..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Doðallýk sahip olunan deðil, kazanýlmasý gereken bir erdemdir. -Cervantes
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Roman > Natüralist Roman > Turgay Bora




15 Aðustos 2006
Org ve Tora Bora (1. 2)  
Olaylar, Rüyalar, Gerçekler ve Tora Bora Kalesi

Turgay Bora


Roman 5 bölümden oluþmaktadýr ve oldukça da uzun. 1. Bölüm olaylarýn baþlangýcýný (Olaylar), 2. ve 3. Bölümler (Rüyalar ve Rüyalara devam) bataklýða dönüþen deryadaki çýrpýnýþlar ile birlikte rüyalarý, 4. Bölüm (Gerçekler) ortaya çýkan gerçekleri, 5. Bölüm ise (Haberler ve Postalar) roman kahramanýnýn konu üzerine bazý yazýþmalarýný ve tüm gerçeði ile birlikte olaylarla ilgili haberleri yansýtmaktadýr.


:BFIB:
ORG ve Tora Bora
BÖLÜM: 1.2
Olaylar

Aykut aralýklý olarak iki senedir þirkette çalýþýyor. Ýþletme fakültesini iyi dereceyle bitirmiþ, tavsiye üzerine 1994 ilkbaharýnda iþe baþlamýþtý. Aþaðý yukarý benim boylarýmda, bir yetmiþ beþ civarýnda, yirmi beþ yaþýnda, sportif, çalýþkan zeki ve atik bir genç, dört ay önce niþanlandý. Þirketin fiyat analizlerini ve tekliflerini hazýrlýyor, pazarlamasýný yapýyor. Benim tam olarak kaç yaþýnda olduðumu o bilmeliydi; zira þirketin tüm evraklarý onun bilgisi dahilindeydi. Yüksek lisansa müracaat ettiðinden 1995 Ekim ayýnda, yani Dilara iþe baþladýktan bir ay kadar sonra iþten ayrýlýp, yüksek lisansýn bitiminde yeniden ayný iþine baþladý. Yüksek lisansý esnasýnda þirket ile irtibatýný koparmamýþ, çalýþmalarýný ve tezlerini þirkette hazýrlýyordu. Hatta bitirme tezinin yazýlmasýnda Dilara ve Sibel kendisine yardýmcý olmuþtu. Askerliðini yapmak için bir veya iki ay içinde þirketten tekrar ayrýlacak.

Sibel, sekreterlik okulu mezunu, uzun siyah saçlý, yirmi yaþýnda bir esmer güzeli, iki aydan beri niþanlý. 1995 Ekim ayýnda, Aykut yüksek lisans için iþten ayrýlmadan hemen önce sekreterlik okulu tarafýndan þirkete gönderildi. Dilara ile kýsa sürede arkadaþ olmuþ, Dilara bilgisayar kursuna gittiðinde bu konuda kendisiyle ilgilenmiþti. Ayrýca Ýngilizce bilgisiyle þirkete yararlý oluyor. Ailesi tesadüfen çok eskilerden tanýdýk çýkmýþtý, bunu ancak Sibel iþe baþladýktan birkaç hafta sonra babasý büroya ziyarete geldiðinde fark etmiþtik.

Ýlhan otuz dokuz yaþýnda, evli ve bir çocuk babasý deneyimli bir mimar. Dört senedir þirket ile birlikte serbest eleman olarak çalýþýyor. Bir metre seksen beþ boylarýnda hareketli bir kiþilik. Ýþ takibi yapar, teklifleri hazýrlar ve sunar, þantiyeleri denetler. Bu sabah büroda olmadýðý için doðum günü pastasýndan nasibini alamadý.

Doðum günü faslý aþaðý yukarý yarým saat sürdü. Fincanýma tekrar kahve doldurup odama çekilmek için müsaade istedim. Masama oturup düþünmeye baþladým; acaba kýrk dört yaþý nasýl geçecek, nelerle karþýlaþacaðým, düþündüðüm ve yapmak istediðim projeler gerçekleþecek mi! Ýthal ettiðimiz bazý malzemelerin Türkiye'de üretilmesi için giriþimlerde bulunmuþtum. Düþündüðüm malzemeler Türkiye'de üretilmiyor. Konuyu Almanya'da bulunan, üniversiteden arkadaþým Michael ile telefonda görüþmüþtüm, o bu iþin uzmanýydý, doktorasýný da bu konular üzerine yapmýþtý, her konuda yardýmcý olabileceðini, hatta birlikte giriþimde bulunabileceðini söylemiþti. Üretimi yapacak fabrikanýn kurulmasý için üç ülkeden topladýðým tekliflerin en uygunu bir Ýsviçre firmasýndan gelmiþti; anahtar teslimi fabrikayý kuruyor ve üretime geçiriyorlardý, hatta bunun için uygun dýþ krediyi bile saðlayacaklardý. Ankara'da Müsteþarlýkta konuyu görüþmüþ, bu proje için onay alýnabileceði, kýsa zamanda teþvik belgesinin çýkabileceði cevabýný almýþtým. Ýmalat yeri olarak teþvik için öncelikli bir yer düþünmüþtüm, ham maddesi o civarlarda bulunuyor ve bölge deniz ulaþýmý için de uygun; fakat önümüzdeki projelerin gerçekleþmesi, iþ tekliflerimizin kabul edilmesi gerekiyor, böylelikle fabrika inþaatýnýn baþlamasý ve tamamlanmasý için yeterli sermayeyi çýkartabiliyorum. Projelerin gerçekleþmesi ve tekliflerimizin kabul edilmesinden yüzde doksan beþ eminim çünkü benim þirket bu iþler için bilimsel raporlarda önerilip tavsiye edildi. Artýk yüzde beþlik bir engel çýkmamalý. Bunlarý yýldýrým hýzýyla kafamdan geçirdikten sonra fincanýn dibindeki kahveyi yudumlayýp ajandada yazýlý bugünkü notlara ve yapýlacak iþlere baktým. Bugün yapmamýz gereken bir tahsilat var, Dilara ödeme yapacak þirketi aradý, bana muhasebeyi baðladýlar.

"Yunus Bey ile görüþecektim."

"Ben Yunus, buyurun." Hal hatýr faslýnýn ardýndan:

"Bugün bize ödeme yapýlacaðý söylenmiþti, hangi saatte müsaitsiniz?"

"Bugün ödeme yapamayacaðýz, ancak ay sonunda, bu ay sonu tekrar arar mýsýnýz?"

"Bizim acilen para transferi yapmamýz gerekiyor, biliyorsunuz kurlar her gün gittikçe artýyor, her geçen gün bizim zararýmýza, ay sonu olacaðýna garanti verebilir misiniz?"

"Ay sonu mutlaka olur, þüpheniz olmasýn."
Geçen ayda olduðu gibi tekrar teþekkür edip telefonu kapadým. Aykut, görüþmenin neticesini öðrenmek için odama girdi.

"Ne oldu, ödeme yapýyorlar mý?"

"Hayýr, yine ay sonuna ertelendi."

"Bu ikinci erteleniþi, biliyorsun; fabrikaya para transferi yapmamýz gerekiyor, kurlar her geçen gün artýyor, zor durumda kalýrýz, aklýma ister istemez üç sene önceki nisan ayý geldi."

"Biliyorum, o zaman þans bizim yanýmýzdaydý, belki de þansý sen getirmiþtin, iþe yeni baþlamýþtýn hatýrlýyorsan, tahsilatýn hemen ardýndan ve devalüasyondan iki gün önce para transferi yapmýþtýk, iki gün daha gecikme olsaydý þirkete iflas bayraðýný çekmiþ olurduk ve þanssýzlýðý da sen getirmiþ olurdun."

"Yo hayýr, ben uður böceðiyim," dedikten sonra gülüþtük.

Sibel odaya girdi.

"N'oldu, neden gülüþüyorsunuz?"

Aykut:

"Tahsilat yerine havamýzý aldýktan sonra kimin uðurlu, kimin uðursuz olduðunu konuþuyorduk."

Sibel:

"Aman bana uðursuz demeyin de... Aykut Bey! Ýlhan Bey'in teklifi hazýr, faks ile mi gönderilecek?"

"Bilmiyorum, bana bir þey söylemedi, geldiðinde ona sor, belki elden verir, ayrýca kontrol etmesi veya ilave gerekebilir, bu sabah teklif vereceði yere tekrar uðrayacaktý."

Sibel bu kez bana yöneldi:

"Öðleden sonra Beykoz'da randevun var unutma!"

"Yemekten sonra çýkarým."

Anlaþmalý lokantanýn getireceði bugünkü öðlen yemeðinde patatesli tavuk haþlamasý ve pirinç pilavý vardý. Yemeðin ardýndan yola koyuldum. TEM otoyoluna çýkýp Anadolu yakasýna doðru yol aldým. Öðlen saati olduðu için yoðun bir trafik yok, orta þeritte seyrediyorum. Ýleride metal gibi þeylerle yüklü bir kamyon sað þeritteki baþka bir kamyonu geçmeye çalýþýyor. O da ne? Önümdeki kamyondan kocaman bir þey düþtü. Bu en az bir buçuk metre çapýnda, neredeyse arabamýn yüksekliðinde kocaman daire þeklinde metal bir levha, yola düþtükten sonra en az bir metre yüksekliðinde zýplayarak bana doðru geliyor, saða veya sola kaçsam bile o zýplayarak yuvarlanan þey her an saða sola yuvarlanabilir. Arkamdaki yolcu otobüsünün kaptaný da levhayý görmüþ olacak ki sürekli kornasýný çalýp beni uyarýyor. Yan aynadan sað þeridin müsait olduðunu gördüm, levha arabamýn üzerine düþmeden direksiyonu saða kýrdým, ondan kýl payý kurtuldum, sað þeritte giden kamyona da arkadan vurmamak için sert bir fren yaparak hýzýmý düþürdüm, arkamdaki otobüs de saða geçmiþ, levha halen bir tekerlek gibi zýplayýp yuvarlanarak geriye, geldiðim istikamete doðru yol alýyor, sonra o kargaþada ne olduðunu göremedim, kamyonsa ileride görünmüyor, gelen ilk çýkýþta saða sapýp otoyoldan ayrýlmýþ olmalý, yani kaçtý. Derin bir oh çekip, verilmiþ sadakam varmýþ diye düþündüm.

Beykoz'daki bir iþ görüþmesiydi. Görüþmenin ardýndan Boðaz kenarýnda bir kahve veya çay içmeden gitmek doðru olmaz diye düþündüm. Beykoz, Ýstanbul'un beðendiðim, yeþili bol olan semtlerinden biri; fakat sýrtýndaki ormanlar yerlerini yavaþça binalara býrakýyor. Ýnsanlar bu güzelim ormanlara nasýl kýyabilir, halen anlayamýyorum, bu büyük bir gaddarlýk. Ismarladýðým kahveyi yudumlarken cep telefonum çaldý, bürodan arýyorlar.

"Müsait misin?" diye sordu Sibel.

"Pek deðil, görüþmeyi tamamladým, þu an Boðaz kenarýnda oturmuþ kahve içiyorum."

"O halde kahveyi býrakýp hemen büroya gel!"

"Bir þey mi oldu?"

"Tehdit ediliyorsun."

"Ne tehdidi? Kim tehdit ediyor?"

"Telefonda anlatmam uzun sürer, buraya gel anlatýrýz."

"Bu bir þaka mý?"

"Hayýr, çok ciddiyim, hemen gel!"

Zaten böyle bir þaka yapýlamazdý ve hiçbir zaman da böyle bir þaka yapýlmamýþtý, ciddi bir þey olduðundan eminim. Nitekim otoyolda kamyondan yuvarlanan daire þeklindeki bu levha olayý... Kýrk dört yaþý pek iyi baþlamadý anlaþýlan. Benzeri þeyler 1989 yýlýnda da olmuþtu. Bir sene sonra, yani 1990'da temelli olarak Türkiye'ye dönüþ yapýp Ýstanbul'da yerleþmeye niyetlenmiþtim, þirketi kurmak için önceden faaliyette bulunmam gerekiyordu; fakat her þey ters gitmeye baþlamýþ, olanlardan kurtulup tekrar Almanya'ya ayak bastýðýmda þükretmiþtim. Olaylarda ister istemez suçlanansa annemdi:

***

O zaman, 1989'un Nisan ayýnda Yeþilköy'deki havaalanýnda Ýstanbul'a ayak basmýþtým. Taksiye binip sahil yolundan annemin yanýna gidiyordum, oturduðu yer Marmara sahiline yakýn, yürüyerek on beþ dakikalýk bir mesafedeydi, babamdan boþanalý seneler olmuþtu ve altmýþ iki yaþýndaydý. Kardeþleri, yeðenleri, torunlarý ayný mahallede, hatta bazýlarý ayný binada oturuyordu. Taksinin içinden Marmara Denizi'ni seyrederken, bu kocaman ve muhteþem þehre ilk defa altý yaþýnda geldiðimi hatýrlamýþtým; o gün Haydarpaþa garýndan çýktýðýmda o kocaman deniz tüm heybetiyle tam karþýmdaydý, içimi heyecan dolu bir ürpertinin kapladýðý o aný unutamýyorum. Türkiye'ye her geliþimde mutlaka önce Ýstanbul'a uðrardým. Boðaz kenarýnda bir yerde çay, kahve veya bira içmek senelik yorgunluðumu gideriyordu; bedenimi Boðaz'da uçuþan martýlar gibi hafif, ruhumu onlar gibi serbest hissediyordum. Eve varmýþtým. Geleceðimi önceden haber verdiðim için beni bekliyorlardý. Önce annemin elini öptüm, sonra diðer akrabalarýmla kucaklaþtým. Ýlk iki günümü Ýstanbul'u gezerek geçirmiþtim. Bir gün eve geldiðimde eþyalarýmýn valize yerleþtirilmiþ olduðunu görünce þaþýrdým.

"Anne ne oluyor, neden valizim hazýrlandý?"

"Buradan gidiyoruz."

"Nereye?"

"Çerkezköy'deki evine, evin yapýldý bitti, artýk orada beraber oturacaðýz."

"Bunlarý nereden çýkardýn, nereden aklýna geldi þimdi? Biliyorsun; burada þirket kurup tekrar Almanya'ya gideceðim ve bir sene sonra geri geleceðim, o zaman da Ýstanbul'a yerleþeceðim."

"Hayýr, tekrar Almanya'ya gitmeyeceksin, biliyorum yine o kadýna gideceksin."

O kadýn diye bahsettiði dört sene birlikte olduðum Renate idi. Ýki sene önce Ýstanbul'a annemin yanýna göndermiþtim, annem onu evden kovmuþ ve arkasýndan olmayan þeyleri anlatmýþtý, yani anlattýklarý iftiradan baþka bir þey deðildi. Annemin kýskançlýk damarlarý tutmuþtu.

"Sayende onunla bir sene önce ayrýldým, ayrýlmamýz için elinden geleni yaptýn, o artýk yok, unut onu, benim tekrar Almanya'ya gidip burada kuracaðým þirket için baðlantýlar ve anlaþmalar yapmam gerek."

"Hayýr, yalan söylüyorsun, yine o kadýna gideceksin, hem Ýstanbul'da kalacakmýþ, þuna bak! Ýstanbul'da karý kýz bol, onun için deðil mi? Þirketini de Çerkezköy'de kurarsýn, ikimiz el ele, sýrt sýrta verir gül gibi geçiniriz."

"Orasý Çerkezköy'ün içi bile deðil, dað baþýnda sessiz bir yer, oraya telefon bile baðlatamazsýn, orada þirket filan olmaz."

"Neden? Orada kadýn bulamazsýn deðil mi?"

"Bunun kadýnla bir alakasý yok, hem ben otuz beþ yaþýnda ve bekârým."

"Ne olmuþ? Ben de bekârým, illâ evlenmem mi gerekir? Senin gibi çirkine kim varýr! Kadýnlar sana paran için gelmek istiyor, yüzüne hayran olduklarý için deðil."

"Neler anlatýyorsun böyle? Sen babamla parasý için mi evlendin? Halen eskisi gibisin, daha da beter, þimdi kadýn konusunu nereden çýkarýyorsun yine?"

"Yalan mý? Öyleyse dün akþam eve neden geç geldin?"

"Geldiðimde akþam saat ondu, ben çocuk deðilim ve herhangi bir kadýn ile birlikte de deðildim."

"Akþamlarý orospular dýþarý çýkar, bekâr erkekler deðil, orospulara para mý yedireceksin? Evlenip de onun bunun orospusuna mý bakacaksýn? Artýk bana bakacaksýn sen."

Benzer þeyleri liseyi bitirdikten bir sene sonra, yani on yedi sene önce, Almanya'ya gideceðim zaman da yapmýþtý ve babamla bu yüzden tartýþmýþtý. O zamanlar; "hayýr, Almanya'ya gitmeyecek, orada ne iþi var?" diye tutturmuþ, "býrak çocuðu gitsin, burada üniversite sýnavýnda istediði yeri kazanamadý, orada belki þansý açýlýr, onun için belki her þey daha iyi olur," diyen babamla zýtlaþýyordu. Annem inatçýlýðýna devam ediyor, "oraya gidip Alman kadýnýyla mý evlenecek?" dediðinde babam; "ben Türk kadýný ile evlendim de ne oldu? Ne zaman ve kiminle evlenirse evlenir, ona karýþamazsýn, evlenecek olan o," demiþti. Bu tartýþma kavga etmelerine kadar uzamýþtý. Görüyorum ki annem halen ayný, hiç deðiþmemiþ. Annem kadýnlarý ve kýzlarý hiç sevmez, bu yüzden aðabeyim Altan'ýn karýsýyla sýkça kavga ederdi ve ne olduysa her þeyi yengemin üzerine atardý. Ayrýca annemin baþka bir kötü huyu var; herhangi bir þey olduðunda muskacýlara, üfürükçülere gider, onlardan medet umardý. Hatta küçükken hasta olduðumuzda, biz çocuklarýný hekime götüreceði yerde babamdan habersiz muskacýlara gider muska yaptýrýrdý. Yatakta uyumadan önce bizlere cinli perili hikâyeler anlatýr, biz de çok korkardýk, korktuðumuz için annemizin yanýmýzda yatmasýný ister, yatakta ona sýkýca sarýlýrdýk. Bunun sebebini büyüdükten sonra anlamýþtým, annemize sarýlarak yatmamýz onu mutlu ediyordu. O sadece kendi mutluluðunu düþünüyordu, týpký þimdi olduðu gibi. Küçükken korkumuzdan ne tuvalete, ne de bir odadan diðerine yalnýz baþýmýza gidebilirdik. Birimiz tuvalete giderken diðerimiz mutlaka tuvalet kapýsýnýn önünde beklerdi; zira her an annemizin masallarýnda anlattýðý cinler ve periler karþýmýza çýkabilirdi.

Annemle daha fazla tartýþmanýn yersiz olduðunu düþünmüþtüm. O kendi fikrinden, düþüncesinden vazgeçmez. Bunu gayet iyi biliyor ve ona acýyordum. Valizimi alýp tekrar odama götürdüm. Babamý da özlemiþtim, Ýstanbul'dan uzakta, Anadolu'nun küçük fakat þirin bir kasabasýnda oturuyordu. Þirketi kurar kurmaz, Almanya'ya dönmeden önce yanýna uðramayý planlamýþtým.

Ertesi gün kalkýp Beyoðlu'na gittim. Halen seyrek de olsa irtibatta bulunduðum, küçükken mahallede beraber oynadýðým, ilk ve ortaokula birlikte gittiðim bir arkadaþýmýn orada avukatlýk bürosu vardý, her Ýstanbul'a geliþimde yanýna uðrardým. Þirket kurma konusunda bana bilgiler de verebilirdi. Bürosuna girdiðimde sekreteri olduðunu söylediði bir bayan beni karþýladý. Kendimi tanýttýktan sonra arkadaþýmýn adliyede duruþmada olduðunu, saat on beþ de geleceðini söyledi. Dört saatlik bir zaman vardý. Bu zaman zarfýnda biraz gezer, öðlen yemeði yer, tekrar gelirdim ve öyle yaptým. Avukat Erhan bürosundaydý.

"O!.. Arkadaþým hoþ geldin," diyerek beni kucakladý. Oturup sohbet ettik. Sekreteri bu arada çay servisi yapýyordu. Bizimse konuþacak bir sürü konumuz vardý; ne de olsa altý sene kadar birbirimizi görmemiþtik. Bu arada babasý adaþým Turgay amcanýn dört sene önce vefat ettiðini öðrenmiþtim. Uzun süredir göremediðim diðer arkadaþlarý sordum.

"Sabri'yi, Ahmet'i filan görüyor musun?"

"Ýstanbul'dan tayini çýktýktan sonra bir daha Ahmet'i görmedim, güneye yerleþmiþ."

"Onunla en son 1980 de askeriye yönetimi devraldýðýnda Ýstanbul'da görüþmüþtüm, ona Türkiye turu yapacaðýmý söylediðimde doðuya gitmemi tavsiye etmemiþti. Ya Sabri?"

"Nadir de olsa görüyorum, iþini bayaðý ilerletti, tekstil iþleriyle uðraþýyor, yeri Merter'de, istersen telefon açalým."

"Yo hayýr, sen adresini ver, bir sürpriz yapayým."

Þirket konusunu açtýðýmda, ticaret odasýnda çalýþan bir arkadaþýnýn adýný vermiþ, bana yardýmcý olabileceðini söylemiþti. Ýki saat kadar sonra bürodan birlikte çýkýp ayrýldýk. Bugün eve erken gitmek istiyordum, yani karanlýk basmadan, aksi takdirde annemle mutlaka yine tartýþma çýkacaktýr. Günlerden cuma olduðundan ancak pazartesi günü ticaret odasýna gidebilirdim. Ertesi gün Erhan'ýn bana verdiði adrese gittiðimde bir taþla iki kuþ vurduðumu görmüþtüm; zira arkadaþýmýz Hasan da Sabri'yi ziyarete gelmiþ ve oradaydý, her ikisini hasretle kucakladým.

Sabri:

"Hiç deðiþmemiþsin, yaþlanmamýþsýn bile, beni nasýl buldun?"

"Dün Erhan'ýn yanýndaydým, adresini o verdi, sen de fazla yaþlanmamýþsýn, ikinizi bir arada gördüðüme sevindim, arkadaþlardan baþka kim var buralarda, kimleri görüyorsunuz?"

Hasan:

"Çoðu saða sola daðýldý, kimi Ankara, Ýzmir, Mersin, kimi de doðuda, herkes daðýldý."

Sabri:

"Ali'nin haberini aldýn mý?"

"Hayýr, o nerede?"

Birbirlerine bakýnca bir þeyin yolunda gitmediðini anlamýþtým, Hasan cevapladý:

"Onu kaybettik..."

Dirseklerimi dizlerime dayamýþ, kafamý avuçlarýmýn içine almýþtým. Ne diyeceðimi bilemiyordum. Bu kaybettiðimiz ikinci arkadaþýmýzdý. Birincisi Necmi; bir iftiranýn kurbaný olmuþ, kendini asmýþtý. Hasan bunu seneler önce bana yazdýðý bir mektupta bildirmiþti. Sabri devam etti:

"Vefat edeli çok oluyor, beþ seneyi geçti."

"Nasýl oldu?"

"Kanser," diye yanýtladý Hasan.

"Çocuðu var mýydý?"

"Evet, bir oðlu."

Beþ seneyi geçti demesiyle aklýma beþ sene kadar önceki bir olay gelmiþti, bundan þu an bahsetmem doðru olmazdý. Sevinçle gittiðim yerden bir müddet sonra üzüntüyle ayrýlmýþtým.
Pazar gününü biraz alýþveriþ yapmakla geçirdim, birkaç çift de çorap almýþtým; çünkü çoraplarýmýn eksik olduðunu fark etmiþtim. Annemi unutmayýp ona da bazý þeyler aldým. Alýþveriþ caddesinde yürürken garip bir þey oldu; biri arkamdan ayaklarýma vurmuþtu. Dönüp baktým, yaþlý bir adam elindeki bastonuyla bana vurmuþtu.

"Ne oluyor amca? Neden bana vurdun?"

"Neden önümden geçtin? Benim önümden geçemezsin!" diye seslenerek bastonunu havaya kaldýrdý, bu sefer kafama vuracaktý, geri çekildim. Bayaðý þaþýrmýþtým, onun bu hareketine bir anlam veremiyordum ve baþýmdan ilk defa böyle bir þey geçiyordu. Fazla aldýrýþ etmeyip yoluma devam etmiþtim.
Pazartesi günü ticaret odasýndayým. Avukat arkadaþýmýn bahsettiði þahýsý buldum, kendimi tanýttýktan sonra;

"Sizi bekliyordum, Erhan bu sabah telefon etti, buyurun oturun," dedi.

Bir kahve ikram etti, þuradan buradan sohbet ediyorduk, sýra konuya geldi.

"Erhan bir þirket kuracaðýnýzdan bahsetmiþti, hangi konu üzerine þirket kurmak istiyorsunuz? Ne iþle uðraþmak niyetindesiniz?"

"Baþta ithalat, ihracat olmak üzere inþaat, turizm ve pazarlama konularýnda, yani genelde çok yönlü iþ yapabilecek bir þirket."

"Bir þirketi kendi baþýnýza kuramazsýnýz, kaldý ki on yedi sene sonra burada yabancý sayýlýrsýnýz, formaliteleri bilemez, iþ takibi yapamazsýnýz. Ýthalat ve ihracat firmasý kurmak ise ek formaliteler gerektiriyor, bunlar için ayrý müsaade ve belgeler almanýz gerekir ve bunun iþlemleri Ankara'da yapýlýyor. Ayrýca ihracat için baþka ek iþlemler de gerekiyor, Ýhracatçýlar Birliðine kayýt olacaksýnýz, kota alacaksýnýz vesaire... vesaire... Þirketi de genelde muhasebeciler kurar, önce bir muhasebeci bulmalýsýnýz."

Her þeyi açýkça anlattý. Anladýðým kadarýyla en zoru ihracat yapmaktý. Kuruluþundan baþka, ihracat yapmak için gümrük iþlemlerinde karþýlanan zorluklardan da bahsetti; þirket faaliyete geçtiði zaman kendim de bunu fark etmiþ, ihracat iþine yönelmemiþtim. Þirketin kurulmasý için tavsiye ettiði bir muhasebeciyle anlaþtým, vekâlet verip iþi ona býraktým. Bana biraz pahalýya mal oldu; fakat bu çok yönlü formalitesiyle kendi baþýma yapabileceðim bir iþ deðildi, her þey bir tek dilekçeyle halledilmiyor. Üç gün sonra yine ticaret odasýna uðramýþ ve Naci Bey'i ziyaret etmiþtim. Hem kendisine teþekkür edecek hem de baþka bir þey danýþacaktým.

"Almanya'da tanýdýðým biri tekstil makinesi getirmek istiyor, ismini ve cinsini yazýp bana verdi, bu makine için aþaðý yukarý ne kadar gümrük alýndýðýný öðrenmemi istemiþti, nereden öðrenebilirim?"

"Üst katta gümrük bölümünde serbest çalýþan bir danýþman var, kapýdan girer girmez hemen karþýda, yaþlý bir adam, o gereken bilgiyi verir."

Gümrük bölümüne gittim, büyükçe salon gibi bir oda, en az altý veya yedi masada bir o kadar çalýþan var, diðer bir bölümden camekân ile ayrýlmýþ. Dediði gibi içeri girerken tam karþýda yaþlý bir adam masasýnýn önünde oturan birine danýþmanlýk yapýyordu. Sýramý bekledim. Karþýsýndaki adamla nazik konuþuyordu danýþman, ayaða kalkýp tokalaþtýlar, sýram geldiðinde masasýna yaklaþtým.

"Ýyi günler beyefendi."

"Ýyi günler, ne istiyorsun?"

Benimle de nazikçe konuþmasýný ve buyur etmesini beklediðim kiþinin aniden suratýný asmasý, konuþma tarzýný deðiþtirmesi beni þaþýrttý. Ona ayakta konudan bahsettim, eline kalýn ve büyükçe bir kitap alýp aramaya, bakmaya baþladý, nihayet aradýðýný buldu.

"Bahsettiðin makine için on lira gümrük vergisi ödeniyor."

"On lira mý? Anlayamadým! O kadar makine için sadece on lira gümrük mü?"

"On lira gümrük veriyorsun dedim ya..."

Ne demek istediðini halen anlayamamýþtým, bu adam hangi on liradan bahsediyordu! Kendini gençlik günlerinde mi sanmýþtý?
"Beyefendi, ben sadece aþaðý yukarý ne kadar, hangi oranda gümrük alýndýðýný bilmek istiyorum," dediðimde o yaþlý adam beklemediðim bir tavýr ve hareketle sandalyesinden ayaðý kalktý ve baðýrarak:

"Defol buradan! Sen benimle dalga mý geçiyorsun?"

Salonda herkes susmuþ þaþýrmýþ bize bakýyordu. Hayretimden donakalmýþtým, kendimi toparlayýp;

"Ne oluyor buna? Bir sorunu mu var? Ben gümrük oranýný bilmek istiyorum, adam bana defol diyor, her gelen üyeye böyle mi davranýlýyor burada?" diye þaþkýn bir þekilde söylenerek odadan çýkmýþtým. Tekrar Naci Bey'in yanýna gidip durumdan bahsettim, çok þaþýrmýþtý ve;

"O böyle yapmaz, þeker gibi bir adamdýr, hayret!" demekten kendini alýkoyamadý. Sonradan öðrendiðimize göre yaþlý adam on lira demekle yüzde on kastetmiþ ve güya ben bunu anlayamamýþým.

Birkaç gün sonra muhasebeci telefonla arayarak yanýna uðramamý istemiþti. Yanýna gittiðimde bana bir belge verdi, onunla belediyeye gidip þirketin adresini onaylatmam gerekiyormuþ. Dediðini yapýp belediyeye gittim. Þirket adresi olarak oturduðum evi göstermiþtim. "Belgeyi býrakýn, biz adrese gelip kontrol edeceðiz," denildiðinde oradan ayrýldým. Aradan günler geçti; gelen giden yoktu. Tekrar belediyeye gittim. Biraz sabýrlý olmam söylendikten sonra geri geldim. Geçen birkaç günün ardýndan nihayet iki zabýta memuru gelmiþti. Onlarý kapýda karþýlayarak;

"Ýçeri buyurun," dedim.

"Ne iþi yapacaksýnýz?"

"Ticaret iþleri, ithalat ve ihracat, içeride yeri kontrol etmeyecek misiniz?"

Bir anlýk sessizlikten sonra:

"Bir dükkân tutmanýz gerekir."

"Ben dükkân iþletmeyeceðim ki? Büro açýyorum."

"Ne olursa olsun, buraya ruhsat veremeyiz, bir dükkân kiralayýn, tekrar gelin," diyerek ayrýldýlar.

Bunun üzerine muhasebeciyi arayýp durumu anlattým, cevabý;

"Biliyorsunuzdur diye size söylemedim, rüþvet vermeniz gerekirdi, burada para vermeden hiçbir yerde iþ yaptýramazsýnýz, oraya artýk ruhsat vermezler, Naci Bey'i arayýn, o halleder," oldu. Naci Bey'i aradým, bana Aksaray'da bir adres verdi, onlarýn iþyerini adres olarak verebileceðimi, Almanya'dan dönüp þirketin yerini hazýrladýktan sonra adres deðiþikliði yapabileceðimi anlatmýþtý. Söylediði adreste beni bekliyorlardý.

"Hoþ geldiniz! Naci Bey bizi aradý, bizim þirketin bir odasýný adres olarak gösterebiliriz."

Cebimden bir miktar para çýkarýp, yaptýklarýnýn karþýlýðýný ödemek isteyince gülümseyerek;

"Hayýr hayýr, yanlýþ yere rüþvet veriyorsunuz, biz rüþvet almýyoruz ve para için bunu yapmýyoruz, Naci Bey'in hatýrý için ve size yardýmcý olalým diye yapýyoruz," diyince bayaðý mahcup olmuþtum.

Üç haftaya yakýn bir zaman geçmiþti. Avukat Erhan ve Naci Bey'i fýrsat buldukça ziyaret ediyordum. Naci Bey'in Ýstanbul'da çok çevresi vardý. Her ikisi de beni birçok kimse ve firmayla tanýþtýrýyor, bu da piyasa hakkýnda bilgi edinmeme, piyasa araþtýrmalarý yapmama olanak saðlýyordu. Eve gittiðimde annem ayný þeyleri tekrarlarken onun bu asýlsýz konuþmalarý beni bayaðý sýkýyordu, her dýþarý çýkýþým ona göre herhangi bir kadýna gitmem demekti. Artýk eve erken geldiðimde bile "neden geç geldin?" diye soruyordu, onun için erken saat hangisiydi anlayamýyordum. Bu arada birkaç çift çorap daha almýþtým. Giymiþ olduðum bazý çoraplarýn yýkanýp tekrar geri geleceðini zannederken ortalýkta görünmüyorlardý. Bir ara Avukat Erhan aradý, beni beklediðini, birlikte akþam yemeðine gitmek istediðini söylemiþti. Ýþyerine gittikten sonra akþama doðru bürosundan ayrýldýk. Beni Sarýyer taraflarýnda Boðaz kenarýnda bir restorana götürdü. Birlikte uzunca sohbet edip, akþam yemeði yedik. Dönüþte beni eve býrakmak için arabasýný sahil yolundan E5 karayoluna çevirdi. Önümüzde hafriyat yüklü bir kamyon seyrediyor, kamyonun birkaç metre arkasýndan müsait bir durumda sollamak için onun hýzýna uymuþ gidiyordu. Ona, "aman fazla yanaþma!" der demez;

"Dikkat!" diye baðýrdým.

Kamyondan kocaman bir taþ tam önümüze yola düþmüþtü. Arabanýn altýna vuracak diye vücudumu gererek iki elimle oturduðum koltuðun yanlarýna sýkýca yapýþmýþ, beklediðim gümbürtü çýkmamýþtý, iþte þimdi olan oldu diye bayaðý korkmuþtuk. Taþ tekerleklerin arasýndan yuvarlanmýþtý. Arkamýzdan gelen arabanýn acý bir fren yaptýðýný duyduk. O taþ arabanýn üzerine veya tekerleðin önüne düþmüþ olsaydý belki de iþimiz bitmiþti. Erhan yavaþladý, arkaya dönüp baktýðýmda trafiðin yavaþlamýþ olduðunu gördüm.

"Biraz hýzlan da kamyonun plakasýný alalým," dedim.

"Plakasý okunmuyor, çamurla kaplý, hem ne için? Senelerdir mahkemelerde mi koþturacaksýn?"

Bunu söyleyen bir avukattý ve burada yaþýyordu, daha iyi bilir diye düþünerek ýsrar etmemiþtim.

Ertesi gün babamý aramak için telefon kulübesine gittim, henüz Türkiye'de olduðumu bilmiyordu. Evden, annemin yanýndan aramak istemedim; zira o, "ben doðurdum, benim dediðim olacak," diyebilecek bir kadýn. Babamýn yanýna gitmemi bile istemez, oysa ben babamý seviyor ve özlüyordum. Numarayý çevirdim, karþýdan;

"Alo!" diyen babamdý.

"Baba nasýlsýn?"

Bir an sesi kesilmiþti.

"Beni duyuyor musun baba?"

"Evet oðlum, teþekkür ederim sen nasýlsýn?"

Sesi titrek ve boðuk geliyordu. O an gözlerinin yaþardýðýný, sessiz kaldýðýnda hasret ve sevinçten yaþaran gözlerini sildiðini anlamýþtým. Babam, üzüntüsünü olduðu gibi sevgisini de belli etmemeye çalýþýrdý. O hep böyle idi; lakin yetmiþ dokuz yaþý artýk gözyaþlarýný gizlemesine engel olamýyordu.

"Ben Ýstanbul'dayým, biraz iþim var onlarý halleder halletmez yanýna geleceðim."

"Bekliyorum oðlum, acele etme, selâmetle gel."

Kýsa süren hasret dolu sohbetin ardýndan yakýnda buluþmak üzere vedalaþtýk. Akþama doðru bir bara gitmiþtim, yalnýz baþýma oturup bira içmek, biraz da düþünmek istiyordum. Nasýl olsa þirket kurulmuþtu. Þimdi ne yapmalýydým? Kafamdan geçenleri toparlayýp bazý plânlar tasarlamam gerekiyordu. Annem de kýzlar hakkýnda haksýz deðildi yani; bu güzel kýzlar insanýn aklýný baþýndan alabilirdi. Ne de güzeldi þu Türk kýzlarý! Eminim ki bardakilerin hepsi Ýstanbullu deðil; kiminde poyraz, kiminde lodos esintisi var, kimi karayelden fýrtýna þeklinde, kimi keþiþlemeden geliyor. Yýldýzdan ve gündoðusundan ýþýldayarak parlak umutlarla ortalýðý silip süpürmek için gelenler de var. Hele þu köþedeki masada küçük bir gurup ile oturan uzun siyah saçlý bu güzellik... Gözleri barýn loþ ýþýðýný bile yansýtýyor. Ya þu? Barýn kenarýnda ayakta duran, vücuduna sarmaþýk gibi sýmsýký mutlu bir þekilde sarýlmýþ mini elbisesiyle ýþýldayan, güzel bacaklý, incecik belli, pürüzsüz ve koyu tenli cariye! Sanki ilkbaharýn kokusunu tenine sindirmiþ, güneþini üzerinde toplamýþ, parýl parýl parlayan bir güzellik. Peki onun arkasýndaki? Karanlýk gökyüzünü aydýnlatan Ay'ýn parlayan yüzü. Acaba bu Ay'ýn karanlýk yüzü nasýl! Soðuk mu, yoksa sýcak mý?

Sonraki iki günümü genelde evde notlar yazarak, bazý planlar yaparak geçirmiþtim. Üçüncü günü öðleden sonra bankaya gidip hesaptan yüklü miktarda mark olarak para çektim. Askerliðimi bedelli olarak yaptýðýmdan son taksitini yatýracaktým, ayrýca babamýn yanýna gitmek için biraz fazla para gerekti; ne de olsa aþaðý yukarý bin kilometrelik yol. Tekrar alýþveriþe çýkarak birkaç yazlýk gömlek ve bazý giysiler aldým. Zaman çabuk geçmiþti. Taksiti yarýn yatýrýr, sonra otobüs biletini alýrdým. Ertesi gün erkenden yola koyuldum. Bir haftalýðýna Ýstanbul'dan ayrýlacaðýmý söylemem gerektiðini düþünerek telefon kulübesinden muhasebeciyi aramýþtým. Bana her þeyin yolunda gittiðini, artýk bana ihtiyacý kalmadýðýný, tüm belgelerin hazýr olduðunu, istersem iþ faaliyetine baþlayabileceðimi söyleyince daha da rahatlamýþtým. Sadece Almanya'ya gitmeden önce bazý peþin vergilerin yatýrýlmasý için bir miktar para býrakabileceðimi söylemiþti. Yanýna gidip söylediði miktarý býraktým, çok fazla para deðildi. Midemin çaðrýsýna uyarak bir restoranda öðlen yemeðini yiyip bir de kahve içtim, ardýndan askerlik taksitini yatýracaðým yere gittim. Parayý ve bir önceki yatýrdýðým taksitin makbuzunu almak için çantamýn fermuarýný açtým. Açtýðým gözde her zaman yanýmda taþýdýðým ve not aldýðým ajanda ile pasaportumdan baþka bir þey yoktu. Banka cüzdaný cebimdeydi, onu pasaportumdan ayrý tutuyordum. Çantanýn diðer gözünü açýp baktým, adres ve telefon defteri, bazý kâðýt ve belgelerden baþka bir þey yoktu. Tekrardan her iki gözüne baktým. Parayý bir önceki makbuzun arasýnda çantama koyduðumdan emindim ve o paraya da hiç dokunmamýþtým; alýþveriþ yaptýðýmda ve muhasebeciye para býraktýðýmda cebimdeki cüzdanýmda yeterli nakit ve Türk lirasý vardý. Sürekli boynuma asarak taþýdýðým çantaya yerleþtirdiðim para yerinde yoktu, herhangi biri çantadan çalmýþ olsa önce fermuarýný açmasý gerekirdi. Ayrýca banliyö trenine de binmiþtim, çanta orada da sürekli boynumdaydý. Evde düþmüþ olamazdý, orada çantamý hiç açmamýþtým, sadece telefon kulübesinde bir defa ajandayý çýkarýp muhasebecinin telefon numarasýna bakmýþtým. Acaba o arada düþürmüþ olabilir miydim? Fakat sanmýyorum. Son çare olarak evde düþürmüþ olabileceðimi düþünüp eve giderek her tarafý aramaya baþladým. Annemse ikide bir ne aradýðýmý soruyordu. Ona söyleyemezdim ve söylemek de istemedim. Sadece içinde biraz para olan bir makbuzu aradýðýmý söylemiþtim. Ne yapacaðýmý bilemiyor ve þaþkýndým. Dýþarý çýkýp aval aval yürümeye baþlamýþtým, nereye ve ne tarafa gittiðim umurumda deðildi. Etrafýmla bile hiç ilgilenmiyordum, ne ilkbaharýn kokusu, güneþin parýltýsý, ne de ayýn parlak yüzleri dikkatimi çekiyordu. Kendimi bir anda Marmara kýyýsýnda buldum. Bir çay bahçesine oturup çay içmeye ve düþünmeye baþlamýþ, burada yapacak bir þeyim kalmadýðý fikrine varýp Almanya'ya erken dönmeye karar vermiþtim; fakat babama verilmiþ bir sözüm ve yanýna gidip gelecek kadar param vardý. En iyisi ertesi gün için bir otobüs bileti alýp babamýn yanýna gitmekti.








Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn natüralist roman kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Org ve Tora Bora (1. 1)


Turgay Bora kimdir?

Turgay Bora, ilk Romaný.


yazardan son gelenler

yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Turgay Bora, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.