..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Yanlýþ sayýsýz þekillere girebilir, doðru ise yalnýz bir türlü olabilir. -Rouesseau
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Öykü > Ýyileþme > Seyda Kesikoðlu




5 Temmuz 2013
Pencere Önü Çiçeði  
Seyda Kesikoðlu
Aslýnda kiþinin en büyük savaþý kendisiyle, en büyük barýþý da öyle. Kendine âþýk olmak kötü belki, ama kendini sevmek gerekli, hep kendini düþünmek kötü elbette, ama kiþi bazen kendini düþünmesini bilmeli. Ne de olsa herkes gittiðinde kendisiyle baþ baþa kalýr insan.


:AGAE:
Yüzünde eski günlere dair acý bir gülümseme, “Bak,” dedi, “iþte burasý…” O ise sanki onun o günlerden kalma çýðlýðýný duymuþçasýna irkildi, onun baþýyla iþaret ettiði ama bakmamaya çalýþtýðý o pencereye baktý. Yetiyordu ona sadece ona bakmak… Kollarýný ince beline sarmýþtý, son zamanlarda olduðu gibi yine hep ondan güç alýyordu, boyu ondan biraz uzun olsa da eski günlerden yaðan kan yaðmuru için onun kýzýl saçlarýnýn altýna sýðýnmýþtý sanki… Belki de o hafif küt saçlarý boyayan o yaðmurlardý, geçmiþten gelen o yaðmurlar… Çünkü o da geçmiþten geliyordu, kendisini kurtarmak için ta o günlerde görevlendirilmiþ olmalýydý. Ama onu kimin görevlendirdiðini hâlâ bilmiyordu, belki kimin görevlendirmiþ olabileceðini biliyordu da tanýmýyordu. Ateistti çünkü…

Bir süre o pencereye korkuyla baktý, diðeri ise onun yüzüne gülümseyen bir güvenle… Biri o kara günler karþýsýnda tetikteydi, diðeri siperde… Birden yine irkilircesine diðerine döndü, daha sýký sarýldý, ve sanki tüm dünya tüm yeminlerini bozsa, hiçbir söz tutulmasa, kimsenin kimseye güveni kalmasa sonsuza kadar tutulacak en kadim sözü verircesine bir eminlikle ama aðlamaklý bir þekilde fýsýldadý: “Bebeðim benim, bir daha oraya düþmene asla izin vermeyeceðim.” O ise yine sadece gülümsedi, duyduðu güven sýrf o sözlerden ibaret deðildi. Oraya tekrar düþse bile onun yine onu kurtaracaðýný biliyordu. Artýk orasý onun için kesif kokulu bir otel odasýndan ibaret olabilirdi anca… Sonunda kendisini onun almaya geleceði pek konforsuz bir oda…

Dayanamadý, içi de gülümsemesi de titrerken o da dönüp o pencereye baktý. Ýþte o an korktuðu baþýna geldi. O tam da oradaydý! O her zamanki pencere kenarýna oturmuþ, ona derin derin bakýyordu. Belki gýptayla, belki oh be diyerek, belki de umutla… Ama o, daha fazla bakamadý, baþýný çevirdi. O aþk dolu sarýlmanýn süslediði o manzara bin kat cazip olsa da utanmýþtý, bakýþlarýný o büyükçe salondaki diðerlerine çevirdi. Dýþarýda, salonun iki duvarýndaki irili ufaklý pencerelerin baktýðý o kavþaktaki manzara mý daha tanýdýk geldi ona, yoksa günlerdir, belki aylardýr, tutamadýðý bir zamandýr gece gündüz birlikte olduðu o yüzler mi tanýdýk geldi, bilemedi. Aslýnda herkes o kadar yabancýydý ki! Deðil bir insanýn ismini bilmek, yedi ceddinin þeceresini bilmek o insaný tanýmaya yetmiyordu, yetmezdi. Nitekim beraber kaldýðý o insanlarýn hiçbirinin ismini bilmiyordu. Ötesi, o insanlar gerçekten de insan mýydý, bundan da emin deðildi. Ya kendisi? Bir tanrýnýn oðlu oluyordu, bir tanrýnýn ta kendisi… Bazen tüm dünyanýn peþinde olduðu birisi, bazen tüm dünyayý elinde sopasýyla kovalayan bir deli… Deli mi? Hayýr, deli deðildi, gerçekleri fark etmiþ tek kiþiydi, o kadar. Herkese anlatmaya çalýþmýþtý bunu, bazen birbirine baðlayamadýðý kelimeleriyle, bazen birbirinden ayýramadýðý gözyaþlarýyla… Anlamýþlar mýydý, bilmiyordu. Ama anlattýklarý ya da anlatmaya çalýþtýklarý bir þeyleri deðiþtirmiþ olmalýydý ki onu buraya getirmiþlerdi. Peki burasý da neresiydi? O salondaki insanlar kimdi, o beyazlar içindekiler insan mýydý, melek mi, yoksa melek kýlýðýnda þeytanlar mý? Peki o kimdi? Onlar kimdi?

Yine baþlýyordu; etrafta yankýlanan cümleler, kýpýrdamasýndan ya önce, ya sonra duyulan ama bambaþka okunan dudaklar, kafalar, eller, kollar… Hepsi paramparça oluyordu yine… Ya da sanki sonradan birleþtirilmiþti hepsi… Bunlar neyse de aklý keþke bir kalsaydý, sadece tek bir þey düþünseydi. Olmuyordu artýk, olmuyordu yine… Oradakilerden yaþlýca birisi diðerine öfkeyle söyleniyordu. “Saçmalama! O adam iþe yaramazýn teki, bence onu atmalýlar takýmdan!” Acaba doðru olabilir miydi bu? Gerçekten iþe yaramaz birisi miydi o? O zaman oraya getirilmeden önce birçok insanýn ona söyledikleri mi yalandý? Herkesin ne kadar da ona ihtiyacý vardý, ne kadar iyi birisiydi o… Peki þimdi onu neden takýmdan atacaklardý ki? Artýk iyi deðil miydi? Oturduðu yerde içini sesiz çýðlýklarýyla inleterek kývranýyordu. Ama olmuyordu, yine etraftakiler hep onu çekiþtirip duruyordu. “Baþbakan bence çok iyi iþler yaptý.” Bir diðeri ayaða fýrlayýp baðýrmaya baþladý: “Vatan hainisin sen! Vatan haini! Görmüyor musun onun yüzündeki hainliði!” O an aynaya bakmak istedi, sonra durup düþündü. Oraya gelmeden önce zaten baþbakanlýktan istifa etmemiþ miydi? Tüm ülkeyi televizyonun kumandasýyla idare etmiþti günlerce, baþbakan olduðu söylenen o görüntüyü o kontrol ediyordu hep, o görüntü iyi bir þey söylediði zaman dinliyordu, kötü bir þey söylediði zaman kanalý deðiþtirip susturuyordu baþbakaný. Bunu televizyonda gördüðü diðer herkes için de yapýyordu. Hatta çok sinirlendiði zaman sürekli iki kanal arasýnda gidip geliyordu, sessizliðe alýþkýn bedeni ancak iþte o an çýðlýk atýyordu, ya da çýðlýk atmýþçasýna rahatlýyordu, belki de acý çekiyordu. Ama sonunda yetmedi kanallarý zaplayarak tüm ülkeyi, hatta tüm dünyayý yönetmek, ya da fazla geldi, sonunda televizyonun sesini kapatýp kumandasýnýn ses açma tuþunu kopardý. Bir daha konuþmamaya yemin etti, sonra günlerdir gördüðü iki insandan biri olan annesine “Bir daha asla konuþmayacaðým.” diyerek bu kararýný bildirdi. Annesi üzüldü, yanýna oturup “Neden?” diye sordu, o da anlattýkça anlattý, anlattýkça öfkelendi, anlatamadýkça daha da öfkelendi, üzüldü, aðladý, sonra sinir krizi geçirdi, gözlerini bir açtýðýnda karga tulumba bir yerlere taþýnýyordu, bir daha açtýðýnda da iþte oradaydý. Ama þimdi iyiydi. Bir sesin ona sorduðunu duydu, “Ýyi misin?” Baþýný kaldýrdý, ses kadar görüntü de kadýn görüntüsüydü, beyazlar içindeydi, ama melek deðildi sanki… Hem melekler hiç “Ýyi misin?” diye sorarlar mýydý, hiçbir þey sormadan insaný direk iyi ederlerdi. Ýþte bunu hemen anladý ve karþýsýndakine cevabý hemen verdi: “Anlýyorum, sen melek deðilsin!” Kadýn þaþýrdý, gafil avlanmýþtý belli ki… Geri geri birkaç adým attýktan sonra arkasýný döndü, salondan ayrýldý. O ise hâlâ o kadýnýn ardýndan bakýyordu, o kadýný alt etmenin zaferini kutluyordu. Ne kadar sonra olduðunu bilemediði bir anda da içeri baþka bir kadýn girdi. Ama o kadýn diðeri gibi deðildi, daha gençti, bir de beyazlar içinde deðildi. O yüzden daha çok insana benziyordu. Ýnsaný en az yansýtan renk beyazdý çünkü… Çünkü insanlarýn her biri ya pisti, ya da rengarenk… Bembeyaz kimse yoktu, olamazdý. Kafasý yine karýþmýþtý. Kendisine sorgular gözlerle bakarak gelen kadýný boþ gözlerle izledi. Kadýn yürüdü, yürüdü, yürüdü, sanki çok uzak bir mesafeden bin bir güçlükle geliyordu, ya da ona öyle geldi. Sonra o kadýn da sordu: “Ýyi misin?” Kafasýnda bir aðýrlýk vardý sanki, güya düþüncelere soyut þeyler derlerdi, ama kafasý bin bir türlü düþünceyle gülle gibi olmuþtu, artýk kafasýný zor taþýyordu. Baþýný önüne düþürdü, “Ýyi deðilim,” dedi, ama içindeki o asýl korkuyu dile getirmeden de edemedi, “sadece dinlenmem lazým.” Evet, dinlenmeliydi, yorgun düþmüþtü çoktan, bir de yaklaþan kýyametten önce tekrar dine sarýlmalý, tövbe etmeliydi. Tüm kalbiyle inanýyordu çünkü…

Bu sefer kadýn onu anlamýþtý sanki, ama yarým anlamýþtý, onun asýl korkusunu, kýyamet kopunca cehenneme düþme korkusunu fark etmemiþti. Fakat sanki onu tüm kalbiyle anlamýþçasýna bir þefkatle konuþtu: “Anlýyorum, burada ilk günlerin, geçirdiðin uykusuz günlerden sonra uyumak istiyorsun, ama þimdi ufak bir iþimiz var, o iþimizi halledelim, rahatça, istediðin kadar uyursun.” O da anladý, tabi o iþin ne olduðu hariç… Boþ gözlerle kadýna bakarken kadýnýn baþ iþaretiyle ayaða kalktý, þuursuzca peþinden gitmeye baþladý. Sonra beraber bu sefer mavi önlüklülerden bir adamýn yanýna gittiler, adam onlarý görünce süpürgesini bir kenara býraktý, kadýn o mavi gömlekliye bir þeyler fýsýldadý, ama o hiçbir þey duymadý. Bu sefer de o adam bir kafa iþareti yaptý ve ayný þuursuzlukla o bu sefer de o adamýn peþine takýldý. Adam iðreti bir neþeyle yürüyerek onun pek bilmediði bir türküyü ýslýðýyla çalýyordu. Ama o, o türküyü bilmediði gibi nereye gittiklerini de bilmiyordu. Adamýn haline bakýlýrsa parkta bir yürüyüþe giderlermiþ gibi bir hali vardý, ya da yoðun geçen mesaiden ya da okuldan sonra arkadaþlarla kafa daðýtmaya gitmenin haklý keyfi vardý halinde, ama o keyif orada idama mahkûm edilmesi gerekecek kadar haksýzdý!

Yürüdüler, koridorlardan geçtiler, o koku o odaya kadar peþlerini býrakmadý, sonra o odaya geldiklerinde birikti, nefes alamaz hale geldi o… Ýçeri havasýz deðildi oysa, tertemiz bir çocuk kokusu vardý, bir de kadýn… Kadýn çocuðun annesi olmalýydý, oðlunun yaný baþýnda oturmuþ, o tertemiz ve þirin defterine yazdýklarýný parmaðýyla iþaret ederek kontrol ediyordu ve bir anne gibi þefkatle gülümsüyordu. O kadar þefkatliydi ki bakýþlarý, gelenleri fark edince bile bozulmadý, ayný þefkatle ona baktý. “Buyurun,” dedi, “ben de sizi bekliyordum.” O mavi gömlekli adam ise görevini tamamlamýþçasýna odadan çýkýp gitti, yine dostlarýyla kaynatmak için gittiðini sanýrdý halini gören. O adamýn iþi tamamdý da, peki o þimdi ne yapacaktý? Oraya neden gelmiþti? Kadýn onun aklýndaki sorularý duymuþçasýna “Lütfen uzanýn,” dedi yine bembeyaz bir sedyeyi iþaret ederek, “üzerinizdeki eþofmaný da çýkarýn.” Artýk düþünmek istemiyordu, “Ne olacaksa olsun.” dedi içinden, eþofmanýný çýkardý, sedyeye uzandý. Bir yandan da hâlâ boyundan büyük masa baþýnda oturmuþ olan çocuða bakýyordu. Ne kadar da masumdu! “Asýl melek o olmalý,” dedi içinden, “henüz yasak elmayý yiyip cennetten kovulmamýþ bir melek insan ya da.” Ama birden o çocuk sanki her þeye hazýr bir yumuþaklýkla söylendi: “Anne, ben acýktým.” Öyle söylemiþti ki bunu açlýktan ölse gýkýný çýkarmayacak kadar usluydu, belki de uysal… Annesiyse buna hiç izin verir miydi? Ana kucaðýnýn güveniyle çocuðunun saçlarýný okþayýp “Merak etme, iþimiz bitsin, birazdan yiyeceðiz.” dedi. Tuhaf ki o da o tatlý diyalogla kendisinin de acýktýðýnýn farkýna vardý, farkýna vardý da aklýný terk etmeyen o korkunç düþünceyi hatýrlamasýyla da dehþete kapýldý! Dünya büyük bir felaket yaþýyordu, dýþarýda hava çok soðuktu, insanlar öldüresiye soðuyan iklim nedeniyle artýk yiyecek bulamýyor, kendisinin sýðýndýðý o yer gibi yerlere sýðýnýyordu. Sýrf hayatta kalabilmek için, belki son bir kez daha nefes alýp vermek için… Ama bu keþmekeþte insanlar ne yiyordu! Her gün oradakilere daðýtýlan et yemekleri de nereden geliyordu! Cevabý bulmasý uzun sürmedi. Kadýn bu sefer ona döndü, sedyenin yanýndaki garip cihaza elektrota benzeyen kablolar baðladý, kablolarýn diðer ucuyla da sanki onu ürkütmemek istercesine ona yaklaþtý. Evet, sonunda o etlerin nereden geldiðini anlamýþtý, birazdan vücuduna elektrik verip kendisini öldürecekleri gibi sýrayla insanlarý öldürüyor ve etlerini hayatta kalmayý daha çok hak edenlere yediriyor olmalýydýlar. “O iþimizi halledelim, rahatça, istediðin kadar uyursun.” diyen diðer kadýnýn sözlerini hatýrladý. Sýra onda olmalýydý, çünkü yaþamayý ondan daha çok hak edenler olmalýydý. Titriyordu, üstünü çýkarmasý yüzünden soðuktan mý, yoksa korkudan mý, bilmiyordu, ama titriyordu. Sonra yaný baþlarýndaki çocuðun çok tatlý bir sesle bir çocuk þarkýsý mýrýldandýðýný duydu. Mavi gömleklinin o garip türküsü ne kadar iðretiyse bu þarký da o kadar yakýþýyordu oraya… Ona oraya raðmen, olanlara raðmen, diðerlerine raðmen yaþamýn devam etmesi gerektiðini hatýrlattý. Ama hemen sonra yine dehþete düþtü. Ne kadar takatsiz olsa da hâlâ odadaki o kadýnla dövüþebilecek kadar güçlüydü, istese hemen þimdi ayaða fýrlar, oradan kaçardý ve her þeye raðmen yaþamaya devam ederdi. Peki ya o masum çocuk! Ya açlýk belasý ve onun kaçýp gitmesi yüzünden sýra o masum çocuða gelirse ne olacaktý? Hayýr, bu olmamalýydý. O çocuðu tanýmasa da o çocuk yaþamayý çok daha fazla hak ediyor olmalýydý. Belki o bir türlü yaþamayý baþaramamýþtý, ama belki o çocuk baþarýrdý, o çocuk daha yolun baþýndaydý ve henüz vakti vardý. Onun vakti ise dolmuþtu iþte, olmamýþtý, bir türlü hakkýný vererek yaþayamamýþtý. Þimdi yapabileceði en iyi þeyi, belki de hayatýnda yaptýðý en iyi þeyi yapýp kendisini feda etmeliydi. Titremesine engel olmaya çalýþtý, sanki teslimiyetini gülümseyerek bekleyen o kadýna teslim bayraðýný çekmiþçesine fýsýldadý: “Caným yanacak mý?” Kadýn olumlu iþareti aldýðýna memnunca gülümseyip ona güven vermeye çalýþtý: “Hayýr, hiç canýn yanmayacak.” Sonra o kablolarý yavaþça onun çýplak tenine yaklaþtýrdý, kollarýna, bileklerine baðladý, en son da kalbinin olduðu, ya da kalbinin olmasý gereken yere… O ise gözlerini kapadý, hem titremesine engel olmak için, hem de ölümünü kolaylaþtýrmak için bütün vücudunu serbest býraktý. Sanki hayatta kalan tek yeri beyniydi, içinden sürekli kelime-i þehadet getiriyordu. Artýk rahattý, ölüme hazýrdý, elektrotlarýn ucu bile üþütmüyordu onu, artýk titremiyordu. Çok deðil, birkaç saniye sonra hiç susturamadýðý beyni sonunda susacaktý, hem belki fedakârlýðý karþýsýnda hep arzuladýðý cennete kavuþacaktý. Orada kendisini neyin beklediðini bilmiyordu belki, dinde anlatýlanlarý bilmekle birlikte o anlatýlanlarýn hiçbirini umursamýyordu, tek istediði orada istediði zaman beynini susturabilmek, istediði zaman düþünebilmekti. Evet, cennet onun için tam da böyle bir yer olmalýydý, gerisi olsa da olmasa da olur þeyler…

Kadýn birden sanki sevinçle konuþtu: “Ýþte, bitti…” Gözünü açtý, cennette deðildi, beyni hâlâ susmamýþtý ve belki de hâlâ cehennemdeydi. Hemen korkuyla ayný çocuða baktý, rahat bir oh dedi, o çocuk da hâlâ oradaydý iþte… Demek ki ya sýra o odadaki hiç kimseye gelmemiþti, ya da zaten oraya idam için getirilmemiþti. Ýkinci ihtimali sorgulamaya gücü yoktu, sadece kadýnýn o garip cihazdan aldýðý kâðýtlara bakýnca bir anlýðýna düþündü. Onun kalp ekosunu çekmiþ de olabilirlerdi. Hayattaydý iþte, kalbi hâlâ çalýþtýðýna göre hayatta olmalýydý, gerisi önemsizdi, teslimiyetine raðmen teslim alamadýðý o ölüm korkusundan sonra gerisi düþünülmemeliydi.

Artýk þimdi kaçacakmýþ gibi hýzla ayaða kalktý, eþofmanýný giydi. Garip bir þekilde uðruna ölmeye hazýr olduðu ama hiç tanýmadýðý o çocuða dönüp baktý odadan çýkarken… O da hâlâ hayattaydý ve birazdan bir þekilde karnýný doyuracaktý.

Odadan çýktýðýnda yine ayný mavi gömlekliyle karþýlaþtý, yine bir türkü ýslýðý, yine ayný koridorlar ve ayný koku. Yine ayný yere dönüþ… Her þey o kadar aynýydý ki daha da ikna oldu hâlâ hayatta olduðuna, mavi gömlekli adam ayný süpürgeyi eline aldý, o ise þimdiye kadar kilometrelerce yol yürüdüðü o ayný koridorda ayný salona girdi. Artýk dinlenmesine gerek yoktu. Hâlâ hayatta olduðuna göre daha dinlenecek vakti vardý. Hemen o ayný pencere önündeki ayný sandalyeye geçip oturdu. Her þeye hazýr oluþunun verdiði tepkisizlikle pencereden dýþarý bakmaya baþladý. O da hâlâ oradaydý, ama bu sefer yalnýzdý. Gülümseyerek ona bakýyordu, bu kez sadece ona… Birden dikildiði yerde etrafýna bakýndý, hâlâ gülümsüyordu, belki de etrafýný umursamamasýndandý gülümsemesi… Yanýndan yine nereden gelip nereye gittiði belirsiz insanlar geçiyordu, ama o, hiçbirisine bakmýyordu. Sonra “Gördün mü,” dedi ve aralarýnda pencere ve metrelerce uzaklýk olmasýna raðmen onu net bir þekilde duydu, “aslýnda kimseye ihtiyacýn yok, kimsenin de sana ihtiyacý yok. Hayatýna girip çýkan insanlar, bu evler ve aðaçlar aslýnda sadece bir fon, ama gerekli bir fon, asýl gereken ise senin ben olabilmen, benim ise sen olabilmem. Ýþte o zaman kavuþacaksýn istediðin kiþiye ve olmak istediðin kiþiye. Sen yaþa, büyü ve gör, yeter, o zaman gelip seni kurtaracaðým.”



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.


Yazarýn öykü ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Yetenek Sizsiniz
Doðalgaz
Sevdiðin Birinin Sesini Unutmak
Kara Masal
Cennet
Çoktan Kaçmýþ Tren
Meçhule Açýlan Kapýlar

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Popo Þiiri [Þiir]
Karmaþýk [Þiir]
Yoksun [Þiir]
Zifiri Karanlýkta Bir Kapý [Þiir]
Çok Yorgunum [Þiir]
Ter Dökmek [Þiir]
Enayi [Þiir]
Saymak [Þiir]
Oluruna Býrakmak [Þiir]
Akvaryum [Þiir]


Seyda Kesikoðlu kimdir?

Þiir yazmayý ve okumayý seven birisiyim.

Etkilendiði Yazarlar:
Orhan Veli, Nazým Hikmet...


yazardan son gelenler

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Seyda Kesikoðlu, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.