..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Doðallýk sahip olunan deðil, kazanýlmasý gereken bir erdemdir. -Cervantes
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Öykü > Aþk ve Romantizm > Banu Tekcan




13 Ocak 2011
Ýlk Aþkým  
Herkes bir kez aþýk olmayý hak eder

Banu Tekcan


Ýlk aþklar küllenir, sonra alevlenir mi? Yýllara meydan okur mu? Aþkýnýzýn üzerine örttüðünüz kar hep orada kalacak sanýrken bahar aniden gelip karlarý eritir mi?


:BJAJ:

Lale mevsimi çoktan geride kaldý. Hala bahsettiðime bakýlýrsa, lalelere aþýðým evet, hem de çok. Belki de bir kez açýp solduktan sonra, tam bir sene kendilerini özlettikleri için, belki renk renk biçim biçim olduklarý, belki de ne bileyim sadece lale olduklarý için onlara aþýðým. Sebebi çok mu önemli?

Ümitsiz bir aþk mý, bilmem. Ümitsiz aþk nedir ki? Kaybedilen mi, elindeyken kýymetini bilmediðin mi, yoksa sadece hayalinde canlandýrdýðýn mý…Hangisi? Belki hepsi, biraz ondan biraz bundan, ya da hiçbiri. Herkesin farklý DNA’sýnda farklý sýfatlar alan aþk, ümitsiz, umutsuz aþk. En ümitlisi de ne biliyor musunuz, aþkýnýzýn karþýlýðýný alamayacaðýnýzdan emin olduðunuz aþk. Risksiz, renkli, hayat dolu, kaygýsýz. Bir fotoroman yýldýzýna, bir gol kralýna, bir þehre ya da bir çiçeðe duyulan aþk. En güvenlisi, inanýn. Öbür türlüsü, ümit edip, olabilirliði olup da olmayan, bu en yýkýcýsý.

Ben ne ümitsiz, ne de ümitli aþký yaþadým. Hiç bir zaman izin vermedim buna, ama kendime de karþýmdakine de yakýnýmdakilere de aþýk olduðumu düþündürdüm. Bu hep böyle oldu. Bunun gerçeðini o zamanlar yataða girip, karanlýk ve geceyle yalnýz kaldýðýmda itiraf ediyor, kendimi iyi hissediyordum. Ama aþýk olma fikrine aþýk olmak diye bir sey varsa, iþte benim yaþadýðým oydu. Enteresan, tarifsiz bir his.

Þimdi ise bütün aþka dair olgularý elekten eleyip, eleði de duvara astým ve böyle ahkam kesiyorum, “aþýðým galiba“ diyenlere de kallavi laflar edip, acýyorum. Nasýl olsa kurtulurlar deyip, onlarýn adýna teselli buluyorum. Bütün bunlarýn yanýnda, iþte o gece yataða girip karanlýk ve kendimle kaldýðýmda itiraf etmekten bile korktuðum bir þey var. Ya bir gün ben de pençesine düþersem, ya aþk diye birsey varsa, gerçek aþk. Bana da kallavi laflar edip, arkamdan acýyanlar olursa. Ýþte bu, çatlak duvardan ince ince sýzan su gibi içime yayýlýyor, korkutuyor, bunu benden baþka da bilen yok.

Bütün bunlarý uzun uçak yolculuðu boyunca düþünmedim inanýn. Bunlar benliðimin bir parçasý. Ama þu da doðru ki, uçak Ýstanbul’da uçmaya hazýrlanýrken, cama vuran sonbahar damlalarý gerçekten laleleri özletti, itiraf etmeliyim. Bu beþ günlük New York gezisi ters bir zamana gelse de, çok yakýn bir arkadaþýmýn üç ayda aþýk olup, iki senede kendine aþýk ettiði niþanlýsý ile evliliðe adýmlarýný görmek çok güzel olacaktý. Düðünleri hep sevdim ben, çünkü çiçekler daha muhteþemdir düðünlerde. Bence insanlar, daha doðrusu kadýnlar sýrf düðün yapmak için evlenmeliler. Telaþý, hazýrlýðý, masadaki, giriþteki, vazodaki, elindeki çiçekleri seçmek bence çok zevkli.. Sýrf bunun için evlenilir.

Hiç bir zaman uçaklardan, yolculuktan þikayet etmedim, tam tersine zevk aldým. Biniþ kartýný almak, havaalanýnda lüks maðazalarý dolaþmak -bu kendini ayrýcalýklý hissettiriyor nedense- sonra cam kenarýndaki yerini almak -cam kenarý olmazsa uçmam diyen sorunlu yolculardaným-, cam kenarýndan havaalaanýndaki telaþý seyretmek, bagajlar, yakýt aracý, saðdan soldan ülkelerini temsil eden uçaklarýn pistte hava atmalarý, sonra koca bir araçla piste itilmek ve uçuþa hazýrlýk. Bu anlarýn hiç birini kaçýrmam, saniyesi saniyesine zevkini çýkarýrým. Uçaðýn kalktýðý an insan beynine hayranlýðým bir kez daha artar ve babamýn “insanoðlu kuþ misali’ dediðini hatýrlarým.
Cumhuriyet kuþaðýndan, her yeniliðe, her zeka pýrýltýsýna, her güzel þeye þapka çýkaran babamý hatýrlarým.

New York’a öðleden sonra indiðimde gümrük ve pasaport her zamanki gibi kalabalýktý. Gereðinden biraz daha fazla bekledikten sonra bagajlarý beklemeye koyulduk. Ayný uçaktan inen insanlar, uçaktayken boyunu posunu, kýyafetini pek inceleyemedikleri yoldaþlarýný bol bol incelediler. Benim yanýmda belli ki üniversite öðrencisi olan bir kýz, hemen son model cep telefonunu açtý, güzel bir Ýngilizce ile vardýðýný, bagajlarý beklediðini söyledi. Beni en çok inceleyen de oydu, üzerimdeki kottan, üzerimdeki kapiþonlu hýrkaya kadar. “Sýnavý geçtik“ dedim kendi kendime, onda da ayný marka hýrkadan vardý. Bu arada farkýndaysanýz ben de onu inceliyorum, bunlarý yazýyorum diye kimseden farklý deðilim. Havaalaný gümrüðünden nasýl geçtiklerini anlatan, geçtikleri için yanaklarý rahatlamaktan al al olmuþ insanlardan, bir el cepte buralarýn kralý benim rahatlýðýndaki insanlardan, uçaktaki ahbaplýðý ilerletip telefon deðiþ tokuþu yapan insanlara kadar çeþit çeþit manzara önümde uzanýyordu.

Ýþte benim manzaram - lenslerimi taktýðým için þanslýydým- o sýrada deðiþti. Bagajým gelmiþti ve ben onu çeke çeke çýkýþa doðru ilerlerken, iki yandaki bagaj bandýnda bagajýný bekliyordu. Önce yanýldýðýmý sandým, o olamazdý. Dünya küçüktü de bu kadar deðil. On binlerce kilometre uzakta yaþýyordu, evlenmiþti, bunu biliyordum ve belki de çocuklarý vardý. Ne iþi vardý, acaba burada mý yaþýyordu? Evet oydu; duruþu, gözleri, güzel yakýþýklý tatlý bakan gözleri, saçlarý -biraz dökülmüþ-, bir þey beklerkenki sakinliði, dik postürü, her iki eli pantolonunun cebinde düþünmesi, her þeyi ile oydu. Hep böyle sakindi, panik olmaz, bunalmaz, etrafta olan bitene sürekli söylenmezdi. Ülkesi barýþ içinde deðilken, kendi hayatla çok barýþýktý. Belki de her þey ülkesinde zor olduðu için, bizi rahatsýz eden þeyler ona dokunmuyordu. Kim bilir? Nasýl sorardým ki, nasýl anlatsýn havasýný suyunu, korkusunu, savaþý, çalýþmayý, mücadeleyi bilmediðiniz bir yerde büyümenin nasýl olduðunu. Ben de hayrete düþsem de sormazdým zaten. Evet oydu, 16 sene evvelinden benim ilk aþkým, yabancý aþkým. Yakýþmýyor aðzýma bu aþk kelimesi biliyorum ama bunu kimseye anlatmanýn da yolu yok, çünkü aþký yaþayan insanlara onu anlatmanýn tek yolu buydu, “ilk aþkým”. Onu son gördüðüm yer yine uzaklardaki bir havaalaný idi, sanki o an donmuþ gibi, hiç ayrýlmamýþ gibi, koþup boynuna atýlmak geldi içimden.

Kimseden havaalanýna gelmesini istememiþtim. Zaten otelde kalacaktým, bu düðün telaþýnda insanlarýn bir de benimle uðraþmasý gereksizdi. Uzun yýllar yaþadýðým ve bildiðim yerdi New York nasýlsa. Ýþte bu bana oyalanma ve onu takibe alma fýrsatý verdi. Ülkesinden geliyordu, bagaj bandýndaki uçuþ numarasýndan anladým. Yalnýz mýydý diye düþünürken, yanýna 60 yaþlarýnda bir kadýn, iki elinde birer çocukla yanaþtý. Yüreðim sýkýþtý o anda. Çocuklar onun muydu, kadýn kimdi? Belli ki uzun pasaport kontrolünden sonra tuvalete yetiþmiþlerdi. Büyük olan 8 yaþlarýnda bir kýz çocuðu, küçükse 4 yaþlarýnda bir oðlan çocuðu. Hep “oðlumla futbol oynayacaðým ilerde” derdi. Sanki çocuk ýsmarlama olurmuþ gibi, çok emindi. Ýþte bu çocuk onun oðluydu belki de, acaba futbol oynuyorlar mýydý? Yanýndaki annesi olabilir miydi? Beni görmeyecekleri ama benim de onlarý rahat göreceðim bir yere geçtim. Sanki diðer valizimi bekler gibi banda geri gelmiþtim. Kime ne açýklama yapacaksam. Evet, annesi mi diye düþünüyordum, bir resmini hatýrlýyorum, sarýþýn zarif bir kadýndý. Bu kadýn da sarýþýn, zarif. Bakýndým yanlarýnda genç bir kadýn var mý diye, 10 dakika gelen yok, rahatlamýþtým. Sanki olsa olmasa ne deðiþecekti. Sistemimden, beynimden atmamýþ mýydým, ona mutluluklarýn en iyisini dilememiþ miydim, evlendiðini duyduðumda en iyisini hak ediyor dememiþ miydim? Hepsini yapmýþtým ve içtenlikle. Çünkü onun, bizi, beni ve “aþkýmýzý” býrakýrken geçerli nedenleri vardý. Yaþýmýz, din, milliyet, hayat, sýnýrlar, adetler vs vs vs. Hepsinde de o zaman haklýydý, kesinlikle. Her zaman o yaþta bile yere basardý ayaðý, benimki ise hala havada, görmüyor musunuz? Gizlenmiþ, karýsý etrafýnda mý diye merak edecek kadar havada. O zaman cesaretsizliðine çok kýzmýþtým, içten içe aþka inanmayan ben, aþkýn herþeyi yeneceði nutuklarý atmýþtým; ona, kendime, arkadaþlarýma ve bu nutuklarý atarken tam tamýna sekiz kilo vermiþtim. Belki de demek istediðim aþk deðil sevgi idi. Ýkisi arasýndaki farký bilmiyorum, çünkü aþk nedir gerçekten bildiðimden emin deðilim. Ama sevgi üzerine satýrlarca yazabilirim. Çok kýzmýþ, yýkýlmýþtým..Nedeni neydi? Býrakýlmak mý, yalnýz kalmak mý, bir nevi ihanete uðramak mý ya da büyük bir kayýp mý? Ne olursa olsun benden gidenleri düþündüðüm için bencilceydi. Ama o da bencil davranmamýþ mýydý? Herkes gibi, evet herkes gibi.

Valizleri geldi ve çýkýþa doðru ilerlemeye baþladýlar. Araya bir kalabalýk katýp takibe devam ettim. Sonra sordum kendi kendime, niye gidip merhaba demedim diye. Ne olurdu ki sanki, utanýr mýydý, ya da tanýmazlýktan mý gelirdi? Koca yýllar ilk aþkýný nasýl deðiþtirir; bilemedim ki o an. Belki büyük acýsý vardý, belki hayatta beni bir daha görmek istemiyordu, belki belki belki. Sonuç olarak gidip o gün havaalanýnda karþýsýna çýkmak yerine, takip etmeyi tercih ettim. Acaba Manhattan’a deðil de, mesela Philadelphia’ya gitseler de takip eder miydim? Bilmiyorum.

Sarý taksi sýrasýna girdik, hava bulutlu, benim gözümde güneþ gözlüðü, onlar önde, arada bir çift var, sonra ben. Mutlaka öðrenmeliyim, nereye gittiklerini. Taksi sýrasýný idare eden memura, Times Square’de bir otelin adýný verdi. Arkam dönük duruyordum, taksileri hareket etti, 5 dakika sonra da benimki.

Telefonumu açtýðýmda bir sürü mesajin beklediðini gördüm; annem, ablam, evlenecek olan arkadaþým, bir daha ablam. Hepsini aradým tek tek, rahat rahat varmýþtým New York’a, sadece pasaport çok çok uzun sürmüþtü, zararsýz bir yalan. Ne diyecektim, “ilk aþkýmý havaalanýnda annesi ve iki çocuðuyla gördüm, ayaklarým zaten havadaydý, biraz daha havalandým ve takibe koyuldum” mu? Bilmesinler bunu daha iyi. Herkes beni ayaðý yere basan, aþk gibi safsatalara pabuç býrakmayan bir kadýn olarak biliyordu çünkü.

Yol boyunca bunu neden yaptýðýmý düþündüm. Neden göðsümü gere gere gidip merhaba demedim, neden cesaret edemedim. Çünkü yarým kalmýþ bir hikayenin orada, JFK Teminal 1’de, acele elden, bagaj beklerken, yorgun ve þaþkýnken tamamlanmasýný istemedim. Korkudan deðil aslýnda. Herkes gibi ben de kendime yalan söylediðim için, yýllar yýlý kendimi hani o “sistemden atma” olayýna inandýrdýðým için. Asýl yalan buydu iþte, en cilalýsý, en büyüðü, kendime söylediðim yalan. Ondan ayrýldýktan sonra bir sene çok sancýlý geçti, sonra iþ güç, yeni flörtler, bir çok þey biraz kar yaðdýrdý gönlüme. Hep kar orada kalacak sandým, ama bahar bugüne denk gelmiþ belli ki.

Evet…JFK‘den Manhattan’daki otelime gidene kadar uzun uzun düþündüm. Düþünürken biraz böyle adam akýllý gibi oluyorum. Kesinlikle cam kenarýnda, bir elim çenemde Long Island otobanýndaki trafiði seyrederken ve büyük ihtimal Nijerya’lý ya da Gana’lý þoforün kendi lisanýnda kimle konuþtuðunu merak ederken, düþünüyorum. Belki trafikte yakýn bir yerdeyiz onunla. Belki arkamda, belki saðýmda, belki solumda belki de sobe. Bilmiyorum. Bildiðim ve düþündüðüm tek þey kendim ve yaptýklarým. Hayatta her zaman saçma sapan zor þeyleri seçmiþ olmam. Hani kýraðý çalar her yere, toprak taþ gibidir ya kýþýn, o topraðý eþeleyip belki de yeþil bir sey vardýr’ý kanýtlamak, ya da o topraða kýþýn ortasýnda çiçek dikip herkese bunu baþardýðýný kanýtlamak, mesela lale dikmek, imkansýzlara ipleri koparýp dalmak. Hep böyleydim, neydi derdim, þimdi de ne? Bilsem. Bu ip koparmalarda iki kez þansým iyi gitti, ya da ipi kopardýktan sonra toparlamayý becerdim, girdiðim liseyi takýntýsýz bitirmekti ilki ve sýfýr matematiðe raðmen mimarliða girmek de ikincisi. Mimarlýk yaptým mý? Hayýr. Ta okul bittikten sonra anladým ki, ben yazar olmak istiyorum, uzun çabalardan sonra da baþardým. Frank LLoyd Wright’tan daha çok 17. yy’dan John Donne ve onun Carpe Diem felsefesini daha iyi biliyordum çünkü. Anýnýzý yaþayýn, þu anýnýzý…

Otele vardým, karným aç. Hiç doymaz ki zaten, kendime güzel bir Ýtalyan ýsmarlayým. Ýþ yemeðe gelince “ilk aþk” da biraz rafa kaldýrýldý bakýn. Öyle beni toparlak bir insan sanmayýn, biraz fazlam var ama, bu kadar yemek düþkünü olmaya, iyi sayýlýrým. Ya “metabolizmam hýzlý çalýþýr” hikayesi ya da çok “carb” yemiyorum hikayesi. Bence aklým sürekli fuzuli iþlere çalýþtýðý için yakýyorum kalorileri. Bir de yazdýðým senaryolar ve kavgalar var tabi ki. Kýsacasý güzel bir Ýtalyan akþam yemeðinde sakýnca yok.

Odama yerleþtim, benim odamdan ne yazikki onunkaldýðý otel görünüyor. Hani dizilerde olur ya, zamanlama muthiþtir, tam kýz camdan bakarken çocuk o anda gelmiþtir göz hizasýna, ya da odalarý karþýlýklýdýr, ikisi de efkarlý ayný anda camdan bakýp birbirlerini görürler. Bize de öyle olmasýn. Mesela ilk aþkým, karýsýndan yediði ihaneti, New York semalarýna göndermek için eller cepte sakin sakin camdan bakarken, ben de bütün bunlarý merak ederken ve camdan bakar haldeyken birbirimizi görmeyelim.

Ben yine de hýzlý bir duþ alýp, adam akýllý düzgün birþeyler giydikten sonra cama gidiyorum. Unutmayýn, donmuþ topraða çicek ekileceðini düþünmüþlüðüm var. Buraya kadar tamam, þimdi ne yapacaðým? Görmek istiyor muyum, ya da karþýlaþmak, ne ne ne? Bütün bunlarý kafamdan atýp, çantamý aldýðým gibi aþaðýya indim, otelinin yolunu tuttum. O çekingenlik, duraksama yok. Hep þöyle düþünürüm, ne olur ki, dünyanýn sonu mu? Evet, resepsiyona yaklaþtým. Onun adýný vererek mesaj býrakmak istediðimi söyledim. Belki de burada kalmýyor, belki sadece çocuklar ve anne burada, o sevgilisinin yanýna gitti. Bu senaryo hiç aklýma gelmemiþti. Kalbim çarpmaya baþladý ve baþladým kendimi azarlamaya. Gidip konuþmalý ve nerede kaldýðýný öðrenmeliydim, zaten fýrsatlar önüme çýkar ve ben onlarý elimin tersi ile iterdim. Bir de gördüðünüz gibi kendimi dövmeyi severim.

Resepsiyondaki kibar görevli oda numarasýný söyledi ve aramak isteyip istemediðimi sordu. Bu kez kalp çarpýntýsý daha da hýzladý. Acele acele, sadece mesaj býrakmak istediðimi söyledim. Bir yandan adama açýklama yapýyorum. Arkadaþýyým, ben de geldim, telefonumu býrakýyým, rahatsýz olmasýn çocuklarla, bunu da söylüyorum ki yakýndan tanýdýðýma inansýn. O, bunlarýn zerresi umurunda deðil, kliþe gülümseme dudaðýnda verdiðim mesajý not etti. “merhaba, ben ismim, burada olduðunu biliyorum, ben de NY’dayým, þu otelde , oda numaram þu…”
Ve mesaji deðiþtirmeden kaçar gibi çýktým oradan. Restoran cenneti New York’da bir güzel Ýtalyan lokantasýnda, beyaz þarap eþliðinde, deniz ürünlü spagettimi yerken, acaba mesajýmý aldý mý diye merak içindeyim. Bu merakýmý düðünün prensesi Nil’le yaptýðým telefon konuþmasý sekteye vurduruyor. Düðünün bütün detaylarýný, dedikodularý, hazýrlýklar safhasýnda arkadaþlarýndan yediði kazýklarý, her seyi anlatýyor. Ama çok mutlu, çok heyecanlý, onun adýna gerçekten seviniyorum. Ben de anlatsam mý acaba, “Biliyor musun, ilk aþkýmý gördüm, takip edip mesaj býraktým” diye. Sonraya býrakýyorum bunu. Çünkü bir an evvel otele gidip mesaj var mý diye kontrol etmem gerekli. Acaba arasam söylemezler mi? Vaz geçiyorum, tramisumu ýsmarladým, bu aný mesaj yoksa mahvetmeyim diye.

Otele dönmek ne kadar sokaklarda gezersem gezeyim kaçýnýlmaz. Hala New York’da yaþayan arkadaþlarýmý arýyorum; kimi yok, mesaj býrakýyorum, kimi stem ediyor daha önce gelmedim, bak Nil’in davetlisi olunca geliyorum diye, kimisi de ille görüþelim derdinde, program yapýyor. Bugun Salý, Nil’i Perþembe göreceðim, düðün Cumartesi… sadece yarýna program yapýp Cuma ‘yý boþ býrakýyorum…Neden dersiniz? Cevabý açýk deðil mi? Diyorum size ayaklarým hep havada, kýrk yýla raðmen havada.

Odama çýktým,telefona baktým mesaj yok. Üzerimi deðiþtirdim, açtým televizyonu, kanaldan kanala atlarken, yorgun olduðumu hissettim. Biraz hayal kýrýklýðý da var tabii. Ýþte bu duyguya sinir oluyorum. O bekleyiþ, o aranma bekleyiþi beni çýldýrtýyor. O anki keyfin, telefonun ya da bilgisayarýn diðer ucundaki þahsýn, iki dudaðý arasýnda ya da parmaklarýn ucunda. Beklenir o telefon, ya da mesaj, kim olursa, “aþk”ýn sandýðýn adamdan, gaf yaptýðýn arkadaþýndan, özrünü kabul ediyor mudur mesela, ya da iþle ilgili bir þey, vs vs vs. O telefon ya da mesaj gelmezse zehrolur herþey. Ne saçma degil mi? Saçma da oluyor iþte.

Türkiye saatine göre makul bir saatte uyandým, ama New York’da saat sabahýn 4’ü. Bir an her þeyden piþmanlýk duydum, mesela lensleri taktýðýma, bagajý beklerken o yöne baktýðýma, otelini öðrenip koþa koþa mesaj býraktýðýma, her þeye lanet ettim; gerzeðin tekiydim. Pireyi deve yapmak mý, alýn iþte size güzel bir örnek. Nerede John Donne’in Carpe Diem’i, uçtu gitti. Bilgisayarýmý açýp mesajlara bakýyorum; iþle, senaryolarla ilgili bir çok e-mail. Cin gibiyim ve Türkiye’de gibi çoðunu yanýtlýyorum. Gözüm inanýn telefona kayýyor, akýl mantýk dýþý, sanki sabah 4’de ararmýþ gibi. E, o da saat farkýndan uyuyamamýþ olabilir, deðil mi? Bu kez kendime gerçekten kýzýp, iyi bir azarla gözlerimi telefondan ayýrýyorum.

Sabah 8 gibi sýzýp, 10.30 yine uyandým ve eski iþ yerinden Pelin’le brunchda buluþmak üzere çýktým otelden. Merak etmeyin, baktým telefona, týk yok.
New York brunchlarý keyiflidir. Village’da buluþtuk, olaðanüstü minik masalarda, abartýlý devasa Amerikan boyutu omletler yedik. Burada cep telefonu gösterisi olmamasý iyi, çünkü masada yer kalmýyor. Pelin’le oradan buradan, iþten, olanlardan olmayanlardan söz edip nihayet dün olanlarý anlatmaya cesaret buldum. Tabii ki kýzdý niye direk gidip konuþmadým diye. Þimdi bekle ki adam arasýn. Tabii bu sýrada binlerce senaryo yarattýk, suratý asýk mýydý, hüzünlü, dertli miydi, karýsýndan ayýracaðýz ya, çocuklar kesin onun muydu, niye New York; aklýnýza ne gelirse. Sonuç olarak, ben kesinlikle aramayacaðýna
-savunma mekanýzmasý- Pelin de kesin arayacaðýna iddiaya girdik. Kazanan yemek ýsmarlayacaktý ilk buluþamýzda.

Pelin’le ayrýldýktan sonra, Village’in, SOHO’nun her sokaðýný hasret giderircesine gezdim, saatlerce. Harika bir gündü, güneþ biraz çekingen ama ýlýk, hafif serin…Kafeler, restoranlar cývýl cývýl. Çocuklar, anneler babalar… Union Square’den geçtim, oranýn rockcý tipleri, Barnes’n’Noble, oradan Broadway’den yürüyerek taaa otele akþamýn 9’unda vardým. New York’la gerçekten hasret gidermiþtik. Odama çýktým, mesaj yok. Kendi kendime bunun daha iyi olduðunu söyledim. Görsem ne olacaktý ki, gereksizdi bütün bunlar, hatta inþallah aramazdý. Attým kendimi duþa, severim otelde yemek ýsmarlamayý, mesela domatesli makarna, en ucuz yemek en pahalý nasýl yenir diye kanýtlamak için. Bayýlýrým böyle saçmalýklara. Ama ruhumu þenlendirir bu tip þeyler. Ismarladým tabii, mini bardan da dünyanýn en pahalý gazozunu açtým. Tabii yorgunluk, yemekten sonra dalmýþým, telefonun sesiyle uyandým. Evet kalbim göðsümün altýndan çýkmaya çalýþýyor, panik halinde, boðazýmý temizleyip cevap verdim.

Heyecanlandýnýz deðil mi? Evet …arayan oydu. Hep telefonda konuþurken , özellikle heyecanlýysam ayaða kalkýp bir þeyler yapmaya çalýþýrým. Evdeyken mutfaðý ya da yataðý toparlarým mesela. Burada imdadýma yetiþen þey laptopum oldu. Onu masanýn üzerinden aldým, çantasýna yerleþtirdim, bir daha çýkardým, yine fiþe taktým, bütün bunlar onunla konuþurken oluyor.

Sesi, evet sesi þaþýrttý beni. Olgunlaþmýþtý, bir an yabancý birisi gibi geldi. Deðil miydi sanki? 16 sene insanlarý yabancýlaþtýrmaz mýydý? Daha sakindi, aðýr aðýr aksanlý Ýngilizcesi ile, hata yapmadan konuþuyordu. Bende de aksan var tabii, hem de iyi bir Türk aksaný, ama onunki daha genizden, daha baþka. Buraya bir haftalýðýna gelmiþti. Dayanamadý sordu onu nasýl bulduðumu. Pazar günü geri döneceðimi, sadece Cuma günümün boþ olduðunu, eðer benimle buluþursa bunu söyleyeceðimi belirttim. Güldü, o gülüþü, benim yaptýðým delilikleri kabul eden gülüþü. Hiç deðiþmemiþim, öyle dedi. Hep yapardým evet, bir þeyi yapmayý kabul ederse, ben de ona yemek yapardým mesela. Ama muzipliktendi, ben ona zaten yemek yapmayý severdim. Sessizleþtik bir an…ben de ciddileþtim, iyi mi diye sordum, yani genel olarak, herþey nasýl gidiyor diye. Fena degil, yani hemen hemen herþey fena deðilmiþ, ne demekse…Anladýðýmý söyledim, aslýnda anlamamýþtým. Genelde siyah beyaz olmasa da hayatýnda netlikler olan bir insandý. Beni de net olan nedenlerle býrakmamýþ mýydý? Sesi yorgundu sanki, ama yol yorgunu deðil, hayat yorgunu gibi. Bu anda yazarlýk genlerim baskýn çýktý ve abarttým belki biraz. Sonunda biraz havadan sudan konuþtuk, ben ona hiç birþey soramadým özel hayatýyla ilgili, o da bana. Sadece New York’a ailevi nedenlerle geldiðini söyledi ki bu garip, çünkü burayla ilgisi olduðunu bilmiyordum, yani 16 sene öncesindeki gerçeklere dayanarak. Ben de düðün için New York’da olduðumu belirttim. Evet, Cuma akþamý yemekte buluþmak üzere vedalaþtýk, cep telefonlarýmýzý verdik, yeri ben seçecektim…

Bunu takip eden iki gün nasýl geçti anlamadým. New York, Nil, düðün hazýrlýklarý, nasýl evlenme teklifi aldýðý -bininci kez- benim neler yaptýðým, klasik soru, hayatýmda biri var mýydý, sonra yine NewYork ve sokaklarý, Central Park, Yukarý Batý Yakasý, sokaklar,
New York, sarý mavi New York, sonbaharýn incisi New York.

Ve Cuma öðleden sonra otele döndüðümde, kafamda binlerce kez ne giyeceðimi düþünmeme raðmen hala kararsýzdým. O ne yapýyordu acaba. Muhtemelen bir gömlek, kot pantolon ve makosenlerle gelecekti. Hayatýmda bu kadar hýzlý bir trafik varken, ailem, yarýnki düðün, Ýstanbul’da bekleyen iþler, kavgalar, kaçýrdýðým doðum günleri, daha bir çok þey, þu anda sadece akþam ne giyeceðimi düþünüyordum. Diðer þeyler bloklanmýþtý. Neyse siyah sade elbisemde karar kýldým, saçlarýmý topladým, orta halli abartýsýz bir makyaj yaptým -benim klasik makyajým zaten, iþ için, yemek için, düðün için hep ayný- neyse, sýrtýma da kalýnca bir þal aldým ve restoranýn yolunu tuttum.

Kapýda bekliyordu, biraz huzursuzdu sanki, ben onu görmüþtüm nasýlsa, o beni görmemiþti yýllardýr. Yanýna gittim, durdu durdu, sarýldý kocaman, çok güzel göründügümü, hiç degiþmedigimi söyledi. Genelde boþ gevezelik etmez, kuru iltifatlarý tercih etmezdi. Bu yýllar önceydi tabii. Teþekkür ettim. Saçlarýnýn dökülmesine raðmen hala yakýþýklý olduðunu söyledim. Masamýza geçtik. Sakin bir restorandý. Yemekleri ýsmarlamadan önce þarap söyledik.
“Söylemeyecek misin beni nasýl buldugunu?”
Güldüm yarý çekimser.
“Ayný gün JFK’e indi uçaklarýmýz“ dedim.
Alt dudagýný büktü, “bak sen” dercesine.
“Tam valizimi alýp çýkacakken seni gördüm, önce emin olamadým, sonra emin oldum, bekledim ne yapacaksýn diye”
“Ne yaptým peki” dedi muzip gülerek.
“Off” dedim, hemen bunalýrým sözlü gibi sorulardan.
Keyiflenmiþti, beni böyle köþeye sýkýþtýrmayý severdi. Güldü.
Hýzlý hýzlý anlattým, hiç bir detayý atlamadan. Sakin sakin dinledi, bu arada yemeðimizi ýsmarladýk, ayrýca bu arada ellerini kontrol ettim, yüzük yoktu.
“Evet çocuklarým” dedi. On sene önce evlenmiþ, karýsý Amerika’ya taþýnmýþ, daha doðrusu eski karýsý, iki sene evvel boþanmýþlar, çocuklar burada, o ülkesinde, çocuklarý tatilden eve geri getirmiþ. Annesi de ona eþlik etmiþ.
Karýsýndan ayrý iþte, duymak istediðim bu deðil miydi? Ama sevinemedim, yorgundu çünkü, üzüntüden yorgundu. Belli ki sancýlý olmuþtu her þey, onun üzgün olmasýna üzüldüm, hala seviyordum belli ki, ama ne olarak. Ýlk aþkým olarak mý, eski bir arkadaþ ya da dost olarak mý, yoksa karýsý tarafýndan fena halde ihanete uðratýlan bir insan olarak mý? Sonradan düþündügümde bunlardan da önemlisi, o kadýnýn yerinde ben olsaydým, bu gün bu halde üzgün olmayacaðý idi. Derinlerde bir yerde inanýn bir “oh olsun” dediðimi itiraf ediyorum. Ama asýl merakým, kadýný hala sevip sevmediði idi. Bunu sormaya cesaret edemedim.
“Peki neden o anda yanýma gelmedin” dedi. Yerinde bir soruydu.
Gözlerim þarap kadehimde takýldý bir müddet, sonra ela gözlerimi onun ela gözlerine diktim.
“Cesaret edemedim” dedim. “O an çok kuru olurdu herþey, havaalaný, çocuklarýn ve çok yorgun görünüyordun.” Bir yere kadar doðruydu, tabii etrafýnda genç bir kadýn arandýðýmý eklemedim.
“Sen neler yaptýn?” dedi. Þarabýn da etkisiyle sanki daha rahatlamýþtý. Anlattým. Okuldan sonra kýsa mimarlýk deneyimimi, yazarlýða aklýmý takýp NewYork’daki yýllarýmý. Ýstanbul’a dönüþümü, þu anki iþimi. Ve sonunda ben eklemeden sordu. Genelde doðrudan sorardý.
“Evlendin mi peki?”
”Hayýr, evlilik de çocuk da yok, þansým yaver gitmedi galiba, baþka þeyler aðýr bastý”
“Yazýk, senin kadar aþka sevgiye önem veren biri, bunlardan mahrum kalmýþ, hem de senin kadar sevilmeyi hak eden biri”
Demek onu da kandýrabilmiþim aþka inandýðýma dair. Sevgiye gelince , evet doðru sevilmeyi hak ettiðim doðru. Bu çok hoþuma gitmiþti.
Bana o son havaalanýnda ayrýldýgýmýz zamanki gibi baktý sanki. Onu son gördüðüm dakikalardaki gibi. “Bu kör sevgin beni korkutuyor” demiþti. Anlamalýydým bir þeylerin ters gittiðini. O anda anladým ki yaþ ne olursa olsun, insanýn bakýþý degiþmiyor. O zaman da böyle bakmýþtý, anlatmasý zor, hem sevgi, hem piþmanlýk, hem veda, ama en cok hüzün. Ayrýlýðýn, hep ayrýlýðýn verdiði hüzündü o gün. Ya bu gün, bu gün niye hüzün vardý gözlerinde. Bunu anlamak cok zordu. Belki de sevgiyi bulamadýðým için üzülmüþtü.
“Bakma öyle” dedim.
“Nasýl?”
“Böyle ne bileyim, hüzün var gözünde” dedim.
“Yok hüzün falan, þaraptandýr” dedi.
O sýrada garson imdadýma yetiþti, tatlýmýzý söyledik. Eski arkadaþlardan dedikodu verdik, çoðunu görmüyor, ben anlattým o anlattý, meþhur düðünden bahsettim, Ýstanbul’daki iþten, senaryo yazarý olmama þaþýrdý, ama hoþuna da gitti. Politikadan, ülkelerden bahsettik. Dinlere, milliyetçiliðe, sýnýrlara inanmadýðýmý söyledim tekrardan.
“Ýnsanlara mutsuzluktan baþka bir þey getirmiyorlar” dedim.
Uzun uzun düþündü ve “haklýsýn” dedi. Benimle ilgili bunu söylemiþ olmasýný diledim, ama belki de eski karýsý ve çocuklarý için üzülüyordu.
Biraz gevezelikten sonra yemeðin sonuna geldik ve benimle otelime kadar yürüdü.
“Yarýn çok erkenden kalkmak zor geliyor, dügünleri severim ama bu bayaðý yorucu oldu” dedim.
“Bu kadar yol gelmiþsin doðru, bak ama iyi ki geldin, tekrar birbirimizi gördük”
“Ya evet güzel oldu”
“Pazar günü uçaðýn kacta?” bu soru biraz kalbimin atýþýný hýzladýrdý, niye soruyor diye merak ettim.
“Akþam 6’da.”
“Belki bir þeyler yeriz, sonra ben seni býrakýrým istersen, ben Salý günü dönüyorum, çocuklarý bir kez daha görmek iyi olur, annem biraz daha kalacak”
“Tamam” dedim, vedalaþtýk.

Binlerce kez her lafýnýn, her bakýþýnýn, her anýn üzerinden gittim. Binlerce kez, döndüm durdum yatakta. Baktým olmayacak, iyi bir uyku ilacý alýp kendimi uykuya býraktým ki, telefonum caldý. Pelin’di kesin. Yo hayýr. Oydu arayan.
“Alo?”
“Umarým uyandýrmadým” dedi boðazýný temizleyerek.
“Yo, henüz yatmamýþtým, bir þeyler okudum” yalan, iyicesinden yalan.
“Ýyi ki aradýn beni, çok güzeldi yemek, bu akþam, seninle olmak….” Duraksadý. “inan iyi geldi, bunu söylemek için aradým” diye tamamladý.
“Bana da iyi geldi, iyi ki aramýþým seni” dedim tekrar eder gibi.
“Tamam, Pazar günü ararým ben seni, iyi geceler” dedi kendi dilinde, ben de ayný dilde karþýlýk verdim, hatýrladýðým ufak bir iki cümleden biri. Güldü, telefonu kapattýk.
Allahým þu ilaç kendini göstersin, uyumam lazým.

Ertesi sabah Pelin’in niþanlýsý ile paylaþtýðý Doðu yakasýndaki eve gayet hoþ bir kýyafet ve klasik makyajýmla 11 gibi gittim. Sarýldýk, öpüþtük, annesi babasý, çapkýn kardeþi herkes ordaydý. Kilisede evlenmeyi kesinlikle reddetmiþti, arkadaþým benim; seramoni
New York’un güzel teras mekanlarýndan birinde oldu. Bol bol dans ettik, eski arkadaþlarýmla hasret giderdim, dügün bitti ve ben otelime geri döndüm.
Gerçekten yorgundum. Telefonumu kapattým, saati 10’a kurup, onu bile düþünmeden uykuya daldým.

11’de telefonum çaldý. Arayan oydu. Ne yazik ki benimle öglen yemeðine çýkamayacak, hatta havaalanýna gidemeyecekti. Ailevi bir sorun çýkmýþtý, çocuklarla ilgili, onlarýn yanýna gitmesi gerekecekti.
“Ýnan çok üzgünüm, aile iþleri iþte, ummadýk anlarda sorun olur”
Gayet sakin:
“Tabii anlýyorum, umarým sorun neyse çözülür, dert etme” dedim. Büyük hayal kýrýklýgýna uðramýþtým. O anda havaalanýna, ona, yemeðe, sýnýrlara, herþeye içimden derin derin küfrettim. Allah hepsini kahretsindi. Ve en baþta kendime, bu kadar salak oldugum için. Ama bir þey umacak zaman olmamýþtý ki. Demek ki düðünde dans edip keyif yaparken, aklýmýn binlerce km derinliðinde, bu günkü buluþmadaymýþým, ne ise bir takým ümitlere kapýlmýþým. Yoksa niye olsun ki bu hayal kýrýklýðý, kýzgýnlýk.
“Tekrar özür dilerim” dedi.
“Sorun degil, gerçekten, ben de biraz dinlenip öyle giderim, yarýn iþ güç beni bekliyor…” duraksadým. “Ýstanbul’a gelirsen ara mutlaka” dedim.
“Olur…mutlaka gelmeye çalýþacaðým…..iyi yolculuklar“
“Teþekkür ederim, kendine iyi bak” dedim ve yataða yýðýldým. Sabah kalktýðýmda onu görecek olmanýn verdiði heyecan yerini hayal kýrýklýðýna, sanki 16 sene önceki telefon konuþmasýna býrakmýþtý kendini. O zaman da kararý veren oydu, þimdi de o. O zaman da özür dileyen oydu, þimdi de o. O zaman da böyle yýðýlan bendim, simdi de ben. Ve bilmiyordum 16 sene önce telefonu kapattýðýnda ne yapmýþtý, rahatlamýþ mýydý, aðlamaya devam mý etmisti, ya da silkinip yemek mi yemiþti; ya þimdi, þimdi ne yapýyordu. Yo hayýr, bilmek istemiyordum. Ayaða kalktým, valizimi topladým, bilgisayarý açtým ve hiçbirþey olmamýþ gibi beynimi o tarafa kapatýp e-maillerime baktým. Evet beynimi istemediðim þeylere kapatmak; bunu yapabiliyordum artýk.

Vakit geldi, taksiye atlayýp JFK’e doðru yola koyuldum. Þanslý günümdü galiba, þoför sessiz sakin meraksýz bir adamdý. Erken çýktým, New York’un trafiðine güven olmaz, geç gitmektense erken gitmek daha iyi. Bunu abartýp, 4-5 saat önce havaalanýna giden insanlardaným, gerçekten öyle. Ve gerçekten trafik var, yine cam kenarýndayým, elim çenemde, günlerdir olanlarý düþünüyorum. Nasýl geçti, niye, ne, düðün, Pelin. Ama o, o, o hep o. Benim taksinin þoföru ile baþka bir taksinin þoförü þeriti paylaþamayýnca sanýrým atýþtýlar, bu da beni kendime getirdi. Bir kaç arkadaþýmý aradým veda etmek için. Düðün dedikodularýný aldým. Damadýn büyük kuzen beni çok beðenmiþ. Feci tipsiz bir adamdý. Bu arada JFK Terminal 1’e vardým.

Valizlerimi teslim edip, uçuþ biniþ kartýmý aldým, ama uçaðýn kalkmasýna daha 3 saat olduðu için yukarýdaki kafeteryaya çýktým. Havaalanlarýnda uçaklarý seyretmekten hep zevk aldýgým için, aprona karþý hiç sevmediðim bir cafenin iðrenç acý kahvesini yudumlamaya baþladým. Ne yapalým, beðene beðene çirkin kuzen beðenir, havaalanýnda da acý kahveden baþka seçenek yoktur. Kör talih. Bir elimde iðreti bir dergi, diðer elimde aþýrý kavrulmuþ kahve ve apron arasýnda vakit öldürmeye baþladým. Hollywood’dan bir hikaye enteresan geldi, dergiye dalmýþým bu yüzden. Öyle dalmýþým ki karþýmda dikilen adamý sonradan fark ettim. Yine kim bu densiz, kesin Ýstanbul’a giden eski bir tanýdýk ama kim diye baþýmý kaldýrdýðýmda, onu gördüm. Aðzým gerçekten açýk kaldý. Karþýmdaki sandalyeyi çekip,
”Ýnsan giderken bir veda eder” dedi.
Bu çocuk, yani bu adam bunu yapacak birisi deðildi, etrafa bakýndým, sanki birisiyle mi gelmiþ diye, saçma bir þeydi, vakit kazandým sadece.
“Senin ne iþin var burada?“ dedim.
“Gideyim o zaman” diyerek þakadan sandalyesinden kalktý, yo gerçekten kalktý, kahve alma sýrasýna girdi, bir dakika gibi iþaret yaptý. Böyle yapardý bazan, bense aðzým belki biraz daha kapalý bekledim, aklým karýþýk, hala çözememiþ vaziyette olan biteni.
Kahvesini alýp yine geçti karþýma.
“Sorun çözüldü galiba” diye geveledim. Sanki þu anda, hatta sabah çok umurumdaydý aile sorunu.
Kahvesinden iki yudum alýp, gözleri masaya kaydý, sonra gözlerimi buldu:
“Sana iki kez yalan söyledim, hem de þu iki gün içinde.” Bakýþlarýmdan bunun açýklamasýný beklediðim belliydi.
“Ýlki, aslýnda yalan sayýlmaz, ben de havaalanýnda seni görmüþtüm, hem de pasaport kuyruðunda.“
”Ne! þaka yapýyorsun” dedim. “E peki, peki sen neden gelmedin yanýma?”
Durdu, bu kez gözlerinde yine o hüzünlü bakýþla beraber korku vardý sanki. Sarýlmak istedim o an ona, çok çok sarýlmak. Ama kýpýrdayamadým. Gözleriyle kendini bu kadar ele veren baþka bir insan daha var mýydý yer yüzünde? Gözlerinde daha fazlasýný görmek beni ürkütmeye baþlamýþtý.
“Çünkü kalabalýktý, tam olarak göremiyordum ve iþin açýkcasý, yanýnda biri olup olmadýðýný anlayamamýþtým, yani özel birinin”
Ýþte böyle cesaretli idi, benim söyleyemediðimi o bana söylemiþti. Ben de merak etmemiþ miydim o genç kadýný. Ama kadýnlara özgü karýþýk saklama duygusu ile yine de söylemedim bunu.
“Korktum, çok korktum. Seni bunca zaman sonra, kocanla, ya da sevgilinle görmekten çok korktum. Benim bir rezilliðe dönen evliliðimin yanýnda seni biriyle görmeye cesaret edemedim, artý çocuklar ve annem yanýmdaydý”
“Çok þaþýrttýn beni” dedim.
“Evet, biraz bencillik ama cesaret edemedim, sonuç olarak bizi yok eden de ben deðil miydim, her þeye noktayý koyan, hayatý rezil olan, karþýna nasýl çýkacaktým ki?”
“Peki benim seni gördüðümü anladýn mý?”
Gülümsedi muzipçe, elbette anlamýþtý.
“Senin ne yapacaðýný merak ettim, gelecek miydin, konuþacak mýydýn, ama yapmadýn. Taksi sýrasýnda biraz arkamýzdaydýn, o an bile konuþmadýn. Demek ki o da konuþmak istemiyor dedim, biraz rahatlamýþtý içim”
“Ben aradýðýmda neden geri aradýn? Madem rahatlamýþtý için, býraksaydýn, aramasaydýn.”
“Ýçim içimi yedi, ne yapýyorsun, nerede yaþýyorsun, evli misin, o kadar çok merak ediyordum ki, önce aramayacaktým, sonra…”
“Sonra….”
“Sonra senin sevginin büyüklüðü aklýma geldi, ne olursa olsun baðýþlamayý tercih ediþin, bütün her þeyle sevgin için mücadele ediþin, senden ayrýldýktan sonraki o koca boþluk, uçurum gibi…seni görmem lazýmdý”
Aklým karmakarýþýktý, 16 sene sonra karþýma geçip, o zaman beni terkettiðindeki koca boþluktan bahsediyordu. O an çok sinirlendim, bu kadar zaman almýþtý demek sevgimi özlemesi, baðýþlayýcý olmamý anlamasý, uçurum gibi boþluk… Bütün bunlar havaalanýnda beni görünce mi aklýna gelmiþti?
“Gördün iþte….” Gözlerim alev saçýyordu eminim. “Þimdi de baðýþlayacak mýyým seni bakalým. Demek o zaman bile büyük acý çektin bensizlikten, yine aramadýn, yine hiç bir þey yapmadýn. Senin cesaretsizliðinden nefret ettim hep; hala öyle. Þimdi ne yapmamý bekliyorsun? Bu kadar zaman geçip, tesadüfen ayný gün New York’a gelmek, benim sana mesaj býrakmam mý gerekiyordu bunu anlaman için?”
Uzandý elimi tuttu, elimi çekmeye cesaret edemedim, ya bir daha tutmazsa korkusu ile. Yaþlar gözümü yakýyordu. Saate baktým bir yandan. Daha iki saatten fazla vardý. Bir an evvel zaman geçseydi ve ben defolup gitseydim.
Sandalyesini yanýma çekti. Beni kendine doðru çevirip yüzümü ellerinin arasýna aldý. Gözleri þimdi sadece sevgi doluydu ya da bana öyle geldi. Saçlarýmý düzeltti, gözümden akan bir damla yaþý sildi, uzanýp öptü, usulca yýllar yýllar sonra. Elim ayaðým çalýþmýyordu sanki. Ellerim ellerinde usul usul konuþmaya baþladý.
“Sadece dinle, lütfen…” gözlerimi gözlerine diktim, bu kez kýrgýn ve korkak.
“39 yaþýndayým, okul bitti, koca bir evlilik, her þeye olan inancým bitti. Ýyi olan tek þey, iþim ve hayret ama hala bana sadýk kalan saðlýgým. Onun haricinde koca bir hiç”
Bir yandan ellerimi okþuyor, arada öpüyor, bense inanmaz gözlerde þu aný düþünüyorum, John Donne’ý, Carpe Diem’i. O, yýllar sonra karþýmda, el eleyiz, 20 santim ötemde. Allah’ým yardým et. Çünkü o inanmadýðým þey, o su sýzýntýsý hani, bütün benliðimi kaplýyor, izin vermemem lazým, ama bir þey yapamýyorum. Ta yýllar öncesindeki o tatlý mutluluða, güven duygusuna geri dönüyorum. Ellerinde mi buldum bunu, Allah’ým aþk olmasýn bu n’olur diye yalvarýyorum. Hala suskunum. Devam ediyor:
“Bir kaç gün önce seni havaalanýnda gördüðümde, bütün benliðimi bir huzur kapladý, seni kaçamak seyrederken yýllar öncesine döndüm. Sevgi, huzur, güven, aþk, iyi olan her þey geri gelmiþti. Dua ettim yanýma gelesin diye. Sonra mesajýný aldým, inanamadým, hayatýmdaki en güzel anlardan biriydi. Demek ki unutmamýþ dedim. O kadar çok düþündüm ki, seni geri aramamak bir tercihti, bu kez olmaz dedim. Bu kez bu huzuru kaçýrmamalýyým. Ne duyacaðýmý bilmeden seninle buluþtum ve o akþam anladým ki býraktýðýn koca boþluk hiç dolmamýþ.”
Tam bir þey diyecekken izin vermedi. “Anlaþmýþtýk deðil mi? Kesmek yok. Ýkinci yalaným da bu günkü yemeði iptal etme nedenim. Asýl nedeni korkuydu, ayný þeyleri yaþama korkusu. Sen yine uzaktaydýn, gidiyordun, sonra bütün bunlarý duymaya hakkýn olduðunu ve seni hala çok sevdiðimi bilmen gerektiðini düþündüm, bu yüzden de geldim iþte ve karþýndayým ve ve kayýp günler için çok çok çok özür dilerim.”
Çok fazla konuþmayan insandan, insandan mý? ilk aþkýmdan, ondan, yýllardýr ara ara nasýl acaba diye düþündügüm insandan 16 yýlýn özetini duymak beni çok sarsmýþtý. Ne yapacaðýmý bilemedim, kayýp yýllara acýmak mý, mutsuz olmasýna üzülmek mi, beni hala sevdigine ve bende sevgiyi bulduðunu bunca yýl sonra itiraf etmesine sevinmek mi, kýzmak mý, ne düþüneceðimi de bilemiyordum.
Tek dediðim, sanki bu konuþulanlar olmamýþ gibi “Ben geç kalmayým, gitsem iyi olur” oldu. Ayaða kalkýp çantamý aldým. O da þaþkýndý, belki biraz rahatlamýþtý ama tedirgindi. Anlayamamýþtým ki ne demek istiyor.
“Biliyorum, ne halde olduðunu anlýyorum ve diyecek bir þeyin yok ama þu an istersen seninle gelebilirim, bir bilet almama bakar yýllarýn boþluðunu doldurmak, ya da düþün istersen, ama beni cevapsýz býrakma. Evet ya da hayýr bir þey, ama sessiz kalma. Bunu kaldýramam.”
Güvenlik sýrasýna girmeden sarýldýk, çok çok uzun, yýllar önce havaalanýnda sarýldýðýmýz gibi. O zaman bilmiyordum onu tekrar 16 sene sonra göreceðimi. Tekrar “Seni seviyorum, hep sevdim” dedi.
“Þimdi gelme istersen, aklým çok karýþtý, çok hýzlý, her þey çok hýzlý ve beklenmedik….”
Beklediði hiç bir þeyi söyleyemiyordum. Hayal kýrýklýðý içinde:
”Tamam anlýyorum, ama lütfen ara….” Dedi.
“Arayacaðým“ dedim ve güvenlikten geçip uçaðýn bulunduðu kapýya doðru ilerledim. Arkama baktýðýmda hala bana bakýyordu. El salladým. Burnumu silerek ilerledim, uçak makyajým akmýþ mýydý acaba.
O anda aslýnda kararýmý vermiþtim bile….ha bu arada içime bir huzur doldu, meðer aþk varmýþ ve ben de yaþamýþým bunu, bir kez de olsa yaþamýþým. Kimseye yalan borcum da yokmuþ….


















































Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.


Yazarýn öykü ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Üçlü Hayat

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Anýlar [Þiir]


Banu Tekcan kimdir?

Yaþananlarý ve hissedilenleri yaþamak en güzel paylaþmakla olur. Bunun en iyi yolu da yazmaktýr.

Etkilendiði Yazarlar:
Murathan Mungan, T.S. Eliot


yazardan son gelenler

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Banu Tekcan, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.