Çocuklarýn eðitimi, zaman kazanmak için nasýl zaman yitireceðimizi bilmemiz gereken bir meslektir. -Rousseau |
|
||||||||||
|
O saatte ve o havada, ada ile hiçbir iliþkisi olmadýðý halde adaya giden yalnýz bir yolcu vardý. “Gene geç kaldým.” dedi Kenan kendi kendine. Nedendir bilinmez, Kenan’ýn her yere her zaman geç kalmak gibi bir huyu vardý. Bir iþi vaktinde bitirmeyi istediði halde bir türlü beceremezdi. Halbuki adada yaþayan bir yazarla günler öncesinden randevulaþmýþtý. “Hep böyle iki ayaðým bir pabuçta mý yaþayacaðým? Ne olurdu sanki yola biraz erken çýksaydým? Randevulara hep böyle kýlý kýlýna mý yetiþeceðim? Ada vapuru sürat motoru deðil ki iki dakikada adaya ulaþsýn...” diye kendi kendine kýzdý içinden. Havanýn da pek iyi olmadýðý göz önüne alýnýrsa daha en az yarým saatlik bir yollarý vardý. Adaya bir yazarla görüþmeye gidiyordu. Baþkalarý için olmasa da kendisi için çok önemli olan bir iþin peþindeydi. Görüþeceði yazarýn kitabýnda yazdýðý bir þeye kafasý takýlmýþ, sonra uzun çabalar sonunda, biraz da þansýnýn yardým etmesiyle yazarýn adresini bulabilmiþ ve ondan bir randevu koparabilmiþti. Kafasýnýn takýldýðý konu hakkýnda yazarýn kitabýnda yazdýðýndan daha çok bilgi edinmek istiyordu. Türkiye’de insanlar genellikle nereden geldiklerini, dedelerinden önceki atalarýnýn kim olduðunu hem bilmezler hem merak da etmezler. Bu acaba bir vurdumduymazlýk mýdýr yoksa içgüdüsel olarak bir kendini savunma mekanizmasý mýdýr? Ya da uygar olmamak mýdýr? Bir dedenizin kim olduðunu bilirsiniz. Zaten büyük bir olasýlýkla, dedeniz biraz uzun yaþadýysa onunla tanýþmýþsýnýzdýr. Geri kalanýný da merak etmezsiniz. Nasýl olsa 1071 yýlýnda Alpaslan’la birlikte Orta Asya’dan gelmiþlerdir. Gelmemiþ olsalar bile öyle kabul edersiniz, olur biter. Kendinizi boþu boþuna strese sokmazsýnýz. Birçok kimse böyle düþünür. Birçoklarý da öyle olmadýðýný bilmelerine, kendi durumlarýnýn farkýnda olmalarýna raðmen sanki baþka bir yerden gelmiþ olmak ayýpmýþ gibi kendilerini saklamaya çalýþýrlar. Sanki göçmen olduklarý veya Türk asýllý olmadýklarý anlaþýlýnca büyük topluluk onlarýn kýçýna bir tekme vurup toplum dýþýna atacakmýþ gibi bir panik havasý içindedirler. Bu stresi yaþamamak için bu konularý hiç açmazlar. Adaya giden yolcu, bu kadar rahat ya da rahatsýz düþünen biri deðildi. Yazarýn kitabýný okumadan önce zaten kendisi hakkýnda bir geçmiþ araþtýrmasýna baþlamýþtý. Birkaç küçük þey öðrenmiþ ancak pek tatmin olmamýþtý. Görüþmeye gittiði yazarýn kitabýnda da onu ilgilendirecek bir-iki satýr yazý geçiyordu. Kitap oldukça iyi bir tiraj yapmýþtý ancak kendisinin ilgilendiði konu kitapta ikincil bir konu olarak bulunmaktaydý. “Suriye’nin köklü ailelerinden Hattatzadelerin esmer, pek de güzel olmayan kýzý Sýdýka Haným, Kabaaðaçlý Miralay Mustafa Asým ile evlendi.” Tarih 1800 küsur. Bu konu üzerine iki baþka yazar daha kendi kitaplarýnda söz etmiþlerdi. Ada yolcusu Antakyalý idi. Memleketinde Hattatzade olarak bilinirdi. Sýdýka Haným’ýn zamanýnda Antakya Suriye’nin bir kenti idi. Aslýnda kitapta geçen, kafasýna takýlan konu çok eski bir zamanda olmuþtu ancak “Yazar bunu kitabýna aldýysa Sýdýka Haným hakkýnda bir þeyler biliyor olmasý gerekir” diye düþünüyordu. Yolcunun asýl ilgilendiði nokta iþte buydu. Hava bulutlu ve rüzgarlý olduðu için vapurda iç salona oturmuþtu. Çýrpýntýlý deniz vapuru hafif hafif sallýyordu. Bazen sarsýntýdan vapurun ahþap çerçeveli camlarý zangýrdýyordu. Vapur adaya vardýðýnda saat beþe geliyordu ancak hava henüz kararmamýþtý. Büyükada vapuru pek sýkýntý çekmeden iskeleye yanaþtý. Az sayýda yolcu ses çýkarmadan ve çevreleri ile pek ilgilenmeden vapuru boþalttý. Yolcular, Adayla Bostancý arasýnda her gün gidip gelmekten ve Adalý olmalarýndan ötürü çevrelerini kanýksamýþlar, ezberlemiþlerdi. Adaya geldikten sonra gözleri baðlý bile olsa yollarýný bulabilirlerdi. Adaya özgü olan faytonlar, balýk lokantalarý da hiç mi hiç ilgilerini çekmiyordu. Vapurdan inen orta yaþlý adam her türlü aracýn girmesinin yasak olduðu yaya bölgesini geçip yolun baþladýðý yerde müþteri bekleyen sýraya girmiþ faytonlara doðru yürüdü. Faytonunun üzerinde oturmuþ sigara içmekte ve sabýrla müþteri beklemekte olan bir faytoncunun yanýna gitti. Uzaktan göründüðü kadarýyla elinde tuttuðu bir kaðýdý ona gösterip bir þeyler sordu. Faytoncunun anladýðýný belirten hareketlerinden sonra faytona bindi. Sigara içmekten beyaz býyýklarýnýn ortasý sararmýþ faytoncu, çok alýþkýn hareketlerle atýný harekete geçirdi. Araba kullanmanýn yasak olduðu adada ulaþým faytonlarla saðlanmaktaydý. Üzerinde küçük siyah benekleri olan beyaz renkli yaþlý hayvan, belki ancak yaþamasýna yetecek kadar samanla beslendiði için hiç acele etmeden aðýr adýmlarla ve sessizce fayton kabinini çekiyordu. Fayton gýcýrtýlar çýkararak yeþil bahçelerin arasýnda yol alýyordu. Adam çoktandýr adaya gelmemiþ, çoktandýr böyle nostaljik bir yolculuk yapmamýþtý. Halbuki küçüklüðünde eðlence olsun diye deðil, zorunlu olarak birkaç kez fayton yolculuðu yapmýþtý. Hatta bir keresinde faytoncu yokken, sýrf merakýndan iki at koþulu faytonun dizginlerini çekmiþ, atlar huysuzlanmýþlar, bunu gören faytoncu koþa koþa gelmiþ, bir de ona kýzmýþtý. Bu yüzden þimdi gördüðü hiçbir detayý kaçýrmamaya çalýþýyordu. Atýn ayaklarýna asfaltta kaymasýn diye nal yerine araba lastiðine benzer – büyük olasýlýkla oradan kesilmiþ – kauçuk parçalarý çakýlmýþtý ve at neredeyse hiç ses çýkarmadan ilerliyordu. Atýn her adýmýnda yalnýzca tok bir ses çýkýyordu. “Nal sesleri de tarih oldu.” Dedi içinden. Fayton bir süre yokuþ yukarý yol aldýktan sonra bahçeli bir köþkün kapýsýnda durdu. Orta yaþlý adam her olasýlýða karþý faytonu göndermeden önce kapýyý çaldý. Kapýyý hizmetçi olduðu anlaþýlan bir kadýn açtý. Adam kendini tanýttý. “Merhaba, ben Kenan Gürel. Nermidil Hanýmýn evi deðil mi?” Diye sordu. “Evet” yanýtýný alýnca devam etti. “Hanýmefendi ile bugün randevum vardý. Kendisiyle telefonda konuþmuþtum.” “Bir dakika bekleyin.” Dedi hizmetçi kadýn. Ýçeriye gitti ve hemen geri geldi. “Buyurun.” Dedi. “Sizi bekliyor.” Köþkün iç giriþinde yaþlý fakat dinç bir haným göründü. Adam gülümseyerek yaklaþtý. “Merhaba. Nermidil Haným, Sizinle telefonda konuþmuþtuk; Kenan Gürel ben...” “Ah, evet, buyurun... Buyurun içeriye geçelim.” Gençliðinde oldukça güzel olan haným yaþlanmýþ olmasýna karþýn bu izlenimi hala yüzünde taþýyordu. Kenan onun hiç Osmanlý devleti zamanýnda yaþamadýðýný bildiði halde onun için ‘bir Osmanlý’ yakýþtýrmasý yaptý. Ýçeride bir odaya geçtiler. Nermidil Haným devam etti. “Hoþ geldiniz ama biraz geç kaldýnýz.” “Bunun için özür dilerim. Daha erken gelmem gerekirdi. Ama fazla vaktinizi almayacaðým.” “Hayýr çok önemli deðil. Ne içersiniz?” “Mümkünse bir çay rica edeyim... Aslýnda biliyorsunuz, biraz telefonda anlattým ama hemen konuya girmek, isteðimi söylemek istiyorum size. Benim öðrenmek istediðim þey þu: Kitabýnýzda Hattatzadelerin kýzý Sýdýka Hanýmdan söz ediyorsunuz. Sýdýka Haným bildiðiniz gibi Suriyeli idi. Hakkýnda ne kadar bilginiz var? Onun ailesi hakkýnda ne biliyorsunuz?” Haným hafifçe gülümsedi. “Çok geçmiþte kalmýþ bir þey soruyorsunuz. Nasýl desem... Bakayým...” diyerek kafasýndan bir hesap yaptý ve devam etti. “Hemen hemen 150 yýllýk bir þey sorduðunuz soru. Bunu bilmem mümkün deðil. Sýdýka Haným dedemin annesi olur ancak takdir edersiniz ki onu görmem mümkün deðildi. Onu hiç görmedim. Evet, yalnýzca Suriyeli olduðunu ve veremden öldüðünü biliyorum. Ailesi yani Hattatzadeler hakkýnda ise bir bilgim yok. Annem Suriye’ye gitmiþti. Belki onun ailesini, akrabalarýný görmüþtür ama þimdi o da yaþamýyor. Ne yazýk ki benim size bundan daha fazla söyleyebileceðim bir þey yok. Bu konuda da en az bir kuþak geç kaldýnýz.” “Anlaþýlan sizden pek bir þey öðrenemeyeceðim. Peki... Biliyorsunuz, Antakya Osmanlý döneminde Suriye valiliðine baðlý idi. Kardeþiniz büyük bir rastlantý sonucu yine bir Antakyalý ile evlenmiþ. Sizi de öyle bulabildim zaten.... Ben düþündüm de, yaþ olarak bakýnca Sýdýka Haným büyük büyük dedem Kara Hattat Muhammed’in kýzý imiþ gibi görünüyor. Zaman olarak çok iyi uyuyor.” “Olabilir ama ben bilmiyorum. Dedi Nermidil Haným.” Bu sýrada çaylar geldi. Hizmetçi çay servisi yaparken Kenan konuþmaya devam etti. “Bu savým doðruysa sizin dedeniz Mehmet Þakir Paþa’nýn Kara Hattat’ýn torunu olmasý gerekir. Zaten bir adýný Mehmet koymuþlar. Yani Þakir Paþa Dedesinin adýný almýþ olabilir. Aðabeyi Cevat Paþa babasýnýn babasýnýn adýný almýþ. Þakir Paþa da ayný düþünce ile annesinin babasýnýn adýný almýþ olabilir. Ama Osmanlý Devletinin en karýþýk zamanlarýnda, sizin kitabýnýzda yazdýðýnýz gibi Sýdýka Hanýmlar Suriye’den Bursa’ya göç ettikten sonra ve orada ölünce aradaki baðlar kopmuþ. Þimdi o zamaný düþünürken büyük bir hata yapýyoruz. O zamaný bugünün þartlarý ile düþünüyoruz. Örneðin bugün otobüsle Antakya-Ýstanbul arasý yoldaki hýz kýsýtlamalarý ile birlikte 15 saat sürer. Hatta uçakla Adana’ya gider oradan otobüse binerseniz yolculuk toplam 5 saati geçmez. Ama o zaman öyle miydi? Tam 300 saat. Evet, Antakya’dan Ýstanbul’a yolculuk yapmak yaklaþýk 13 gün sürermiþ. Yani deðiþim için neredeyse saat baþýna bir gün düþüyor. Böyle bir durumda Anadolu’da kent deðiþtiren kiþi çýktýðý yerden kopmuþ oluyor. Ama daha sonra büyük amcanýz Ahmet Cevat Paþa II. Abdülhamit’in baþbakaný iken Ýstanbul’dan kovulunca Suriye’ye gitmiþ; yani annesinin memleketine. Kitabýnýzda Suriye iþi sedef kakmalý, bizde çekmece tabir edilen, içine dikiþ malzemesi konan küçük bir sandukadan söz ediyorsunuz. Anneniz Ayþe Haným Suriye’ye gittiðinde amcasýndan hediye olarak istemiþ. Onun aynýsýndan bizde de var. Çok deðerlidir bu gerçek sedef kakma çekmeceler. Bizdeki çekmecenin aynýsýnýn Topkapý Müzesinde sergilendiðini söylemiþlerdi...” Kenan soluklandý ve ümitle Nermidil Hanýma baktý. Nermidil haným bir þey hatýrlamýþ gibi görünmüyordu. “Bu da olabilir ama sizin baþka kaynaklara bakmanýz gerekecek. Diðer iki yazarý biliyorsunuz. Onlarý bulun. Belki size yardýmcý olurlar.” “Pekala...” dedi Kenan, üzgün bir ifade ile. “Ben sizi daha fazla meþgul etmeyeyim. “ Sonra Kenan ayaða kalktý. Kapýda Hanýmla vedalaþtý. “Benle ilgilendiðiniz için teþekkür ederim. Ýyi akþamlar dilerim.” Nermidil Haným üzüntüsünü dile getirdi. “Keþke elimden gelen bir þey olsaydý... Size yardým etmeyi çok isterdim. Ýyi akþamlar.” Kenan köþkten ayrýldý. Hiçbir þey öðrenememiþti. Hava kararmak üzereydi. Ýskeleye kadar yürümesi gerekecekti. Suyun akýþýný takip eder gibi yokuþ aþaðý yürümeye baþladý. Geldiði yönü biliyordu. Bu þekilde nasýl olsa iskeleye ulaþýrdý. Yolda kimsecikler yoktu; ne bir fayton, ne bir bisikletli geçiyordu. Görüntüde yalnýzca aðaçlar, bahçeler ve bahçe içinde evler vardý. Kuþlarýn bile çoðu yuvalarýna çekilmiþti. Yalnýz kýrlangýçlar aðaçlarýn üzerinden son sürat çýðlýk atarak geçiyorlardý. Akþam serinliðinde esen rüzgarý içine çekti. O an Ýstanbul’a çok yakýn fakat çok uzakta bir yerde olduðunu düþündü. Kendisini zaman tünelinden geçip yüz yýl öncesine gitmiþ gibi hissetti. Bu hisse kapýlmak için pek acele ettiðini biraz sonra anlayacaktý. Bir süre yürüdükten sonra gözüne bir sokak tabelasý iliþti: Þakir Paþa Sokaðý. Sokaðýn giriþinde saðda, çok fazla katlý olmayan, birbirine benzer iki apartman yükseliyordu. Biraz dikkatli bakýnca apartmanlarýn isimlerini okuyabildi. Þakir Paþa Apartmaný A Blok ve B Blok. Apartmanlar onu yeniden yaþadýðý güne getirdi. Kenan apartmanlara baktý, üzüntüyle baþýný salladý. Bir zamanlar bu apartmanlarýn yerinde bulunan köþkü düþündü. Osmanlý Devletinin son zamanlarýnda ve Cumhuriyetin ilk yýllarýnda oldukça debdebeli ve fýrtýnalý bir yaþam sürülmüþtü burada. Þakir Paþa sonradan çok tanýnmýþ bir yazar ayný zamanda ressam olan oðlu Cevat Þakir tarafýndan öldürülmüþtü. “Ne acý kader...” dedi Kenan. Þakir Paþanýn çocuklarýndan, torunlarýndan birçok sanatçý, ressam ve heykeltýraþ çýkmýþtý. Aðabeyi Cevat Paþa da Osmanlý Devletinde Baþbakanlýða kadar yükselmesine raðmen hat ustalýðýný hiç elden býrakmamýþtý. Demek bir sanat düþkünlüðü ve belki de aileden gelen bir yeteneði vardý. Bu sýrada köþkün dýþ kapýsý açýldý. Ýçinden koþarak çok þýk giyinmiþ, baþýnda yana yatýrýlmýþ güzel bir þapka olan bir kadýn ve takým elbiseli, saçlarý briyantinli orta yaþlý bir erkek çýktý. Kenan’ýn yanýndan koþarak geçtiler. Kadýn ayaðýndaki uzun eteðe raðmen erkekten daha hýzlý ve önde koþuyordu. Adam koþarken “Aliye... Aliye... yavaþ...” diye arkasýndan seslendi. Biraz ileride gözden kayboldular. Kenan irkildi. “Köþk mü? Ne köþkü?” Dönüp çiftin geldiði yöne bir daha baktý... Hayýr, apartmanlar yerlerinde duruyorlardý. Normal.olmasý gereken bu durum Kenan’a çok garip göründü. Bir an, apartmanlarýn yerinde sanki fotoðraflarýný gördüðü Þakir Paþa köþkü varmýþ gibi bir yanýlgýya kapýlmýþtý. Gözünü apartmanlardan ayýrmadan geriye doðru birkaç adým atýp her þeyin yerli yerinde olduðuna ikna olduktan sonra döndü; yokuþ aþaðý yürüyüþüne devam etti. Þakir Paþanýn ve eþinin ölümünden sonra mirasçýlarý köþkü pay edebilmek için yýktýrýp yerine apartman katlarý yaptýrmýþlardý. Böylece ancak içinde yaþamýþ olanlarýn deðerlendirebileceði bir tarih silinmiþ, yerini birbirini tanýmayan ailelerin doldurduðu iki apartman bloðuna býrakmýþtý. “Bundan þu sonuç çýkýyor.” Diye düþündü Kenan. “Türkiye’de tarihi bir köþk 3-4 katlý iki apartman dairesi kadar bile bir deðer taþýmýyor. Hele onu yok etmek için de bir emek harcandýðýný düþünecek olursak... Türkiye’de tarihin de sanatýn da deðeri yok. Sanki millet geçmiþle baðlarý koparmak için birbiriyle yarýþýyor. Sanki geçmiþimizden kurtulunca rahata kavuþacaðýz. Halbuki kültür birikimdir. Ýnsanýn insan olmasýný saðlayan þeydir. Doðru ya da yanlýþ kültürü nasýl yok sayarýz? Bu köþkü yýktýranlar köþkten nefret mi ediyorlardý? Hiç sanmýyorum. Þimdi herhalde onlar da üzülüyorlar ve görüyorlar ki o köþk ayakta olsaydý bugün müze gibi gezilecek bir yer olurdu. Ama içimdeki þeytan rahat durmuyor, soruyor: o müze kaç paraya gezilirdi? Biz de ayný þeyi yaptýk; farkýnda olmadan...” Kenan çocukken sözünü ettiði sedef kakmalý çekmecede saklý duran Arap harfleri ile yazýlmýþ bir avuç dolusu mührü anýmsamýþtý. Ýçlerinde, pirinçten yapýlmýþ olanlarý da vardý, parmakla rahatça basýlsýn diye bir yana yatýrýlan, sapý iþlemeli gümüþten yapýlmýþ olanlarý da. Bu mühürleri sað iken kim bilir kimler kullanmýþtý. Hepsi de Arap alfabesiyle yazýlmýþ olduðuna göre en azýndan 70 yýllýk olmalýydýlar. Çok daha eski olduðundan hiç þüphesi yoktu. Þimdi onlarýn nerede olduðunu hiç kimse bilmiyordu. Mühürler ortadan yok olmuþtu. Kenan hem yürüyor hem de düþünüyordu. “Yapýlan bir araþtýrmaya göre tepedeki manastýr dýþýnda adada bir tane bile ahþap yapý kalmamýþ. Onun da eli kulaðýnda.” Dedi kendi kendine. “Bu deðer bilmezlik acaba insanýn yapýsýndan mý kaynaklanýyor? Yoksa yalnýz bize ait bir þey mi? Tarih boyunca kurulan uygarlýklar birikimlerini korumaya çalýþmýþlar. Uygarlýðý kuranlar ve kültürler ancak onlara yabancý olanlar tarafýndan yok edilmiþler. Ne oluyor burada böyle? Kendi elimizle kendi kültürümüzü yok ediyoruz.” Caný biraz sýkýlmýþtý. Üstelik hiçbir þey de öðrenememiþti. Keyfinin yeniden yerine gelmesi için biraz yürümesi gerekti. Kentte her zaman duyulan araç seslerinin olmayýþý, temiz hava, her ne kadar Þakir Paþa Köþkü yýkýlmýþ olsa da ayakta kalan bahçeli evler, Büyükada’yý baþka yerlerden farklý kýlýyordu. Önceki geliþlerinden daha yukarýlarda ve adanýn diðer tarafýnda ormanlýk alanlarýn olduðunu biliyordu. “Buraya daha iyi bir zamanda, gezmek için gelmeli.” Diye düþündü. Kenan iskeleye vardýðýnda hava yalnýz kararmakla kalmamýþ, ayný zamanda iyice bozulmuþtu. Rüzgar hýzýný artýrmýþ, deniz coþmuþtu. 1-1.5 metre boyunda dalgalar kýyýdan aþýp yukarýya, lokantalarýn içine kadar giriyordu. Ýskelede bir kalabalýk toplanmýþtý. Kalabalýða yaklaþtý, tanýmadýðý birine ne olduðunu sordu. “Ne oldu? Nedir bu kalabalýk?” “Þu bey...” dedi adam, üzeri gazete kaðýtlarýyla örtülü cesedi gösterdi; “Þu aðlayan bayanla koþarak vapura yetiþmeye çalýþýyormuþ. Kalp krizi geçirmiþ, ölmüþ...” Baktý, yol kenarýna yatýrýlmýþ cesedin baþucunda bir kadýn yere oturmuþ aðlýyordu. Kadýn biraz önce Kenan’ýn önünden koþarak geçen kadýna benziyordu. Ölen adam herhalde onun kocasý olmalý idi. Çok üzüldü ama yapacaðý bir þey yoktu. “Ýþte bu kadar.” Dedi içinden. “Hepimizin baþýna gelecek þey bu...” Ýskele binasýna girdi, salonda beklemeye baþladý. Onun gibi gelecek son vapura binmek isteyen az sayýda yolcu vardý. Eðer hava daha da bozarsa sefer yapýlmaz, adada kalýrlardý. Yaðmur yaðmadýðý için þanslýydýlar; çünkü o durumda þartlar daha kötü olabilirdi. Tedirgin bir bekleyiþ baþladý. Deniz iþletmelerinden bir görevli, salonda bekleyenlere seferin yapýlamayabileceðini bildirdi. Yolculardan biri “Yarýn da iþim vardý.” diye söylendi. Ýkide birde dýþarýya bakýyorlar, vapurun yolunu gözlüyorlardý. Çalkantýlý denizle alacakaranlýk gökyüzünün arasýnda, gündüzün çiðliklerinden arýnmýþ karþý kýyýnýn ýþýklarý, upuzun bir inci kolye gibi parýldýyordu. Sonunda belli belirsiz ýþýklarý ve siluetiyle son vapur göründü. Biraz sarsýlýyordu ama güvensiz görünmüyordu. Kaptanýn usta bir manevrasýyla çok zorluk çekmeden iskeleye yanaþtý, az sayýdaki yolcularýný indirdi, getirdiðinden çok daha az sayýda yolcuyu alarak adadan ayrýldý. Yarý yolu geçmiþlerdi ki rüzgarýn artan hýzýyla birlikte deniz biraz daha hýrçýnlaþtý. Vapur bir aþaðý bir yukarý inip çýkarak yol alýyordu. Camlar neredeyse kýrýlacak gibi sarsýlýyordu. Bir ara vapur dalgayý yan tarafýndan aldý ve beþik gibi sallanmaya baþladý. Yolcular yerlere devrilmemek için bir yerlere tutunmak zorunda kaldýlar. “Þu Marmara’nýn ne yapacaðý hiç belli olmuyor” dedi içinden. “Bir bakarsýn göl gibi, bir bakarsýn fýrtýnalý bir okyanus gibi. Þimdi coþma zamaný galiba.” Kenan’ýn aklýna eski deniz kazalarý geldi. Öðrencileri taþýyan Üsküdar vapuru da böyle batmamýþ mýydý? Yoksa sýra onlarda mýydý? Neyse ki korktuðu baþýna gelmeden, daha fazla kötü bir olay olmadan sað ve saðlam olarak Bostancý’ya ulaþabildiler. Vapur zar zor iskeleye yanaþtý ve yolcular karaya ayak bastýlar. Kenan arkasýna bakmadan yürürken “Oh, atlattýk.” Dedi sessizce. “Adada kalmayalým derken az kalsýn canýmýzdan oluyorduk.” Ada ve ada macerasý geride kalmýþ, ayrýca kýsa bir süre ortaya çýkar gibi yapan geçmiþi, yeniden geldiði yere, karanlýða gömülmüþtü. Üzerine yine koyu renkli kalýn örtüler örtülmüþtü. Ocak 2001 Not: Þakir Paþa Ailesi ile ilgili benim bildiðim dört kitap yazýldý. Birincisi Ayþe Kulin’in Füreya adlý romaný, ikincisi Nermidil Erner Binark’ýn ‘Þakir Paþa Köþkü’ adlý anýlarý, Üçüncüsü Þirin Devrim’in ‘Þakir Paþa Ailesi’ adlý anýlarý. Bu üç kitapta ayný olaylar anlatýlmakla birlikte herkesin kendi yaþam deneyimleri de yer almaktadýr. Ayrýca Cevat Þakir Kabaaðaçlý yani Halikarnas Balýkçýsý’nýn babasýný öldürmesine dair Sadi Durak’ýn yazdýðý bir kitap, Bilgi Yayýnevinden ‘Halikarnas Balýkçýsý ve Bir Duruþmanýn Öyküsü’ adý altýnda çýkmýþtýr. Ýlk üç kitapta ailenin soy aðacý yer almaktadýr. Bilgi için, Füreya, Nermidil Erner ve Þirin Devrim birbirleriyle kuzendir. Cevat Þakir Kabaaðaçlý onlarýn dayýsý olur. Üçünün teyzesi, Cevat Þakir’in kardeþi Aliye, kocasýyla Ýstanbul vapuruna yetiþmek için koþarlarken kocasý kalp krizi geçirerek yaþamýný yitirmiþtir.
ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.
|
|
| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk | Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim
Yapým, 2024 | © Mehmet Sinan Gür, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr. Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz. |