Bütün sanatlarda insanı şaşırtan bir yan vardır. -Alain |
![]() |
|
||||||||||
|
![]() Bağban için yoğun bir hafta oldu. Nerden tutsa ucunu da anlatsa, bir türlü karar veremiyor. En iyisi üzümlerine yaptığı mineral takviyesinin heyecanıyla başlasın. Pazartesi günü içinde heyecanla bağına gitti. Diğer bağbanlara anlattı. Güzel bir şey yaptığını söylediler, sevindi. Üzümleri de ona daha çok saygı gösterir oldular. Ama diğer bağbanlardan birisi vardı işte… Herkesle konuşan bağban o bağbanla da konuşuyordu, ama hep çekiniyordu. Ona diyecek bir şeyi vardı. Bağban bu diğer bağbanı bağbandan öte görüyordu. Sanki o bağda bir güldü de bizim bağban onun bülbülüydü. Bizim bağban o bağbana hep soruyordu. Daha önce hiçbir bülbüle gül olmuş muydu acaba? Kendisi de daha önce bir güle bülbül olmuştu da gül dikenlerini batırmıştı hep. Sonra da bir yele kapılıp toprağından sökülmüş gitmişti, bülbülü yalnız bırakarak… Sonra öteki bağban da söyledi. Aynı bizim bağban gibi o da bülbül tarafından terk edilmişti zamanında. Bizim bağban belki diyordu, belki ben onun yapraklarını açarım, o da benim vücudumdaki yaraları düzeltir. Çarşamba günü bunu ona söyledi. Ama öteki bağban “biz bağban kalalım, boş ver.” dedi. Bizim bağban orda anladı ki bunu söyleyince rahatlıyor insan. Sonrasında vücutta yara filan kalmıyor. Zara boşuna Çerikli yolunda “Ötme bülbül” demiyordu bağbana. “Ötme bülbül, ötme bülbül, ötme bülbül, ötme bülbül, derdi derde katma bülbül.” diyordu. Derdi derde katmadı o da. İşine gücüne döndü. O sırada Zara’dan bir türkü daha çekti onu. Aslı Muharrem Ertaş’tan dinlenecek müthiş bir bozlak. Avşar bozlağı… Avşar bozlağı diyordu ki “Devlet vermiş hakkımızda fermanı, ferman padişahın dağlar bizimdir.” Bağban da dedi ki “Devlet vermiş geçici bağbanlığa fermanı, ferman padişahın bağlar bizimdir.” Perşembe akşamı da artık bağbanın sıtkının sıyrıldığı kişi, bağbanlık okurken karşısına çıkan ve onu bülbülken yaralı bir bülbül haline getiren o gül karşısına çıktı gene. Daha öncede gelmişti onu götüren rüzgarla. Bağban kızdı bağırdı, çağırdı. Zara “bülbül susar gül hatrına, zamanı geldi.” diyordu da bağban da susuyordu hep. Bağban çok sinirlenmişti ve “Zamanı geldi.” deyip gülün yapraklarını parçaladı. Her parçayı da onu getiren rüzgarla ayrı ayrı yerlere savurdu. Bağban yine Zara’dan “Bu gece” parçasını dinliyordu. Parça bülbül olan birini anlatıyordu, “mestane gözleri mest etti.” diyordu. Bağban hep mestane gözleri düşünüyordu, bülbül olduğunu düşünüyordu, ama hakkaten olmamıştı. Daha olmamıştı. Olmayı düşünmeyip işine gücüne bakmalıydı. Buna karar verdi. Şimdi bunu yazdığı 17 ekim günü üzümlerinin durumuyla ilgileniyor. Ve biliyor, bir gün bülbül de olacak, ama o gün onu olmayı düşünmeyi bıraktığı gün gelip onu bulacak. 17 Ekim 2010
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
![]() | Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2021 | © Özgür Yenigün, 2021
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |