý, mutlaka olmalýydý yazacak yeni bir konu, bir macera, bir eylem, bir aþk veya yeni bir fikir…Kendi kendine gelin güvey olan platonik âþýklar gibi, Çevniþevski’nin Vera’sýna, Rand’ýn Kira’sýna âþýktý. Toplum denen soyutluktan kopmuþ, tek baþýna ayakta kalmayý yeðlemiþti. Onun aþklarý, dostlarý, varsýn, roman kahramanlarý olsun; ne çýkar ve kime neydi ki bundan?

Böylesine kendini seven bir bencile rastlamak zordu velhasýl. Dünya umurunda bile deðildi romancý olmaktan baþka. Bir baþlayabilseydi yazmaya, kimsenin gücü yetmeyecekti onu durdurmaya. Ama nereden baþlayacaðýna bir türlü karar veremiyordu. Mutlak vardý bir açýk kapý… Ýþte onu bulmalý ve yazmalýydýydý romanýný! Bu bir tutku, bir saplantý idi onun için. Bir gün, mutlaka yazacaktý romanýný. Bu tutkusunda ne þöhret ne de maddi bir çýkar vardý. Ýçinde patlamaya hazýr bir yanar dað olduðunu hissediyordu. Romanýný yazamazsa, bu lavlarýn içinde patlayýp onu yakýp kül edeceðinden emindi. Bu tutku, kendi çýkarý, kendi akýl saðlýðý için, içinde oluþan lavlarý dýþarý atabilmesi için elzemdi asýl…Bu arzu, bir amaç, bir aþk, bir sevdaydý onun için. Bu nedenle roman yazacak kabiliyeti, yeteneði var mý yok mu umurunda bile deðildi. Kara sevdaya tutulmuþ, göz kara, umutsuz bir âþýk gibi, kaleme kâðýda sarýlýyor, yazýyor, yazýyor, yazýyordu. Ama sonra, yazdýklarýný okuyor, beðenmiyor ve hepsini yýrtýp atýyordu.

Yazdýðý mektuplarý sevgilisine göndermekten aciz bir âþýk gibiydi sanki. Amacý yaþam hikâyesini paylaþmak mýydý? Ýçinde patlayan fýrtýnalarý anlatmak mýydý, yoksa dünyaya haykýrmak mýydý? Aslýnda hiçbiri umurunda bile deðildi. O, birisinin mimar, bir diðerinin doktor yâda marangoz olmak istemesi gibi, yalnýz ama yalnýzca romancý olmak istiyordu. Ýþte o kadar! Öyle ya, her mimar, doktor ya da marangoz olmak isteyen bir insan, baþarýlý olmuyordu ya... Bir kez de o deneseydi, ne çýkardý ki? Baþaramasa da gam yemeyeceðinden emindi. Bunun bir okulu da yoktu ki gidip okusundu. "Romancý üniversitesi, fakültesi" vardý da, gitmemiþimiydi ki sanki! Diyor, diyordu da… Ama gel gelelim bir türlü nereden baþlayacaðýný bilemiyor ve baþlamýyordu yazmaya. Öyle bir roman yazmalýydý ki, takdir ettiði yazarlarýn çýtasýnýn altýna düþmemeliydi. “E kardeþim, sen de in olmadan cin olmaya kalkýþýyorsun,” derlerdi adama. “Sen, hem yazmaya yeltenme, hem de ustalarýn çýtasýnda bir roman yazmayý hayal et! Olur mu hiç?” “Deli,” derlerdi adama. “Sen kimsin ki, boy ölçüþeceksin onlarla?”

Nerdeyse okuduðu herþeyden sýkýlmýþtý artýk. Neden tüm bunlar “insanlýðýn hali ne olacak? Saða sola yardým edelim, komþumuzla iyi geçinelim, paradan puldan nefret edelim… Baþarý deðil duygu önemli, akýl her yeri kapladý kalplerimizde yer kalmadý…” gibi fikirlerle doluydu ki sanki? Aklý inkâr eden, duygularý yücelten, dahasý duygularý akýldan baðýmsýz gören, birbirinden çirkin fikir ve kahramanlarla dolu idi, bu öykü, roman ve filmler… Hepsinin de ortak konusu, insan hayatýna; ya siyasi otorite ya da devletin müdahale etmesine dayalýydý. Neden, ideolojiler, özellikle devletçi ideolojiler "insanlarýn mutlu edilmesi gerektiði" fikirleriyle sarmalanmýþtý ki? Ýnsanlarý mutlu etme adýna yola çýkan bu ideolojileri destekleyen bütün filozof ve devlet adamlarý, neden insanlýðýn felaketi olmuþlardý ki o zaman? Neden filmlerdeki oðlan, kýzý kurtarýp sonra bir aðacýn altýnda düzerdi? Neden, en çok kurtardýklarýný düzerdi ki insanlar? O yüzden “Tanrý bizi, önce kurtarýcýlardan korumalý!” diye düþünürdü. Kahramanlardan nefret eden, hayatýnýn kahramaný olamamýþ insan… Düþünme zahmetine bile katlanamayan; baþarma ve yaratma isteði olmayan bir insan, neden nefret ederdi ki baþaranlardan? Kollektivistlerin amacý da yeteneði geliþtirmek deðil köreltmek ve eþitlik dedikleri de bu deðil miydi zaten? "Eþitlik" kavramý berrak bir þekilde nasýl tariflenebilirdi? Eþitlik, özgürlüðün en büyük düþmaný mýydý? Evrende herkes eþit olabilir miydi? Keþke herkes eþit olabilseydi! Her açýdan herkesin eþit olduðu, gösteriþsiz, basit ve özgür bir yaþamdan daha güzel bir þey olamazdý elbette. Bu çok güzel bir hayaldi, ama özgürlük, eþitlikten daha önemliydi. Çünkü bireysel özgürlüklerle kaynaþamýyordu devletçilik. Çünkü eþitliði gerçekleþtirme giriþimleri özgürlüðü tehlikeye düþürüyor ve özgürlüðün yitirilmesi halinde, özgür olamayanlar arasýnda bile eþitlik saðlanamýyordu. Belirli bir ýrkýn veya toplumsal bir sýnýfýn, kendi tarihsel misyonuna olan inancý; bu yüzyýlýn en yýkýcý safsatasý deðil miydi? Milyonlarca masum insan, böylesi inançlarýn kurbaný olmamýþlar mýydý? Geleceðin dünyasýný, bugünkü eylemlerimizden baþka bir þey yaratmýyordu. Herkes, sorumluluklarýný daha yakýndan tanýmalý ve tetikte olmalýydý. Eleþtirel akýlcýlýk, bireylerin ve ülkelerin saygýnlýk ve barýþ içinde bir arada yaþamalarýnýn ön þartý olmalýydý. “Kabile kültürünün devamý iþte bu” diyerek, “Bizden olan iyi yalnýzca!” diyenleri de eleþtirirdi Romancý.

Onun kahramanlarý...Hayat karþýsýnda ayakta duramamýþ insanlar deðil, dimdik ayakta kalmýþ insanlar... Kalbi kýrýklar deðil, ayakta durup kendi vizyonunu yaratmýþlar.... Dünyayla baþ etmeyi baþarmýþ, dünyaya kafa tutmuþ, ailesine bakan, dimdik insanlar ... Düþmüþ insanlar, beceriksiz futbolcular, yaþam küskünleri deðil, baþarýlý öðretmen, þarkýcý, yönetmen bankacýlar...Varsayýlan ahlaki deðerlerle deðil; ahlaki deðerlerin insan karakterini biçimlendirmede sahip olduðu kudretlerle ilgilenenen, inandýrýcý ve erdemli…Ýrade kavramýný reddedip, insanýn kendi kontrolu dýþýndaki kuvvetlerce belirlenen çaresiz bir yaratýk olduðu safsatasýna isyan eden… Bilincinin menzili, hem benzini, hem de bujisi ve görevi, onu ateþlemek ve hiç durmadan çalýþmasýný saðlayan…Yaþam problemleri karþýsýnda derin bir nefes almayý bile, görkemli bir hayat görünümü olarak sunabilen…Seçim yaparken bile, deðerlerinden veya ahlaki sorumluluktan kaçmayan...Ýnsanlar olmalýydý!

Ýnsan en iyi ve en yüksek potansiyelini, kendi bireysel seçimlerine göre deðiþtirmeyi becerip uygulayabilmeli ve mevcudiyeti yüceltip hayatý yaþanabilir kýlabilmliydi…Þikâyet etmeden, aðlamadan, kendi mutluluðunun peþinde koþanlar deðil miydi asýl, dünyayý yaþanasý kýlanlar? Onlardan nefret edenleri, onlarý kýskananlarý, hatta öldürmek isteyenleri, deþifre etmeliydi romaný. Ýnsanlýðýn, mutluluðu arama hakkýný günah ve suç sayanlara takmýþtý kafasýný bir kere.

Onun romaný…Bilinç ve mevcudiyeti…Ýnsanýn psikolojik ve fiziki eylemini… Ýnsanýn kendi karakterini oluþturmasý iþi ve fiziki dünyada yapacaðý faaliyetlerin çizgisini….Ýnsanýn en yüksek potansiyellerine hayranlýk besleyebilme duygusallýðýný.. Kendisini bir model olarak alma zevkini…Deðerlerle motive edilen ve deðerlerin egemen olduðu ahlaki bir hayat hissinin; insanlarýn seçimlerinin pratiðe geçirmesinin sonucu etkin olduðunu ve bunun hayati bir önem taþýdýðýný... Hayattan daha büyük, asli terimlerle yapýlmýþ soyut tasarýmlarýn olamayacaðýný...Günlük hayatýn rastgele teferruatýyla deðil, insan mevcudiyetinin; ezeli ve ebedi, temel, evrensel mesele ve deðerlerini temel alan bir roman olmalýydý!

Fotoðraf çeker gibi mevcudiyeti kaydetmek deðil, yaratýp tasarlamaktý önemli olan. Aristo'nun sözleriyle “Olagelen þeylerle deðil, olabilecek, olmasý gereken deðerler öncelik” taþýmalýydý. Bayatlamýþ ahlak formülleri yavanca tekrarlamamalý ve deðerlerini ýskalamamalýydý insan. Deðer ve yargýlar, duygularýmýzýn kaynaðý ve akýl, bir irade yeteneði deðilmiydi? Ýrade sahibi, aklý baþýnda bir canlý, deðerlerini seçip, bunlarý kazanýp elde tutmak için davranabilir; bunun için, amaçlarýný ortaya koyup, onlara eriþmek için, amaçlý bir faaliyete giriþebilirdi.

Roman kurgusu, tarihi deðil, felsefi bir önem taþýmalýydý. Çünkü tarih, þeyleri olduðu gibi sunar; oysa onun kurgusu, þeyleri, olmasý mümkün ve olmasý gereken bir tazda olmalýydý. Ýnsaný, realitede yapmak zorunda kalacaðý mücadeleler için eðitip teçhizatlandýrmamalý ve ahlaki deðerlerle baðlantýsýz olarak, yapýlmýþ hiçbir faaliyete yer verilmemeliydi. Kurgusunu þekillendirip belirleyen ve motive eden þeyler; kaharamanlarýnýn sahip olduðu deðerler veya bu deðerlere ihanet ve spritüel amaçlar peþinde yaptýklarý mücadele, deðer ve çatýþmalar olmalý ve temalarý, insan mevcudiyetinin temel, evrensel, ezeli ve ebedi konularý olmalýydý. Kurgusu; duygu, içgüdü ve iradenin akla olan üstünlüðünü savunan aleni mistikleri ifþa edebilmeli ve baþ düþman tahripçisi, altrüist ahlak olmalýydý! Salt ‘kendini feda’ ahlaký, kendisini tahrip hali dýþýnda, hayata geçirilemezdi çünkü. Bu yüzden, altrüist ahlak anlayýþýna sahip kahramanlar, insanýn yeryüzünde yaþayacaðý hayatýn terimlerinde inandýrýcý bir hikaye içinde projekte veya dramatize edilemez; deðer ve erdem kriteri olarak altrüizm alýndýðýnda, insanýn olabileceði ve olmasý gereken halini verebilecek bir imajýn yaratýlmasý imkansýzdý. Karakterizasyon, varolan tek belirli öge olmamalý ve içerik, onun zevkine uygun olarak, þekli belirsiz bir anlatým ve olaylar "kurulmamýþ" amaçsýz bir biçimde sunulmamalýydý. Kendisince yaratýlmalý; insanlara hiçbir sadakat borcu olmamalý; sadece insana, sadece realitenin metafiziken verili tabiatýna ve sadece kendi deðerlerine sadakati yansýtmalýydý. Ahlaki kurallarý, açýk didaktik bir mesaj gibi deðil; ahlaki bir idealin somutlaþtýrýlmýþ soyutlamasý olarak sunabilmeliydi… Akýlcý ve insani bir ahlaký tanýmlayýp, realist romantik bir hayatý canlandýrabilmeliydi romaný.

Dünyaya kýsýk gözleriyle keskince bakan, baþ belasý bir anarþistti yaþlý adam. Hayatýnýn anlamsýz olduðunu hissedip, yaþama gücünü kaybettiði o eski günleri anýmsayarak “O da anarþistlik miydi sanki?” diye alalade dalga geçip gülerdi kendisine.. Gür, siyah saçlarýnýn altýndan masumca ve zekâ dolu bakan, yeþile çalan ela gözleri ve çýkýk elmacýk kemikleri ile uyumlu eðikçe bir burnu vardý. Kalýn dudaklarý, gülümser gibi bakardý hep. Uzun ince bedenini kamburlaþtýrýp, baþýný avuçlarýnýn içine gömerek, öylece düþünürken; lacivert blucini ve sarý tiþörtüyle, yakýþýklý bir düþünen adam heykeli profili çizerdi...Kuantum fiziði icat olalý, bilime de inancý kalmamýþtý o zamanlar. Aðlamak istiyor, aðlayamýyordu. Konuþmak istiyor, konuþamýyordu. Baðýrmak istiyor, baðýramýyordu…

“Düþün düþün, boktur iþin, boþver artýk.” diyenlerden býkmýþ usanmýþ, “Yaþamýn bir anlamý olmalý mutlaka” diye umuyordu. Evet, evet… Ýþte o, bu sýrrý çözmeli, hayatýn anlamýný keþfe çýkmalýydý! Ne derseniz deyin, o yazarsa ancak böyle bir roman yazmalýydý. Aþaðýsý kurtarmazdý onu. Hatta yazacaðý roman, ilk önce, kendi standartlarýna ulaþmalý, ‘Atlas Silkindi’yi bile sollamalý ve onu bile silkip silkelemeliydi! Ýçten bir roman yazmak, kolay deðildi elbette. Kendini yargýlarken bile tarafsýz olabilmeli, kendisini aldatmayan bir dürüstlük ve cesarete sahip bir üslupla yazabilmeliydi. Roman kahramanlarýnýn; göz kulak burun, boy post gibi fiziksel gerçekliklerinin, çýktýðý keþif yolundan kopuk bir þekilde betimlenmesine hiç mi hiç gerek yoktu. Çünkü bedenin, gerçek hayatla bir baðlantýsý yoktu; vardýysa bile, hakikat, insan beyni ve yüreðine odaklanmalýydý!

Kurtulmak istediði iþkence dolu bir rüya ve keþfettiðini sandýðý bir þeyler vardý aklýnda Romancý' nýn. Bunlardan kurtulmak ve huzurlu olmak için, mutlaka yazýp bitirmeliydi romanýný. Baþarýya, þöhrete ya da zengin olmaya aldýracak zamaný yoktu. Onun amacý, boþ konuþan bir edebiyatçý deðil, bir romancý olmaktý. Ne toplum ne de eleþtirmenler umurundaydý. Önemli olan onun tatmin olmasýydý! Yapýtýný bitirmek için, tuðlalarý teker teker dizen bir duvarcý ustasý gibi, ,art arda dizebilmeliydi kelimeleri. Ýþin aslý, kullanacaðý tüm malzemenin beyninde hazýr oluþundaydý. Ama hala dizeceði duvara yerleþtireceði ilk kelimeyi, bir türlü bulamýyordu. Ýþte o kelimeyi bir bulsa, bitecekti romaný! Henüz yazmaya nereden baþlayacaðýna dahi karar veremediði bir romanýn büyüsü altýna girmiþti içten içe. Okuduðu kitaplar, sevdiði eski dostlarla görüþür gibi sürekli geri dönüp okuduðu romanlardý. Bazýlarýnýn Ýncil’i okumalarý gibi o da her yýl Atlas Silkindi’yi okurdu. Sonra Çerniþevski, Hugo, Balzac, Hemingway, Gorki, Tolstoy, Çetin Altan, Sabahattin Ali ve Vedat Türkali’yi arada bir okur ve þairlerden, Nazým Hikmet, Mehmet Akif ve Ahmet Arif’i severdi. O kadar çok yeniden okumuþtu ki artýk onlarý baþtan sona okumaz; yalnýzca bir sahnesine ya da içlerindeki bir karaktere bakar, týpký bir arkadaþýyla birkaç dakikalýðýna sohbet ediyormuþ gibi olurdu. En sevdiði roman kahramanlarý, kendini sevip sayan, kendisi ile gurur duyan ve güvenilir bir karaktere sahip olan, Vera, Kira, Howord Rock ve John Galt’tý. Ebette ki, Tommiks, Konyakçý, Çelik Bilek, Rodi, Karaoðlan ve Ret Kit gibi çizgi roman kahramanlarýný da unutamazdý! Besbelli ki, mütevazýlýk sýnýrlarýna yabancý, kendini beðenmiþ bencilin teki, bir roman Don Kiþot’uydu. Bu nasýl bir kendini beðenmiþlikti ki, taparcasýna sevdiði yazarlarýn romanlarýyla bile boy ölçüþmeye kalkýþýyordu? Ya hep ya hiç yani! Ama gelinde ona anlatýn siz bunlarý…

“Hiç de deðil, yazdýðým roman onlardan aþaðý kalýrsa ne anlamý kalýr? Öyle olacaksa, hiç yazmam daha iyi.” derdi.

Sefalet, acý ve ölümü deðil, sevinci ve yeþeren ümitleri, yani yaþamýn kaçýnýlmaz kýldýðý var oluþun ta kendisini anlatmalýydý o. Bunu göremeyenlerin sahte mutsuzluðunu deðil, mutluluðun resmini çizmeliydi romaný, körlerin yaþama ettikleri ihaneti deðil. Dostluðu tariflemeliydi, örneðin zindanda bile gülmeyi beceren birisi olmalýydý onun kahramaný.

“Bencillik ha,” der ve eklerdi:

— Toplumculuk, savaþlarýnýz, jenositleriniz ve soygunlarýnýzsa eðer, bireyi topluma feda etmekse, elbette sapýna kadar bencilim ben!

Bahçesinde çýrýlçýplak uzanmýþ, sanki üstüne kapanmasýný bekliyordu otlarýn. Ne zaman bir rüzgâr çýksa, rüzgâra inat, uçmak geliyordu içinden. Denizin tam ortasýna uzayan bir ovaya gidiyordu sanki… Ah, sallanýrken nasýl da kýrbaçlýyor, havaya savuruyordu saçlarýný rüzgâr… Ýçinde pislenen bir devlet, baðýrdýkça etinden kopan bir þey vardý. Sonra baþka yiten ne var diye göðe bakýyor, yazdýðý romanda, var oluþun izlerini görür gibi oluyordu. Etini kanatýp, üstüne yattýðý toprakta, sanki sadece kýrbacý vardý hayatýn. Oysa tüm karelerini hissediyordu yaþamýn; öyleyse ucundan çekiyordu ki yaþamý, artýk yaþamasa da olur muydu ne? Bir zamanlar da, aynen bu sertlikte yansýmýþtý güneþleri… Beton sertliðinde düzleþen; dillendikçe kýsalan, iþlevsiz etinin, boþluðunu kime anlatsýndý ki? Dibi çürümüþ, yosun tutmuþ bir okyanus gibi, içinde pislenen devleti çýkarmaya, yetmiyordu dili. Yazma tutkusu neyin telafisi, bilemiyordu. Ýçini deþtikçe, tedavi oluyor gibiydi. Bir çeþit terapi miydi neydi bu? Dilinin ucuna gelen kelimeleri, kendini yok edercesine yazýyor, fiziksel ve ruhsal olarak, boþaldýðýný ve yeniden dolduðunu hissediyordu. Hayatla hesaplaþmalý, harfler kelimelere, kelimeler ete kemiðe bürünmeliydi romanýnda. Pislendiði o devleti ifþa etmeliydiler. Yaþamý, ölümü, sonsuzluðu, aþký mutluluðu sorup sorgulamalý, cevapsýz kalýnca gene sormalýydý, kendi devletiyle konuþur gibi olmalýydý yazarken. Yazýp çizerek bedene getirdiði fikirleriyle deðerlendirilmeliydi insan. Belki de salt buydu amacý… Deðerlendirilmek… Kendi devletiyle konuþmayan, geçmiþten geleceðe nasýl köprü olabilirdi? Putlarý kýrmadan, duvarlarý yýkmadan, zincirleri parçalamadan… Akýl dolu bir mýzrak atmalýydý tüm engellere. Bir çeþit filozofluða mý soyunuyordu ne? Neyse neydi! Varsa yoksa romanýydý artýk. Delicesine yazýyor, dönüp dönüp okuyor, okutuyordu. Hastalýklý bir þeydi bu. Yetenekli olup olmamasý umurunda bile deðildi.. Zaten bir sakatlýðý olmasaydý, neden yazsýndý ki? Kokladýðý tuzlu suyun iyotu, hem bir hastalýk hem de bir zehir taþýmýyor muydu? Ancak yazdýkça, iyotu, onu zehirleyenden ayýracaktý çünkü zaten kendini yalnýz hissetmiyor ve soyunduðu düþünme zahmetiyle coþuyor, mutlu oluyordu.Yalnýzlýk, yalnýz olmayana zordu galiba, yalnýza deðil! Bu nedenle romaný, ikircikli, mistik ve sözde aydýn papazlarýn ipliðini pazara çýkarmalýydý mutlaka. Þeytan ayrýntýlarda gizli, derler. Belki de içinde yaþadýðý ama bir türlü dahil olamadýðýný hissettiði hayatýn dýþýna çýkýp, kendisi için "alternatif bir hayat" yaratmaya çalýþýyordu, gömülüp kaldýðý romanlarda. Ya da yaþadýðý dünyayý tanýmak, hayal kurmak veya kendi hayatýna yön vermek konusunda taþýdýðý umut ve umutsuzluklardan bir kaçýþtý romancýlýða soyunmak. Kim bilir, belki de, deðiþtiremediði þeylerle burun buruna yaþayýp depresyonu boylamaktansa, kaçmayý seçmek, daha akýllýca bir çözüm olabilirdi. Belki de gelecekte, gerçeði deðiþtirmek için daha fazla hayal kurmaya ihtiyacý olduðunun veya hayallerini gerçekleþtirmek için realiteyle daha çok ilgilenmesi gerektiðinin farkýna varmýþtý!

3

Romancý olmak sevdasý dýþýnda, Akdeniz kýyýsýnda bir balýkçý köyü olan Bozburun’a yerleþmiþ, huzur içinde, aþkýný yaþýyordu. Daðlarýn arasýndan sarkýveren bir yeþillikten ulaþýlan, lacivert bir koyda idi bu köy. Ýlk bakýþta, Hollywood filmlerinde korsan gemilerinin, Ýngiliz donanmasýndan kaçmak için saklandýðý ýssýz adalardaki koylarý andýran bir yerdi burasý. Tarihi, Umar’a göre, M.Ö. 2000 yýlýna kadar uzanýyordu. Eskiden, burada yaþayanlar, bu yöreyi Larymna, insanlarýný da “Kum halký” diye adlandýrlarmýþ. Köy, Bozburun Körfezi’nin iç ucunda ve hemen yaný baþýndaki derenin taþýdýðý alüvyonlarla oluþmuþ geniþçe bir kumsaldaydý. “Poseidonion” diye de anýlan kentin çevresinin, kale ve mezar kalýntýlarý ile dolu olduðu bilinirdi. Yerel halkýn “Kale” dediði tepenin, denize bakan yamacýnda, surlarýn ve dikdörtgen planlý burçlarýn Leleg türü duvarlarý, kykop iþçiliði örgüsüyle, olaðanüstü güçlü yapýldýðýndan olmalý, hayli etkileyici denebilecek bazý sur bölümleri kadar, tepelerin arasýnda sýkýþmýþ müthiþ güzellikte bir koya da sahipti. Sanki Ýstanbul’da Boðaziçi’ndeymiþçesine hissederdi insan kendisini burada. Büyük þehir insanýnýn en çok özlediði þeylerin hepsi sanki burada toplanmýþtý. Sükûnet, deniz, kum, güneþ, ýlýk hava, doða, sýcak insan iliþkileri, saðlýklý ve güzel yemekler... Ama belki de en önemlisi huzur ve dinginlik.Ýþte bu þirin ve güzelim köyde, Romancý, denizin kýyýsýnda saatlerce dalgalarýn sesini dinler, arada ufak sandalý ile balýða çýkar, yüzer yüzerdi. Emekli maaþý ile kýt kanaat yaþar, hak etmediði þeyler peþinde koþmazdý asla.

Bozburun’da komþularýnca çok sevilir ve herkes, onun orada yaþýyor olmasýndan gurur duyardý. Kurallara uymayan bir serseri olarak algýlanmaktan hoþlanan, haylaz bir çocuk gibiydi burada. Bu yüzden “parti, cemaat, sendika, dernek ve sair” üyesi olarak tanýnmaktansa, bencil bir romancý olarak bilinmeyi tercih etmiþti. Roman yazacak bir yetenekten yoksun bile olsa, yaþamýný bir romancý diliyle anlatmalýydý. Yazacaðý roman, deniz, gitar ve aþký yetiyor da artýyordu bile ona. Çok renkli simalar vardý köyde. Fakat, Romancý için varsa yoksa beþ deðerli kiþi vardý: Alkolik Ömer, Yüce Majeste, Borsacý Ýlker, Politik Ýhsan ve de Balýkçý Alaadin. Hepsi de büyük þehrin kalabalýðýndan kaçarcasýna, gelip yerleþmiþti Bozburun’a. Romancý anarþi, Ömer alkol, Ýlker kumar, Ýhsan yanlýþ teori, Aladdin varoþlarýn bataklýðýnda kaybolmanýn eþiðinden dönmüþ, yine de kaderin eline teslim olmamýþ ve iradesini kullanarak mücadele etmiþti. Bunlardan yalnýzca Yüce Majeste, bataklýklardan korunma yollarýný çoktan keþfetmiþti de gelmiþti zaten... Ahlaki deðerlerinden hiç bir fedakarlýk yapmayan, öyle her gün karþýmýza çýkabilecek tipler deðildi hiçbirisi. Ýnsan denen yaratýðýn olabileceði ve olmasý gerektiði halin resmini bulup çizmekti sanki hepsinin amacý. ‘Mahþerin altý atlýsý’ adýný takmýþtý köy halký onlara. Sabahlara dek sohbet etmeye, tartýþmaya doyamazdý bu altýlý. Beyinsel bir iletiþim vardý aralarýnda. Derya kuzularý idi bunlar yahu, nasýl da buluvermiþlerdi birbirlerini! Evreni boykot eden altý kiþilik bir dünyada yaþýyor gibiydiler. Þairin dediði gibi: “Bir aðaç gibi tek ve hür.Ve bir orman gibi kardeþçesine.”

Mimardý ama soranlara, ‘Romancý olmaya çalýsýyorum’ derdi, Romancý! Adamýn birisi sormuþtu bir gün:

— E baba bu yaþa kadar yazamadýysan, daha ne çabalýyorsun?

Ana avrat küfredip, kapý dýþarý koyuvermiþti adamý! O günü hatýrladýkça baþlardý kalaya yeniden “Anasýný sinkaf ettiðimin çocuðu, sana ne?” diye. En sakat felsefe, amaçsýzlýktý onun için. Amaçsýz bir insana selam dahi vermez, konuþmazdý. Yaþamýn bir amacý olmalýydý mutlaka. Ve de onun tek amacý romancý olmaktý. Ýþte o kadar. Roman yazmak, içinde günden güne daha fazla büyüyor, bu istek ve þevk ile gittiði her yer, her ortam ve her mekânda, yazacaðý romandan bahsediyordu. Olayý duyan çocuklar, birgün koro halinde: “Romancý, romancý… Hani nerde, senin romanýn?” diye tiye bile almýþlardý onu. Kýzmamýþtý hiç, aksine “Daha roman moman yazmadan romancýya çýkmýþ adýmýz… Haberimiz bile yok yahu!” diye basmýþtý kahkahayý. ”Deli galiba bu adam,” diyerek çil yavrusu gibi daðýlývermiþlerdi veletler. Kýsacýsý, dost düþman tüm ahali, artýk ona ‘Romancý’ adýný takmýþ, o da bunu benimsemiþti artýk. Hatta yazmaktan umudunu kestiði zamanlarda, “Adýmýz, roman filan yazmadan romancýya çýktý ya, bu da yeter bize.” diye keyiflenirdi bile.

Yirmili yaþlarý Selimiye askeri kýþlasýnda, otuzlu yaþlarý alkol ve seks bataðýnda, kýrklý yaþlarý borsa ve parasýzlýk içinde geçmiþti. Hepsinden de, denize batýp çýkan bir karabatak gibi yýrtmýþ dimdik ayaða kalkmayý baþarmýþtý. Bir teki hariç, yalnýzlýk… Onu da, ellili yaþlarda çözmüþ, nihayet huzurlu bir yaþamý yakalamýþtý. Hem de nasýl! Üstelik 58’inde kavuþmuþtu, hem kendisini hem de onu seven bir kadýna. Böylesi de dostlar baþýna idi… Þanslý adamdý velhasýl…

“Hayatým roman, hangi birini yazsam best-seller olur.” der ve sýrýtýrdý otuziki diþi tekmili birden. Ama bildiðimiz gibi, nereden baþlayacaðýna bir türlü karar veremese de, yaþamýný roman konusu yapmayý da yediremezdi kendisine. “Kendi kendini mi öveceksin, roman yazmak yerine?” derdi.

Bir gün mahpusluktan, bir gün alkolik borsacýlýktan, öteki gün aþktan giriyordu konuya. Onlarca sayfa yazýyor yazýyordu. Sonra okuyup, yýrtýp atýyordu tüm sayfalarý. Önünde beyaz bir kâðýt beklediði bile oluyordu haftalarca. Bazen, tek kelime yazmaz, yazamaz ve düþünür, düþünür, düþünürdü. Ama bir gün mutlaka, ama mutlaka bulup yazacaktý anahtar konuyu. Ýþte bundan, yüzde bin beþ yüz emindi. Emindi, ama bu ara, yaþ da kemale ermiþ, altmýþýna merdiven dayamýþtý.

— Yazmadan ölürsem gözüm açýk gideceðim! Ama boktan bir roman olacaðýna, varsýn boþ kalsýn sayfalarým…

Ýletiþim kuramadýðý bir toplumda, sanal bir roman âleminde yaþýyordu. Bu durum ona “ Þizofrenik miyim ben, nedir?” sorusunu da sordurmuyor deðildi. Üç beþ tecavüzcü katille bir odaya hapsedildiðini ve adamlarýn, þeyleri elinde, etrafýnda dört döndüðünü düþündü bir an… “Ne kadar dayanabilirimdim acaba, kýçýmý kollamaya? Yada vahþi bir hayvanla kapatýlsaydým ayný yere, ne fark ederdi?” diye düþündü.

Belki çok uç iki örnekti bu, ama çaðýmýzýn en tehlikeli hastalýðý deðil miydi iletiþimsizlik? Romancý’nýn iletiþim kurmayý baþardýðý mahþerin altý atlýsýnýn dostluðu, bir efsane gibiydi Bozburun’da. Onlarýn sohbetini dinlemeye can atardý herkes, ama özellikle de gençler. Hele sohbet bir tartýþmaya dönüþmeye görsün, köyün yabancýlarý, hemen kanlý býçaklý bir kavga çýktý sanýrlardý. Haksýz da deðillerdi hani. Baðýrmalar, çaðýrmalar, küfürler bini bin para… Altýsý da kolay pes etmez, Hacivat’la Karagözü de aratmazlardý laf aramýzda. Sonunda bitap düþüp, koyuverirlerdi kendilerini mavilerin derinliðine. Deniz hepsi için vazgeçilmez bir sevgili idi. Hele ýzgarada et balýk piþirmek, bir yaþam biçimiydi onlar için. Romancýnýn karýsý kýskanmýyor deðildi hani onlarýn bu sevdasýný. “Aþk olsun Romancý,” diye takýlýrdý bazen karýsý, “sen onlarý görünce unutuyosun vallahi beni bile!” Aslýnda, o da çok mutluydu, onlarýn yakaladýðý bu dostluktan. Çoðu kez hepsi birlikte de yer, içer, sohbet eder, þarkýlar söylerlerdi. Altý dost da bilirdi birbirlerinin hayatýný, duygularýný, amaçlarýný, günbegün yaþamýþçasýna tüm detaylarý ile. Nasýl bilmesinler di ki? Günler boyunca anlatýr anlatýrlardý hayat hikâyelerini. Bu nedenle roman yazma konusunda onu teþvik edip destek olurlardý Romancýya. Akdenizin masmavi, bu sakin koyunda, Bozburun Köy’ünde, onlarý sevmeyen, hayran olmayan yoktu iþte.

Þöyle sessiz ve sakin bir ortamda rahatça gerinmek için, herkesin kaçývereceði bir yerdi burasý. Deniz kýyýsýnda, maviliðe doðru, þöylece tek baþýna yürümekten alamadý kendini. Portakal, mandalina, çam ve çýnar aðaçlarýnýn sarýmsý yapraklarýyla dolu bu tenha deniz kýyýsýnda yürümek ne hoþtu… Politik þablonlarýn yapay gümbürtülerinden uzak, Bozburun doðasýnýn sakinleþip, kaybolmakta olan güneþinin kýzýllýðýnda, Ahmet Arif’in mýsralarý dokunur gibi oldu yüzüne:

Haberin var mý taþ duvar?
Demir kapý, kör pencere,
Yastýðým, ranzam, zincirim,
Uðrunda ölümlere gidip geldiðim,
Zulamdaki mahzun resim…

Bozburun koyu, yalnýzlýk, kimsesizlik ve çaresizliðe meydan okurcasýna, mavilikler içinde uzayýp gidiyor, kýyýsýnda avlanan bir dizi martýyla, örtüsünün altýda yüzen eti çekinmeden paylaþýyordu. Ne kadar da güzeldi masmavi, uzun bacaklarý; inceliðinin tadýna bakmaya doyulmuyordu. Martýlarýn kaçýrdýðý balýklarda, eti göðe yayýlýyor, sanki þairin dediði gibi güneþi bu sefer hakkaten zapt ediyordu. Nedense, evrensel edebiyatýn kilit taþlarýndan Tolstoy ile Çerniþevski takýlývermiþti aklýna. Ahmet Arif'in bu güzel mýsralarý, alýp götürüvermiþti yine onu Selimiye'deki hücresine. Her ikisini de onlarca kez okumuþtu orada. Çerniþevski, kendisini ve baþkalarýný aldatmayan, “bilinçli bencil” yeni insanlarý, Tolstoy ise, birbirini aldatan, metres tutan “bilinçsiz bencil”lerle dolu bir statükoyu savunuyordu. Sonuçta Tolstoy, bunalýmdan bunalýma düþüp, köylü giysileri içinde yoksul bir mujik gibi yaþamýþ; Çerniþevski ise, çar karþýtý olduðundan, hapis ve sürgünlere mahkum olmuþ ancak balýðý ve yaþamý gizlemeye çalýþan örtüleri ne pahasýna olursa olsun ifþa etmekten kaçýnmamýþtý. Bu iki ünlü romaný yazarý da, nereden gelmiþti aklýna? Herkez Tolstoy’u tanýr da, neden Çerniþevski’yi tanýmazdý ki? Bunun balýklarla ne alakasý vardý ki þimdi?

Bu güzel yürüyüþten eve döndüðünde, tüm dostlarý karþýlamýþtý onu. Eþi, þömineyi yakmýþ, miniskül amerikanbarýn üstüne de, yeþil yapraklarýyla bir sepet mandalina ve greyfurt koymuþtu. Politikadan soyutlanmýþ kahkahalý bir sohbet, geceyarýsýný aþýp gitmiþti. Ertesi gün, Alkolik Ömer’in teknesinde buluþup, ýzgara partisi yapmaya karar verdiler. Bozburun koyu, masmavi uzanmakta, bir ucunda örtüsünü tutan Çerniþevski, altýnda da Tolstoy’un bacaklarý vardý sanki… Bu güzel motifi, romanýnda kullanmalýydý iþte. Tolstoy’u yiyen martýlar ve buna çanak tutan bir Çerniþevski. Ýþte aynen o çanak gibi olmalýydý yazacaðý roman da, insana hayatý yediren.

Alkolik Ömer’in teknesinde, haftanýn en az iki üç günü yaptýklarý ýzgara partileri, dillere destan olmuþtu artýk. Tanrým, bunca ortak zevki paylaþan daha kaç insan olabilirdi acaba bu koca dünyada? Aslýnda bu, bir ýzgara partisi deðil, bir düðün, bir sevgi þöleni, kutsal bir törendi onlar için! Tapýlaný, bu ucsuz bucaksýzlýða yayýlan kelimelerinden baþka birþey olmayan bir tören, balýklara atýlan kýrýntýlardan, martýnýn pislediði balýk kalýntýlarýndan. Ýþte bu döngüydü kelimelerini sarýp sarmalayan. Teknenin karpuz kýçýndaki ýzgaranýn yakýlýþýndan, söndürülüp temizleniþine; masanýn kurulmasýndan, mezelerin dizilip balýðýn piþirilmesine; meyve tatlý servisinden, okkalý kahveye ve sohbetten þarkýlara yapýlan tüm eylem, bir orkestrayý andýrýyordu sanki. Akortsuz bir tek alet bulmanýz mümkün deðildi. Bir þey hariçti elbette: sofrada rakýlar devrilirken, Alkolik Ömer’in meyve suyuna talim etmesi… Ama o da, bundan þikâyet etmezdi zaten. Hepsi de, Ömer’in bu irade gücüne saygý duyar, takdir eder ama içten içe duyduklarý suçluluk hissini de engelleyemezlerdi. Sabahlara dek süren bu olaðanüstü fikir alýþveriþine, hep de Balýkçý’nýn o olaðanüstü sesiyle söylediði þarký son noktayý koyardý.

— “ Boðaziçi þen gönüller ocaðý…Her bucaðý âþýklarýn otaðý… Yamaçlarý sanki cennetin baðý…”

Dalar giderdi hepsi de kendi geçmiþlerine… Martýlarýn denize daldýðý gibi… Ve þarkýlar þarkýlar þarkýlar… “Çoktan unutmaz, aklýmýzda kalmaz, hiç baðlanmaz ve terk edip gitmez” miydik? “Ah bu þarkýlarýn gözü kör” olmasaydý zaten; kendimizi yemeye ne gerek kalýrdý?

4

Köy kahvesinde oturmuþ, piposunu tüttürüyor, göbeðinin altýna doðru sarkan kravatýný, bir o yana bir bu yana çekiþtirip duruyordu þiþko adam. Bir put, taþdan bir heykeldi sanki. Uzaklarda, çok uzaklarda birþeyler arar gibiydi bakýþlarý. Saðýný solunu umursamadýðýný anlatýr bir hava içinde, kimseciklerin onu takmadýðýnýn farkýnda deðildi. En büyük benim dercesine, emirler yaðdýrýyordu garsona.

— Tazele oðlum þu çayý… Toparla bakayim masamý… Yap bana bir orta kahve... Hadi be yavrum, nerede kaldý benim sodam? Al koçum þu on lirayý, bir malbora alýver bana, üstü sende kalsýn…

Bir ara karþý masada, çoluk çocuk oturan gruptan yayýlan kahkahalara takýldý kulaðý. Sekiz dokuz kiþiydiler, her kafadan bir ses çýkýyor, gülüþüp eðleniyorlardý. Birden teknede gördüðü yaþlý adamý farketti oturanlar arasýnda. Teknede kendisine ukalalýk yapan hýyarto deðil miydi o? Kesin ‘gominist’ idi bu pezevenk… Bir yerlerden hatýrlýyor gibiydi bu ipneyi zaten. Avýnýn kokusunu almýþ bir köpekten farký yoktu. Emekli sayamýyordu bir türlü kendisini. Bir çeþit alýþkanlýk, bir çeþit þartlý refleksti bu! Onca, insan, iradesiz, tapýnmaktan ve boyun eðmekten baþka hiçbir alternatifi olmayan bir ‘þey’di. Öyle ya, irade, zorunlu olarak iyiye, þehvetse kötüye doðru giden birþeyden baþka ne olabilirdi ki? Günahýn kaynaðý, özgürlük ya da seçme özgürlüðünde deðil, þehvetin ta kendisiydi. Sahibinin sesi ve emirleriyle yaþayan, evcil bir bekçi köpeðiydi sanki. Hem av, hem bekçi… Sahibi olmasa, ona zaten anlamsýz gelen bu yaþamda, açlýktan ve soðuktan geberip gideceðini düþünürdü. Düþüncelerini besleyen tek cevher ve saplantýlarýnýn tek koruyucusu, þiddet, sefalet ve otoriteydi. Ýnanmak için düþünmez, tersine, düþünmek için inanýnýrdý. Avýnýn kokusunu almýþ bir köpek, asalak bir sürüngen ve bir engerek yýlaný gibi sinsice yanaþýp, kýrkyýllýk dostmuþçasýna oturuverdi Romancý' nýn yaný baþýna.

- Gel satranç oynalayým Romancý…

Romancý aldýrýþ bile etmiyor, hararetli hareretli bir konuyu tartýþýyordu masadakilerle. Bir ara, "Bu da kim yahu?" diye geçirerek içinden, yaný baþýndan gelen sese doðru döndü aniden. “Bu da nereden çýktý” der gibi anlamsýz anlamsýz bakarak,

- Kurallarýný bilir ve severim satrancý. Ama ne satrancý ne de diðer benzerlerini oynamam!

- Neden ki?

- Hepsi de, yaþam kurallarýna aykýrý da, ondan…

- Nasýl?

- Nasýl’ý var mý? Ýnsan bir piyon olamaz asla!

- …

- Altmýþ-dört kareli bir satranç tahtasý gibi korunaklý ve düzenli bir yer mi bu dünya? Bu kurallar insan tarafýndan keþfedilmek zorunda deðil mi? Ben atacaðý adýmlarý kurulu bir piyon olmayý tercih etmem ve de olamam asla…

- Satranç bir oyundur ve her oyunun kendi kurallarý vardýr!

“Evet yüzde yüz haklýsýnýz: Her oyunun bir kuralý vardýr. Fakat hayatýn tek kuralý: akýl ve gerçekliktir. Çünkü hayat bir oyun deðildir ve olamaz da! Kim doðrudan, kim yanlýþtan yana? Ýþte asýl konu sanýrým bu.” deyip masadaki sohpete döndü Romancý.

“Siz benim kim olduðumu biliyor musunuz?” diye diklenmek istedi bir an Þiþko Adam. Baþkaca verecek bir cevap da bulamayarak süt dökmüþ bir kedi gibi donup kalývermiþti. “Dur ulan hergele, ben senin yedi sülalenin resmini çýkartmaz mýyým…” diye düþünerek, yandan yana sürünürcesine kalkýp ayrýldý masadan. Kimin nesi, kimin fesiydi bu adamlar? Nasýl da bulurdu bunlar biri birilerini, hayret doðrusu! Neler konuþur, nasýl da gülüp eðlenirlerdi? Öyle ya, bu köyde kalacaksa, kendisini saðlama almalýydý.

Kimselerle paylaþamadýðý duygular içinde yalnýz, yapayalnýzlýðýn acýsý ile de burkuktu yüreði. Onlarý hasetle süzen sinsi, sarýmsý gözleri, karanlýk bir inanç perdesi ile kaplanmýþtý sanki. Ayakta kalabilmek için, kabilesine sýðýnan, ama acýktýðýnda kendi kabiledaþýný çið çið yiyen, yaþam düþmaný bir yamyamdan farksýzdý. Düþmanlý bir hayat, beslenme kaynaðý olmuþtu bir kere… “Komünist, irticacý ve bölücü tehlikesi” ona nefes aldýrýp palazlanmasýný saðlayan, tek ekmek kapýsýydý. “Düþman tehditlerine karþý” devleti, milleti, kimse koruyup kollayamazdý ondan baþka. Korunup kollanmasý gereken, onun eline verilen silah gücüydü oysa!
“Ýlkin bu yaþlý zibididen baþlamalý!” diye düþündü. Besbelli ki oydu bunlarýn çýbanbaþý ve kendisinin baþ düþmaný! Düþmansýz bir yaþam, dosthane bir sýðýnak olamazdý Þiþko’ya. Hedefini bulmuþ, aporta hazýr bir av köpeði gibi gerildi ve aldýðý bu kararla rahatladý. Ýþe koyulmuþtu bile… Yýllarýn verdiði tecrübeyle kafaya aldýðý garsondan, yaþlý adamýn adýný sanýný, cibini cibiliyetini öðrenivermiþti. Bizim Romancý deðil miydi bu! Hedefinin kokusunu almýþtý artýk. Sonrasý, çocuk oyuncaðýydý onun için. Elinden eksik etmediði, çok havalý, renkli kameralý ve pahalý olduðu belli olan cep telefonunu týk týkladý hemencecik…

— Saygýlar komutaným, nasýlsýnýz? Bir ricam olacak sizden efendim… Devlet düþmaný, þüpheli bir þahýs hakkýnda…

Romancý hakkýnda, garsondan aldýðý tüm bilgileri iletmiþti komutanýna.

“Saðolunuz varolunuz, sayýn komutaným!” diyerek, görevini yerine getirmiþliðin huzuru içinde kapattý telefonu.

Þiþko Adam, mahkeme önlerinde arzuhalcilik yaparken, aldýðý bir teklifle, insanlarýn hayatýný karartan eylemleri hiç düþünmeden uygulayan ruhsuz bir örgütün kuklasý oluvermiþti. En karýþýk dönemlerde bile kýþkýrtýcý bir ajan olarak, verilen görevleri baþarýyla bitirmiþti. Yazdýrýlanlarý yazar, söylenenleri söyler, yap denileni tereddütsüz yapardý. En aþaðýlýk iftiralarý yaymak, en acýmasýz eylemleri yapmak, çocuk oyuncaðýndan farksýzdý onun için, yeter ki saldýrýnýn hedefi emir buyrulsundu. Kendisini, üstlendiði bu iðrenç görevlerden utanýp sýkýlmadan “Ben, bana verilen emirleri yerine getirdim! Ne yapayým?” diyerek kolayca temize çýkarmýyor muydu?

Bazen de, beynindeki küflü önyargý, hamaset ve anlamsýz ezberler imdadýna yetiþiyor, rahatlatýyordu onu. Efendileri için caný feda olsundu. Hem o olmasa, kim koruyacaktý ki devleti, milleti? Böylesi sefil bir görevi de baþka türlü üstelenemezdi zaten. 60, 71 ve 80 cuntalarý öncesi, her taþýn altýnda parmaðý olmasý ile öðünürdü. Bir baþkasýna da anlatamazdý ya! Haysiyet, cesaret ve mertlik de neydi? Onca, önemli olan ‘görev aþký’ idi! Ne olursa olsun, görev! Ýnsanlarýn vurulmasý, iþsiz kalmasý, hayatlarýnýn savrulmasý ve bir devletin nasýl iþlediði umurunda bile deðildi. Aþaðýlýk bir komplonun piyonu deðil, resmen, þerefli bir devlet memuruydu o. Attýðý iftiralarýn, iþlediði cinayetlerin doðru mu yanlýþ mý olduðunu düþünmesine ne gerek vardý? Verilen emirleri gözü kapalý uygulamalýydý ki devleti güçlü olsundu. Baský, iþkence ve insanlara yapýlan kötülüklere karþý çýkan kim varsa haindi… O kadardý iþte! “Devleti ve ulusu ile gurur duyan, vatansever bir devlet memuruyum ben!” diye caka satar, ama nedense bazý sabahlar, aynadaki suratýna tükürmekten de alýkoyamazdý kendisini!

Altmýþ yýllýk yaþamýnda, güvenilir bir tek insana rastlamamýþ, saðlam bir dost bulamamýþtý. Bir çift laf edecek kimsesi yoktu. Ne konuþacaktý ki zaten bulsa... Millettin kýçýna nasýl cop soktuðunu mu? Cinsel organlarýna nasýl elektrik verdiðini mi? 24 Nisan’da Beyazýt Meydaný’nda onca gencin ölümüne neden olan bombayý nasýl büyük bir maharetle attýðýný mý? Ýþkenceci olmaya ne zaman karar verdiðini mi? Zaten akýl dýþý deðil miydi bu dünya? Vicdan sesi de neydi ki? Kýrk yýllýk karýsýna bile nasýl anlatabilirdi bunlarý? Eli kolu baðlý, savunmasýz insanlara saatlerce yaptýðý þiddet dolu iþkenceler ve kabadayýlýk, tüm ahlaki deðerlerini silip süpürmüþ, suyun kurak bir topraðý erozyona uðratýþý gibi hepsini alýp götürmüþtü zaten. Nedense kendini yargýlayýp eleþtirmek, en korktuðu þeydi yine de. Kendisine yabancýlaþmýþ ruhunu, körü körüne ezberlediði reçete ve içgüdüler bile tatmin etmiyor, yabancýlýðýnýn nedenlerini bir türlü haklý gösteremiyordu. Bir türlü sevemiyordu kendisini. Tam da bu nedenle, göðsünü gere gere yapýp ettiði, üretip yarattýðý iþleri anlatan insanlara tahammül edemiyordu iþte. Karþýlarýnda duyduðu zayýflýk, ahlaki bir iþkenceye dönüþmüþtü. Bu farkýndalýk halini beyninden kovmak istiyor, ancak ifade etmekten kaçýndýðý duygular, ruhunda ölümcül bir yalnýzlýk ve sessizliðe dönüþüyordu. Kendisini yargýlamaktan kaçabileceði bir yerler arýyor, ne var ki, gittiði her yere kafasýný da taþýmak zorunda olduðundan, böylesi saçma sapan duygulardan kaçýp uzaklaþmayý da beceremiyordu. Yapýp ettiði kötülükleri hazmedememenin dehþeti içinde sýðýndýðý bahane ve boþ vermiþlikler de köreltemiyordu ruhunu. Kendi kendisini gördüðü halde “kör,” iþittiði halde “saðýr” olduðuna inandýrmak akýlsýzlýðý içinde boðulup kalakalmýþtý. Asil ve doðru bir amacýn deðil, yanlýþ bir kötülüðün kurbaný olduðunu kabullenmek, aklýnýn ucundan dahi geçmiyordu. Baþarýlý insanlarý takdirden yoksun, insan erdemini inkâr eden duygular içinde, aklýnýn kapýlarýný “neden, niçin, nasýl” sorularýna kapatmaya mahkum kalmýþtý. Böylesi ahlaki bir vurdumduymazlýk ve aciz bir korkaklýk içinde felç olmuþtu iþte beyni; ancak patlayýp daðýlsa kurtulabilecekti kabýný sýkýþtýran kabýzlýðýndan sanki...

5

Ayaklarý çýplak yürüyordu sahilde Romancý. Nereye varsa, bir heykel gibi karþýsýna dikilip, “Sýfýrlara tapma, kendini baþkasý, baþkasýný kendin için kurban etme..” diye haykýrýyordu John Galt. Adam, bir roman kahramaný deðil, capcanlý birisiydi sanki! “Yaþanacak an yarýn deðil þimdi! Ýþte budur yaþamýn kuralý…” diye söylendi kendi kendine. Talan dolan, yalan soygun, sömürü kan, neyse neydi. Dünyanýn en iyi cerrahý bile olsa, kaç kiþiyi kurtarabilirdi sanki bir baþýna? Nehir olsa kolay, bir köprü yapýverirdi. Ama deðiþmesi ya da deðiþtirilmesi gereken tabiat deðil, insandý, toplumdu. Salt olan deðiþim deðil, deðiþimin yönü… Yaþamýn kaynaðý, aþkta meþkte deðil, aklý insani yönde çalýþtýrabilecek bir program olmalýydý mutlaka. Tercihlerini belirlemeyi baþaran, aklý baþýnda bir canlýya yakýþýrdý yaþam. Yaþam, bilinmeyenlerle dolu bir rastlantýlar denklemi olamazdý asla. Rastgele seçilmiþ, virüslü bir programla, bilgisayar bile çalýþmazdý, deðil ki akýl! Allanýp pullanarak gizlenemezdi bu gerçekler. Gözleri kapalý deðil, dört gözle dinlemeliydi evreni aklý baþýnda bir canlý! Façasýný indirmeli, foyasýný açýða çýkarmalýydý yaþamýn! Ýþte bu noktadan baþlamalýydý yazmaya. Ýpin ucunu bulmuþluðun ve bu iþi bitireceðinden emin olmanýn rahatlýðýyla, gözlerini kapayýp boylu boyunca uzanýverdi sýmsýcacýk kumlara.

— Selam Romancý Amca, nasýlsýnýz?

Hiç de yabancý gelmeyen bu peltekçe sese doðru açtý gözlerini. Teknede gördüðü gençlerden birisiydi bu. Çat kapý evine bir dost gelmiþcesine sevindi. Sýrtüstü kýmýldamadan gözleri yarý açýk gülümseyerek,

— Hoþgeldin genç adam, iyidir.Ya sen?

— Bilmem hatýrladýnýz mý beni, hani geçen gün teknede…

— Elbette yahu! Çöksene yanýma þöyle, güneþ gözüme giriyor…

Yüzünde saygýlý bir ifade ile baðdaþ kurup, oturuverdi yaný baþýna genç adam.

— Teþekkür ederim efendim. Teknede Þiþko Adam’a verdiðiniz cevabý düþündüm de… Vaktiniz varsa konuþmak isterim…

“Zevkle genç dostum… Nereden baþlamak istersin?” diyerek yarý doðruldu Romancý.

— Deðiþtirmek, ama nasýl?

— Felsefeyle elbet! Asýl sorun, dünyayý yorumlamak deðil, onu deðiþtirmektir.

— Felsefenin de deðiþtiremeyeceði þeyler yok mudur sizce?
— Bir nehire köprü inþa ederek kýsaltabilirsin yolu. Ya insaný, ya toplumu?

— Ama temel, sistem mi, yoksa insan mý olmalý?

— Bak genç dostum, hayatýný devam ettirmek için, üretmek zorunda olan tek canlýdýr insan. Pençesi var mý insanýn? Avlanmak için bile aletler üretmesi gerekmiyor mu?

— Üretmek yerine hýrsýzlýðý tercih eden bir insaný ya da toplumu, nasýl deðiþtirebilir ki felsefe? Üretenler iktidar olmadan elbette!

— Kimler onlar?

— Ýþçiler, köylüler ve tabi ki tüm çalýþanlar…

— Ya patronlar, mucitler, esnaflar? Onlar üretmiyor mu?

— Onlar olmadan da üretim olur ama!

— Kim olacak o zaman patron?

— Çalýþanlarýn devleti elbette!

— O da ne demek?

— Sosyal devlet…

— Allasen, yaþayan bir tek örnek göstersene bana!

—…

— Ne oldu?

— SSCB’deki gibi bir sosyalist sistem…

— Pardon ama, nerede o þimdi ?

— Emperyalizm izin vermedi ki!

“Sosyalist sistem devirseydi ya o zaman emperyalizmi! Baldan tatlýymýþ el parasýný harcamak. Elin oðlu ölünce, kahramanlýk da baldan tatlý olmaz mý? Elin oðlu asker, senin oðlun devlet kapýsýnda memursa elbette!” deyiverdi paldýr güldür Romancý.

— Nasýl efendim? Kazanamadýðýmýz para, nasýl tatlý olur ki?

— Deðiþtirebileceði þeyleri pas geçip, neden deðiþtiremeyeceði þeyler peþinde koþar ki insanlar?

- Ama “Ya deðiþim, ya ölüm!” demeden nasýl deðiþtirebiliriz ki, bu bozuk, bu rezil düzeni?

- Deðiþim aþkýna deðiþim olmaz da ondan.

- Nasýl?

- Neyi, nasýl, hangi maksatla ve ne zamanda bir deðiþim? Sorularýn cevabýný vermeden, ortaya bir proje koymadan… Nasýl olur ki, bu deðiþim?

- Sizce deðiþtirmeye gerek yok mu yani düzeni?

- Aksine! Bence de deðiþmeli elbet bu ahlaksýz, bu mantýk dýþý düzen…

- O zaman?

- Ama, düzeni deðiþtirmek, bu kötü, bu rezil düzenin yerine, baþka bir kaos koymakla olamaz ki! Deðiþim bu olamaz! Sadece, mevcudiyeti insani yönde deðiþtiren doðru ve iyidir bence. Deðiþim kavramý, felsefe tarihinde özel bir yer tutar aslýnda. Bazýlarý, deðiþimi her halükarda faydalý görür. Bazýlarý ise, istikameti belirsiz bir deðiþimin, faydadan çok zarar getirebileceðini düþünür. Bundan 2500 yýl önce yaþamýþ olan filozof Heraklitus, dünyada deðiþimden baþka hiçbir þey olmadýðýný savunmuþtu. Heraklitus’a göre, ayný ýrmaða iki defa giremezsin; çünkü sular akmaktadýr ve ýrmaða birinci giriþinden sonra su deðiþtiðinden, ýrmak da deðiþmiþ olacaktýr. Ýnsanlar bu görüþü sempatik görüp, kendilerine çarpýcý bir gerçeklikten bahsedildiðini zannederler. Bence bu tür yaklaþýmlar, felsefeyi insan hayatýndan kopartýp, dünyadan habersiz eksantrik insanlarýn meþgalesi haline getirmiþ. Oysa ýrmaktaki suyun aktýðýný ve durmadan deðiþmekte olduðunu kim bilmez ki? Irmakta çamaþýr yýkayan bir köylü kadýnýna, suyun deðiþtiðini anlatmaya kalkýþsan, "Hadi get iþine lan! Irmaðýn suyu deðiþmese, kirli çamaþýrlarýmý neden yýkayým ki burada?" diye sormaz mý sana? Suyu deðiþse de, akýp giden hep ayný ýrmak deðil midir? Baraj yapýldýktan sonra, suyunun rengi kýzýldan maviye de dönse, köylünün dilinden, topoðrafýn planýna kadar her yerde, tabii yanlýþ bir felsefeye sahip olmalarý yüzünden þaþkýna dönmüþlerin zihinleri dýþýnda her yerde, o nehir Kýzýlýrmak’týr, Yeþilýrmak’týr, neyse ne! Gelgelelim, yanlýþ da olsa felsefi görüþlerin etkisi büyük. Baþlý baþýna "deðiþim" kavramýný, matah bir þey zannedenler, günümüzde çok. Habire "deðiþelim!" diye slogan atmakla sorun çözülemez özetle. Önce çözüm projelerini tartýþmak ve eðer makul görülürlerse, kurumlarý, bu projelerde gösterilen istikamette ikna ederek deðiþtirmek, daha mantýklý deðil mi sence?

— Pardon ama sizce hiçbir þeyi deðiþtiremez mi yani insan? Ya da ‘neleri deðiþtirip neleri deðiþtiremez?’ onu konuþalým o zaman.

— Zorla güzellik olmaz! Dediðim bu genç dostum. Gördüðün halde kör, iþittiðin halde saðýr olduðunu iddia edebilir misin? "Tanrý yoksa, evreni kim yarattý?" diye sormak, evrenin bir yaratýcýsý olduðunu ispatlamaz ki. Ýnsan dediðin alim-i mutlak olamaz, yanýlabilir, hatalar yapabilir… Ama bilgiyi, akýl süzgecinden geçirerek elde etmeli insan. Tabiat-üstü bir kuvvet, bilgiyi ona ani bir vahiyle bahþedemez… Yok böyle bir þey! Ýnsaný kýrbaç zoruyla, tabiatý ise iknayla deðiþtirmek mümkün mü? Bence bu yol, insanlarý zor yoluyla yönetmekten, yani tabiata, dua, büyü, rüþvet ve kurbanlarla yalvaran vahþi insanlarýn ürettiði siyasetten baþka bir þey deðil. Böylesi bir siyaset, tarih boyunca hiçbir toplumda iþlememiþ. Tabiata, pasif, mistik, "ekolojik" bir boyun eðiþ önerirken, insanlarýn kaba kuvvetle yönetilmesi nasýl tasvip edilebilir? Tabiata isyan edilemeyeceðini bilmek ve karþýsýnda hiçbir eylem mümkün deðilken, onun ortaya koyduklarýný kabul etmek gerekmez mi? Tabiatta deðiþtiremeyeceðimiz þeyleri kabullenmeden, deðiþtirebileceklerimizi deðiþtiremeyiz çünkü. Depremi deðiþtirebilir miyiz mesela? Tabi ki hayýr! Ama depremi kabullenmeden, ona karþý önlem de alamayýz. Ýnsanla ilgili olaraksa "kabul etmek," hemfikir olmak veya "deðiþtirmeye" zorlamak anlamýna gelmiyor asla! Bence kabullenmemiz gereken, asýl, baþkalarýnýn zihninin iþleyiþine gücümüzün, bizim zihnimizin iþleyiþine de baþkalarýnýn gücünün yetmeyeceði gerçeðidir. Baþkalarýnýn kendi seçimlerini yapma hakkýna sahip olduklarýný kabul etmek, yani depremi kabul etmek, onlara katýlýp katýlmama konusunda sadece kendi zihnimizin dikte ettiði tarzda davranmak, bu yolla seçimlerinin bizi etkileyen yönlerinde gizli duran kötülükleri tevekkülle karþýlamamak, yani bu yönlere asla gönüllü olarak teslim olmamak demektir. Direnecek en ufak bir tercihinin dahi býrakýlmadýðý bir zindana esir düþüp, iþkence altýna alýnmýþ da olsa, altýnda bulunduðu kötülüðü görmenin ve bu kötülüðü kabul etmiyor olmanýn bilinciyle, o þartlarda dahi duyabileceði bir huzurun kaynaðýna sahiptir çünkü insan. Ýnsan aklý, hiçbir þekilde bilincinden yoksun býrakýlamaz. Baþka bir deyiþle, kavram ve tanýmlarýnýn geçerli olmasýný istiyorsa insan, hem keþfettiklerinden daha fazlasýný bilemeyeceðini bilmeli, hem de olgularla ilgili delillerin gösterdiðinden daha azýný biliyormuþ gibi davranmamalý bence. Deðiþimin temel þartý, insan bilincinin sýnýrlarýnýn özerkliðini gözden kaçýrmamak kanýmca. Bilinç, etine kemiðine iþlemiþ olan devleti kusabilecek kadar güçlü bir alan…

— O zaman, devrim ve devrimci olmadan nasýl kusacaðýz bu bozuk devleti içimizden?

— Devrim mi? Devrimcilik mi? Onlar da neymiþ? Dinle genç dostum, devrim ‘önce insan’ için olmalý! Birey haklarýný temel alan felsefeden yoksun bir devrimin iyiliðine yobazlar inanýr ancak. Devrim, herþeyi zorla yakýp yýkmak ve yoktan var etmek deðil, varolan toplumsal malzemenin yeni ve ileri biçimlerde tekrar düzenlenmesi olmalý önce. Yani o ete kemiðe bürünmüþ bozukluðu tanýmak, onunla yüzleþmek… Dolayýsýyla devrimin, yenilik yaratmak yanýnda, varolaný dönüþtürmek gibi bir görevi de var. Bu, zorla deðil, akýlcý bir felsefenin ýþýðýnda gerçekleþebilecek birþey ancak. Çünkü, bu yüzleþmeyi ancak ve ancak bilinciyle seçebilir insan. Bireyi ‘Millet – Devlet – Sýnýf’ adýna feda eden, saðcý solcu tüm kollektivist sistemler bir diktatörlük deðil mi sence? Bu zincirden herhangi bir halkayý feda eden her politik hercümerç, devrim deðil cunta, saray darbesi ya da bir "Celali Ýsyaný" olarak sonuçlanmadý mý? Devrim, insaný zoraki çalýþma kamplarýnda ve gaz odalarýnda, sefalet, açlýk ve hastalýk içinde telef eden bir sistem yaratmamalý asla! Bizi sömürüp kemirip zayýflatan, etimizi yiyip içip bitiren devlet deðil, devletçilik… Bizi bu düþünüþün sýnýrlamalarýndan kurtaracak radikal ve olumlu bir deðiþimi, insan yaþamý lehinde gerçekleþtirebilecek bir olay olmalý devrim. Onbinlerce insaný hunharca katleden bir vahþet deðil, önce mutluluðun garantörü, hürriyetin bekçisi olmalý! Devrimciye gelince… Gerçeðin peþinden koþan baðýmsýz bir yaratýcý olmalý önce. Devrimi pratik yaratýcýlýk alaný olarak deðil, satranç, matematik ve teorik bilimler gibi hayal ürünü zanneden bir fildiþi kulesi entellektüeli olamaz devrimci. Devrimci, kendi hakký yenmiþlik sanrýsýna tepki olarak devrime katýlýp, yýkmak istediði despotun tahtýna geçmekten baþka bir arzusu olmayan, otoriteye karþý davranýp, otoritenin tabiatýndaki hastalýklarý sorgulamayan bir asi olamaz. Kendine duyduðu marazi sevgiden ya da aklýný icra etmede gösterdiði isteksizlikten dolayý, dýþ dünyayla irtibatýný kaybedip, bu yüzden duyduðu korku ve yalnýzlýktan bir kaçýþ olarak bedenen ya da fikren katýldýðý bir tekkenin dogmalarýndan baþka hiçbir hakikat tanýmayan bir fanatik, bir narsist de olamaz devrimci! Devrimci, tanýmlanmýþ hiçbir yeniliði benimsemeden, sýrf yýkým öneren sorumsuz bir nihilist de olamaz!
—....

— Bak genç dostum, þimdi de ben sana sorayým. Amacýnýn tam tersini üreten ve sonunda silaha sarýlmak zorunda kalan bir teoriye baðlý kalalabilir misin? Bu idealizm deðil, akýldýþýlýk olmaz mý sence?

— Akýldýþý bir eyleme nasýl devam edebiliriz? Haklýsýnýz. Ama yaþama koþullarýmýzý, yani bilincimizi belirleyen bu yanlýþlýk, nasýl doðru yaþanabilir ki?

— Bu fiziksel deðil, psikolojik bir olay, doðru. Ama "ya kendini ya baþkalarýný feda" veya "hem kendini, hem baþkasýný feda" etmeye dayalý teoriler, madolyonun diðer yüzü söylediðine göre. Birincisi psikopatlýk, ikincisi akýldýþýlýk. Doðru yaþanamayacaðýný iddia ettiðin yaþama, tam da bilinç düzeyinde karþý çýkmak mümkün deðil mi? Yanlýþý yanlýþla örtmek… Kolaycýlýktan baþka bir þey deðil bu. Çünkü, hiçbir benlik duygusu ve kiþilik deðeri geliþtirememiþ olana, kendini feda küçültücü gelemez. Neyi feda etmesinin gerektiðini bilemeyen, realiteden de haberdar olamaz, onun dayattýklarýndan da!

— Ýnsan, insan olduðunu böylesine unutabilir mi peki?

— Mantýk dýþýný kendi standart deðeri, imkansýz olaný kendi "iyi eylemi" kavramý haline getirmiþ, kimliðiyle sýfýr arasýnda yaptýðý tercihler ile hak etmediði ödül, servet ve sevgilerin peþinde koþmaya yeltenen bir insan, insan olduðunu elbette unutabilir! Oysa hiç kimse kendisini, "ne cennetteki hayaletler, ne de dünyadaki beceriksizler" için feda etmek zorunda deðildir!

Bu hararetli sohbet, Romancý’nýn bir anda çalmaya baþlayan cep telefonu ile kesilmiþti. Oysa daha ne çok þey vardý anlatacaðý… Karýsýnýn güzel sesiyle, uzanmýþ olduðu kumlardan doðruldu ve eve gitmeden ayaklarýný denizin serin suyunda yýkamak istediðini anýmsadý. Bundan baþka ne olabilirdi ki insan olmak? Serinliðin yavaþça bedenine yayýlmasýna izin veriþinde, sözlerinin ardýnda gizli duraný kendisine hatýrlatýr bir hali vardý. Nerelerden nereye gelmiþti bu ayaklar ve gideceði daha nereler vardý acaba? Ama önemli olan, gelip gitmek miydi? Þu an, içi boþ, ayaðý dýþlayan bir durak mýydý sadece? Bundan mý ibaretti þimdiki zaman? Bastýðýnýn, söylediðinin, baktýðýnýn hiç mi izi yoktu insanýn? Hayýr, hayýr, böyle olamazdý! Bu sobhete devam etmelilerdi bir ara. Genç Adam’a dönüp kumsalýn tadýný çýkarmasýný ama kendisinin þu anda eve dönmesi gerektiðini söyleyerek ekledi:

— Belki de kabusundan uyanmamýz gereken, bu güzel sohbeti bitiren an deðil, onun içine iþlenmiþ izler. Suyun deðiþkenliði deðil, bizi nasýl deðiþtirebileceði üzerine düþünmek ve düþünürken de met cezir gibi gidip gelen dalgalarý örnek almalýyýz bence. Ýnsanlýðýmýzý hatýrlamanýn bundan baþka bir yolu olabilir mi?

6

Dört ayý üç adýmlýk bir hücrede geçen, dört küsür yýllýk bir hapislikten sonra,
yolunu ‘nasýl daha iyi bir komünist olup, devrim yapýlýr?’ yönünde deðiþtirmiþ ama topluma öfke ve kin duymamýþtý Romancý. Üstelik, ilkin kendi yaþamýna yabancýlaþmýþ olduðunu fark edip nasýl da mutlu olmuþtu hücresinde! Özgürlük, direnç, umut fýþkýrýyordu sanki bu üç adýmlýk tabutlukta... Dýþarda, umutsuzluk ve boþluk içinde geçen günlerini anýmsayýp sýrýttý pisi pisine. Öyle ya, dünyanýn merkezinde deðildi. Etrafýnda mý dönüyordu sanki aðaçlar kuþlar? Ýnsanýn kendini kaybedip ruhunu aradýðý bir kör çember miydi ki dünya? Huzur ve sükûn arayan bir insaný, buhrandan buhrana yuvarlayan bir akýþ olamazdý yaþam; insanýn tüm problemleri bu noktada düðümlenemezdi asla. Ama madalyonun bir yüzü zalimlikse diðer yüzü kendini acýndýrmak deðil miydi zaten? Hayata adanmýþ zorluklar içinde yýpranabilir ama düþtüðü yerden de kendi kendine ayaða kalkamayý bilmeliydi insan. Ayaða kalkmak için, baþkalarýný bir koltuk deðneði gibi kullanmamalý ve kendisini de kullandýrtmamalýydý aklý baþýnda bir canlý. Yazgýsýna egemen olmak ve mutluluðu yakalamak elinde deðil miydi insanýn? Bu nedenle, bir iki ay hücrede yatýp, arabesk kahramanlýk destanlarý yazanlara sadece acýyordu Romancý. Yakup Kadri’nin Yaban’ýnda, onu çok etkileyen “Yalnýzlýk dinmeyen bir sýzýdýr…” cümlesini anýmsayýp þaþakaldý! Üç adýmlýk tabutunda hem yalnýz hem de tekbaþýna durabilmiþ, üstelik sýzý mýzý da duymamýþtý Romancý. Aksine kurtulmuþtu yahu, dýþardaki sýzýntýlarýndan. Yoksa kalabalýklar mý nedendi bu dinmeyen sýzýntýlara? Hep "Hücrem, hücrem… Ah caným hücrem!” diye anardý yetmiþli yýllarý...

Selimiye askeri kýþlasýnýn, karanlýk, küflü ve soðuk bir hücresine kapatýldýðý an, iþte o an, hayatýnýn en mutlu günlerini, burada geçirebileceðini nereden bilebilirdi? Eski bir at ahýrýndan bozma, bu altý duvarlý ürkütücü mezarda, baþýna neler geleceðinden habersiz bir üniversite öðrencisiydi henüz. Zamana açýlmamýþtý daha zihni. Hayatýn baharýnda, aþktan, meþkten ve mevcudiyetten bihaber, kafasýnda kavak yelleri esmekteydi. Kapatýldýðý bu üç adýmlýk yerde, ölmek üzereymiþ gibi hissediyor, içinde sýkýþýp kalmýþ sýrlardan boðulur gibi oluyordu. Dram dolu duygusal bir okyanusun yaþam ile ölümü çaðrýþtýran azgýn dalgalarý arasýnda sýkýþmýþ bir sandaldaydý sanki. Tanýmadýðý, yeni bir duygu deðildi bu korku. Kim ne derse desindi: nedensizce ölmekten korkuyor ama yaþamayý da bir türlü beceremiyordu. “Yaþamak ve ölmek… Ha bu üç adýmlýk, bu piç tabutlukta, ha da bu puþt dalgalarýn arasýnda… Ha çözemediðim sýrlar içinde, ha bu korkunç karanlýkta… Ne farký var?” diye düþündü. Nasýl da çetin bir bilmeceydi bu! Çözemediði sýrlar mý, yoksa azgýn dalgalar mýydý onu korkutup sindiren, bir türlü ayýrt edemiyordu. Yoksa bu üç adýmlýk cehenneme bir baþýna týkýlýp kalmýþ olmasý mýydý bunun nedeni? Ardýndan takip eden bir avcýnýn menzilinde, her an vurulacak bir hayvan gibi hissetmemiþ miydi kendisini hayatý boyunca? Azgýn dalgalar, üç adýmlýk hücreler ve içinden çýkýlamaz iletimþizlikler ile mi doluydu hayat? Bir yoksunluk, bir tiryakilik, bir yalandan öte, beyinsel birliktelikler kurma özlemiyle dopdolu olamaz mýydý gerçek dostluk ve sevgiler? Beyinsel iletiþimden yoksun bir yaþam nasýl gerçek olabilirdi? Birbiri ardýna gelen askeri cuntalarý birebir yaþamýþ birisi olarak, birþeyler yazmalý, söyleyecek sözleri olmalýydý mutlak! Bu bir’lerin belirsizliðinden kurtaramayacak mýydý kendini? Biri olmak, birþeyler bilmek… Ne demekti bunlar? Yaþayan yaþamayan, asker sivil, tüm sözde vatansever cuntacý devletçilerden hesap sormasý gerekmiyor muydu biri’lerinin? Ýlk kez, hiç kimseye ait olmayan bu altý duvarlýk mekanda kendi kendisi ile tanýþýr gibi olmuþ, bir baþýna kalmýþtý bedeni ve ruhuyla. Oysa hep korkmaz mýydý birisi olmanýn yalnýzlýðýndan? Sýðýndýðý, hep kalabalýklar olmamýþ mýydý o zamana kadar? Asýl korkulmasý gereken, yalnýzlýktan öte, farkýnda bile olmadýðý benliði miydi yoksa? Afrika ormanlarýnýn tam ortasýnda ýskalanmýþ bir aðaç gibi hissetti kendisini. Iskalanmýþ, çünkü kim olduðu hiçbir zaman düþünülmemiþ, bilinmemiþti, ne kendisi ne de baþkalarý tarafýndan. Ama ya þimdi? Ýþte þimdi, bu üç adýmlýk tabutluk, bu üç adýmlýk altý duvar arasýnda, tekbaþýna ve yalnýz, hem de yapayalnýzdý. Etrafý birisi olmanýn kaçýnýlmazlýðýyla örülmüþ olmasýna raðmen, hiç de gelmemiþti korktuðu baþýna. Yüreði dopdolu, beyni bomboþtu ama nasýl da yeniden doðmuþ gibi hissediyor, her adýmýný ilk kez özgür kalmýþcasýna atýyordu. “Bu da nasýl bir þey yahu?” diyerek gülümsedi yeniden. Sanki yalnýzlýktan kaçayým derken, kalabalýða tutulmuþtu önceleri. Arkasýna sýðýndýðý baþkalar, kendini dordururcasýna maske edindiði önyargýlar geldi aklýna birer birer. “Nasýl da ýskalamýþým ben hayatý? Yarým bir doðru, bir tam yanlýþtan kötü yahu” diye düþündü. Hayatýn bir çaresizlikten ibaret olduðunu, mutlululuðunsa insan için mümkün olmadýðýný haykýranlar arasýnda ne iþi vardý bunca zaman? Acýlarý deðil, sevinçleri paylaþmak olamaz mýydý yaþam? Yaþamak için illa ki bir düþmanýnýn mý olmasý gerekiyordu? “Bunca yýl bana boðuluyormuþum gibi hissettiren ikiyüzlülük denizi, önce içimde birikmiþ demek” diye düþündü. Ancak sorunun ne olduðunun farkýna varýp sentezleyebilmiþ deðildi henüz. Adalet adaletsizlik, ahlak ahlaksýzlýk, düzen düzensizlik… Ne demekti bunlar? Salya sümük aðlamak mý? Neyi, neden, niçin, nasýl yapmalý ve nasýl uygulamalýydý hayatýna? Tanrý savaþý icat edip, bilim barýþý bozuyorsa, neydi bu yolun doðrusu, yanlýþý yahu?

Þaþkýn, maðrur ve gurur dolu gözlerle, üzerine kilitlenen kapýnýn demir parmaklýklý penceresi önünde, hazýr ol vaziyette bekleyen gardiyana, yataða ve hücresinin yüksekçe tavanýna öylece bakýp kalakaldý. Soruþturma, iþkence ve uykusuzluktan bitkin düþmüþ vücudunu duvara yaslayarak çöktü. Gözlerini kapayýp duyduðu sessizliðin derinliðinde kendini keþfe çýkmýþtý sanki. Buna duyduðu ihtiyacýn keyfini çýkardý doyasýya. Ne binbir kovalamaca, ne geceler boyu süren iþkenceler, ne de sýrf babasýný memnun etmek için girdiði üniversite kalmýþtý artýk yeni hayatýnda. Tarih kokan bu kýþlanýn, üç adýmlýk odasýndan fýþkýran bir çýnar aðacý gibi hissetti kendisini. Hücresinin yakýnýnda bir çamaþýrhane vardý galiba. Buradan geldiði belli, mis gibi kokan çamaþýrlarý derin bir nefes alarak ciðerlerine doldurdu, gözleri kapalý. Sanki yirmi deðil, yüz yaþýnda bir bilge gibi hissediyordu kendisini. Bir öðrenci deðil bir filozof, baþýboþ bir genç deðil bir kahraman ve bir asalak, bir sürüngen deðil, kükreyen bir aslandý sanki… Öyle ya, kimdi kafa tutan, baþkaldýran, isyan eden, polisiyle ordusuyla koskocaman bir devlete? Kendisinden emin ve görevini yerine getirmiþliðin huzuruyla yataða uzanýp, öylece derin bir uykuya dalýverdi.

12 Mart sonrasý elinde silah, kalbi beyni ve ruhu memleket, insan ve bilim aþkýyla dolu, orta yerde yapayalnýz býrakýlan yüzlerce gençten birisiydi sadece.
Yüreði nasýr, cebi menfaat, beyni örümcek aðlarý ile tanýþmamýþtý henüz. Kuvayi Milliyeci bir dedenin torunu, öðretmen bir babanýn oðlu olarak, güneyin sýcak, yeþil, mavi ve þirin kenti Mersin’de 1949 yýlýnda dünyaya gelmiþti. Altmýþ cuntasýndan, ilkokul bitirme sýnavlarýnda haberdar olmuþtu. Türkçe sýnavýnda “Annenizi niçin seversiniz?” sorusunu cevaplýyordu ki, iptal edilmiþti sýnav. Cunta nedeniyle yeniden hazýrlanan sýnavda soru, “Bayraðýnýzý niçin seversiniz? ” olarak deðiþtirilmiþti. Sýnav sorusundaki bu deðiþiklikle cunta arasýndaki iliþki, çocuk kafasýný az meþgul etmemiþti. Anne ve oðul, insan ve bayrak, bayrak ve cunta… Sýnav sorusu, neden deðiþmisti? Caný kadar sevdiði bu iki þeyin, bir ihtilalle yer deðiþtirmesi gencecik beynini neden bu kadar yormuþtu? Yoksa askerler anneleri sevmezler miydi? Soruyu deðiþtiren kimdi? Yoksa bundan böyle yalnýz bayraklar mý sevilecekti? Birinci sýnav ne güzel geçmiþ, anacýðýný neden, niçin, ne kadar sevdiðini nasýl da hevesle anlatmýþtý oysa! Kim ne derse desindi, ikinci sýnavda sorunun deðiþmesine çok ama çok kýzmýþ ve içerlemiþti. Ama bunu ne kimseciklere belli edebilmiþ ne de en yakýnýndakilerle paylaþabilmiþti. Böylesi içimizde kalmýþ, paylaþýlamamýþ, üstelik anlaþýlamamýþ nice korku ve duygular deðil miydi sonradan hüyelalara dönüþtüveren davranýþlarýmýzý?

Karavana þýngýrtýlarý, demir kapý zincirlerinin sökülmesi ve paldýr küldür açýlmasý ile çýkan gürültüyle ürpererek uyandý, kalktý yataðýndan. Ýçeri girip, getirdikleri bakýr güðümlerden mis gibi kokan kuru fasulye, pilav ve hoþafý tabaklara koyan erleri seyretti. Yemek daðýtýmýný denetleyen sert bakýþlý baþçavuþ ve üsteðmen ile göz göze geldi bir an. Onlarýn bakýþlarýnda bir düþmanlýk deðil, bir hayranlýk vardý sanki. ‘Ne yaparsýn biz emir kuluyuz’ der gibiydiler. Karavanayý büyük bir iþtahla yiyip yutuverdi. Hani fasulye de fasulyeydi doðrusu. Hele ki asker tayýný ile hoþafa diyecek yoktu. Eh iþte, pilav da idare ederdi! Tepesinde yanan, yarý sönük ampule bakarak, “Herhalde karanlýk çökmüþtür dýþarýda” diye düþündü. Ne bir piþmanlýk, ne de bir sýkýntý vardý içinde. Aksine ruhundan taþan coþku, tüm benliðini sararak, tatile çýkmýþ bir turistin sevincini hissettiriyordu. Kendisini, Jack London’un roman kahramanlarý ile kýyasladý bir an. Ýntiharý seçen Martin Eden ve diðerlerini düþündü. Kuvayici dedesinin anlattýðý hikayeler, serin ve yeþil toroslar, sýcak akdeniz akþamlarý ve genç kýzlar, hýzlandýrýlmýþ bir film þeridi gibi gelip geçiyordu beyninden.

Volta atmayý duymuþtu dýþarýda ama bu üç adýmlýk yerde de ne kadar yürüyebilirdi sanki? Hafiften bir ýslýk tutturup, ellerini arkasýna baðlayarak denemeye koyuldu. Bir, iki, üç, hop duvar… Geri döndü, bir, iki, üç hop yine duvar! Olmuyor olmuyordu bir türlü! Hani birazcýk hýzlý yürüse çarpýverecekti Selim Efendi’nin duvarlarýna! Yavaþtan yavaþa saymaya devam edip gözlerini kapayarak sürdürdü volta talimini günlerce.

Aslýnda bu talim, hiç de yabancý gelmemiþti ona. Ýlkokulda mehter takýmýndaydý. Ama mehter rotasý, bir, iki, üç, sol; bir iki üç sað ve “Ceddin deden.. Ceddin baban...Hey kahraman…Türk Milleti…” marþýný söylerekten hep ileri gitmekti. “Ya burasý…” diye düþünerek devam etti voltasýna. Bir, iki, üç hop duvar, tekrar geri. Saðý solu, altý üstü, altý duvardý burasý. “Hay sinkaf edeyim, yedi ciddinize! Saða sola dönmeden yürüyeseydiniz bari!” diye söylendi. Bu arada fena da gitmiyordu hani volta talimi. Hýzýný biraz daha arttýrdý. Bal gibi oluyordu yahu! Bir, iki, üç ileri… Bir, iki, üç geri… Duvarlara çarpmadan geri dönmeyi baþarmýþtý nihayet. Yalnýz, üçüncü adýmdan sonra, hep ayný yönde dönmesi gerektiðini fark etti; baþý dönüveriyordu yoksa. Arada sýrada, ellerini öne alýyor, baþýný kaldýrýyor, bazen de, baþýný öne eðip, ellerini ardýna baðlýyordu. Bu iþin ustasý olmaya karar vermiþti hücresinde galiba. Hak vermemek elde mi, yapacak baþka ne vardý? Baþladý bir þarký söylemeye:

— Hani o saçlarýna, taç yaptýðým çiçekler… Hani o, saçlarýnýn mis kokulu baharý...
“Hay canýna yandýðýmýn dünyasý, adam sanki Boðaziçi’nde Kadillak’la tur atýyor” diye düþündü kapýdaki er. Böyle kaç dakika geçti geçmedi bilinmez, birden üç beþ subay bitiverdi kapýnýn önünde! El kol hareketleri ile baðýrýp çaðýrarak, voltasýný yarýda kestirdiler. Bir an þaþýrdý, ‘nerdeyim ben?’ “Ne oldu yahu” diye sordu gelenlere. Aldýðý cevapla neredeyse yerlere yýðýlacaðýný hissetti gülmekten. Meðerse protesto gösterisi yaptýðýný sanmýþlar. Olan, Selimiye’nin yüksek damlý, uzun koridorlarýnda yankýlanan, o güzelim þarkýya olmuþtu yine!

“Ulan, zaten taç gibi çiçek takýp, mis gibi koklayacak saçlarý kim kaybetti ki biz bulalým?” diye düþünmekten alýkoyamadý kendini.

Aslýnda ilk günlerdeki bu hareketlilik hoþuna gitmiyor da deðildi hani. “Ulan, bunlar protestoyu falan bahane edip, benim þarký söylememi kýskandýklarý için çekemediler kesin” diye düþünerek, yarým býraktýðý voltasýna döndü geri. Bir, iki, üç, ileri… Bir, iki, üç, geri… “Mevlana da dönmeyi böyle mi akýl etmiþti acep?” Büyük bir ciddiyet, gurur ve vakur içinde gözleri kapalý, saymaya devam ederek, dönüp durdu volta talimine. Bir ki, üç, ileri… Bir ki, üç, geri… Zaman, mekân ve yaþamdan tümüyle donup kalmýþ, tamamiyle kendisine dönmüþtü sanki. Volta atan bir hücre mahkumu deðil, zamanda yolculuða çýkmýþ bir uzaylýydý sanki. Yalan da deðil, düþündüðü zaman dilimini, yaþar gibi hissediyordu kendisini.Yirmi yýl neydi ki zaten? Dün gibi gelip geçivermiþti. Volta talimi uzayýp kendini kaptýrdýkça, gerilere ta çocukluðuna, dönüp kalýveriyordu hep...

— Bikiüç ileri! Bikiüç geri!, diye sayarak sürdüyordu voltasýný...

Hele, hele hiç unutmadýðý bir an vardý ki, aklýna geldikçe cýz, cýz ediyordu yüreði.Yeni sünnet olmuþtu. Üstünde sünnet elbisesi; turunç atma savaþýna giriþmiþti…Turuncu öylesine fýrlatmýþtýki, yeþil gözlü kýz; tutacakmýþ gibi atlamýþtý öne,bir kaplan gibi. Ama heyhat, turunç tamda aksi yerine isabet etmiþ ve yüzü buruþ buruþ olup sünnet elbisesi kanlanmýþtý. Erkekliðine bok sürermiydi hiç? Aðlamamamýþtý bile!Yeþil gözlü kýzýn:

- “ Elbisen kanlandý…” diyen sesi çýnladý, birden beyninde…

Ýlk göz aðrýsý, ilk çocukluk aþkýydý o yeþil gözlü minnacýk kýz.Nereden bilebilirdi ki yeþil gözlüsünün onu, lise kapýsýnda, bir saniye bile olsun görürmüyüm diye beklediðini? Nereden bilebilirdi ki yeþil gözlüsünün, Mersin’e iki adým Tarsus’tan, amcasý kýzýyla gönderdiði mektubu, haince vermediðini?
Nereden bilebilirdi ki yeþil gözlüsünün “Korkumdan kitap isteyeceðim iki dakika benimle görüþsün, yeterki þu notu ver” dediðini? Günlerce aðlayýp, bilirim Mersin’e gelirde beni göremeden döner..” diyebileceðini?
Ýkisinin de içindeki hasret, durulmuþ dinmiþ deðildi. Ama bu, bir iliþki özlemi deðildi. Belki de kavuþamayan sevgilerin bir davranýþ biçimiydi bu. Bunca yýl sonra, biribirini bulmaya çalýþmak ne ile izah edilebilirdi ki zaten? Bu bedensel ve marazi bir þey olamazdý. Adlarýný duyunca, eli ayaðý titreyen iki insandý ikiside.Marazi bedenler, dünyanýn öbür ucunda da olsa gelir bulurlardý. Bu duygular, yýllardýr ikisinin içinde çýnlayýp kanayan, bir yara gibiydi..

Bikiüç hop duvar geri, bikiüç hop duvar ve tekrar geri!

Hani babasý da az deðildi. Ne istemiþti o güzelim siyah, beyaz Beþiktaþlý meþin topundan. Ýngilizceden iki alýnca, adam gelip býçaklayývermiþti topunu."Ulan senin neyine nesine, top mop, futbol mutbol. Oturup çalýþsana dersine. Banamý okuyacaksýn lan… Okuda adam ol önce. Ver bakim onu bana!" diyen sesi çýnlar gibiydi kulaklarýnda... Ve gümm, diye siyah beyaz meþin topa girivermiþti býçak. Fanatik bir Beþiktaþ' lýydý...Bunu bilen sevgili dayýsý hediye etmiþti o güzelim meþin yuvarlaðý....Ahhh, ahki ahtý! Gözü dönmüþ, eli býçaklý bir katil gibi hayal etti babasýný bir an. Aslýnda neyin doðru, haklý; neyin yanlýþ ve haksýz olduðunu kavramýþ deðildi henüz. Davranýþlarýný tayin eden þeyin sadece duygularý olduðunun farkýnda bile deðildi. Hangimiz ve kadar farkýndayýz acaba? Voltadan dönüp durmaktan yorulmuþ bedeni ve uyuþmuþ beyniyle, yataða atýverdi, bitkin vücudunu. Hemencecik mýþýl mýþýl bir uykuya dalýverdi. Alýþa geldiði melez dilber, onunla öpüp koklaþma ve seviþme sahneleri ile dolu rüyasýndan, bu kez sabah karavanasýnýn týngýrtýlarý ile uyanarak, zýpkýn gibi kalkýverdi yataktan. Kapýsý açýk tuvalette, süngülerin menzilinde yaptýðý, sabah temizliðinden (!) sonra, kâsesindeki çay, tayin ve zeytinle, bir güzel karnýný doyurdu ve hiç vakit kaybetmeden volta atmaya soyundu yeniden. Bikiüçi hop duvar geri, bikiüç hop duvar tekrar geri! Program belirlenmiþti kafasýnda artýk: Sabah, öðle ve akþam karavana aralarý volta ve uyku. Buna, böylesine kolay intibak edivereceðini, rüyasýnda bile görse inanamazdý. Ama iþine gelmiyor da deðildi doðrusu. Oh ekmek elden su göldendi… Ye iç, yat aþaðý, daha ne istesindi ki? Doðrusu, þu mimarlýða da hiç ýsýnamamýþtý. Sýrf babasý istiyor ve þunun bunun, oðlu kýzý falan filan yerde okuyor, diye yazýlmamýþ mýydý zaten fakülteye? Dersti, projeydi, nottu notaydý diye bir dert ve karýþan edende yoktu artýk! Oh be gel keyfim gel! Zaten mimar olup ta ne yapacaktý ki! Burjuvalara proje çizip onlarýn han, hamam ve iþçileri sömürdükleri fabrikalarýmý yapacaktý? Bunlarý kendisini avutmak için uydurmuyordu gerçekten. Oldum olasý tembelliði, macera ve heyecaný sevmiþti O. Üstelik þu anda yaþadýðý bir macera deðil, resmen bir tarih ve onurlu bir savaþ deðilmiydi? Ah, dedesi sað olsaydý da onu bir görüverseydi. Kim bilir nasýl gururlanýrdý torunuyla? Ya babam diye düþündü o an. Þimdi nasýl hava atacak bakalým konuya komþuya; bizim oðlan mimarlýkda, kýz da mühendislikte okuyor diye? Ulan adam kendisi için deðil, baþkalarý için var olmak peþinde diye aklýndan geçirirken; içinde bir yerlerin cýz ettiðini duyar gibi oldu! "Ya senin ne farkýn var oðlum babandan?” diye söylenip, kendi kendisine çattý kýzaraktan;

— Sen deðilmiydin bu hareket halktan kopuk bir anarþi aslýnda diye karar verdikten sonra, ama ayrýlýrsam korktu, kaçtý ve dönek derler diye devam eden. O halde yanlýþlýðýný fark ettiðin halde, sýrf baþkalarýna kendini ispat için buna devam etmenle, babanýn baþkalarýna “Oðlum bilmem nerede okuyor” diye hava atmasýnýn ne farký var? Adam hiç deðilse güzel bir þeyle övünüyordu yahu, ya ben?

Bir an “iyi ki yapayalnýzým” diye þükretti bu arada. Kendisiyle hesaplaþacak daha çok gün ve gece vardý. Hoþ artýk gündüzle gece arasýnda bir ayrým da yapamaz hale de gelmiþti ya. Olsun varsýndý! Akþam rüyasýnda gördüðü minyon, ince belli, kýsa boylu, uzun saçlý ve ateþli esmer güzeli genç kýzla nasýl seviþtiðini anýmsadý. “Yuh olsun lan kýza, mahvetti beni. Sayýsýný unuttum; on muydu onbeþ miydi yaptýkça doymadý.Valla helal olsun kýza, hem de mahpus damýnda pes dedirtti bana.” derken; yan cebime koy misali “ þurda bir oluverseydi de, ben gösterirdim ona, daha kaç sefer yapacaðýmý” diye yutkunup düþünerek, gülümsedi… O sýra bakýþtýðý gardiyan ne düþünmüþtü acaba? Herhalde delinin biri bu demiþti…“Nereden bilsin tanýsýn bizim esmer dilberi bu garibanlar… Ulan, bunlar bizden beter hapis. Bir suçlarýda yok üstelik” diye söylendi…

Bikiüçi hop duvar geri, bikiüç hop duvar tekrar geri!

Hepsini ve her þeyi boþvermeye karar verdi. Volta lan bu, yürü iþte. Farzet bir deniz kýyýsýnda geziniyorsun! Yalanda deðildi hani, þunun þurasýnda boðaziçinin kýyýsýnda lüks bir kýþladasýn. Ha Taþkýþla, ha Selimiye, ne fark ederdi ki? Saymaya baþladý yeniden, birkiüç, birkiüç, birkiüç…Ama geçip giden günleri ne saydý nede hesaplamak için duvara bir çizik attý. Ne bir saat, nede bir takvimi vardý. Aslýnda merak ettiðide yoktu. Onu bekleyen ne bir sevgili, neden bir dost kalmýþtý dýþarýda. Fakültesi Taksim’deki ünlü Taþkýþla’daydý. Taþkýþla’da mimar olacakken, Selimiye kýþlasýnda mahpus oldu diye, ne bir gam nede bir keder içindeydi.

Birkiüç… Birkiüç…

Mersin’den gelirken aklýnda, Ýstanbul’un kýzlarý, boðazý ve fakültede kuracaðý orkestradan baþka bir þey yoktu. Beþ yýldýr diþinden týrnaðýndan arttýrarak, bir elektrogitar alabilecek parayý, nihayet tamamlayabilmiþti. Aklý fikri þöyle fikayalý, výn, výn inleyen ve gürül gürül öten bir gitar alýp; Þadowslar gibi bir orkestra kurmaktaydý… Uzun saçlar, müzik ve tabiki kýzlar… Esmer, sarýþýn ve kumral, cývýl, cývýl kýzlarýn hayranlýk dolu, çapkýn bakýþlarýný görür ve alkýþlarýný duyar gibi oluyordu. Gitar satýn almadan önce, iþi saðlama baðlamak için, ayný amaçta birkaç arkadaþý ile öðrenci cemiyetine baþvurmuþtu. Öyle ya caným, orkestranýn adý “ÝTÜ Mimarlýk Fakültesi” olmayacak mýydý? Havaya bak havaya! Bir elde gitar, bir elde mimarlýk. Artýk avucunun içinde ve çantada keklikti caným fýstýklar. Öðrenci birliði yetkilisinin attýðý nutuk, bir anda þaþkoloz ördeðe çevirip hayallerinin yarým kalmasýna yetiverdi. Saz varken, gitarda neymiþ? Hemide bu müzik türü, resmen ve de alenen, emperyalist ülkelerin propagandasýný yapmýyor muymuþ? Buyurun cenaze namazýna. Hepsi kös kös dinlerken, üstüne içlerinden birkaçý da kafa sallamaya baþlamasýn mý? Fakülte orkestrasý böylece kurulmadan daðýlýverdi.

Bikiüç… Bikiüç…

Rapido, aydýnger, takým taklavat derken giderek eriyen paralar ve bastýran ders, ödev ve sýnavlar, gitarý da ikinci plana itivermiþti....Bu süreçte yaþanan boykot, iþgal ve yürüyüþler, onu da etki alanýna çekivermiþti. Demokratik bir üniversitede, yönetime katýlarak okumayý kim istemezdi? Baðnaz ve önyargý dolu, akýldýþý tepki ve baskýlar ise, onlarýn hýnçlarýný bilemekten baþka bir iþe yaramadý. Olaylarýn bir saman alevi gibi yayýlýverdiði, bu birkaç aylýk süreçte, kalan parasý ile 7.65 çapýnda Browling marka bir tabancayý, nasýl ve kimlerden satýn alýverdiðini, bugün bile anlamýþ deðildi! Ýnsan bu kadar kýsa bir zaman diliminde: nasýl bu denli deðiþebilmiþti? Gitar yerine bir silahý nasýl satýn alývermiþti? Ýþte bu sorular beyninde bir köþede, cevaplanmak üzere yerini almýþtý. Bir orkestranýn solo gitaristi olmayý düþlerken, bir anda nasýl da Che Guevera’cý bir þehir gerillasý oluverdiðinin farkýnda bile olamamýþtý. Rüzgârda uçuþan sarý kuru bir yaprak misali kendini, bir esintiye kaptýrývermiþti iþte! Bunda, kimsenin ne günahý, nede suçu vardý… Onu git silah al diye kimse zorlamamýþ, aksine buna kendi iradesi ile üstelik büyük bir heves ve büyük bir heyecanla, kendisi tercih etmiþti. Fakültede bin küsur talebe içinde, bu tercihi seçen üç beþ kiþiden birisiydi. Hele yeþil parkasýnýn yýrtmacýndan görünen tabancasýndan habersizmiþ gibi öyle bir hava atýþý vardý ki, sormayýn gitsindi. Çocuklarýn yapmayacaðý böylesi davranýþlarý hatýrladýkça hala yüzü kýzarýyordu.Volta baþýnda bu hýzlý deðiþimi hatýrlayýnca, fakültesinin Mimar Sinan Holünde yaþadýðý ilk gün gelmiþti aklýna… Holün duvarýnda yazan o bir tek cümlede aradýðý amacý ve kendisini bulmuþtu iþte: “Yaþamak bir aðaç gibi tek ve hür… Ve bir orman gibi kardeþçesine…”

— “Kimin sözü be aðabeycim bu?”, diye sordu, oradaki eski bir öðrenciye… Cevap kulaðýna fýsýldayaraktan söylenmiþti:

— Nazým Hikmet…

“ Nazým’ýn adý bile fýsýldanarak söylenirken, nasýl da gerilla oluverdik lan biz? ” diye düþünüp sýrýttý pis pis...

Birkiüç… Birkiüç…

O, Alev ve Atilla...Üçü birden dalmýþtý ‘Eylem’ yapmak uðruna , ÝTÜ Ýnþaat Fakültesi labaratuarýný soymak için! Hangi aleti “Nasýl, neden ve niçin, gasp” edip etmeyeceklerini bilmeden; ne var ne yoksa yüklemiþlerdi tümünü, ellerindeki çuvallara… Ýþmiydi þimdi bu? Ama eylem olsundu da, çamurdan olsundu…Ne gam? "Yahu bu çocuklukta deðil tam bir kara cahillik, resmen bir aptallýktý..." diye düþündü...Sonrasý, "Karalýyýz bizi de gönder Nurhak daðlarýna..."diye, üçü birlikte gitmiþti ODTÜ'ye, Deniz' le görüþmeye..."Olmaz, siz gidin Ýstanbul'da kalýnacak yerler örgütleyin.." diye terslemiþti üçünüde...

Birkiüç… Birkiüç…

9 Mart’a kadar geldi geliyor diye beklenen “ sol “ cunta ümidi, 12 Mart muhtýrasý ile suya düþünce; silahlarý ile nasýl da yapayalnýz kalývermiþlerdi! Parlamenter sistemde, en azýndan kazanýlmýþ sendikal haklarýn askýya ya da geri alýnmasý, ülkeyi daha büyük bir kargaþaya sürükleyebilirdi. Parlamentonun feshedilmesi, siyasi partilerin kapatýlmasý, siyasal özgürlüklerin ve özellikle genel oyun askýya alýnmasý gerekliydi… 11 Mart ile 13 Mart arasýndan bir gün geçmiþti. Yeni bir yetki falanda yoktu TSK’ ya verilen… Deðiþen neydi ki, akan kan hemen duruvermiþti? Neydi bu fitneyi fesat? Askeri bir darbenin ortamýný oluþturmak amacýylamý dökülmüþtü bunca kan? Ordu içinde 2 tane cunta vardý. 12 Mart darbesi 9 mart cuntasýný çete haline getirmiþti. Onlara iþkence yapmýþ, asýp kesmiþ, ne yapmýþsa yapmýþtý. Hâlbuki öteki galip gelseydi bunu çete haline getirecekti. Bunu alaþaðý edecekti.12 Mart 1971 muhtýrasý gelmiþ ve hükümeti götürmüþtü. Bu ihtilalin bir ilan edilen, bir de kamuoyuna fazla açýklanmayan gerekçesi vardý. Ýlan edilen gerekçe, anarþi ve terörü önlemekti.12 Mart’ýn ilan edilmeyen gerekçesi ise, ordu içinde oluþmuþ çeþitli cuntalarýn bir darbe yapmasýný önlemekti. 12 Mart’ýn böylesi paradoksal bir yeri vardý tarihimizde. Zira; eðer, emir-komuta zinciri içinde yapýlan 12 Mart olmasaydý, darbeye hazýrlanan asker-sivil karýþýmý çeþitli cuntalar, ülkeye Araplarýn BAAS türü bir yönetimi dayatabileceklerdi. Programlarýndan anlaþýlabileceði gibi, uzun süre iktidarý býrakmaya niyetli görünmeyen o cuntalarýn, ülkeyi Irak’ta olduðu gibi bir ihtilaller sürecine sokacaðý ve demokrasinin tamamen rafa kalkacaðý aþikardý.

Neyse ne! Sýkýyönetim ilan edilmiþ, ismi arananlarýn ilk sýralarýnda saat baþý radyodan anons edilir oluvermiþti. Ne kalacak, ne gidecek bir yeri vardý! Aslýnda gizli eller tarafýndan yönlendirildiði istikametin az çok farkýna vardýðý zaman, kendisinin tercih ederek yer aldýðý örgütten ayrýlmayý, erkekliðine yedirememiþti. Bu arada sað kalmasý bir mucize sayýlýrdý zaten. Bunlarý düþününce, çokta iyi yaptýðýný ve bu yanlýþ ta olsa, devam ettiðine asla piþman olmadýðýný, bir kez daha anýmsadý. Çünkü onun için hayatta en deðerli varlýk "Deniz Gezmiþ ve Cihan Alptekin"di. Ve ikisi de içerde idamdan yargýlanýyorlardý. Onlarýn sevgi ve güvenini eðer örgütten ayrýlýrsa, kaybedeceðini biliyordu. Onlarý öylesine seviyordu ki, bu durumda hayatýnýn bir anlam taþýmayacaðýný düþünüyordu. Evet, onlarsýz bir hayatýn ne anlamý olabilir diki? Eh serde delikanlýlýk vardý, baþka da ne yapabilir dý ki zaten? Bir baþka alternatif bulacak, görecek ve anlayacak ne zamaný ne de bilinci vardý. Hayatýný yönlendiren duygu ve tesadüfler, ona böylesi güzel iki insaný sevmek ve onlara baðlanmak yolunu seçtirmiþse, bununu neresi yanlýþ ve kötü olabilirdi ki? Beyninde, bilip anladýðý, kavrayýp uygulayabileceði bir baþka yol yoktu. Ama kalbi bu iki pýrlanta insana duyduðu sevgi ile çarpýp çýrpýnoyodu. Ýþte bu kadarý yetip artýyordu bile ona!

Voltaya devam...Birkiüç… Birkiüç…

Olan olmuþ, iþte burada volta atmaya baþlamýþtý bile. Bundan sonrasý Mevla kerimdi! Bu tavrýný Cihan, Kýzýldere’de ve Deniz, idam sehpasýnda katl edilinceye kadar sürdürmüþtü. Tam 135 mermi çýkartýlmýþtý Cihan’ýn cesedinden. Hunharca ve barbarca bir saldýrýydý bu. Deniz’ler ise idam sehpasýnda, cellâtlarýn ellerini bile deðdirtmemiþlerdi bedenlerine! Her ikisi de onun sevgisinden habersiz, son nefeslerine kadar, inandýklarý yolda savaþýp kahramanca can vermiþlerdi. Yalnýzca bu, onlarýn sevilmeye ve güvenilmeye, ne denli layýk insanlar olduðunu yeterince ispatlamaz mýydý? Hücre programý, baþlayan duruþmalarla renklenmeye baþlamýþtý. Her duruþma sonrasý, hücresine kapatýlmasýný sabýrsýzlýkla bekliyor ve kapýsý kapanýr kapanmaz, önce kýyak bir uyku faslýný hiç mi hiç ihmal etmiyordu.

Bu arada, bir yerlerden kapý verdiði bir tutam sucuðu, hücresinin bir ucunda yaký verdiði gazete ateþinde piþirirken, bir baskýn daha yedi. Kapýnýn açýlmasý ile bir yýðýn subay içeri doluverdi. Elinde, ucunda mis gibi kokan sucuk olan, bir çatalla kalýverdi öylece. Gelenlerde þaþýrdý tabii manzarayý görünce. Meðerse iþgüzar bir gardiyan, içerde yangýn çýkarýldýðýný ihbar etmiþ! Subaylar neredeyse özür dilercesine mahcup, iþgüzar gardiyana sövüp sayarak çekip gittiler. "Ulan ne adamýþým ben be! Koskoca orduya bak, iþi gücü býrakmýþ benimle uðraþýyor." diye düþündü.

Birkiüç… Birkiüç…Voltaya devam...Baþka çaresi yoktu!

Biara sevgili Topal Dedesi, gelip takýlýverdi aklýýna. Fransýz esir almýþ, Tarsus mahpushanesine götürüyorlarmýþ dedesini. Etraftan baðýrmaya baþlamýþlar veletler, “Topal, topal, topal" diye. Dedesi yanýndakilere gülerek:

— Gördünüz mü evlatlar, þöhretimiz buralarý da sarmýþ...

Dede'sini anýmsadýkça mutlu bir gülümseme yayýlýveriyordu yüzüne. Sevgili Topal Dede' ciðine olan sevgi, saygý ve hayranlýðý bambaþka bir þeydi. Köyüne ne zaman gitse, yaþlý halasýndan anlatmasýný isterdi, hep onu. Öyle ya az buz bir ihtiyar deðil, kýrk yýl muhtarlýðýný yapmýþtý köyün. Baþý açýk kimse geçemezmiþ önünden. Dört karýsý olmasýna raðmen, son seçimde kendine bir tek oy çýkýnca baþmýþ kalayý:

— Ulan dinini bilmem ne yaptýðýmýn Arpaç’lýlarý, bu kadar mý býktýnýz benden?

Yine bir gün elinde peynirli sýkma, ama oruç; minaredeki imamýn ezan okumasýný beklemekteymiþ sevgili Dede'si. Ýmam bir dönmüþ, iki dönmüþ, üç dönmüþ ezan falan okuduðu yok. Ýmam ezanýný okumak içün zamaný bekliyor, besbelli! Ama bizim ki dinlermi? Dayanamamýþ baþmýþ kalayý sevgili Topal Dede'ciði Ýmam'caðýza…

— Oku ulan artýk þu ezaný. Dinini bilmem ne yaptýðýmýn imamý!

Artýk zamanýný geldi mi, yoksa korkudan mý bilinmez; baþlamýþ imam ezan okumaya! Nihayet sevgili Dede' ciði bir güzel yiyivermiþ elindeki peynirli sýkmayý...Nöbetçi erler, onun sevgili Topal Dede'si hakkýnda anlattýðý hikâyelerini dinlemeye doyamazlardý.

Gün yirmi dört saat ve bir tabutun içindesiniz, eh üç adýmlýk yerinde pek bir farký yok ki tabuttan. Gündüz yok gece yok, tepende yanan kýrk beþ mumluk bir ampul…Gözlerinizi kapayýp bir düþünün, nasýl vakit geçirirsiniz. Kolay iþ deðil mahpusluk, sabýr ister, yürek ister, inanç ve bilinç ister. Dayanmak kolay deðil, hele yirmi yaþýnda bir tabanca gibi dolu isen. Kimin caný çekmez gönlünce gezip dolaþmayý, bir dað baþýnda, yeþil bir çayýrýn ortasýnda, bir deniz kýyýsýnda? Kim istemez o yaþta kadýn gibi bir kadýnla doyasýya yatmayý, seviþmeyi? Yüzmeyi koþmayý, film seyretmeyi, anasýný kucaklamayý, kim istemezdi? Ýster isterdi ama bir de þu kör olasý duvarlar olmasaydý ya! Duvar, duvar ve yine duvarlar. Saðý solu, önü arkasý, altý üstü çevrili duvarlar, üstüne üstüne gelip gidiyordu sanki. Bazen resmen boðulduðunu hissediyor gibi olurdu. Ýþte tam bu noktada o duvarlarda yeþeren bir çiçek; sonsuz bir çölde bitiveren bir kaktüsü hatýrlatýyordu ona. "Ýçerde ince düþünmek zor, geniþ düþüneceksin." diye düþündü. Ustalarýn þiirlerini anýmsadý bir, bir. Asýrlar boyu süren savaþ, katliam, jenosit ve Hitler’in gaz odalarýný hayal ederken; Spartaküs, Jan Dark, Mustafa Kemal ve sevgili Topal Dede’si canlanýr gibi oldu birden gözünün önünde.

Birkiüç… Birkiüç…

Ýþe yarýyordu bu yahu! Düþündükçe anlýyor ve hissediyordu ki, yalnýz deðildi burada. Rüþvet, hýrsýzlýk ve cinayet nedeniyle hapsolmamýþtýki. Devleti milleti kurtarmaktý onun tek amacý. Derince bir nefes alýp, aklýný saran ince özlemleri dondurdu. Ertelediði düþünceleri bir dahaki emre kadar, burada hapse mahkûm ilan ettiðini düþünerek pis pis sýrýttý...

Ne yaparsýnýz yapýn umut; hayali, ekmeði, suyudur insanýn damda. Saat, gün ve hafta derken, bir ay geride kalmýþtý, bu üç adýmlýk hücrede. Ona sorsanýz umurunda falan deðildi zaten ne zaman ne de mekân. Ne dünü, ne de yarýný düþünüyordu. O yalnýzca, bir yaz yaðmuru gibi gelip geçen, yirmi yýllýk yaþamýnda kaybettiðini benliðine kavuþmanýn heyecaný içindeydi. Üç adýmlýk voltanýn üstadý sayýlýrdý artýk. Hele yeni keþfettiði aðýr çekim bir yürüyüþü vardý ki, sormayýn gitsin! Attýðý her adýmla sanki Selimiye Kýþlasý sallanýyor du. Sanki bastýðý yer Dünya deðil; Ay, Venüs, Marstý...Yaþadýðý an o deðildi sanki. Kâh anasýnýn nazlý kuzusu, kâh Toroslarýn Köroðlu’su, kâh yýldýzlar kâþifi gibiydi. Bir dalýyor, bir dalýyordu ki derinlere, içi içine sýðmaz tarifsiz bir sevinç tüm benliðini kaplýyor uçu uçu veriyor gibi olup; “Yahu buda ne iþtir? Biz güneþin altýnda, Akdeniz’in kýyýsýnda yaþamýyor muyduk? Yaþadýðýmýz yerin farkýnda deðildik o zaman, her halde.” diyordu

Gözleri kapalý elleri arkasýnda, kafasý hafif tertip eðik, güm, güm, güm sayýyordu; birkiüç, birkiüç…Voltasýný gözleri kapalý olarak devam etmeyi baþarmýþtý nihayet. Oh ki oh, keyfine diyecek yoktu artýk!

Ayak sesleri, tatlý bir melodiye ritim tutar gibi yankýlanýyordu sevgili hücresinde. Ýþte o zaman, tarihin uçsuz bucaksýz lâbirentlerinde özgür ve keyifli bir gezide dolaþmakta olduðunu hissediyordu. "Kafamý koparsalar, beynimi esir alamazlar nasýlsa!." diye düþünerek haykýrýverdi;

— Ýþte o kadar!

Nöbetçi erler alýþmýþtý onun arada bir kendi kendine söylenip baðýrmasýna. "Kim bilir beklide çýldýrdý" diye düþünüyorlardý. Öyle ya, insan hiç kendi kendisine konuþurmuydu? Onunsa kimin ne düþündüðüne aldýrmaya hiç mi hiç niyeti yok gibi gözüküyordu. Hatta bazen daha iyi duysunlar diye bas bas, baðýrdýðý bile oluyordu. Voltasýnýn yavaþtan hafifçe hýzlýya ve daha hýzlýya dönüþmesi; düþündüðü konuya göre, otomatik bir arabanýn hýzýna göre, vites deðiþtirmesi gibi olmaya baþlamýþtý. Bazen kan ter içinde nefes nefese kalýveriyordu.Ýþte o zaman;

"Ulan nereye koþuyoruz, arkamýzdan kovalayan var gibi, böyle biz!" diyerekten derin bir uykuya dalýveriyordu.

Hey hat uykusunda bile rahat yoktu yahu! Yine hep ayný kýzýl saçlý melez dilber, bir an býrakmýyordu onu. Bu incecik dilberin, inci gibi diþlerini göstere, göstere öylesine bir güzel gülümseyiþi de vardý ki. Aman aman tanrýsý, yemesi de yanýn da yatsýndý! Kýzýl saçlý melez dilber, aðzýndan girip boðazýndan çýkýyor, yatýp kalkýp yutuyordu sanki onu!.Ya o iþvelere, o oynayýþlara ne demeliydi? Hele ellerini þakýrdataraktan bir dans ediþi vardý ki, iþte buna dayanamýyordu bizimkisi. Ne kadar yorgunda olsa, kalkýp baþlýyordu onunla dansa. Hawaii’deler miydi neydi? Boyunlarýnda rengârenk çiçekler, yemyeþil palmiyelerin altýnda, lacivert bir denizin altýn sarýsý kumlarý üzerinde uzanmýþ gibiydiler. Orada nar taneleri gibi alev alev yanan bir ateþin çevresinde nasýlda dans ediyorlardý… Oysa dýþarýda ne bir diskotek, ne de bir düðünde böyle güzel eðlenmiþti. Eðlenmek ne kelime o canýna yandýðýmýn diskolarýnýn "damsýz girilmez" yazýlý kapýlarýndan içeri bile girememiþti ki hiç! "Yakalamýþsýn dünya güzeli bir melezi ve böylesi bir ortamý, kaçarmý oðlum çýkar tadýný iþte!" diye deam etti rüyasýna...Eline geçen bu fýrsatý kaçýrýrmýydý hiç? Belinde tuttuðu gibi havalara fýrlatýp, hoppacýk kapýveriyordu tek koluyla düþerken yere esmer sevgilisini! Böylesi dans da dostlar baþýnaydý. Kim korkardý ki hain kurttan? Rüzgârda uçuþan kýzýl saçlar ve melezin dayanýlmaz kokusu, gençliðin coþkusu ile bütünleþip, tamtam ve gitarlarýn hýzlý ritmi ile yarýþýyor gibiydiler sanki. Ýnsan hayal ettiði sürece yaþamazmýydý? Hayallerimiz de olmasý neye dönerdi hayat? Dans bittikten sonra, ýslak vücutlarý ile sarý sýcak incecik kumsala uzanývermiþlerdi..

“Aþk olsun lan sana! Hani sahici bile olsa böyle eðlenemezdin. Hem sýrasý mý þimdi sahicinin, mahicinin?”, diye söylendi rüyasýnda...

Bir kadýnla hiç yatmamýþtý yirmi yýllýk yaþamýnda dýþarýda. Elinden tutan bir sevgilisi bile olmamýþtý. Rüya ise rüya, ha içerde, ha dýþarýda ne fark eder di ki? Mýknatýs gibi yapýþtýrdý dudaklarýný, dudaklarýna kýzýn. Ateþ gibi yandýðýný hissediyordu tüm bedeninin. Eli ayaðýyla avuçladýðý vücudun da ondan kalýr bir hali yoktu. Nadide bir çiçek gibi kokluyor; okþuyor, öpüyor, öpüyordu. Zaman mekân ve yaþam durmuþ bir baþka âleme dalýp gitmiþlerdi sanki... Uyandýðý zaman hatýrlayamadýðý bir saniyesi bile yoktu, bu tatlý ve olaðan üstü zevkli rüyanýn. Hani çepeçevre saran bu gýp gýcýk altý duvar olmasa; "Ulan yoksa sahicimi yaptýk? Ne geceydi lan oðlum bu?" diyerek gevþeyip, tatlý tatlý gülümsedi.Sabah karavanasý ile baþlayan yeni güne "Merhaba" dedi bu moralle. O gün boyu baþka hiçbir þey aklýna dahi gelmedi volta boyunca. Hatta birlikte yürür gibiydiler, kýzýl saçlý melez dilberle kol kola. Olmuyor deðildi hani! Rüya gerçek, gece gündüz, yaþam ölüm, dýþarýsý içerisi...Hepsi de gelip geçip çýkýyordu beyninden."Hücrem, rüyalarým ve gerçek" diye düþündü. Burada hiç birinin farký yoktu birbirinden. Her þeyle bütünleþmiþti sanki burada. "Yeter ki bilincin yerinde olsun ve kararmasýn içindeki cevahir ”diye düþünüp,bir güzel türküyle devam etti voltasýna: “ Görmek istersen denizi,Yukarýya çevir yüzü, Deniz gibidir gökyüzü, Aldýrma gönül aldýrma..."

— Bikiüç, bikiüç…

Ýlkokulda âþýk olduðu çilli, çelimsiz, sevimli, þakacý ve hayat dolu kýzý anýmsadý. Betül’dü adý. Sýnýf arkadaþý Betül... Nasýl temiz, masum ve heyecan dolu bir ilk aþktý o! Kýzla konuþmaya utanýr, yanýna yanaþamaz, uzaktan uzaða seyrederdi yalýnýzca, hayran, hayran. Sinemada seyrettiði yakýþýklý oðlanlar gibi, haykýrmak isterdi hep nasýl sevdiðini, ama nerede o cesaret? Gerçek hayatta görmemiþ, duymamýþtý ki “ Seni seviyorum…” cümlesini. Sanki sevmek ayýp bir þeymi neydi? Filmlerdeki gibi yaþamak ne güzeldi oysa! Birgün yaþayabilecek, bulabilecek miydi acaba artizler gibi aþký?Mahalle arkadaþý boksör Selim’e dayanamadý açtý içini birgün. Hay açýlmaz söylemez olsaydý.Hele sýrýtarak “ Nasýl seviyon lan? “ deyiþi bugün gibi kulaklarýnda idi. Çocuk aklýyla kendini bir suçlu gibi hissederek, “Nasýlýmý olurmuþ?” demiþti safça. Selim’de “Nasýlý olmazmý lan? “ diye baþlayarak, kýzý nasýl becereceðini aðzýndan salyalar akarak bir güzel anlatmýþtý. Renkten renge girerek dinlediði bu sözler, onun aldýðý ilk seks dersi olmuþtu… Dinlerken yerin dibine falan girmek istedi; önünde taþýdýðý organýn marifetlerini! O günden sonra deðil kadýna, kýza bakmak, aklýna getirmekten bile utanýr olmuþtu.Ýlk aþký iþte böyle kýrpýldý, parçalandý, daðýldý; onun çocuk ruhunda, kalbi ve benliðinde. Hiç böyle ayýp, terbiyesiz ve hayvanca bir þey olurmuydu aþk?

— Birkiüç, birkiüç…

Vietnam’a yaðan bombalar Wietkong ve Ho She Ming’i hücresinde yüreðinin ta içinde hissediyordu. Parçalanmýþ bebeler, genç yaþlý Wietnam’lýlarýn acýsý, kahramanlýklarý ve direniþlerinin bir parçasý olduðunun bilincindeydi.Ýþgalcilere elde silah karþý duran topal dedesi, Wietkong’lar ve O.Yalnýz deðildi, hiç yalnýz deðildi… Bir an yýllar sonrayý düþündü. Tarihe altýn harflerle yazýlmayacak mýydý bu günler. Eh hasbelkader bir katkýsý olmuþtu iþte. Daha ne olsundu ki? Hey yavrum hey dedi. Sen neymiþ sin be oðlum… Wietnam ormanlarýnda, Yan ki’ler le süngü süngüye çarpýþan gerillalarýn yaný baþýndaydý sanki. Ulan dedi, þunun þurasýnda, ekmek elden su gölden yaþýyoruz, onlarýn yanýnda dedi… Zindanmýþ, hücreymiþ aðlamaya sýzlamaya ne hakkýmýz var? Dünyayý kucaklýyormuþçasýna göðsü kabardý. Evet, evet yalnýz deðildi asla… Bizim hücremiz, onlarýn savaþlarý yanýnda Hilton sayýlýr be, diye düþündü.

Birkiüç… Birkiüç…

Ne gündüz ne gece; ne aydýnlýk ne karanlýk ve ne trafik gürültüsü nede müzik…Adýmlar, adýmlar ve adýmlar… Üç adýmlýk voltacým benim, caným voltam diye düþündü. Bir anýya konsantre olamýyordu. Daldan dala atlayan bir kuþ gibi özgür; bir zaman yolculuðuna çýkmýþ gibiydi sanki…15–16 Haziran iþçi olaylarý sonrasý ilan edilen sýkýyönetimin ardýndan, radyolarda arananlar listesinin ilk sýralarýnda, anons edilmiþti ismi.Polisler Mersinde baba evini basmýþlar, arama yapýyorlarmýþ. Daðýtmadýklarý yer kalmamýþtý. Rahmetli anacýðýnýn iki gözü iki çeþme… Ýþgüzar polisin biri sandýk altýndan çýkardýðý bir bez paketini babasýnýn gözüne sokar gibi “ Buda ne? ” diye sorunca: Babasý cevabý yapýþtýrýverirmiþ:

— “Aradýðýnýzýn boku!” diye.

Ortalýk hemen gerilivermiþ. Tüm polisler üþüþüvermiþler paketin baþýna. Neyse babasýnýn söylediði doðru çýkýnca yumuþamýþ ortalýk; yoksa alýp götüreceklermiþ adamcaðýzý, Meðer adetmiþ, ilk çocuðun ilk pisliði paketlenir saklanýrmýþ. Anacaðýda aynen bunu yapmýþ! Bu baskýndan epey sonra, saklanacaðý yer kalmayýnca, Mersin’e baba evine gitmiþti. Evde yalnýz, bahçede güneþleniyordu. Üstünde bir mayo vardý… Zil çalýnca kapýyý açmýþ, karþýsýnda iki sivil polis, “ Onun ismini söyleyip, evi burasý mý, evde mi?” diye sorunca; “ Þimdi çýktý o! ”demiþti. Polisler þimdi çýktý deyince onu yakalamak için peþinden seðirtirken, çabucak giyinip savuþmuþtu bahçe duvarýndan atlayarak bir meçhule. Mahalleli olayý büyütmüþtü, aðzýnda býçak, elinde de tabancý vardý kaçarken diye… Biz kimin için uðraþýyoruz, kimler bizi idama götürecek þeyleri þiþiriyorlar diye düþündü…

— Birkiüç, birkiüç…

Hücresi ile bütünleþmiþ, üzerine, üzerine çöken duvarlarý teni gibi hisseder olmuþtu artýk… Dýþarýda azmý hapsetmiþti kendini görünmez hücrelere? Azmý kozalar örmüþtü üstüne, üstüne? Hep baþkalarýna göre mi var etmeye çalýþmýþtý kendisine ne? Ýnce, çok ince detaylar çýn çýn ötmeye baþlýyordu beyninde... Hiçte yüzleþmek istemediði, daha önce aklýna bile gelmeyen ince nüanslar, akortsuz bir alet gibi bozuyordu moralini. Farkýna varýp ta kaçtýðý ara ara beynine bir kýlýç gibi düþen cevapsýz nasýllar veya unutmaya, üzerini küllenmeye çalýþtýðý, zayýflýklar bir dað gibi üstüne üstüne geli geliveriyordu…Zayýf, çelimsiz ve güçsüz bir çocuktu. Okul öncesi mahalle kavgalarýnda öðrenmiþti anlamýþtý az çok, pazu gücünün geçer akçe oluþunu. O sýralar çok sevdiði futbol oyununda bile, en revaçta olan; tekmeyi en iyi atan iri kýyým çocuklar deðilmiydi? Yediði tekmeler, omuzlar ve çelmeler den sonra soðumamýþ mýydý futboldan? Pazu gücüne karþý duyduðu nefret ve özlemin üzerine azmý koza örmüþtü?“Eh oðlum, al sana uðraþacak bir iþ daha…” dedi. “Hadi bakalým yüzleþ bununla, becer becerebilirsen yýrt at bu kozayý da sýrtýndan...”Doðuþtan zayýflýðýný hiç mi hiç kabullenememiþti. Asla deðiþtiremeyeceði bu olaya isyan eden bir benliðin, güçlü olmak ve pazu gücü yüksek olanlara eþit statüye sahip olmak veya öyle görünmek için yapamayacaðý þey yoktu! Hele bu bir çocuksa, bu durumda davranýþlarýný duygularýnýn insafýna býrakmasýna hiç birþey engel olamazdý… Korkak cesaretsiz ve pasif veya tam tersi olmak bu halin doðal bir sonuçlarý deðilmiydi? Futbol takýmýnda kaleci olmayý bile denemiþti; tekmelerden korunmak için! Ama kaleye gülle gibi inen meþin topu yakalamasý ne mümkündü! Yediði goller den sonra kaleciliði de son bulmuþtu bittabi. Bir koza ta top sevgisi üzerine örüvermiþti. Kozalarý; deþip düþündükçe çoðalmaya baþlamýþtý. Ýlkokul son sýnýfa kadar her sene sýnýf geçince alýnacaðýna söz verilen bisiklet geldi aklýna… Artýk alýnacaðýndan ümidini kesince, bunun üstüne de bir güzel koza örmeyi nasýl becerdiðini hatýrlamaya çalýþtý, içi cýz ederekten. Zengin çocuklarýnýn altýndaki bisikletleriyle attýklarý turlarý, nasýl kýskançlýk ve gýpta ile seyrettiðini düþündü yutkunarak. Nasýl kabullenseydi nasýl kýskanmasaydý ve nasýl imrenmeseydi ki? Bedeni, ekonomik ve ruhi zayýflýk onun suçumuydu ki? Nerden anlasýn, nasýl kabullesin diki bacak kadar boyu ve geliþmemiþ beyni ile bunu? Pazu ve para gücüne sahip olanlara karþý, dayanýlmaz bir kin ve nefret tohumlarý yeþermeye baþlamýþtý, henüz çocuk benliðinde… Aðzý var dili yok anneciðini silme tokat döverken aslan kesilen babasýnýn; ekonomik güçsüzlüðün verdiði çaresizlikle, zenginler karþýsýnda el pençe divan, kedi gibi oluþu da, yenilir yutulur bir þey deðildi doðrusu. Bir çocuðun asla deðiþtiremeyeceði bu durumlar, onu daha ilkokul sýralarýnda deðiþik arayýþlara itmiþti. Sihirbazlýk hileleri, el çabukluðu, bilyesine kumar, kopyacýlýk ve cinsel güçlülük gösterileri, ta o zamandan baþlamýþtý. Lisede vakit kaybý olmasýn diye ders notlarýný, hazýrladýðý kopyalara direkt yazardý! Birde onlarý hazýrlamakla mý uðraþacaktý? Üstüne ördüðü kozalarý; kopyalarý, takýndýðý býçkýn, çapkýn, vurdumduymaz ve fýrlama maskeleri ile gizlemeyi beceriyordu…

— Birkiüç, birkiüç…

Voltasýný kesti yarýda. Bir cigara yaktý hýrsla,“ Bizim hücre, bu kozalarýn yanýnda nur nimet kalýr be… ” diye söylendi…Derin bir nefes çekti cigarasýndan. Bir þeyden emin olmuþtu ki oda hep baþkalarý için var olmaya çabalamýþtý. Kalabalýklar ortasýndaki yalnýzlýðýmýn nedeni buydu herhalde, dedi. Kendisiyle, böylesine yüzleþmek, hoþuna gitmiþti. Kendisini ameliyat eden bir doktor gibi hissetti. Neþteri derinlere batýrýrken, akýtmayý baþardýðý cerahatler, acýsýný hafifletiyor du sanki. Ulan dedi; iyiki yalnýz kaldýk bir baþýmýza, kendimizi tanýmaya baþlýyoruz galiba! “ Neysek oyuz be… Bir oðlum olursa bunlarýn hepsini açýk seçik onunla mutlaka paylaþacaðým” diye söz verdi kendi kendisine.Yapamayacaðým þeyler için, asla ona söz vermeyeceðim ve ne olursa olsun, onu her zaman seveceðimi de söylemem gerek ona diye ilave etti. Nasýl söz vermesindi ki?

— Birkiüç, birkiüç… Bugün geçmiyor gibimiydi ne zaman?

Ortaokul sýralarýnda, yaptýklarý kâðýttan külahlarý, otuz bir çekerek dolduran, çift dikiþli arkadaþlarýný anýmsadý. On bir, on iki yaþýnda mýydý neydi? Doldurduklarý külahlarý, öðünerek gösteren arkadaþlarýna imrenek azmý deneme yapmýþtý tuvalette. Tekrar tekrar deniyor, ama bir þey akýtmayý da, bir türlü beceremiyordu. Çocuklar ise, evde damlara filan fýþkýrttýklarýný söyleyerek öðünüp duruyorlardý. Nereden bilsin diki, daha vakti zamaný gelmediðini? Asýlýyordu hoþlanarak otuz bir çekmeye ama boþuna… Bir þeyciklerin, aktýðý falan yoktu. “ Bizde erkeklikte yok galiba, bir türlü fýþkýrtamýyoruz, bir santim bile!” diye azmý yemiþti kendi kendisini!Kime söyleyebilir, kime danýþabilir ve kimle paylaþabilirdi ki bunu? Bunu not etti beynine. Oðluna vakti zamaný gelince, anlatacaktý bu durumuda... "Ben sana dememiþ miydim lan!", cümlesinin, ben’i bitmeden suratýna inen, babasýnýn tokadýný anýmsadý.

— Sana, dememiþ miydim, ulan!

Ya anacýðýna inen tokatlar... “Vay garip caným anam vay!” dedi. Nasýlda katlanýrdý suskun ve çaresiz bu dayaklara? Anasýný dövdüðü zaman öldüresi gelirdi babasýný. Kavgayý zýngýr zýngýr titreyerek, sýra ona da gelecek diye korku ile izlerdi. Ve onu bu saygýsýz ve kaba adamýn elinden kurtarmadýðý için nasýlda üzülür, parçalardý kendisini. “Vay çocuk vay, neler gördün neler çektin sen bir karýþ boyunla”, dedi hayýflanarak…Günler böylece geçip giderken, farkýna varýp, çýkarýp attýðý maskeler eksildikçe, kendisiyle daha barýþýk ve kendisini daha sever bir hale geldiðini hissediyor ve bu durum onu çok mutlu kýlýyordu. Kaldý ki böylesi bir zindanda ve böylesi bir hücrede insan daha ne isteye bilirdi ki? Bu mutluluk, bu sevinç ve bu bilinç, üç adýmlýk bu hücrede, onun en fazla ihtiyacý olan sabýr ve huzurun da kaynaðý oluyordu…Dýþarýda, böylesine huzur ve böylesine bir güveni hiç tatmamýþtý…

Ýnsan kendisi, yalnýzca kendisi ile baþ baþa ve kendi ayaklarý üzerinde var kalmayý becerince, daha mutlu olmaz mýydý? Baþkalarýna göre yaþayan ve hayali koltuk deðnekleri ile ayakta kalmaya çabalayan bir insan, nasýl özgür ve baðýmsýz olabilirdi ki, zaten? Bir aðaç tekbaþýna ama sabit; bir hayvan dað baþýnda ama avlanarak özgür yaþayabilirdi. Fakat bir insan, bir bitki gibi sabit ve bir hayvan gibi avlanarak, nasýl yaþardý? Ýnsanýn, her halükarda yaþamasý için, aklýndan baþka bir dayanaðý olamazdý. Onu bir ot veya solucandan ayýran, tek fark aklý deðil miydi? Her þeye raðmen yeþermeyi baþaran bir kardelen çiçeði veya her þeye raðmen yaþamayý beceren bir ceylan, bunu mevcudiyete gösterdiði, uyuma borçlu deðil miydi? Onlar bu uyum ile varlýklarýný sürdürüyorlardý. Yirmi yaþýnda bir insan hiçte uyum içinde olmadýðý ve olamayacaðý, böylesi bir hücrede; var olmayý baþarmasý için, akýl ve bilinç den baþka bir dayanaðý asla olamazdý… O da bunu farkýna varmýþ olmanýn sevinç ve keþfettiði yeni bir þeyin dayanýlmaz keyfini; düþmana inat çýkarýp, voltasýna durmaksýzýn devam etti.Taki, tam üç ay sonra, “Hadi artýk koðuþa gidiyorsun” dedikleri güne kadar…

Birkiüç… Birkiüç…

Koðuþa gideceðini voltasýnýn en tatlý yerinde duyduðu an, iþte o an, ne diyeceðini bilemedi. Bir an dondu kaldý. “ Hayýr, ben burada çok mutluyum, hiçbir yere gitmek istemiyorum.” diyemedi. Yutkundu ama dilinin ucuna gelenleri söyleyemedi. Nasýl söylesindi ki, adama deli derlerdi. Hemde düþmana, hemde üstelik onun zindanýnda, “ Senin hücreni çok sevdim, ben koðuþ moðuþ istemem! ” denirmiydi hiç? Üç beþ parçalýk eþyasýný toplayýp, düþtü süngülerin ucunda yola. Kapýdan çýkarken içinde bir ömür tükettiði ve kendisini yeniden ürettiði hücresine son kez derin bir sevgiyle, dönüp baktý yeniden… Ana rahminden dünyaya zorla ve viyaklayarak çýkan bir bebek gibi hissetti kendisini. Duygularýný aðlayarak belli etmemek için, dudaklarýný kanatýrcasýna uzunca bir süre ýssýrdý. Yinede yanaklarýna süzülen, birkaç damla gözyaþýna engel olamadý. Yeniden doðuþunu gerçekleþtiren, bu rahmi asla unutmayacaktý, unutmadý da. Kendisini, koðuþa götürmek üzere bekleyen gardiyanlara baþý dik ve maðrur bir ifade ile dönerek:

— “ Mutlaka, ama bir gün mutlaka döneceðim buraya… Hem de zafer kazanarak, yeniden döneceðim!”dedi.

7

Saðcý, solcu, liberal, falan filan diye takmadan kerkese yüklenir;saðcýlar solcu, solcular saðcý, teistler dinci, dinciler teist diyerek saldýrýrlardý Romancýya! Merak içindeydi Alkolik Ömer…Aslýnda kendi fikirlerine de yabancý gelir gibi deðildi bunlar…Dayanamayýp sordu:

— Adalet ve zenginlik diyorsun... Adaleti anladýk da zenginlik ne oluyor?

— Güven varsa zenginleþir birey… Ýþte bu nedenle, hayatýn ta kendisidir kapitalizm! Malýmýzý canýmýzý adalet mekanizmasý koruyor. Devletin iki görevi vardýr. Sýnýrlarý korumak ve adaleti saðlamak. Bugün Irak’ ta cebelleþmek yerine yeni buluþlara ve bilime daha çok yönebirlerdi ABD ;savaþ çýkartýp silah satmak yerine. Biliyorsun Devlet Güvenlik Mahkemeleri vardý ama "birey güvenlik mahkemesi" yok!

— Hep bireyden söz ediyorsun da, ya toplum?

— Birey yoksa toplum da yoktur.

— Bir ideal uðruna ölmeye deðmezmi sence?

— Ama bence yaþam, tüm fikirlerden daha deðerlidir! Ýnsan hayatýnýn tek bir amacý vardýr, o da yaþamak. Bireyin kendi seçeceði bir amaçtan baþka bir amaç yoktur. Ýdeal þahsi olmalýdýr. Ýnsan bir ideal uðruna yaþamalýdýr ama ölmemelidir.

— Bu görüþ sol kesime çok ters geliyor, üstelik sen de onlarýn içinden çýkmýþ biriydin.

— Uðruna ölünen düþünceler yarýn deðiþebilir ve ölümler boþa gidebilir…

— Bir ideal uðruna ölmek saçmalýkmý? Deniz Gezmiþ, Che gibi efsaneler boþuna mý öldüler?

— Deniz Gezmiþ'e yazýk olmadý mý? Yaþasaydý belki bir mühendis, bir hukuk adamý olarak çok daha yararlý olacaktý. Onu asanlar kadar, onun asýlmasýna neden olanlar, ona gaz verenler de sorumludur bence. Deniz Gezmiþ' te, hem benim hem de Mehmet Kýlýç gibi deðiþemezmiydi? Dinle de anlatayým sana sevgili Mehmet Kýlýç'ý...Yýllar sonra dost oluvermiþtik onunla… “Kendine Bir Þans Daha Ver! “ adýný verip, yayýmlatmak istediðim bir kitabým vardý… Caðaloðlu’ da, solcu, devrimci, entel geçinen çalmadýk tek kapý býrakmamýþtým… En son kapýsýnda “Birleþik Daðýtým” yazan bir yeri denemeye karar vermiþtim… Genelde saðcý olarak bilinirdi burasý… Çaldým kapý zilini… Gözlükleri üstünden bakan, diþleri çürümüþ, bir deri bir kemik kalmýþ birisi açýverdi kapýyý…Anlattým amacýmý kýsaca… Beni bir bilge edasýyla, derin bir saygý ve merak içinde, sonuna kadar dinleyen, o cýpcýlýz adam: “ Eski Ülkü Ocaklarý Ýstanbul Gençlik Kollarý Baþkaný Mehmet Kýlýç bendeniz. Haklýsýnýz yerden göðe, ayný tabancalardan atýlan kurþunlara hedef olduk bizler…Anlattýðýnýz olaylarý ben de yaþadým ve þahit oldum...Bu nedenle aynen atarým imzamý, bu kitabýnýza efendim. Kitabýnýzý basýp daðýtmaktan þeref duyarým efendim...” deyivermezmi? Hiç beklemediðim bu cevap karþýsýnda, þaþýrýp, donakalývermiþtim! Üstelik adamcaðýz “ Efendim” diye hitap ediyordu bana… Ne duyarlý ne hassas ve ne güzel bir insandý o! Neredeyse aðlayacaktým...Gözlerime hâkim olmaya çalýþtým.... Dev Genç ve Ülkü ocaklarý, nasýlda birbirimize düþman örgütlerdik oysa…Soldan gelipte kendi özeleþtirimi yapmýþtým ama; saðdan da kendisini eleþtirebilecek bir insan olabileceðini, aklýmýn ucundan bile geçirmemiþtim…Þaþkýnlýðýmýn nedeni buydu aslýnda…Oysa insan; anarþist, kollektivist sol ya da sað geçmiþten gelipte, inancýný deðiþtirebilir yani... Yayýmlatmak istediðim kitap batsýndý yahu, yerin dibine! Kalkýp öpüverdim, o güzel adamý cýlýz yanaklarýndan… “Ulan hala solcumuyum neyim ben…” diye düþünmüþtüm o an… Birde düþünüp duruyororum yahu, neyin romanýný yazacaðýna… Ýþte romanýn ta kendisi deðilmi bu?

— Etkilenmedim desem yalan olur doðrusu...Görüþüyormusunuz hala? Bence de bu temayý temel almalýsýn romanda Romancým...Bu arada ilkeler, idealler, paylaþým gibi duygularý yok sayýyorsun. Bu çok benmerkezci deðil mi?

— Elbette görüþüyoruz....Görüþmemek olurmu? Öylesine mendebur bir hastalýk ki kolektivizm, insanýn yakasýný sadece gençlikte deðil yaþlýlýkta da, býrakmaz.Gepgenç bir insanýn, saðcý-solcu kollektivist bir canlý bomba olmasýnýn nedeni, hiçbir þey yaratamaz olmasýmý acaba? Risk almadan, el emeði, göz nuru dökmeden; hiçbir þey yaratýp üretmeden, paylaþmak istemek… Hem hiçbir þey yaratamayýp, hem de büyük bir kibirle dolaþmak istiyorsan, kollektivist olmak çok iyi bir çözüm oluyor galiba… Bir deðer yaratmadan, bir þeyler istiyorsun ama dünya onu sana vermiyor ve sen bir kollektivist olarak diðer alamayanlarla buluþup bir bahçede toplanýyorsun. Çünkü seninle beraber bütün mazlumlarýn kurtarýcýsý olma pozisyonu bu bahçede pek revaçta oluyor. Bu pozisyonda kendine gayet güzel bir yer bulabiliyorsun. Bir biçimde mazlumlarýn kurtarýcýsý olma rolüne soyunmak çok "easy way"! Çünkü daktilo yazmayacaksýn, karþýdan karþýya geçmeyi bilmeyeceksin, kitap okumayacaksýn, fotoðraf çekmeyi bilmeyeceksin, ders çalýþmayacaksýn, mühendis deðilsin, doktor deðilsin, elinden hiçbir iþ gelmiyor ve bir mesleðin de yok. Yapacak tek iþin, dünyanýn hali üzerine düþünmek! Dünyanýn hali üzerine düþündükçe de, kendin gibi kaybetmiþ kalabalýklarýn safýna düþüyorsun. Kazanmýþ bir kalabalýk nerede ki, gidip bulasýn zaten?

Hiç bir þey yaratýp üretmeyen bir insan, kaybetmiþlerin arasýnda sýkýþýp boðuluyor ve doðal olarak da "Madem ki ben bir þey yaratýp üretemedim, hiç olmazsa bu kalabalýklarý kurtarayým, yöneteyim, onlarýn arasýnda kendime bir yer edineyim" diyerek, kalabalýklarýn arasýnda "var olmak" yerine "eksik olmama" yöntemini seçiyor. Kolektivizm kan ve gözyaþý dairesi çizen böylesi çirkin bir metot ve asýl bencillik de, iþte bu bence! Çünkü böylece insan, kalabalýklarýn kurtarýcýsý olmak gibi kolay bir rol üstleniyor, romantik bir heyecanla dolaþýyor ve kendini orada en çirkin yollar içinde var edebiliyor. Bu yolun en tehlikeli tarafý da; ölme ve öldürmeyle noktalanmasý...Kalabalýklar bir deðeri deðil, bir inancý satýn alýp, ölüm ve öldürme noktasýnda deðer kazanabilir ancak! Bu nedenle, kim ne kadar delikanlý, kim silahla dolaþýr ve kim o bu dernek, parti, sendika gibi kalabalýklarýn örgütleri içerisindeyse, zirveye çýkmazmý sence de?

— Ýnsanlýk için bir þey yapma isteðini dýþlamak anlamýna gelmiyor mu bu?

— Dünyada insanlýk için bir þey yapan herkes bunu kendi için yapmýþtýr. Edison ampulü kendisi için bulmuþ, ama insanlýk aydýnlanmýþtýr.

— Edison daha rahat kitap okumak için icat etmedi mi yani, sence ampulü?

— Elbette hayýr! Amacý insanlýðý aydýnlatmak deðil, kendi ýþýðýný aramaktý. Kendi ýþýðýný aramayan, insanlýðý da aydýnlatamaz çünkü. Edison' da eþinin dýrdýrýndan kurtulmak için bodrum da, mumla yaþamaya baþlýyor. Ýþte bu arada elektrikten ampul üretmeye karar veriyor..“Ýnsanlýk uðruna ölmeyi" savunup hep savaþ ve hep mücadeleden söz edenler deðilmi zaten, insanlýðýn en büyük düþmanlarý? Hâlbuki kendi ýþýðýný arayanlar insanlýða en yararlý iþleri yapar. Herhalde Graham Bell' de telefonu karýsýyla konuþmak için bulmadý... Ya da Newton yerçekimini... Hepsi kendisi için yaptý. Kendi araþtýrmalarýný baþarýya ulaþtýrmak için, egolarýný tatmin için... Kendi deðerlerinin peþinde koþan adamýn tarafýndayým ben..Toplumun deðer sistemleri içinde olan bir insan, tribünlere oynayan bir futbolcuya benzer çünkü. Futbolcu kendi amacý için gol atarsa, tribündekiler mutlu olur.Tribünlere oynayanlar ise hiç bir iþ yapmaz sadece insanlýðý kurtarmaktan söz eder. Ama kendi içindeki ýþýða doðru yol alanlar, farkýnda olmadan bile olsa, insanlýða en büyük hizmette bulunabilir yani. Ben çok net bir þekilde þunu söylüyorum: Kendi egosu, kendi deðerleri için çalýþan insan deðerlidir, toplum için çalýþtýðýný iddia edenler ise yalancý ve sahtekardýr!

— Bu nedenle mi “Kapitalizm hayatýn ta kendisi ve doðru dürüst uygulanýyor olsa dünya uçar giderdi" diyorsun?

— Elbette öyle! Kapitalizmi kimse tam olarak bilmiyor. Zaten "ideal toplum düzeni" kavramýna da karþýyým. Kapitalizm adýný verdiðimiz þey hayatýn ta kendisi. Hayatýn, kendi tabiatýna uygun bir toplumsal ve ekonomik sistemi yaratmasý lazým. O ne? Güçlü olanýn ayakta kalmasý, çalýþanýn kazanmasý, emek verenin, baþarmak isteyenin baþarmasý ve bunun için özgürce bütün yollarýn açýk olmasýdýr.

— Bu zaten bir anlamda kapitalizmin tarifi...

— Evet. Toplum kurtarýcýlarý toplumun düzenlenmesi ve denetlenmesi merakýndadýrlar. Ben bu meraký tehlikeli ve faþistçe buluyorum. Toplum düzenlenlenip denetlenemez. Toplum suyun akýþýna býrakýlmalý...

— Zayýflarýn ölüp, altta kalanlarýn caný çýkarken; baþaranlarýn yýrttýðý, vahþi bir sistemin adý deðilmi yani, sence kapitalizm?

— Hiçte degil! Çünkü bu söylemde yýrtan adam suçlu görülüyor. Oysa o kazandýðý için zayýflar ölmüyor. Zayýflar çalýþmadýklarý için ölüyor, suçlusu kazananlar için degil yani... Güçlü olandan nefret etmenin kaynaðý, iþte bu nokta aslýnda! Güçlü olmak, zayýfýn veya zayýflýðýnýn nedeni olamaz. Þahsi bir amacý olmadýðý halde, kaybediþinin haksýz gururunu, kendine çesitli ideolojik kýlýflar bulup gizlemeye çalýþan, dünyanýn en iðrenç insanýdýr bence! Tarihe baktýðýn zaman dinlerin büyük bir bölümü de, haksýzlarýn kendilerini gururla savunmalarýndan çýkmamýþmýdýr? "Madem kaybettik, o zaman bir gerekçemiz, bir ideolojimiz olmalý " diyerek, Avrupa’ ya siyasi suçlu olarak giden solcularýn çoðu sýký iþ adamý olmadý mý?

— Yani her koyun kendi bacaðýndan mý asýlýr sence?

— Ýnsanlar koyun deðildir!

— Deðildir de, ne söylediðimi anlýyorsun...

— Ben, "hayatta amacý olan insanlar kazanýr" demek istiyorum.

— Her þey baþarýyla mý ölçülür yani?

— Elbette hayýr! Ama baþarýnýn da bir ölçütü olmalý deðilmi sence? O yüzden para ve baþka ölçüler de olmasý gerek. Eðer bunlardan baðýmsýz yaþamak istiyorsan, gel hep beraber bir ormana gidip yaþayalým o zaman!

Çok tepki alsa da sivri dilli olmaktan geri duramazdý Romancý. Bahaneler olamazdý baþarýsýzlýklarýn nedeni. Kimse saklanýp gizlenmesindi bunlarýn arkasýna! Üretmeyen ve sürekli þikayet eden insanlara çok kýzardý.Yaptýðý iþten para kazanamamak eþþeklikti onca…Her fýrsatta yüklenirdi, saðcý - solcu tüm tutuculara…

— Liberal, saðcý, solcu demeden yükleniyosun herkeze! Saðcýlar solcu, solcular saðcý, teistler dinci, dinciler teist diyor yahu sana! Anlat allasen kimsin sen? Nasýl bakýyorsun hayata?

— Ben eskiden devrimciydim, halen de öyleyim. Solcularla aramýzdaki tek fark þurada. Benim devrim trenim yola devam etmekte! Onlarýnkýysa bir iki istasyon önce durdu. Türk solu asla devrimci olamadý zaten bu yüzden. Bana saðcý diyenler var ama ben saðcýnýn ne demek olduðunu bile bilmiyorum. Bunun dýþýnda hakkýmda söylenenlerin ne önemi var ki! Ben mesleðimle anýlan ve kendi þahsi hayatý olan bir adamým. Liberaller dahil hiçbir kalabalýkla birlikte anýlmak istemem.

— Para kazanma ve iþini iyi yapma gibi kavramlarý neredeyse kutsallaþtýrýyorsun? Para kazanmayana kuþkuyla bakýyorsun. Ýnsan yaþamýnda deðerlerin hiç mi yeri yok sence?

— Ýnsanýn aklý vardýr, bu akýl ona bir amaç belirler. Akýlla amaç arasýnda geçen yolda, bir yetenek ve çalýþma alaný vardýr. Aklýný kullanamayan bir insan, çalýþýp üretmeyi de beceremez ki zaten! Çalýþmazsa baþarý kazanamaz, baþarý kazanamazsa da mutluluðu hak edemez. Bizim toplum direkt olarak baþarýlý ve mutlu olmak istiyor. Mutluluk çeþmeden akmýyor ki aðzýný dayayýp içesin! Burada çok önemli þey þu: Akýlla amaç arasýnda geçen yol hayatýn ta kendisidir. Bu hayatta çalýþmanýn, yeteneðin ve alýnterinin net bir kriteri vardýr: para! Ýyi ki para adý verilen bir deðer ölçüsü var da biz yaptýðýmýzýn karþýlýðýný alabiliyoruz. Bu yüzden, parayý deðersiz ve anlamsýz gibi gösteren herkesten ödüm kopar benim...

— Her çalýþmanýn maddi bir karþýlýðý mý olmalý sence mutlaka?

— Evet, kesin olmalý. Hiç kimse sýfýr için çalýþamaz! “Çok çalýþýyorum ama hiçbir þey elde etmek istemiyorum.” diyebilirmisin? O yüzden, amacýný doðru saptayan herkes, para kazanan biri olmak zorundadýr. Ýnsanlar normalde paranýn sadece çalýþanlarýn ve baþaranlarýn hakký olduðunu bildiði halde, gözünü kapatýp, “Hayat bana gereken fýrsatý vermedi.” diyerek suçu hayata atar. “Fýrsat verilmedi, gereken þans bana verilse yapardým. Tesis yoktu, devlet sahip çýkmadý.” gibi ifadelerin hepsi beceriksizliðin bir kýlýfýdýr aslýnda. Beni rahatsýz eden, bu tür beceriksizlerin bir de haksýz gurura kapýlmalarý... Adam hem iþini iyi yapmýyor, hem iþine sahip çýkmýyor; hem de kibirli kibirli ortada dolaþýyor! Hayatta, asalak ve üretenler olmak üzere iki tür insan var...Ýþte bu nedenle, hiç üretmeyip sürekli þikayet edenlerden midem bulanýyor. yahu...

— Devrimcim diyorsun ama solculara karþý bir alerjin var. Geçmiþin devrimcileri bugünün sosyal demokratlarý deðil mi?

— Ben aslýnda solcuya saðcýya deðil tutuculara karþý tepkiliyim. Fakat tutucularýn Türkiye’deki sesi ve borazaný solcular oldu. Her türlü kollektivist, nasyonalist fikir solcular tarafýndan ifade edilir hale geldi. Türkiye’nin önündeki duvarýn bütün tuðlalarýný solcular örüyor. Ne enteresandýr ki Türkiye’nin önünü kapatan saðcýlar deðil! Ben bunlara karþýyým iþte. Türk solu kapitalizmle tanýþmadý ve ne olduðunu bilmeden ona karþý çýkýyor. Türk solunun Marksizmi bildiðine de inanmýyorum. Kaldý ki devlet maden falan da iþletemez. Ýþletemez ama milyarlarca dolarlýk bor madenlerini de yabancý ülkelere milyon dolarlarlara peþkeþ çekemez. Ya da bir hedef koyar. "Bende Bor varsa kardeþim, 10 sene içinde en büyük roket yakýtý ham madde satýcýsý da be olacaðým" diyerek, bu iþi halleder... Madeni çarçur etmez. Özelde iþletmeyi kurar. Yine suyun baþýnda Türkiye olur. Buradan þuraya geleceðim:"Ýhaleleride peþkeþe çeviren ya da ihalesiz direkt satanlarda iç yamyamlar deðilmi?" Bizde devlete birçok fonksiyon yükleniyor ve her konu ona býrakýlýyor. Oysa devletin zenginliði milletin fakirliði deðil mi? Bir ülkede devletten önce millet zengin olamaz mý?. Türkiye bana göre Küba’dan sonraki tek sosyalist ülke. Yakýnda Castro ölürse yeryüzündeki tek sosyalist ülke olarak kalacaðýz. Devlete ait zenginlikler, millete geçmeden bu ülkede kurtuluþ yok. Devlet organizasyonumuz; üzerine vazife olmayan, o kadar çok iþle uðraþýyor ki, asýl iþlerinden birisi olan adalete bile, bütçesinin binde üçünü ayýrabiliyor..Oysa Ýþine otobüsle gidip gelerek, "Nasýl geçinirim?” derdindeki bir adam, insanlarýn geleceði hakkýnda karar verebilir ki? Neyse ne! Ben özgürlüðü seçtim. Hiçbir kalýp ve tanýma sýðmayan bir yaþam biçimim var. Ýçine kapanýk zalim bir sevgisizlik taþýyan bu dünyaya da öyle bakan biri olamam ben! Hayat önümüzde dolaþan, tesadüflerle dolu.... Seçimi iyi yapabilmektir önemli olan. Yaþamý karartýp “ Pardon yani…” denemez ki hayata!

8

Ömer’de, kalabalýklar içindeki yalnýzlýklardan býkýp usanmýþ, akdenizin mavisinde yaþamaya karar vermiþ emekli bir memurdu. Caný gibi sevdiði, tek kamaralý sekiz metrelik teknesi, evi gibiydi..Günlerce inmediði olurdu teknesinden..Tek baþýna yaþamasýna raðmen; mutfaðý, tuvaleti,yataðý,yorganý her zaman pýrýl pýrýldý... Adsýz Alkolikler grubu ile çok sevdiði alkolü býrakma savaþýmý içindeydi, tam 14 küsur yýldýr.. Dile kolay tam 14 yýldýr, bir kez bile gitmeyi ihmal etmemiþti Ömer, AA'nýn haftalýk toplantýlarýna...O’nun özü sözü bir tavýrlarý ve kendisini çok dürüst ve de acýmasýzca eleþtirmesine hayrandý Romancý… Biribirine yapýþýk ikizler gibiydiler Ömer'le...Yedikleri içtikleri ayrý gitmez, birlikte gezelerdi her yerleri...O gün de, Ömer'in mutat AA toplantýsýna gitmiþlerdi birlikte...Toplantý epeyce kalabalýk ve içten gelen samimi bir paylaþýmlarla devam etmekteydi.... Ömer'in katýlýmýyla toplantý, daha da canlanmýþ, tüm katýlýmcýlar heyecanlanmýþ, sevinmiþ ve hepsi teker teker kucaklayýp öpmeye baþlamýþlardý onu...Besbelliydiki Ömer, alkol savaþýmýný kazanmayý baþaran, capcanlý somut bir kahraman ve örnek alýnmasý gereken bir insandý...

Ömer bir ara söz alýp, elindeki deftere bakarak baþladý usul usul konuþmaya...

— Merhaba arkadaþlar. Adým Ömer, ben bir alkoliðim. Bugün sizlerle 14 sene sonra yakaladýðým ayýklýðýn sevincini paylaþmak istiyorum. Bu süreçte kýzgýn, üzgün ve çoðu kez saçma olan konuþmalarýmý sabýrla dinlediðiniz için hepiniz çok teþekkür eder minnetlerimi sunarým. Sonunda kavuþtuðum huzur ve ayýklýkta; AA basamak ve gelenekleri ile siz AA’lý dostlarýmýn katkýlarýný her zaman anacaðým. Onlarca kez tekrarladýðým basamak çalýþmalarým beni ikna etmeseydi; kesinkez bende kayardým... Paylaþýmlarýmýzda yanlýþ, kötü ve çirkin karakter bozukluk ve kusurlarýmý samimi olarak itiraf etmekte oldukça ustalaþmýþtým. Ancak bunlarýn bir sonuç olduðunu ve bu sonuçlarýn kaynaklarýný bir türlü izah edemiyor ve neden, niçin ve nasýllarýn cevaplarýný, bir türlü bulamýyordum. Ýyi niyet, samimiyet ve dürüstçe yaptýðým içe bakýþýmýnda da yetersiz kalýyordum. Neyi niçin, neden ve nasýl hissettiðimi; duygu ve fikirlerimin, realite zinciri ile olan baðlantýsý ile bunlarýn realiteye uygun olup olmadýðýný veya yýllarca kendimi kandýrdýðým bir takým olgularýn ürünü bir yanýlgýmý, olup olmadýðýný da keþfedemiyordum. Böylece içsel verilerimin doðuþtan veriliymiþ gibi mutlaklaþtýrýp; kendimi çaresiz ve aciz bir mahlûk gibi hissediyor ve deðiþemeyeceðime inanýr noktasýna gelerek derin bir sýkýntý ve bunalýmlara gark oluyordum. Sonuçta bazen kaymama ramak kalýyor, duygu ve beynimde uçuþan “neden, niçin ve nasýllarý” bastýrarak, bunlara isyan edip teslim oluyor ve bazen da bulamadýðým cevaplardan kaçmak, uzaklaþmak yollarýný tercih ediyor; ama bunu da bir türlü baþaramýyordum. Hele, bazý bazý duygu, fikir ve yanlýþ eylemlerime haklýlýk kazandýracak; düzmece, yapay ve gerçek dýþý açýklamalar bulma çabasýna giriyordum ki; en korkunç olanýyda bu idi. Çünkü bu davranýþým aslýnda kendimden kaçma, kendimden gizlenme (!) kandýrmacasýndan baþka bir þey deðildi. Böylece realiteyi kavramaya ve ona uymaya deðil, aksine onu kendime uydurmaya nafile yere çabaladýðýmý fark edemiyordum bile. Faksý, bilgisayarý kullanýrken; onlarýn nasýl çalýþtýðýný ve mevcudiyet içinde ait olduklarý yeri bilmez gibi ; yaþýyor, yiyor, içiyor, uyuyor ve geziyor ama bunlarýn nasýl oluþtuðunu ve mevcudiyette yerimin neresi olduðunu kavramak için de, hiçbir çaba göstermiyordum. Aksine tüm bularý hazýr reçete, kliþe, ideoloji ve inançlarda buluverme kolaycýlýðýný tercih ediveriyordum. Bu tembellik ve boþ vericiliðimde: "Aklýn realiteyi kavramaya muktedir olmadýðýný, realiteyi kavramanýn idealistlerin nafile uðraþtýðý bir rüya olduðu, þeylerin insanýn kendi bilincinden ibaret olduðu ve aslýnda þeylerin göründüðü gibi olmadýðýný, hiç kimsenin hiçbir þey den emin olamayacaðýný” iddia eden akýl dýþý felsefelerin etkisinin olabileceðini aklýma dahi getiremiyordum. Bu etkileþim ve bulamadýðým cevaplar beni bilinçli olmaktan soðutuyor kendime olan güvenimi de sarsýyordu.

14 küsür yýldýr süren bu savaþýmda, elde edebildiðim tespitler sonucunda karakter bozukluklarý, baðýmlýlýk ve diðer kusurlarým yanýnda “alkol baðýmlýlýðýmýn” çok masum kaldýðýný fark ettim. Hatta alkolün bunlarý örtbas ederek kendimi avutma ve kandýrmama yarayan bir iþlev yerine getirdiðini de gözlemledim. Bunlarýn sonucunda bundan böyle; duygu, düþünce ve eylemlerimde, mevcudiyeti kýstas almaya karar verdim. Ýnsan ve dolaysýyla kendi tabiatýmýn yapýsýný da bilemediðimi fark ederek, öðrenme çabasýna giriþtim. Ýþte bu çaba sonucunda kendim hakkýnda aþaðýdaki tespitleri keþfettim. Ýzin verirseniz bunlarýn hepsini, bu süreçte aldýðým notlardan, teker teker okumak istiyorum sizlere...

Çýt yoktu ortalýkta...Tanrým bu nasýl bir dayanýþma, bu nasýl bir saygý ve bu nasýl sevgi dolu bir ortamdý ki? Romancý katýlýp zart zurt içinde geçen, gürültülü politik toplantýlarý anýmsadý...Orada kimse kimseyi dinlemez, üstelik bir birbirlerine caka satarlardý... Kankasý ile gurur duyarak dinlemeye devam etti....Ömer, sakince , madde madde okumaya baþlamýþtý, 14 yýllýk alkol savaþýmýnda edindiði tespitleri;

— Düþünce ve davranýþlarýmý tayin eden aklým deðil; yalnýzca duyum organlarým ve algýlarýmdý.Her eylem ve davranýþýmda alýnteri ve gö hep realiteyi suçlamýþtým. Deðiþtiremeyeceðim þeyler peþinde enayice koþarken, deðiþtirebileceðim þeyler karþýsýnda teslim olup; bunlardan kurtul, midem gibi otomatik çalýþýr sanýp, düþünme zahmetine asla katlanamamýþtým. Baþkalarýný yargýlanmaktan hep kaçmýþ ve bunda “yargýlama ki yargýlanmayasýn” saçmalýðýnýn etkisini kavrayamamýþtým! Bu süreçte; gelmiþ, geçmiþ ve gelecek zamaný yok sayarak, an be an yaþamak peþinde; zamaný kavramak yeteneðine sahip olan beynimi ve kendimi inkâr ettiðimin farkýn da bile deðildim...Yaþamak için seçtiðim yöntemin, bir hayvanýn avlanmasýndan hiçbir farký yoktu aslýn da...Mevcudiyetin bütünselliðini kavramadan, zýtlarýn bir o bir bu ucuna takýlarak; hep anticilik oynayýp ve hep bütünselliði bir ucundan putlaþtýrýp: "Ya hep, ya hiç" lik peþinde koþmuþtum hep! Kendimi bir hayvan veya bir bitkiden ayýran en temel farkýn düþünme yeteneðim olduðunu ve bu yönde emek harcamam gerektiðini görmezden gelerek, hep tembelliði, hep boþ vermiþliði, hep aceleciliði ve en önemlisi, hep asalaklýðý tercih etmiþtim. Bu nedenlerele sonuçta, hep kestirme, kolaycý ve avanta yollarýn peþine takýlvermiþ olduðumun farkýna vardým! Alkol bunlarýn yanýn da devede kulak kalýr! Özetle alkolsuz bir yaþam deðil; mantýklý huzurlu bir yaþam önemli...Mantýk dýþý huzursuz bir yaþamda, içip içmemek hiçbirþeyi deðiþtiremez. Bu teþhisleri yapýnca, ameliyat ve tedavimin nereden baþlayacaðýný keþfettim inancýndayým. Ýþte bu inanç oldu, ayýklýðýmýn ilk adýmý!. Bu çabamýn ömür boyu süreceðinin bilincinde, yeniden doðmuþ gibi hissediyorum kendimi. Çünkü bunlarý deðiþtirmek benim elimde, direksiyon bende ve tercih benim... Bu sevincimi sizlerle paylamanýn kývancý içinde, göstermiþ olduðunuz deðiþim ve iyileþme çabanýzda, hepinize baþarýlar dilerim. Darýsý baþýnýza…

Dinleyiciler, nasýl da içten ve coþkulu alkýþlamýþlardý, Ömer’i... Doðrusu bu arada, Romancý' da almamýþ deðildi nasibini..!




Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.


memet faruk kimdir?

Anarþist eylemleri nedeniyle hapse giren, 4 yýl sonra hapisten çýkan ve kendini aramaya baþlayan adam.

Etkilendiði Yazarlar:
A. RAND, K.POPPER, ÇERNÝÞEVKÝ, Ç.ALTAN


yazardan son gelenler

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © memet faruk, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.