Materyalist bir dünyada yaþýyoruz, ve ben de materyalist bir kýzým -Madonna |
|
||||||||||
|
O sabah evden çýktýklarýnda gün daha doðmamýþtý. Annesi ile birlikte arabaya binmiþler ve adeta bir bilinmeyen yöne doðru hareket etmiþlerdi. Ýkisi de konuþmuyordu. Annesi aðlamaklýydý. Gözlerinden yaþlar sessizce aþaðýya doðru süzülüyordu. Mustafa, annesine arada bir " Lütfen aðlama. Yoksa geri dönmek zorunda kalacaðým" diyordu. Annesi, bir müddet susuyor; ama biraz sonra yine sessizce, gizli gizli yaþlar akýtýyordu gözlerinden. Yüreði yanýyordu. Ýçindeki alev sönmüyordu. Güçlü olmaya çalýþýyordu. Oðluna mahcup olmak istemiyordu. Yaþlýydý. Hastaydý. Ayakta duracak gücü de yoktu. Hayatta hep yalnýz kalmýþtý. Bir tek oðlu vardý yanýnda. Bir umutla yýllarca beklemiþti eþini. Ama O hiç gelmemiþti. Sadece oðlu Mustafa vardý yanýnda. O, her þeyi olmuþtu kadýnýn. Mustafa, kýrk yaþlarýnda iri yarý, dev cüsseli biriydi. Tek varlýðý annesiydi. Hep onun mutluluðu için yaþamýþ, kendini ona adamýþtý. Hayatýn cilvesiyle çok karþýlaþmýþtý. Bunun için pek de ciddiye almýyordu yaþamý. Olaylar karþýsýnda olgun davranýyordu. Ezik yetiþmiþti. Hep büyük bir adam gibi hareket etmiþti. Çocukluðunu hiç yaþamamýþtý. Babasýzlýðýn ne demek olduðunu daha küçük yaþlarda öðrendi. Onu çok küçük yaþlarda kaybetmiþti. Bu nedenle babasýný hiç hatýrlamýyordu Ömründe hiç kimseye baba dememiþti. Bayramlarda kendisine hiç kimse harçlýk vermemiþti. Hiç kimse ona bir baba olarak hediye almamýþ ve kendisini kucaklayýp öpmemiþti. Baba sözcüðünün ne anlama geldiðini dahi kavrayamamýþtý zihninde. Okul sýralarýnda arkadaþlarý onunla hep alay etmiþ ve "Baban kim?", "Sen piç misin?", "Baban nerde senin? Seni niye býrakýp gitti?" gibi sorular sormuþlardý. Ona en çok da "Piç" damgasý yemek acý gelmiþti. "Ben piç deðilim!" diye haykýrmýþtý her defasýnda. Hep isyan etti yaþamý boyunca. Neden babasý yoktu? Neden bu dünyada yapayalnýzdý? Hiç kimse bir defacýk olsun onu parka götürüp eðlendirmemiþti. Bir babasý olsaydý böyle mi olurdu? Annesine sorduðunda aldýðý cevap ayný oldu yýllarca: "Baban uzaklara gitti yavrum. Bir gün mutlaka gelecek" Peki neden býrakýp gitmiþti? Nereye gitmiþti? Neresiydi bu uzaklar? Neden bu kadar uzak tercih edilmiþti? Neden hala gelmiyordu babasý? Neredeydi? Nerelerdeydi? Ne zaman gelecekti? Dile kolay, tam otuz yýl ayrýydý babasýndan. Hep "Bir gün gelecek" denmiþti. Ama nedense gelecek olan, o bir gün, hiç gelmemiþti. Araba, yavaþ yavaþ Maðusa′dan çýktý. Ýkibuçuk mil denilen Rum Kapýsý yönüne hareket etti. Oradan da Paralimni istikametine yöneldi. Üç tepelere gideceklerdi. Hala ikisi de hiç konuþmuyordu. Arada bir kadýnýn hýçkýrýk sesi olmasa arabayý hayaletlerin kullandýðý zannedilecekti. Artýk kapýlar açýldýðý için Rum tarafýna rahatça geçebiliyorlardý. Aslýnda gitmeyi çok sevmiyordu; ama nedense içinden de hep gitmek isteði geliyordu. Sanki oralarda yýllar önce kaybettiði bir þeyleri bulacak gibi hisse kapýlýyordu. Bir umut taþýyordu içinde. Ne olduðunu bilmediði, görmediði bir þey tasarlýyordu hayalinde. Bazen gözlerinin önüne birini getiriyor ama kim olduðunu kendisi de kestiremiyordu. Puslu, sisli bir görüntü içinde iri yarý, dev gibi birini görüyordu sanki… Araba ile Ýki buçuk mil kapýsýndan geçtiler. Rum polisi kimliklerine baktý. Hiçbir þey demeden geçmelerine izin verdi. Mustafa aldýrýþ etmedi Rum polisine. Onlarýn insana böyle tepeden bakmalarýný sevmiyordu. Zihni, baþka þeylerle meþgul olduðu için aldýrmadý. Tüm dikkati direksiyondaydý. Sadece düþünüyordu… Çocukluðunun geçtiði köye gitmiþti birinde. Annesini de almýþtý yanýna. Evlerini görecekti. Top oynadýðý bahçeyi görecekti. Annesinin ektiði cemileleri görecekti. Evin önündeki, salýncak kurup sallandýðý o dev aðacý görecekti. Kerpiçten yapýlmýþ ve mutluluk abidesi olan o küçük köhne sarayý göreceklerdi. Ama bir kez daha hayal kýrýklýðý yaþamýþlardý. Gittiklerinde ne bir kerpiç ev bulabildiler; ne de bir bahçe. Aðaçlar da yok edilmiþti. Sýcak yaz aylarýnda içerisinde serin serin oturduklarý kerpiç ev yýkýlmýþ, yerine modern bir villa yapýlmýþtý. Eskiyi anýmsatan hiçbir iz kalmamýþtý. Yoktu. Ve burada da hiç tanýmadýklarý Rum aileleri oturuyordu. Sadece þöyle uzaktan göz atmýþlar ve içlerindeki büyük özlemle kendi yuvalarýna geri dönmüþlerdi. Zihni geçmiþlerde dolanýp duruyordu. Hep çocukluðunda yaþadýðý güzel günleri düþünüyordu. Arada bir buraya gelip babasýný sorduðu Rumlarý hatýrladý. Kimse de bir þey anlatmamýþ, duyduklarý zaman hemen yanýndan uzaklaþmýþlardý. Bir akþam arkadaþýný ziyarete gittiði Pile Köyü′nü düþündü. Hayatýnda hiç unutamayacaðý sürpriz gecesini hatýrladý arabasýný sürerken. Orada duyduklarýný hiçbir zaman unutmayacaktý. Ve tesadüfen orada öðrendikleri, onun hayatýný deðiþtirmiþti. Þimdi dünyaya daha farklý bir gözle bakýyordu. Ýçinde bir umut mu, yoksa bir tükenmiþlik mi vardý? Kendisi de bilmiyordu. Ama içindeki karmaþýk, belirsiz duygular, yavaþ yavaþ bir netlik, bir açýklýk kazanýyordu þimdi. O gece Pile′de bir tanýdýðýnýn evine misafirliðe gitmiþti. Orada bir Rum′la tanýþmýþtý. Sohbet esnasýnda Rum, ikide bir Mustafa′ya bakýyordu. Dikkatli gözlerle onu süzüyordu. Adeta gözleriyle yiyip bitiriyordu onu. Arada bir göz göze geldiklerinde suç iþlemiþ bir günahkâr gibi bakýþlarýný kaçýrýyordu. En son dayanamayýp karýþýk bir dille sordu: "Sen Ahmet′in neyi olursun?" "Hangi Ahmet′in?" diye cevap verdi Mustafa. "Savaþtan önce Nafi′de çalýþan Ahmet vardý. Famagusta′dan. Ýri yarý biriydi." Mustafa heyecanlanmýþtý; fakat belli etmemek için umursamaz bir þekilde "Oðluyum" dedi. Þaþýrmýþtý Mustafa. Þoke olmuþtu. Ýlk defa kendisine, biri, babasýný soruyordu. Ve üstelik soran da bir Rum′du. Mustafa, "Sen babamý tanýyor musun?" diye sordu. Rum, evet der gibi baþýný salladý ve tereddütlü bir þekilde anlatmaya baþladý: "Babaný Nafi′den biz aldýk" dedi önce. Fakat ardýndan bir gaf yapmýþ gibi düzeltircesine: "Yani onlar aldý" dedi kekeleyerek. Mustafa "Kim?" diye sordu. Rum: "Bizim askerler" dedi. Önce "Biz", sonra "Onlar" þeklinde anlatmaya baþladý hikâyeyi: "Aldýk onlarý Paralimni′ye geldik. Üç tepeye götürdük. Önce çukurlarýný kazdýrdýk. Bazýlarýnýn enselerinden, bazýlarýnýn aðzýndan, bazýlarýnýn da kafalarýndan ateþ etti…ler. Hepsini vurdular. Sonra bir kuyuya attýlar. Ýngilizler, o gece araþtýrmaya çýkacaklarýný söylediler. Askerler bunu duyunca o kuyudan alýp baþka kuyuya attýlar. Þimdi üç tepelerdeki kuyuda bulunuyor" dedi. Bunlarý anlatýrken Rum′da bir korku, bir çekinme olmuþtu. Çünkü Mustafa iri yarý biriydi. Rum, "Babana çok benziyorsun. O da böyle iri yarý, cesur, gözü pek biriydi. Hiçbir þeyden korkmazdý. Hatta yakalandýðýnda iki kez kaçmayý denedi. Bir defasýnda baþardý. Ama en yakýn arkadaþý olan Rum Yorgo onu ihbar etti. Yakalanmasýný saðladý. Eðer Yorgo, babaný yakalatmasaydý o gün baban, bütün Türkleri kurtarabilirdi." dedi. "Ama o gün de iþe gitmeyeceklerdi. Ortalýk karýþýktý. Bir þeylerin olacaðýný herkes biliyordu. Hiçbir Türk o gün evinden çýkmayacaktý. Yazýk oldu. Ben onlarýn ölmesini istemezdim." diye günah çýkarmaya çalýþýyordu Rum. "Biz, düþman deðiliz. Ben Türkleri çok severim. Bak, her Pile′ye geldiðimde bu aileye uðrarým. Kardeþ gibiyiz. Yok sen da bana düþmanlýk besleyesin. Babaný ben öldürmedim. Onlar öldürdü" dedi. Mustafa beyninden vurulmuþa döndü. Oysa yýllarca kendisine hep: "Baban uzaklara gitti" denilmiþti. Gülerek Rum′a "Merak etme. Bizimki dokuz canlýdýr. O kolay kolay ölmez. Þimdi, nerede hovardalýk, çapkýnlýk yapýyordur? Annem onun öldüðüne hiç inanmadý. Ýnanmýyor. Hep uzaklara gittiðini söylüyor. Sen meraklanma. Bizimkisi yarýn bir gün çýkar gelir." demiþti gülerek. Ama dünyasý yýkýlmýþtý. Ýlk defa birinden babasýnýn öldüðünü duyuyordu. Hem de babasýný alýp götürdüklerini söyleyen bir Rum′dan duyuyordu. Þimdi þu adamý burada çekse vursa bunun ne anlamý olacaktý? Aradan tam otuz yýl geçmiþti. Geriye ne gelecekti? Babasýný kendisine verecekler miydi? Bu süre içinde kin, nefret, intikam duygusu gibi zararlý düþünceler kalmamýþtý yüreðinde. Çünkü annesi onun hep iyi bir insan olmasýný istemiþti ve onu bu þekilde yetiþtirmiþti. "Vatanýný sev, Bayraðýný sev, Milletini sev; bir de yaratandan ötürü tüm insanlarý sev" diye öðütlemiþti. Bu nedenle hiç kimseye kin gütmemiþ, düþmanlýk beslememiþti. Sevgi, barýþ, huzur ve mutluluk, insanlýðýn temel taþlarýydý. Ve karþýsýndaki de bir insandý. Bu nedenle düþmanlýða gerek yoktu. Mustafa, Rum′a þu soruyu sordu: " Peki, Nafi, Ýngilizlerin kontrolü altýndaydý. Rumlar nasýl oraya ellerini kollarýný sallayarak girdiler?" Rum, biraz da tedirgin "Ben de bilmiyorum. Ama bu sorunun cevabýný sen çok iyi biliyorsun" dedi. Ve izin isteyip ayrýldý. Arkasýndan bakakalmýþtý Mustafa dakikalarca. Artýk beyni bambaþka þeylerle meþguldü. Neler duymuþtu? Neler öðrenmiþti? Ama bunlarýn hiç biri anlatýlmamýþtý kendisine. Belki de yalan söylüyordu bu Rum. Kendisini baþka biri ile karýþtýrýyordu. Ama babasýnýn tarifi birebir uyuyordu. Bu, baþka birisi olamazdý. Mustafa eve döndüðünde annesine anlattý olayý. Buruktu. Ýçi yanýyordu adeta. Yýllarca aldatýldýðýna mý yansýn, yoksa hala gelecek diye umutla beklediði babasýnýn, geç de olsa, ölüm haberini aldýðýna mý yansýn? Annesi aðlayarak gerçekleri anlattý oðluna: "11 Mayýs 1964. O gün baban iþe gitmek için evden ayrýldý. Her gün motosikletle giderken, nedense o gün bisikletini aldý. Maðusa′nýn ileri gelenleri gitmemesi için O′nu ikna etmeye çalýþtýlar. O, çok cesurdu. Kendine son derece güvenen biriydi. ′Bana bir þey olmaz′ dedi. Nafi′deki iþine gitti. Gidiþ o gidiþ. Bir daha hiç gelmedi. Bir haber de alýnamadý. Senin üzülmeni istemedim yavrum. Küçüktün. Daha çocuktun. Anlayacak yaþta deðildin. Belki o zamanlar anlatsaydým için kin, nefretle dolardý. Ben, senin hiçbir zaman kindar bir insan olmaný istemedim. Ýnsancýl yetiþmeni arzuladým. Bu nedenle hep sana ′baban uzakta′ dedim. Ama onun öldüðüne de bir türlü inanmak istemedim. Kim bilir belki de anlatýlanlar birer hikâyedir. Gerçek deðildir. Ben, hala onun Yunanistan′a esir götürüldüðüne inanýyorum. O, bir gün çýkýp gelecek." dedi. Mustafa "Ah anne! Hala umutlu musun? Otuz sene oldu. Gelseydi þimdiye çoktan gelirdi. O artýk yok. O öldü. Bunu kabul etmek gerekiyor." demiþti. Ve ardýndan "Bunu anlamanýn tek yolu var. Hafta sonu gideceðiz ve Üç Tepeler denilen yere varýp kuyularý inceleyeceðiz. Bakalým bir þeyler çýkacak mý?" Mustafa, kuyularýn incelenmesi için araþtýrma komisyonuna da baþvurmuþtu. Kendilerine sýra gelene kadar bekleyeceklerdi. Her defasýnda "Size de sýra gelecek" denmiþti. Olayýn uzamasýna karþýlýk nihayet sýra gelmiþti. Kuyularýn inceleneceði bildirilmiþti. Ve iþlem baþlamýþtý. Önce iki kuyu incelenmiþti. Bu kuyularýn incelenmesiyle altý Türkün cesedi bulundu. DNA testleri yapýlarak kimlikleri tespit edildi. Ve bunlar ailelerine teslim edildi. Ama babasýna bir türlü rastlamadýlar. 30 yýl sonra yakýnlarýna kavuþan aileler, içleri buruk bir þekilde onlarý kahramanca þehitliklere defnettiler. 30 yýllýk hasret, acý da olsa bitmiþti. Bir muamma, bir sýr, bir giz açýða çýkmýþtý onlar için. Þimdi sýra kendilerine gelmiþti. Ýþte o gün de son kuyu incelenecekti. Evlerinden çýktýklarýnda tan vakti aðarmamýþtý. Sessizce gözü yaþlar içinde Paralimni′de üç tepelere doðru hareket etmiþlerdi. Yanlarýna birer demet çiçek de almýþlardý. Uzun süren saatlerden sonra varýlmasý gereken yere varmýþlardý. Gün, artýk çoktan aðarmýþ, vakit epeyce ilerlemiþti. Açlýk, susuzluk da umurlarýnda deðildi. Sadece içlerinde tarifsiz bir umut, sabýrsýzca bir bekleyiþ vardý. Her iki kesimden de yetkililer hazýr bekliyorlardý. Ýnsanlar dolmuþtu adeta oraya. Bir basýn ordusu yapýlan incelemeyi takip ediyordu. Kuyunun hemen üzeri vinçlerle yarýldý. Belli bir mesafeye kadar vinçler kullanýldý. Sonrasý büyük bir titizlik istiyordu. Bir insan boyundan sonra artýk fýrçalarla çalýþýlýyordu. Bu da saatler süren bir çalýþmayý gerektiriyordu. Mustafa ile annesi birbirine sarýlmýþlar ve heyecanla bekliyorlardý. Saatler uzadýkça uzuyordu. Ýlk iþlemde sadece çamurlu su çýkmýþtý. Kuyunun içine uzman kiþiler girmiþ fýrçalarla temizlemeye baþlamýþlardý. Fakat olumlu bir sonuca varýlamýyordu. Kuyuya defalarca ayný iþlem yapýldý. Fakat her defasýnda da sonuç deðiþmemiþti: Koskocaman bir hiç. Akþama kadar umutla çalýþýldý. Gün kýzarmaya baþlarken yetkililer umutsuzca "Ýhbar asýlsýz" diyerek çalýþmaya son verdiler. Buradan olumlu bir sonuç çýkmamýþtý. Herhangi bir veriye rastlanmamýþtý. Ve biraz sonra da orada bulunan herkes daðýldý. Gazeteciler, yaþlý kadýnýn gözü yaþlý bir fotoðrafýný çektiler. Çünkü yarýnki manþetleri bu yaþlý kadýn olacaktý. Belki de "Acý Bekleyiþ", "Tükenmeyen Umutlar" veya "Otuz Yýllýk Hasret" gibi baþlýklar atacaklardý. Kuyunun baþýnda sadece Mustafa ile annesi kaldý. Konuþmadan duruyorlardý. Mustafa annesine giderek ona sarýldý. Þimdi Mustafa′nýn da gözlerinden yaþlar süzülüyordu. Annesine "Aðlama, ne olur aðlama" diyordu. Ama o da kendisine hâkim olamýyordu. Birbirlerine sarýlmýþlar ve tepenin üzerinde esen rüzgâra karþý sessizce aðlýyorlardý. Annesi: "Biliyordum. O ölmedi. O yaþýyor. O gelecek. Bir gün çýkýp gelecek" diyordu. Mustafa: "Anneciðim, neden inanmak istemiyorsun. O artýk yok. O öldü. Senin yapacaðýn sadece bir dua okumak. Son bir dua oku. Hiç deðilse duasýz kalmasýn. Oku. Allah rýzasý için oku. Ruhu rahatlasýn. Huzura kavuþsun. Belki de þimdi cennetten bizi izliyordur. Sana bakýp bakýp inatçý kadýn diyerek gülüyordur." diyordu. Mustafa çiçekleri alarak kuyunun aðzýna býraktý. Þimdi kuyu bir çiçek bahçesi gibi görünüyordu onlara. Annesi ellerini havaya açýp bildiði dualarý okumaya baþladý. Gözünden yaþlar inmeye devam ediyordu. Mustafa da ellerini açarak dua okudu. Bu son duayý okudukça içlerindeki gam, keder yok olmuþtu. Ýçlerine bir sükûnet, bir sessizlik, bir huzur geliyordu. Okudukça rahatlýyorlardý. Okudukça sanki bulunduklarý tepe de bir rahata, bir huzura kavuþuyordu. Ilýk ýlýk esen rüzgâr, yüzlerine vurdukça onlara tatlý bir haz veriyordu. Dualarý bitince Mustafa annesini kaldýrdý. Ellerini omuzlarýndan atarak arabaya doðru götürdü. Annesi kendi kendine "Biliyordum. Biliyordum. O ölmedi. Gelecek. Bir gün mutlaka çýkýp gelecek!" diyordu. Baþýný Mustafa′nýn göðsüne dayadý. Arabaya doðru yürüdüler. Mustafa, arabanýn kapýsýný açtý. Annesini yan tarafa aldý. Kendisi de þoför mahalline geçti. Karanlýða kalmamak için arabayý çalýþtýrdý. Biraz sonra yavaþ yavaþ araba hareket etti. Tepelerden aþaðýya doðru nazlý bir gelin edasýyla süzüldü. Ve Mustafa, arabayý vatanlarýna, Kuzey Kýbrýs Türk Cumhuriyeti′ne doðru sürmeye baþladý. Biraz sonra geçiþ kapýsýna geldiðinde TC ve KKTC Bayraklarýnýn gönderde nazlý nazlý dalgalandýðýný gördü. Ýçine anlatamayacaðý bir mutluluk doðdu. Annesine dönerek: "Ýþte, babamýn bize en güzel hediyesi bu" dedi. "Özgürlüðümüz." Son TMT'nin 50 Kuruluþ Yýlý Nedeniyle Düzenlenen Öykü Yarýþmasýnda ÝKÝNCÝLÝK Ödülü almýþtýr.
ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.
|
|
| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk | Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim
Yapým, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr. Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz. |