..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
En tatlý sevinçler, en hiddetli kederler sevgidedir. -Pearl Bailey
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Roman > Karakterler Üzerine > Necat Dilaver




31 Mart 2010
Sarý Bank - Hayat  
Necat Dilaver
Romanýn fikri alt yapýsýný Nietzcshe'nin oluþturduðunu söyleyebilirim. Gerek Nietzsche'nin hayatýnýn gerekse fikirlerinin bu romanda oldukça etkili olduðunu belirtmeliyim. Nietzcshe'nin çoðunlukça ve çokça yanlýþ anlaþýldýðýndan eminim... Sonrasýz dönüþ ve üst insan kavramlarý, biraz gizli de olsa romanýn zeminini oluþturuyor. Ayrýca varoluþçu sorunlar olan: ölüm, intihar ve önemli olanýn o 'an' olduðu fikri, zeminin bir üst katýný oluþturuyor. En üstte ise gündelik hayatýn uyuþturuculuðu ve devamlýlýðý var...


:EJAF:











BÖLÜM: 1


Arada
Her þeyin, herkesin arasýnda gibiyim
Yüzyýllardýr burada yaþýyor gibiyim

Her zaman
Her þeyin
Herkesin arasýnda
Evrenin merkezinde gibiyim










Perþembe, Akþama Doðru…

Yaðmur öyle yaðýyordu ki, damlalar bile kendini kaybetmiþti. Ýnsanlar birbirine yaklaþmýþ, kaderlerini gizliyorlardý. Yol boyunca uzanan aðaçlarýn yalnýzlýklarý, insanlara inat mutluydu. Yapraklar yaðmurca yaðmalanýyor, dünya ve hayat damlalarca dövülüyordu...
Seyyar satýcýlarýn bu ani yaðmuru hesaplamadýklarý, arkalarýnda býraktýklarýndan belliydi. Naylon örtüler, belediyenin temizleme mecburiyeti getirdiði genelde müþterilere ait çöpler, bir bebek arabasý, rastlantýsal bir þekilde etrafa serpilmiþ çeþitli meyve ve sebzeler; öyle daðýlmýþtý ki ortalýk. Çoðu da yiyecekti, neredeyse bir evin bir haftalýk yiyeceði vardý yaðmurun altýnda. Islanýyordu.
Kimi Aðaçlý yol derdi bu yola kimi de Kader yolu. Bir tarafý Garip Sokak, bir tarafý Dert Sokaktý. Karþýlýklý aðaçlarýn dizildiði bu yolun her iki tarafýnda, aðaçlarýn arkasýnda apartmanlar yükseliyordu. Apartmanlara inat yaþardý bu aðaçlar. Bu yolda haftanýn bir günü, perþembe günleri pazar kurulurdu. Aðaçlarýn dallarýndan yararlanan pazarcýlar, tüm yolu üstü kapalý hale getirirlerdi. Ama bazen yaðmur bugünkü gibi öyle ani ve kuvvetli yaðardý ki, ne bu örtü ne de aðaçlar yaðmurun etkisini azaltabilirdi.
Yaðmurun bu kadar þiddetli yaðdýðý zamanlarda zemin katlarda yaþayanlar biraz telaþlanýrdý. Yýllar önce burada bir sel olmuþ ve bir sürü eve, iþ yerine zarar vermiþ, bir kiþinin de ölümüne yol açmýþtý. Olayýn üstünden bir insan ömrünün yarýsý kadar zaman geçmesine raðmen kimse unutmamýþtý bu maðlubiyeti. Ölen insanýn herkesin gözü önünde sürüklenmesi, þiddetli yaðmurlarýn mahallelide ölümü hatýrlatmasýna yol açmýþtý. Peki, bu insanlar neden kaderlerine razý olurlardý da hep ayný baþkaný seçerlerdi, anlamak zor. Belki de buradaki insanlarýn gizli bir ölme istekleri vardý. Gerçi her insanda vardýr bu ölüm isteði ama Kader Sokaðýnda yaþayanlar sanki daha da bir yalvarýyordu hayata. Herkesin bildiði ama kimsenin itiraf etmediði bu yakarýþ, ölmek içindi...
Hem sebepsiz yere ölmek istemediðini dile getirmek hem de gizlice bu hayattan kurtulmak istemek ne demekti? Nasýl olurdu? Bir insan hayatýndan memnun deðilse ama tüm yazýlanlara, söylenenlere raðmen ölünce de ne olacaðýndan bir türlü emin olamýyorsa; en iyisi pasif intihardý, kaderine razý olmaktý. Bunu kimi hiçbir þeyi deðiþtirmek istememekle, deðiþtirmek için çalýþmamakla yapardý, kimi de iþi zamana býrakýrdý.
Yýllar gelir geçer, insanlar gelir geçer ve hiçbir þey deðiþmezdi kader yolunda. Bu deðiþmeme neden kaynaklanýrdý, kimse bilmez ama herkes anlardý.


***

Yaðmur þiddetini artýk iyice kaybetmiþti. Ýnsanlar neyden ve niye sakladýklarýný veya neden saklandýklarý yerlerden çýkmak istediklerini düþünmeden koþuþturmaya baþladýlar. Kimi eve, kimi otobüse koþuyordu. Düzensiz, amaçsýz ve rastlantýsal bir tören gibiydi bu koþuþturma. Yaðmur tamamen durunca, seyyar satýcýlar, diðer insanlarýn telaþlý hallerine inat oldukça sakin ve özenli hareketlerle tezgâhlarýný kurmaya baþladýlar. Bu satýcýlarýn bir lideri vardý. O yönetiyordu her þeyi. Hangi tezgâh nerede olacak, kimin tezgâhý daha büyük olacak, kim ne satacak. Bunlarýn hepsine o karar veriyordu. Þimdi de bir yönetmen edasýyla her tezgâhý dolaþýyor, kurulmasýna yardým ediyor, bazen sesini yükselterek bazen de el þakalarý ile kendince düzeni saðlýyordu.
Önce sokaðýn üstünü aðaç dallarýndan destek alarak örttüler, sonra sokaðýn ortasýndaki tezgâhlarý kurdular. En önemli ve en pahalý tezgâhlar bunlardý. Artýk yaðmur durduktan sonraki sakinlikten eser kalmamýþtý. Herkes acele ediyordu. Bir an önce tezgâhlar kurulmalý, alýþ veriþ baþlamalýydý. Ekmek parasý; gözyaþý gibi, yaðmur gibi bir þeydi… Her ikisi de pazarcýlarýn içine akardý…
Hava kararmadan tezgâhlar hazýrdý. Yarým saat önce hiç kimsenin olmadýðý sokak dolmaya baþladý. Ýnsanlar telepati yoluyla anlaþmýþ gibi geliyorlardý. Hatta yýllardýr birbirini görmeyen bir kadýn ve erkek burada, bu ‘an’larda karþýlaþýp, kucaklaþtýlar…
Hava karardýkça insanlar azalýrdý. Gerçi bazýlarý özellikle hava kararýnca gelirdi. Amaçlarý ucuzluktan yararlanabilmekti. Günün sonuna doðru tezgâhlarda ya çürük meyve ve sebzeler ya da kimsenin beðenmediði kýyafetler kalýrdý. Esnaf da bunlarý elinden çýkarabilmek için fiyatý yarýya indirirdi. Alan bunu bilirdi, satan bunu bilirdi. Yani ancak bu saate alan memnun, satan memnundu…
Gün, tezgâhlarýn toplanmasý, mýntýka temizliði, pazar malzemelerinin araçlara yüklenmesi ve hâsýlatýn paylaþýlmasý ile biterdi…
Pazarcýlarýn yüzlerinde tatlý bir yorgunluk belirirdi bu saatlerde. Evi uzak olanlar acele de katardý bu tatlý yorgunluða…


***

Akþam hava güzel olunca çocuklar oynardý bu sokakta. Ta ki annenin biri balkona çýkýp ‘oðlum eve gel, geç oldu’ diyene kadar. Erkek çocuklar aralarýnda maç yaparlardý. Gece daha bir zevkli olurdu bu maç. Hava güzel olunca sokak lambalarýnýn aydýnlattýðý herkese açýk bir stadyuma dönüþürdü Kader Sokaðý. Balkonlar dolar, anneler endiþeyle, bazý babalar hýrsla bazý babalar ise umutla seyrederdi çocuklarýnýn maçlarýný. Bu gece yaðmura raðmen hava iyiydi. Yaðmur þiddetliydi ama kýsa sürmüþtü. Havada yaþama sevici uçuþuyordu. Bu sevinci kimse göremiyor ama herkes hissedebiliyordu. Bu durum belki de yaðmura tapma, þükretme gibi bir þeydi. Sokak maç yapmaya müsaitti…
Maç iþini organize eden iki çocuk vardý. Onlar olmazsa maç da olmazdý. Biri apartmanlarýn zillerini çalar, arkadaþlarýný çaðýrýrdý. Diðeri ise topunu getirir, kaleleri kurardý. Bu futbol topu babasýnýn ona ortaokula geçme hediyesiydi. Tüm mahalle o topa gözü gibi bakardý. Kaleler ise bazen taþlardan, bazen bisikletlerden kurulurdu…
Ziller çalýnmaya baþlandýðýnda topu olan çocuk kaleleri kurmuþtu bile. Kale direkleri; sarý bank, bisikleti ve pazarcýlarýn býraktýðý iki sopadan oluþuyordu. Bu bir ilkti. Genelde dört adet taþtan yaparlardý kale direklerini. Ama bu sefer pazarcýlar o taþlarý toplamýþtý.
Çocuðun bunu sorgulayacak zamaný yoktu. Zaten bunun gereði de yoktu. Maç baþlamalýydý…
Balkonlar dolmuþtu. Kimi çayýný yudumluyor, kimi tavla oynuyor, kimi de memleketi kurtarýyordu. Ama herkesin bir gözü sokaktaydý, maçtaydý…

***

Gece yarýsý yaklaþýyordu. Yaðmur yaðdýktan sonra oluþan toprak kokusu en çok geceleri hissedilirdi. O keskin toprak kokusu evlerin içine çoktan girmiþti bile. Sabaha kadar da çýkmayacaktý. Kimine yalnýzlýðýný, kimine hayatý hatýrlatacaktý. Belki birini intihardan vazgeçirecek belki de sadece geçip gidecekti.
Þehrin mezarlýklar dýþýnda toprak kokan tek yeriydi burasý.
Bazý geceler polisler devriye gezer, baðýrarak sohbet ederlerdi. Bu gece de bir polis arabasý devriye geziyordu. Islak havada yanýp sönen polis lambasýnýn yansýmasý, sokak boyunca kaldýrýmlarý yalýyordu. Bu gece devriye gezen polisler efendiydi. Sohbeti sessizliðe dikkat ederek devam ettiriyorlardý. Biri maaþlardan yakýnýyor diðeri mesleðe saygý kalmadýðýndan bahsediyordu. Ýkisi de farklý konularý ayný zamanda konuþuyordu…
Saat ilerledikçe dairelerin ýþýklarý sýrayla sönüyordu. Bu sönme iþleminin mutlaka belli bir matematiði olmalýydý…

***

Gece yarsýný oldukça geçmiþti. Hayat apartmanýnýn önüne beyaz bir Broadway yanaþtý. Sürücüsü bir kadýndý. Sað kapý açýldý, bir adam efendice iyi geceler dileyerek arabadan indi. Apartmana yöneldi, geri dönüp git anlamýnda el salladý. Arabanýn hareket etmesini beklerken bir yandan da anahtarýný arýyordu. Araba iyice uzaklaþtýðýnda adam apartmana nihayet girebilmiþti. Önce apartmanýn otomatiði, belli bir zaman sonraysa adamýn oturduðu dairenin salon ýþýðý yandý…
Artýk sadece bu adamýn ýþýðý yanýyordu. Ya açýk unutmuþtu, ya da Broadwayli kadýný düþünüyordu. Bir adam baþka hangi sebeple uyumazdý ki…

***

Bazý geceler bazý sokak lambalarý yanmazdý. Bu gece yaðmura inat hepsi yanýyordu. Iþýða üþüþen sinekler de yoktu. Bu sinekler kimine göre düzenli toplanmayan çöpler yüzündendi. Gece çöp tenekelerini gezen çöpçüler gençtiler, umutlarý vardý, hiçbir þeyi umursamazlardý, çöpçülüðü kendilerine yakýþtýrmazlardý. Bu yüzden iþlerini doðru düzgün yapmazlardý. Çöplerin bir kýsmý çöp arabasý yerine dikkatsizlik sonucu sokaða dökülür, onlar da toplamazlardý. Gerçi gündüz bu civarý temizleyen çöpçü iþini doðru dürüst yapan biriydi ama sabaha kadar bekleyen çöpler çoktan sineklenirdi.
Yaðmurdan olsa gerek, çöp kamyonu bu gece iki saat geç geldi. Hayat apartmanýnýn yanýndaki çöp tenekesine yanaþtý. Ýki çöpçü kamyondan indi. Çöp konteynýrýný kamyonun arkasýna yanaþtýrýrken bir yandan da konuþuyorlardý…
-Hak ettiðim bu mudur?
-Hadi tut þunu
-Kýz ya yine kazanamazsa
-Vay be adamlara bak, koca peyniri çöpe atmýþlar
-Keþke hanýma sabah öyle bakmasaydým
-Alooo, tut þunu dedim
-Hafta sonu olsa da þöyle bir…
-Devam et…
Sessizliði yaðmalayan bu anlardan sonra, tüm sokak yine polis arabasýnýn mavi-kýrmýzý yansýmasýna kaldý…

***

Sabah ilk önce dükkânlar açýlýrdý. Hangi dükkân önce açýlýrsa o dükkânda daha çok disiplin var demekti. Birçok çýrak ustasýný kandýrýr, ustasýnýn iþe gelmesine az bir zaman kala dükkâna gelir ve sabahtan beri oradaymýþ gibi yapardý. Aslýnda hiçbir dükkân sahibi bu numaraya kanmazdý ama genelde anlamamýþ gibi yaparlardý.
Her sabah ilk önce Hayal dükkân açýlýrdý. Bir haftadýr yeni bir kýz çalýþýyordu Merve Hanýmýn yanýnda. Ayný disiplin devam ediyor ve bu sabah da ilk Hayal dükkân açýlýyordu. Hava henüz tam aydýnlanmamýþtý. Babasý, iþe baþladýðýndan beri kýzýný Hayal dükkâna kendisi býrakýyordu. Sabahýn karanlýðýndan mýdýr yoksa razý olmanýn hüznünden midir bilinmez ama baba ve kýzýn yüzü her sabahki gibi yine gizemliydi. Baba kýz sessizce gelip, dikkatlice dükkâný açtýlar. Baba, kýzýna fýsýldayarak bir þeyler söyledi ve akþam görmeyecekmiþ gibi sarýldý, sonra da arkasýný dönüp geldiði yöne doðru gitti.
Galiba sadece yeni açýlan büyük oyuncakçýya inat açýk tutuyorlardý burayý. Çünkü çok zahmetli iþti. Her sabah bütün oyuncaklarýn tozu alýnacak, o günün konusuna göre raflar dizilecek ve yeni oyuncaklar için hazýrlýk yapýlacaktý. Bunun karþýlýðýnda ise sadýk bir iki müþteri dýþýnda kimse gelmezdi Hayal dükkâna.
Hayal dükkânýn o günkü konusu dükkânýn camýna dizilen oyuncaklardan anlaþýlabilirdi. Konuyu kim belirlerdi bilinmez ama bugün raflara dizilen oyuncaklarda garip bir hüzün vardý. Kýrmýzý kartondan bir tabut, siyah yaðmurluk giymiþ sarý saçlý bir bebek, her birinde farklý desen bulunan kalemler, kartondan sarý bir ayýcýk, boþ bir saksý, kartondan arabalar ve artýk koymaya mecbur kaldýklarý modern oyuncaklar…

***

Hayal Dükkândan sonra yeni açýlan modern oyuncakçýda çalýþanlar gelir, kapýda þeflerini beklerlerdi. Bu sabah da ayný þey oluyordu. Yaþlý þefleri göründüðünde çalýþanlar hemen sessizleþti, þefleri yaklaþtýkça kapýnýn önünü boþaltýyorlardý. On, on beþ insandan oluþan minik bir koridor oluþturdular. Yaþlý adam sanki bir kral gibi, kimseye 'günaydýn' bile demeden aralarýndan geçti. Bu oyuncakçý açýldý açýlalý buralar kalabalýklaþmýþtý. Bu yeni dükkâna buralarda hiç tanýnmayan, buralarý hiç görmeyenler de gelirdi…

***

Balýkçý ise bu sabah tezgâhýný açmaya her zamankinden daha erken geldi. Önce demir parmaklýklarý açtý, sonra hýzla yandaki kovayý alarak içeri girdi. Az sonra kovadaki suyla tezgâhý yýkamaya baþladý. Acele bir þeklide bu yýkama iþini yaparken, hem bana bakan var mý diye etrafý gözetliyor hem de cep telefonuyla konuþmaya çalýþýyordu…

-Neredesin oðlum
- Karadeniz hamsisi aldýn inþallah
-Ýyi
-Ne zaman burada olursun
-Kaçtan versek hamsiyi
-Olabilir
-Levrek de alsaydýn
-Çipura
-Tamam, tamam
-Ne zaman burada olursun…

Balýkçý baba oðul yýllardýr beraberdi. Her sabah ayný þey olur; biri tezgâhý açar biri balýklarý getirirdi. Genelde balýklarý tezgâha dizerken herhangi bir sebeple kavga eder, ilk müþteri gelince de sessizce ve hem müþteriye hem de birbirlerine çaktýrmadan barýþýrlardý. Sonra da güne hiçbir þey olmamýþ gibi devam ederlerdi…

***

Buralarda insanlarýn evden çýkmaya hazýrlandýðýný boyozcunun gelmesi ile anlayabilirsiniz. Boyoz ve yumurta iþe gidenlerin sabah kahvaltýsý için vazgeçilmeziydi. Önce, yumurta el çabukluðu ile soyulur, ip vasýtasý ile eþit parçalara bölünür, isteyene tuz ve karabiber serpilir, sonra da boyozla birlikte ayný saman kâðýda sarýlýrdý. Gerçi gün içinde okuldan çýkan çocuklar da raðbet ederdi bu vazgeçilmez ikiliye ama sabahlarý kesinlikle çok daha insan, telaþlý ve heyecanlý olurdu boyoz sevenler. Ne de olsa 'gün' henüz insanlýðýn üzerine çökmemiþ ve kimseyi mahkûm etmemiþ olurdu bu saatlerde.
Çocuklar daha çok çýtýr çýtýr boyozu tercih eder, yumurtadan uzak dururlardý. Boyozcu da bazen boyozun yanýna kumru getirirdi. Bir el büyüklüðünde özel bir ekmeði vardý kumrunun. Ekmeðin ortasýnda malzemenin gireceði bir yarýk, kenarlarýnda ise susamlar olurdu. Ortadaki yarýða ise domates, peynir ve isteðe göre yeþilbiber konurdu. Her ne kadar çocuklar bazen bu eski tip kumrudan þikâyet etse ve sosisli, salamlý versiyonu talep etse de boyozcu bunu umursamazdý.
Boyozcu bugün de yerini almýþtý. Yumurtalarýný kutucuklara diziyor, boyozlarý üst üste sýralýyordu. Bu arada radyosunu açmýþ sabah haberlerine kulak kabartmýþtý. Kimi haberde elleri yavaþlýyor, kimi haberde hýzlanýyor, kimisinde ise baþý sertçe sallanýyordu…

***

Boyozcu ve balýkçý yerini aldýktan sonra genelde bankanýn güvenlik görevlisi gelir, önce boyozcudan yumurta ve boyozunu alýr, sonra da bankayý temizlikçiler için açardý. Bugün ise gecikmiþti. Temizlikçi üç kadýn ondan önce gelmiþ, kapýda beklemeye baþlamýþlardý. Aslýnda galiba kadýnlar biraz erken gelmiþti. Belli ki iþleri çoktu. Beklerken kendi aralarýnda konuþuyor, biri diziden bahsediyor, biri hastalýðýndan dem vuruyor, diðeri ise sadece dinliyordu. Fazla geçmeden güvenlik görevlisi köþe baþýndan göründü. Siyah banka üniformasýnýn üstüne sarý bir pardösü giymiþti. Kadýnlardan biri, dinlemeyi tercih edeni, bir baþka bakýyordu güvenlikçiye. Güvenlikçi temizlikçi kadýnlarýn beklediðini görünce hýzlandý, boyozcuya uðrayamadan bankaya yöneldi…

***

Mahallenin meþhur delisi ise bu sabah da yine yerini almýþ, insanlarý sessizce gözetliyordu. Gün gelir hükümeti protesto eder, gün gelir yýllar önce âþýk olduðu kadýna serenat yapar, gün gelir belediye baþkanlýðýna aday olur, gün gelir çocuklarla top oynar, gün gelir baþbakan gelecek diye gözaltýna alýnýrdý. Herkesin ona deli gözüyle bakmasý, bakanlarýn bu hayata çektiði teslim bayraðý olabilirdi ancak. Baþka bir þey olamazdý. Kimsenin onun kadar cesur olmadýðý açýktý. Kim aþkýný, isyanýný bu kadar fütursuzca ve aptalca dile getirebilirdi ki...
Moralinin iyi olduðu sabahlar boyozcunun on metre yanýna konuþlanýr, kimsenin cevap vermemesine raðmen herkese 'günaydýn' derdi. Bu sabah ise garip bir sessizlik vardý delide. Belli ki bir protesto planlýyordu…

***

Buralara yabancýlar pek gelmezdi. Gelenler de oyuncakçýya gelir, alýþ veriþlerini yapar ve hemen giderlerdi. Kapitalizmin buradaki tek kalesi bu modern oyuncakçýydý. Ne büyük alýþ veriþ merkezleri ne de fast food zincirleri vardý buralarda. Ama nedendir bilinmez zengin mahallelerde pek görünmeyen dilenciler bolca görünürdü buralarda. Bu buradakilerin merhametiyle mi yoksa kendini burjuva sanan insanlarýn güvenlik kaygýlarýyla mý ilgiliydi, bilinmez. Ama bu sabahki dilenci anne kýz çoktan yerini almýþtý bile…

***

Hayat, bu sabah da her an olduðu gibi tablonun fýrça ve boyasýný tamamlamýþtý. Gerisi insanlara kalmýþtý. Ýstediðin gibi boya, çiz. Ne istersen onu çiz, sonra neyi istersen sil. Ýnsanlar çokça tanrý derdi bu hayata...
Ýsteyen istediði kadar ve istediði gibi algýlardý bu fýrçayý, bu boyayý. Nasýl oluyor da herkes ayný fýrça ve boyaya sahipken bu kadar farklý tablolar çýkýyordu. Bu farklýlýðýn yaratýcýlýkla ilgisi olmadýðý savaþlardan, kavgalardan ve açlýktan belliydi.
Bu sabahki tabloda fonu; sarý bankýn arkasýndaki Hayal Dükkân, biraz yanýndaki boyozcu, boyozcunun biraz yanýndaki balýkçý, balýkçýnýn hemen saðýndaki kuaför, balýkçýnýn daha solundaki bankanýn güvenlik görevlisi oluþturuyordu. Tam önümde boyun eðmez aðaçlarýyla Kader Sokak uzanýyor, Garip ve Dert Sokaðý büyük bir ‘H’ harfi oluþturacak þekilde birleþtiriyordu. Tablonun deðiþken parçalarý ise çoðu zaman insanlardan oluþuyordu…








Cuma Sabahý Geçerken

Yýllardýr bu bank buradaydý. Üstüne belki de binlerce insan oturmuþtu. Kimi ayakkabýsýný baðlar kimi sevgilisini beklerdi. Bu sarý bankýn üzerinde bazen çocuklar tepinir bazen de kimsecikler olmazdý.
Artýk çoktan özelleþtirilen eski bir devlet bankasý koymuþtu bu banký buraya. Mahallenin ileri gelenlerinden biri bu bankada çalýþýyordu, o ayarlamýþtý. Þimdiki bankalarsa böyle iþlerle uðraþmazdý.
Kaliteli bir aðaçtan olduðu belliydi. Üstüne ne yaðmurlar ne karlar yaðmýþtý ama o yine de ayaktaydý. Yalnýzca insanlarýn kendi elleriyle yaptýklarý hasarlar vardý üzerinde. Gerçi arada bir tamir görmüþtü ama bu tamirler de mecburen ve siyaset gereði olmuþtu. Yýllar önce ‘tek yol devrim’ yazmýþtý gencin biri. Önce o genci gözaltýna aldýlar, sonra da banký boyadýlar. Genç içeriden çýkar çýkmaz, bir kere daha yazdý bu banka ‘tek yol evrim’ diye. Ama sýkýyönetim anlamadý, her ihtimale karþý yine genci gözaltýna aldý, banký yine boyadý. O genç uzun zaman görünmedi ortalýklarda, neden sonra bir gün iyi para kazanmýþ bir iþ adamý olarak oturdu bu sarý ve eski dostu, kendince komünist banka.
Aslýnda bu bank su gibiydi. Üstüne oturan neyse bank da o oluyordu. Bazen âþýk, bazen çaresiz, bazen evsiz, bazen de katil... Seçebildiði hiçbir þey yoktu…















BÖLÜM: 2


Evsiz Bir Adam Banka Oturur; Cuma, Saat: 09.00

Nereden geliyor, nereye gidiyorum? Etrafýmda bana bakan binlerce göz. Bu bankta ne kadar idare edebilirim ki… En fazla yarým saat. Kimseyle göz göze gelmemeli, hiç ses çýkarmamalýyým. Karným o kadar aç ki. Þu boyozcu sorun çýkarmazsa kimse çýkarmaz. Acaba çöpte yine boyoz var mýdýr?
Bu halde beni kimse tanýmaz. Tanýmaz, tanýmaz. Polisler de bu saatlerde buralarda gezmez zaten. Gerçi, keþke gözaltýna alýnsam da sýcak bir yemek yesem; ne iyi olur. Hayat bu iþte; eskiden trafikte bile polisten kaçardým, þimdi açým polisten korkmuyorum.
Boyozcu bir bakýþ attý galiba. Bugün satýþý iyi, beni kovalamaz. Çocuklarý korkutuyormuþum. Benim de çocuðum var. Annesi öyle demiþti. Erkekmiþ. Bana benziyor mudur acaba? Gözlerine ne renktir, saçlarý annesine benzemiþtir umarým…
Ben duymuyor muyum sanki bu kokuyu. Anlamýyor muyum yalnýzlýklarýnýzý ki bana öyle acýyan gözlerle ve uzaktan bakýyorsunuz. Sizin yarýn en olacaðýnýz belli mi ki? Kýçýmdaki çýban da iyileþmedi gitti. Bu pislik içinde nasýl iyileþecekti ki? Dünkü yaðmur iyice azdýrdý mý ne? O kadar kaþýnýyor ki. Burada, herkesin çaktýrmadan bana baktýðý bir yerde kaþýyamam ki. Hay ebesini…
Ýçki, biraz içki olsa, tek seferde içerim, acýmam. Ýspirtoya bile razýyým. Oðlum da içiyor mu acaba? Þöyle karþýlýklý bir masa kursaydýk; raký, peynir, tarator, kavun… Âþýk olsaydý birine. Dert yansaydý bana. Ben de çok þey biliyormuþ gibi yapýp atsaydým, inanýr mýydý bana? Ne masalarda oturdum, halimi görseler; kaçarlar. Arkalarýna bakmadan kaçarlar. Ben ki sahibiydim o masalarýn, o muhabbetlerin.
Tahta banklarý seviyorum. Metallerden daha rahat gibi geliyor, daha bank gibi hissediyor, daha insani buluyorum. En azýndan kýçým öyle sanýyor. Fakat benim onu sevmem ona bir þey katmadýðý gibi onu deðersizleþtiriyor. Ne saçmalýyorum, karným aç, karným…
Balýkçý mis gibi balýk kokmaya baþladý. Sabahýn bu saatinde balýk ýzgara yaptýklarýna göre, balýk çok galiba. Bence sýrf müþteri çekmek için yapýyorlar bunu. Kim dayanabilir ki bu kokuya. Çipura kokuyor, havuz çipurasý. Kokusundan bile anlarým…
Basit bir derdi olmalý insanýn. Örneðin yaþamak gibi bir derdi olmalý. Otomatik olmamalý bu hayat. Çareler bulmalý yaþayamama ihtimaline...
Çýban da öyle acýtýyor ki. Karným da o kadar acýktý ki. En son çare olarak bir markete girip, müþterileri rahatsýz etmeli. Ya market sahibi bir þeyler verir ya da çaðýrdýðý polisler. Bazen çevredekiler acýr ve yemem için bir þeyler verirlerdi. Bu zamanlarda garip bir þekilde sanki bu hale yeni düþmüþüm gibi hisseder, suçu kendim dýþýnda herkeste arardým.
Aslýnda kimin mutlu olduðu asla kimin yalnýz olduðu ile ilgili deðildir. Kim kendini bir duvara yaslanmýþ gibi hissederse o mutludur. Her ne kadar o duvar, dört duvarlaþýnca esaret getirse de, mutluluk ancak yaslanabilmekle saðlanýr. Oðlum bana yaslansaydý, ben ona yaslansaydým, kendimi adam sansaydým; kendimi mutlu da sanýrdým. Annesini o kadar sevdim ki. Aslý’yý o kadar sevdim ki. Oðlumu ne kadar severdim, bilemiyorum. Belki de þu anki duvarým arayýþým...
Sarý uzun saçlarý vardý Aslý’nýn. Her sokaðým ona çýkar, her derdim ona yazardý. Tüm þehrin kadýnlarý ona benzer, ona adanýrdý. Ah beni böyle görse, acýrdý. Sevmezdi. Nasýl oldu da vazgeçtim ondan, nasýl oldu da ellerimi kesmedim? O kadar sevdim ki sarý saçlarýný, ellerim yerine onlarý kestim… Ne vardý sanki Aslý’nýn saçlarýnda kaybolsam. Ne ilgilendiriyordu ki beni diðer her þey…
En iyisi çöpü karýþtýrmak, boyozcu da ters ters bakmaya baþladý zaten…

Siyah pardösüsü ayaklarýna kadar uzanan bir adam yaklaþýr…
-Kalk kardeþim kalk
-Hadi yoksa polis çaðýracaðým
-Hadi dedim sana
Bu durumlarda en iyisi yavaþ hareketlerle kalkmaktý. Çünkü hýzlý hareket saðlýk göstergesiydi. Benimse daima acýnmaya ihtiyacým vardý. Hatta acýnmadan hayatýmý devam ettiremezdim.
Zaten buraya geliþim kötü bir fikirdi. Oðlumu görme umuduyla buraya gelmiþtim ama ne deðiþecekti ki. Siyah pardösüsü ayaklarýna kadar uzanan adam uyandýrdý beni…
-Bu bank senin için deðil…
-Defol…
Yavaþça banktan kalktým. Hasta izlenimi bu yavaþlýða baðlýydý. Çevreden itilip kakýldýðýmý gören olursa yiyecek bile koparabilirdim. Tam doðrulmadan, hafif eðik vaziyette ve kimsenin gözüne bakmadan yürümeye baþladým. Kimse anlamadý, kimse görmedi… Herkes biliyordu…
Geldiðim yöne doðru, þehrin en yalnýz yerine doðru yöneldim. Kimse bulamazdý beni orada, polis bile bilmiyordu oradaki zulamý. Yiyecek, giyecek boldu. Ben oraya bezen yalnýzlarýn yeri, bazense maðluplarýn yeri derdim; insanlarsa çöplük sanýrlardý…

***

Hýzlý adýmlarla mabedime yani çöplüðe dönmeye çalýþýyordum. Tanrýnýn mabedi de dünya olsa gerek diye düþündüm.
Her zamanki gibi kimse yanýma yaklaþmýyor, kimse beni görmek istemiyordu. Bir zamanlar ben de öyleydim. Yadýrgamýyorum o yüzden onlarý.
Arada oðlumu görme kararý verir, sonra bir bahaneyle vazgeçerdim. Hem bu kararý verdiðim hem de karardan vazgeçtiðim zamanlar ölüme çok yaklaþýrdým.

***

Eve geldiðimde hava kararmaya baþlamýþ, yeni çöpler çoktan gelmiþti. Çöp arabalarý çöpleri sokaklara göre dökerdi. Her sokaðýn yeri ayrýydý.
Kader sokaðýn çöplerinin yanýndaki barakama geldiðimde, her zamanki gibi tarifsiz bir yenilgi kalbimi sýzlatýyordu. Bu sýzý sanýrým doðuþtandý…
Yeni çöplerde ne var diye bakmaya kalktým…
Umudum temiz yiyecek bulmaktý. Sarý çizmelerimle çöp yýðýnlarýný aralýyor, gözümle de yiyecek arýyordum.
Ne garip þeydir ‘çöp’. Ýnsanoðlu neden çöp üretir?
Bu boþ kutulara bakýlýrsa, dün biri bu mahalleye taþýnmýþ. Evet, bu da taþýnýrken kýrdýklarý bir bardak olsa gerek…
Bu domatesler iþime yaramaz, çürükler…
Yýrtýk bir adam resmi! Artýk kim sevmiyor bu adamý acaba? Ya da kim kendini kandýrýyor?
Biraz ekmek bulabilsem bana yeter aslýnda…
Bu yeni çöp poþetleri çýktý çýkalý iþim kolaylaþtý. Hangi poþetin içinde ne olabilir, az çok tahmin ediyorum. Poþet markalarý ve renkleri bana yardým ediyor. Poþet kalýnlaþtýkça ve tepesinden büzgü fonksiyonu kazandýkça, içindekilerin deðeri de artýyor. Ama market poþetleri çöp poþeti yapýlýrsa, o poþetten genelde hayýr çýkmýyor…
Þu sarý poþete bakayým bakalým. Evet, tepesinden büzülüyor ve içindeki çöp de az gibi görünüyor, e o zaman kesin zengin bir evden geliyordur. Açalým bakalým. Tahminimde yanýlmadým. Koca bir ekmeði ucu azýcýk küflendi diye atmýþlar, muz da var… Oh, bu günü de kurtardýk…

***

Evimi seviyorum. Bana kendimi hatýrlatýyor. Eksiði yok ama eski, sýradan ve kokuþmuþ. Metal levhalardan dört duvar, içinde yine metalden bir divan ve kirden siyahlaþmýþ beyaz asýllý minder, tahta bir masa, küçük bir buzdolabý, camý kýrýk bir televizyon, vurunca çalýþmaya baþlayan bir radyo ve oldukça fonksiyonel bir leðen; baþka ne ister ki insan…
Bugün bulduðum ekmek ve muzu güzelce yerken bir yandan da sabahki adamý düþünüyordum. ‘Kalk bu bank senin için deðil’. Siyah pardösülü adam bana öyle demiþti. ‘Kalk bu bank senin için deðil’. Buna benim kýyafetime bakarak mý, kokumu çöpe benzeterek mi, yoksa sadece kendi için mi karar vermiþti…
‘Kalk bu bank senin için deðil’ demiþti; pardösüsü ayaklarýna kadar uzanan siyah pardösülü adam. Ben de kalmýþtým…
Eskiden olsa ne oraya oturur ne de kalkardým…

***

Uyursam belki de Aslý’yý, oðlumu ve bugünü sonsuza kadar unuturum… Uyku bu çöplüðün kokusuyla birleþince öyle derinleþiyordu ki… Bazen kalktýðýmda adýmý bile hatýrlamýyordum…
Uyudum…

***

El arabasý kendine has bir sesle; gýcýrdayarak ve tek tekerinin önündeki engelleri aþarak çýkardýðý o garip sesle yaklaþýrken uyandým. Sanýrým saat akþam yediyi bulmuþtu. Hava kararmaya baþlamýþ, genelde yapraklarý süpüren adam da el arabasýyla gelmiþti…
Susamýþtým. Buzdolabýna yöneldim. Þiþeyi kafama diktim. Kana kana içtim. Aslý hep kýzardý bu huyuma. Oðlun var senin demiþti…
Yarýn sabah görmeliyim oðlumu, karþýsýna dikilip ben senin babaným diyemesem de görmeliyim…

***

Geceye doðru yaklaþýrken düþünüyor, sürekli alnýma karalýyor ve geçmiþimi siliyordum. Küçük umutlar oluþturuyor sonra da bir toz bulutunu üfler gibi daðýtýyordum. Bu koku, bu çöplük kokusu mu beni böyle yapmýþtý yoksa ben mi kendimi bu hale getirmiþtim; kim bilebilir ki?
Böyle zamanlarda gözlerimi kapattýðýmda açmak istemiyor, açýnca da hiçbir þey görmek istemiyordum.
Böyle zamanlarda kimseyi sevmedim ki ben. Benim sevdiðim zamanlarda buram buram aþk kokardý, insan kokardý tüm dünya. Oysa þimdi elimde bulanýk birkaç anýdan baþka sonu belli kaçýþlarým var. O kadar…
Nasýl oldu da hala yaþýyorum, anlamýyorum. Nasýl oluyor da insanlar bana tahammül ediyor, anlamýyorum. Öldürmeli benim gibileri, yakmalý, parça parça etmeli. Yok olmalý benim gibiler ki diðerleri daha insan olsun…

***

Sabah oldu sanýrým. Sabah kamyonlarýnýn sesi kulaklarý saðýr edecek kadar çok olurdu. Bu sabah da yine ayný ses, yine ayný huzursuzluk, yine ayný karaltýyla uyandým.
Yemek bulmak, oðlumu görmeye çalýþmak, insanlardan kaçmak ve biraz daha ölüme yaklaþmak için her zamanki gibi güzel bir gündü…
Yolum nereye düþerse orada arardým bunlarý…
Ama bazen bu hayat için en iyisi hiçbir þey yapmamak oluyor. Nefes almak için bile gücüm olmuyor bazen. Ama mecburum iþte, yaþamaya mecburum. Gün gelir, belki oðlum belki Aslý belki de her ikisi birden çalar bu barakanýn kapýsýný. Kim bilir…

***

Barakanýn kapýsý dört polis tarafýndan kýrýldý. Adamý yaka paça arabalarýna bindirdiler. Bir tanesi o kadar sert davranýyordu ki. Sanki tüm bu pislik sadece onun yüzündendi…


***

Bir arabaya binmeyeli ne kadar olmuþtu, hatýrlamýyorum. Ya þehrin bu tarafýna geçmeyeli ne kadar olmuþtu, onu da hatýrlamýyorum. Hýzlý bir þekilde merkeze geldik. Komiser herhalde; sordu: Karýný sen mi öldürdün…
-     'Hayýr' dedim…
Baþka da hiçbir soruya cevap vermedim…
Oysa Aslý’nýn yalnýzca sarý saçlarýnýn katili benim. Bu bir suç mu? Söylemedim…



















Ýki Sevgili Banka Oturur; Cuma, Saat: 09.32

Erkek etrafý gözetleyerek, kadýnsa oturacaðý yere bakarak ve oturulmayan iki tarafta eþit mesafe kalacak þekilde ama senkronize olmayan hareketlerle banka yerleþti. Kimse yanlarýna oturamazdý...

Erkek, iç ses…
Neden buraya getirdim ki? Þöyle bir sarýlsa da öpsem dudaklarýndan…
Yuh bana. Bu kalabalýkta, sabahýn bu vaktinde düþündüðüm þeye bak. Acaba hangi konuyu açarsam teslim alabilirim onu, hangi konuþmayla daha uzun süre yanýmda kalýr.
Ne düþünüyor acaba?
Ona yazdýklarýmdan mý bahsetsem? Onun için yazdýklarýmý söylesem mi? Bazýlarý yazar takýmýný sevmez, ciddi bulmaz ama... Ya komik duruma düþersem? Yazdýklarýmý kimse görmedi ki. Ya çok kötüyse?
Garip, çok garip bir þey onu sevmek, onunla olmak. Tek dünyam onu sevmek, tek derdim onun yokluðu…
Hiç unutmuyorum en yakýn arkadaþýmla yemeðe çýkýþýný. Dost yemeðiymiþ! Canýný öyle acýtmalýyým ki benden vazgeçememeli. Ayný onun bana yaptýðý gibi. Öyle seviyorum ki onu öldürebilirim. Öyle nefret ediyorum ki ondan vazgeçemiyorum.
Þu yobaz balýkçý ters ters bakýyor zaten…
Neden buraya geldim, neden bu banka oturdum; bilmiyorum. Hep gelir geçerdim buradan ama hiç durmazdým. Neden?
Yok olmayý istemeli insan. Ya ben yok olurum ya benim dýþýmdaki…
Bir kere sevdin mi bir daha bitmez o aþk. Ancak form deðiþtirir ama sonsuza kadar sürer. Tek çýkýþ yok olmaktýr.
Elini tutamam ki, millet zaten ters ters bakýyor…
Neden geldim buraya, gerçek nedeni ne? Dünyada tek, Hayal dükkâný gösterme bahanesiyle geldim güya ama anladý mý acaba gerçek derdimi? Tek derdimin o olduðunu.
Ayrýlmak istediðimi nasýl söylesem ki bana âþýk olsa…

Kadýn, iç ses…
Elimden neden tutmuyor. Utanýyor mu benden? Hayal dükkân dediði altý üstü oyuncakçýymýþ…
Onu kaybetmek istemiyorum. Ama ciddileþmek de istemiyorum. Engeller o kadar çok ki…
Garip bir þekilde onu sevmeye çalýþýyorum. Neden? Bir gerçek varsa o da onu Mustafa gibi ve Mustafa kadar sevmediðim gerçeðidir…
Anlamadýðým; onun beni sevme nedeni…
Evlenme mi teklif edecek? Oyuncakçýya ancak çocuk için gelinir çünkü. Umarým evlenme teklif etmez sabahýn bu saatinde. Nasýl engellerim bu iþi…

-Kadýn: Tatlým bana boyoz alsana
-Erkek: Olur aþkým
-Erkek: Boyoz ne kadar?
-Boyozcu: Hediyem olsun aðabey, bugün iþler iyi, bu da son boyoz
-Erkek: Eyvallah

Erkek sarý banka geri döner, kýzdan biraz uzaða oturur…
Adam ol adam. Kýzý býrak. Kaderine býrak. Baksana seni istemediði her halinden belli. Ýlla bu aþk bitecekse git kendini öldür. Boyozcunun insanlýðýndan utan…
Evet, boyoz yemesi bittiðinde kalkalým, evine býrakayým, evime gideyim, öleyim, yazayým veya…

***

- Kalkalým mý?
- Sen bilirsin
-Evine býrakayým seni
- Sen bilirsin
Hýzlý adýmlarla kadýnýn evine doðru yola çýktýlar. Yol boyunca hiç konuþmadýlar. Kadýn etrafa, adam yere baktý. Kadýn düþünmeden yürüyor, adamsa düþündükçe adýmlarýný sertleþiyordu. En sonunda kadýnýn evine geldiler. Kadýn ‘güle güle’ dedi. Adamsa hiçbir þey demedi…

***

Kadýn iç ses
Bana inanmýyor: biliyor, anlýyorum. Ama bu hayat benim, ona âþýk deðilim ama etrafýmda olmasýný istiyorum. Neden beni bu kadar istiyor ki. Neden verdiklerim ona yetmiyor ki. Bana yetmiþti. Mustafa bana yetmiþti. Mustafa’nýn beni sevmemesi Mustafa’yla ilgili bir þey ve yalnýzca onu ilgilendirir. Önemli olan benim Mustafa’yý sevmem deðil mi? Onun beni sevmemesi veya benim kadar sevmemesi benim aþkýmý baðlar mý? Aþk da insana yetmezse neden yaþar ki bu hayatta…

Adam iç ses
Benim farkým ne ona göstereceðim. Kimsenin onu benim kadar sevemeyeceðini göstereceðim…

***

Kadýn sessizce banyoya yönelir. Akþam Mustafa’nýn oðlu için düzenlediði birinci yaþ günü partisine davetlidir…
Kadýnlar banyoda sadece dýþlarýný deðil içlerini de temizlerlermiþ…
Adam, kadýn banyodayken koþarak evine gider. Kapýyý açar. Günlerdir düþündüklerini yapmaya karar verir…
Kadýn banyoda sürekli Mustafa ile adamý karþýlaþtýrýr…
Adam, çoktan kadýnýn evine geri dönmüþtür. Kadýnýn kapýsýný çalar. Kadýn telaþlý bir þekilde banyodan çýkar, yarý çýplak vaziyette ‘kim o’ der. Adam ‘benim’ diye cevaplar. Kadýn güvenerek kapýyý açar. Karþýsýnda kýrmýzý bir valiz ve adam vardýr…
- Hayýrdýr
- Seni o kadar seviyorum ki; ne istersen yaparým
- Bunlarý defalarca konuþtuk ya
- Evet, ama ben seni seviyorum
- Bu sorunu çözmüyor ki. Senin beni sevmen seninle ilgili bir durum
- Bu valiz sence ne?
- Bilmem
- Bu valizin içinde sana üç seçenek var
- Oyun oynama
- Oyun sýrasý bende
- Peki, neymiþ o seçenekler
- Bu valizde: ya benim buralardan gitmek için hazýrladýðým siyah bir pardösü, garip bir 14’lü ve sana ayýrdýðým yalnýzlýðýn var; ya artýk tüm hayatýmý senin yanýnda geçirmek için hazýrladýðým en sevdiðim birkaç elbisem ve yalnýzlýðým var; ya da senin intihar mektubun var… Sen karar ver. Hangisini istersen onu seç…
- Ýçeri girsene, biri duyacak…
Adam içeri girer. Adam, valiz ve kadýn beraber salona geçerler. Kadýnýn tüm kadýnlýðý adamýn gözlerinin içindedir artýk. Kanepeye otururlar. Ýlk lafý kadýn eder…
- Akþam beraber Mustafa’lara gidelim mi? Oðlunun yaþ günüymüþ…

***

Sabah olduðunda adam:
Bu muymuþ Mustafa? Ne benim kadar âþýk ne de benim kadar adam. Bu kadýn ne buldu ki bunda, hiç anlamadým. Dedikleri doðru herhalde: Aþk dedikleri ihtiyaçla ve doðru zamanlamayla saðlanan; insanýn beyninde yarattýðý karþý cinsle ilgili bir yanýlsama olsa gerek…
Bu muymuþ aþkým? Kâðýttan bir kule gibi daðýldý tüm yazdýklarým. Yarattýðým o kadýn artýk benim, yalnýzca benim…
Eski aþkým öldü yaþasýn yeni hayatým…
Kahvaltýyý ne zaman yaparýz acaba?

Sabah olduðunda kadýn:
Artýk seviyorum. Mustafa çok gerilerde kaldý. Mustafa’yý aþtým. Öldü benim için. Zaten artýk dün geceden sonra bu adamý sevmeliyim. Seviyorum, seveceðim…
Bir kadýn baþka ne ister ki. Ne istersem yaptý. Hem gece seviþirken, hem de Mustafa’larda her þeyi bana göre ayarladý. Uysal bir kedi gibiydi…
Bir kadýn baþka ne ister ki: Aþk dolu gözlerle kim seviþmez ki…
Bir kadýn baþka ne ister ki…



















Yaþlý Bir Adam Banka Oturur; Cuma, Saat: 10.15

Ayaklarým artýk nefesimi taþýyamýyor. Bu bank çok iyi oldu. Bunu buraya koyanlardan Allah razý olsun. Yürürken daha iyi düþünürüm aslýnda ama çok yoruldum, çok… Oturmam lazým.
Artýk yarým saatten fazla bir yerde oturduðumda içim geçiyor. Bu da bana ölümü hatýrlatýyor. Ölümü duymam; ölüme yaklaþtýðýmdan deðil hayatý sevmemden kaynaklanýyor. Hem ölüme yaklaþan ben deðilim ki ölüm bana yaklaþýyor…
Geriye, geldiðim yol kadar yolum var. Gideceðim ve diyeceðim ki ‘kýzým annen beni dövüyor, beni bir bakým evine býrakýr mýsýn?’
Demez mi kýzým bana: Sýra onda…
Torunlarým için ölürüm, kendim için ölmem torunlarým için ölürüm. Ama en çok da zeytin gözlü, zeytin saçlý Gizem için ölürüm. Bana sarýlýþý diðer torunlarýmdan çok farklý. Nedendir bilmiyorum ama öyle hissediyorum. Yine, yýllardýr çocuklarýma yaptýðým ayrýmý mý yapýyorum? Ama elimde deðil ki, ben böyle hissediyorum.
Hissettiðin gibi yaþa diyorlar ya. Doðrusu; doðru yaþa ve yaþadýðýn gibi hisset olmalý. Yoksa benim gibi olursunuz. Sen hissettiðin gibi yaþarsýn ama dünya da sana senin için hissettiði gibi davranýr. Gereksiz, yetersiz, anlamsýz…
Yaþýmdan olsa gerek bu bankta oturmamý kimse garipsemedi. Sanki yýllardýr burada gibiyim. Bu bank gibi, buranýn demirbaþý gibiyim. Ama biliyorum ki; banka ilk kim ihtiyaç duyarsa, ondan baþlayan zincirleme bir reaksiyonla beni buranýn dýþýna atacaklar. Birkaç göz atma bu iþe yetecek…
- Kýzým, annen beni dövüyor
- Zamanýnda sen de onu dövmedin mi baba?
Kafamda bu cümleler çýnlýyor. Ýlk cümleyi söylemek mi, ikinci cümleyi duymak mý daha zor? Kýzým söylemez bana böyle bir þey. Peki, ben ona nasýl söylerim ‘annen beni dövüyor’ diye. Nasýl geçmiþte ben; iþ stresi, sevgililerim, geçim derdi, kýskançlýk falan filan diye anlamsýz mazeretler uydurduysam, annesi de demez mi ‘beni dinlemiyor, altýna ediyor, her gün ölmekten bahsediyor, baþýný alýp gidiyor sonra da dönmüyor’ diye.
Ne onurlu günlerdi. O zaman öyle sanýrdým. Sokakta solcu avlardýk. Her solcu yakaladýðýmýzda amirimiz iki gün izin verirdi. O iki günü de meyhanede geçirirdik. Sokakta adam döv seni ödüllendirsinler, ne ala memleket. Gel de evde hanýmý dövme…
Cahillik iþte. Cahillik. Þimdi ne oldun bak bir kendine. Karýsýndan dayak yiyen, altýna yapan basit bir bunak oldun. O kadar. Karým bana her vurduðunda dayak attýðým adamlar bana vuruyor gibi oluyor. Cahillik iþte. Cahillik…
Elinde papatyalarla kýrýk saçlý bir kýz yaklaþýyor ve papatya sandýðým þeyler kýz yaklaþtýkça mendile dönüþüyordu.
Hiçbir þey demeden mendili bana doðru uzattý. Ben de hiçbir þey demeden parayý ona uzattým. Mendilden sesler geliyordu. Gizem demiþti bana bunu. Bir þairinmiþ, mendilinden kan sesleri gelen insanlarý yazan, bir þairin dizesiymiþ bu. Bir mendil niye kanar diye soran bir þairin lafýymýþ bu. Þimdi anlýyorum bir mendil niye kanar…
Bankta daha fazla oturmamam gerektiðini hissettim ve doðrusunun eve geri dönmek olduðuna karar verdim. Kime ne benim kanayan hayatýmdan, kime ne. Ne hakkým vardý kanamamý kýzýmla dindirmeye. Evet, eve geri dönmeliyim. Daha fazla gecikirsem dayak þiddeti artabilir…
Yavaþça doðruldum, geldiðim yere yöneldim…

***

Adýmlarým boþtu, maðluptu. Yürürken hep eskileri hatýrlardým. Hayal dükkânýn kurucusu ne iyi adamdý. Bir keresinde beni göstericilerden saklamýþtý. Hak etmiþtim aslýnda o gün dayaðý ama… Bir seferinde de göstericinin birini benden saklamýþtý. Bir önceki seferin hatýrýna görmezden gelmiþtim. Buradan her geçtiðimde ilk önce bu iki olayý hatýrlardým…
Bugünkü güneþ, dükkân camlarýnýn beni yansýtmasýna izin vermiyordu. Zaten yok gibiydim...
Bu yolda hemen hemen her gün yürürdüm. Tüm tanýdýklarým beni her gün selamlardý, bense sadece söylenirdim. Hem de sadece kendi kendime söylenirdim.
Ben galiba garip huylu bir tümörüm. Tek tedavimse yokluðum. Böylece sadece ben deðil benim çevremdekiler de tedavi olacaktý aslýnda ama gel de anlat bunu hanýma…

***

Biraz hýzlansam iyi olacak, belki hanýmýn kahvaltýya yetiþirim...
Sabahlarý altý gibi kalktýðým için kahvaltýmý her sabah yalnýz yaparým. Bu yalnýz kahvaltý iþi bana öyle bir haz verir ki; sanýrsýn bekleyen hayat deðil de beyaz tenli bir kadýn… Hemen her sabah önce ocaða çay suyunu koyar sonra da o suyun kaynama sesi eþliðinde dolaptan kahvaltýlýklarý çýkarýrým. Beyaz peynir, etsiz siyah zeytin, hanýmýn özel acýsýz ezmesi, incir reçeli, yeþil zeytin, domates, biber… Keyifli bir günün sabahýnda ise genelde biberleri ocakta közlerim. O közlenmiþ biber kokusu iþtahýmý o kadar açar ki; her biber közlediðimde mutlaka yumurta da eklerim yalnýz kahvaltýma…

***

Kapýyý açan yok. Yine anahtarýmý kullanayým bari. Haným nereye gitti acaba? Kahvaltý da yapmamýþ. Acaba istediðimi yapmak üzere mi ayrýldý bu sabah evden?
Aslýnda zamanýnda hoþ ve yaþanýr kadýndý bizim haným. Ama yýllarca anestezi doktoru olarak çalýþtýðý için artýk biraz otoriterdi. Her ayrýntýyý düþünür, hatayý sýfýra indirmeye çalýþýrdý. Mesleðinden olsa gerek. Bu ülkede mesleklerimizi seçemediðimiz gibi mesleklerimiz bir süre sonra karakterimizi seçiyordu. Örneðin benden sevgisini gösterebilen biri yaratamamýþtý bu hayat, bu ülke. Haným da asosyal bir insan olmuþtu. Ýnsan görmek istemiyordu. Bu ya mesleði boyunca çok insan gördüðünden ya da çok insaný ölü gördüðündendi.
Dün gece yaptýðýmýz konuþma onu ikna etmiþ olabilir miydi acaba? Tehditlerim iþe yaramýþ mýydý?
Cüzdanýný yanýna almýþ. Peynir sabah býraktýðým gibi. Kahvaltý bile yapmadan evden çýkmýþ yani. Acil bir þey mi oldu acaba? Torunlarým, kýzým? Ama o zaman beni cep telefonumdan arardý. Onun da cebi yok ki. Kýzý arayýp telaþlandýrmayayým þimdi.
Ev üstüme doðru geliyor…
En iyisi biraz uyumak…

***

Öðle olmuþtur herhalde. Haným, haným geldi mi acaba? Mutfaktan týkýrtýlar geliyor. Gelmiþ anlaþýlan…
- Sabah nereye gittin? Dün gece bir þey söylememiþtin
- Senin istediðin þeyin en doðrusu olduðuna karar verdim
Yaþlý adam þaþkýn gözlerle…
- Yapacaksýn yani
Kadýn kararlý bir baþ sallamayla…
- Evet

***

Önce oturup eski güzel günlerden bahsettiler. Sonra torunlardan, kýzdan, gelinden konuþtular. Çaylar içildi, dünden yapýlan kurabiyeler yendi. Zor günlerden konu açtýlar. Maddi sýkýntýyla geçen zor günleri gülümseyerek anýmsadýlar. Güzel günleri ise sanki bu güne kopyaladýlar...
Tüm bu hatýralar onlara akþamý yaptýrmýþtý. Yaþlý adam telefonun baþýna geçti. Kýzýný, oðullarýný, torunlarýný, birkaç arkadaþýný aradý, halini hatýrýný sordu. Bunu zaten iki akþamda bir yapardý...
Akþam yemeðinde mercimek çorbasý, karnýyarýk, mantý ve baklava vardý. Bu adamýn hayalindeki menüydü...

***

Sýra planlarýný uygulamaya gelmiþti. Adam hayatýnda ilk defa namaz kýldý. Ýnanmazdý aslýnda böyle þeylere. Zaten namaz sýrasýnda dua etmek yerine düþündü. Geçmiþi, sonrayý, kýrdýðý insanlarý, öldürdüðü gençleri, hanýmýný, Gizem’i, ilk aþkýný… Hep gülümsedi bunlarý düþünürken. Bir problemin çözümünü bulmuþ bir adam gibi gülümsedi.
Yaþlý adam yataða yattý. Karýsý yanýna geldi…
Karýsý da böyle bir ölüm isterdi aslýnda. O yüzden razý olmuþtu bu iþe…
Yaþlý adam kolunu sýyýrdý. Karýsýna, altýna ettiðinden beri yüzüne bakamadýðý karýsýna baktý. Bu sefer baktý. Gururlu bir bakýþtý bu bakýþ. Karýsý gözlerini kaçýrdý. Dayak atmaya baþladýðýndan beri ilk göz kaçýrýþýydý bu. Enjektörü damara ustalýkla yerleþtirdi. Ýlacý yavaþ yavaþ damara verdi. Yaþlý adam tatlý bir uykuya daldý. En azýndan karýsý öyle gördü…

***

Her þeyi düþünmüþlerdi. Kimse bir þeyden þüphelenemeyecekti. Kadýn zaten bu iþte ustaydý, doktordu. Yaþlý adam kalp hastasýydý, þekeri vardý, tansiyonu vardý; yani bu yaþta ölmesi normaldi.
Kadýn kocasýný sabah yatakta ölü bulacaktý. Otopsi falan gerekmeyecekti, þüpheli durum yoktu ki. Tatil sabahý ölecekti yaþlý adam. Böylece herkes cenazeye gelebilecekti…

***

Cumartesi sabahý ülkenin ve þehrin çeþitli yerlerinde belli aralýklarla, belli insanlarýn telefonlarý çalmaya baþladý…
Cenaze memlekete gidecekti…























Elinde Kitapla Bir Genç Banka Oturur; Cuma, Saat: 10.45

Böyle daha önce hiç oturmadýðým ama çevredeki herkesin beni tanýdýðý yerlerde oturmayý seviyorum. Deðiþtiriyor beni, yeniliyor. Böyle yerlerde tüm anlýðýmý bazen insanlar bazen mekânlar yaðmalýyor. Buradaki bu duraðanlýða, insanlarýn yüzlerine ve günlük dertlerinin peþinde koþacak olmalarýna bakacak olursam; oturduðum bu bank sanýrým beni en çok tatmin edecek þey olacak.
Önce þöyle bankýn bir kenarýna oturayým. Sarý, tahtadan yapýlmýþ bir bank bu. Üstünde bir yazý var. Sanýrým banka reklamý. Kazýmalar ise oldukça silinmiþ, belli belirsiz. Gözle deðil ancak dokunarak anlaþýlabilir bu kazýmalar. Bugün için ne kazýndýðýný anlamak isteyenler dokunmalý bu banka; ayný zamanýnda buraya kendilerini kazýyanlar gibi…
Ýçime dolan oksijen o kadar özgür ki. Yine kaybolmayý baþardým iþte. Elimde bir kitapla þehrin burada yaþayanlar için en çýkmaz bölgesinde, sarý bir bankta kayboldum. Yazmak istediðim gibi bir kitabý okumak, bulmak için geldim buraya. Elimdeki kitabýn fütürist bir tarzý olduðunu, gelecekte kitaplarýn bunun gibi olacaðýný söylediler. Ben de inanmadým, okumaya karar verdim.
Herkesin ortasýnda ve etrafta ses varken okuduðumu daha iyi anlýyordum. Bu belki de yalnýzlýkla ilgili bir þeydi, bilmiyorum…
Kitabý açtým okumaya baþladým…
Kitap' Garip' adlý bir öyküyle baþlýyordu…
‘‘Garip

Basit bir öykü bu…

Ellerini musluðun altýndan çektiðinde o hiç sevemediði sarý havlu gözüne iliþti. Ellerini havluyu içine sindirebildiði ölçüde kuruladý. Banyonun kapýsýný açarken ‘bu kapý kollarýný yapan ustanýn…’ diye düþündü.

Tanrým, bugün de bir geçse…

Baþka bir kapýdan dýþarý çýkmaya doðru giderken sað gözünü kavanozundan almasý gerektiðini hatýrladý… Ah neydi o eski günler; sað gözünün görmediði güzel günler…
Gözünü aldý, yerine taktý.

Ýnsanlar için cenaze kutlamalarý organizasyonu yapan bir firmada çalýþýyordu. Ýlk müþterisi gelmiþti bile. Bir ay sonraya yetiþmesi gereken bir kutlamanýn ayrýntýlarýný konuþmaya baþladýlar… Önce her zamanki gibi kötü günler hafýzadan silinmeliydi. Sanýrým bunun için yarýn müsaittiler, müdürüne danýþtý, onay aldý. Sonra ölecek adama döndü ve sordu ‘sizin istekleriniz nelerdir’. Adam sýralamaya baþladý, ama adamý duymuyordu, aklý sarý havluya ve kapý koluna takýlmýþtý…

‘Tanrým, bugün de bir geçse’ diye düþündü ve bunu saðlamak için müdüründen izin almaya karar verdi…’’


***

Baþýmý geriye doðru yasladým, kitabý kapattým, ellerimi yüzüme kapadým. Düþünmek için böyle yapardým. Ellerimi yüzüne kapatarak hayatý basitleþtirmeye, anlamaya çalýþýrdým. Ellerim yüzümdeyken görmek istemediklerimi görmüyor, görmek istediklerimi hayal ediyordum…
Ellerimi yüzümden çektim. Laciverde boyadýðým yalnýzlýklar umut ediyordum. Ellerimi yüzümden çekene kadar istedim. Ýstedim ama tam karþýmda Kader sokaðýn yeni asýlan tabelasý beni uyandýrdý…
Uyaksýz geri dönüþler yaþadým, Kader’i hatýrladým. Eskiyi, sokaklarý, kitaplarý, hayatý, kendimi ve bir zamanlar taptýðým her þeyi hatýrladým…
Tarifsiz bir hüzün çöktü tüm yaþayacaklarýma. Banktan kalktým ve eve geri dönmeye karar verdim. Bankýn sarý rengi galip gelmiþti yaþama sevincime. Hiç sevmediðim Kader beni burada da bulmuþtu…
Boyozcu, balýkçý, Hayal dükkân, mahallenin delisi, kimine göre çöp bana göre gözyaþý demek olan sarý yapraklarý toplayan adam, iki çocuk, dilenci anne ile kýzý; hepsi spontan bir þekilde arkamda kalýyordu. Kafam ayaðýmdan hýzlýydý...


***

Kader, arabamla çarptýðým kýzýn adýydý. Kýz öldü mü, ölmedi mi bilmiyorum. Kaçtým çünkü. Ama birden önüme atýlmýþtý, hatam yoktu bana göre. Kimse görmemiþti. Arabadan inip nabzýný kontrol etmiþtim, atmýyor gibi gelmiþti. Ýsminin yazdýðý kolye boðazýna saplanmýþtý. Öyle kanýyordu ki, paniðe kapýldým. Kaçtým iþte kaçtým. Belki de benden sonra biri bulmuþtur. Belki de kýz hala yaþýyordur. Ama benim hatam yoktu ki…
Vicdan dediðin þey tamamen zamanla ilgili bir þey olsa gerek. Yoksa nasýl dayanýrým ben bu kadere…

***

Evimin metal kapýsýný gýcýrdaya gýcýrdaya açtým. Ýlk hedefim viskimdi. Bir an önce birkaç yudum almam lazýmdý. Þiþeyi elime almamla bardaða doldurmam ve içmem arasýndaki zamanda duyduðum þiþe sesi, bardaða viski dolma sesi ve viskiyi içme sesim; kendi içime yaptýðým kýsa bir yolculuk gibi, hayatýmýn özeti gibiydi…
Çok sevdiðim siyah kanepeme oturdum. Elimde viski, kafamda hayat, sabah çýkarken açýk býraktýðým bilgisayarda Mahler’in The Titans’ý, tam karþýmda boy aynam, etrafýmda sonsuz bir yanký ve ayaklarýmda her zamanki titreme…
Herkes, her þey beni yargýlýyordu. Sevmiyor, yargýlýyordu…

***

Kendi içinde kaybolmak istemeli insan, derine ve daha derine, kimsenin bulamayacaðý, ulaþamayacaðý, gerçeðin yazýlý olduðu sayfalara varmalý.

***

Bu yeni anlardan sonra, gözlerimi kapatmaya ve anlýðýmda derin bir yolculuða çýkmaya karar verdim... Aslýnda buna zorunluydum…
Kim demiþti ‘karanlýðýn en koyu aný aydýnlýðýn en yakýn olduðu andýr’ diye. Anýmsamýyorum ama þu anki durumumu o kadar iyi anlatýyor ki bu cümle…
Gözlerimi kapattým; ilk gördüðüm bir sis bulutu ve içinden çýkan bir el oldu. Bu el ne bana uzanýyordu ne de beni itiyordu. Her þey bana baðlýydý. Ele doðru gitmeye karar verdim. Ben gittikçe elin parmak sayýsý artýyordu. Ben gittikçe sis daðýlýyor ama karanlýk artýyordu. Karþýma bir adam çýktý ‘vazgeç’ dedi ‘yanlýþ yoldasýn’ dedi. Gözleri takmaydý. Yürümeye devam ettim. Karþýma bir gölge çýktý. Iþýktan oluþan bir gölgeydi bu. ‘Sonu yok’ dedi bu ýþýktan gölge, sonu yok bu yolun. Ýnanmalý mýyým diye düþündüm. Ama hala kafamda yanýtsýz bir sürü soru: Tanrý, hayat, kader, Kader, ölüm, gülmek, aðlamak, varoluþ, intihar… Yola devam etmeye karar verdim. Bir ses duydum yolun sonundan:
‘Ne farkýn var diðer insanlardan, küçük bir andan baþka’ diyordu. Anladým.
Ýtaat et diyordu. Anladým.
Düþünme inan diyordu. Anladým.
Tap diyordu. Anladým.
Ez diyordu. Anladým.
Öldür diyordu. Anladým.
Öl diyordu. Anladým.
Savaþ diyordu. Anladým.
Görme diyordu. Anladým.
Anlama diyordu. Anladým.
Duyma diyordu. Anladým.
Yap diyordu. Anladým.
Yakar diyordu. Anladým.
Yardým et diyordu. Anladým.
Dur diyordu. Yoluma devam etmeye karar verdim.
Bu yolun sonu benim baþlangýcým olabilirdi. Karanlýk o kadar artmýþtý ki…
Ya bu yolun sonu benim baþlangýcým ama diðer her þeyin sonuysa.
Ya anlýðýmdaki her þey benim tanrýmýn özellikleriyse…
Nereye?
Neden?
Nasýl?
Gözlerimi açtým. Viskimden bir yudum aldým. Vazgeçtim böylece. Vazgeçtim iþte. Her zamanki gibi, her insan gibi; vazgeçtim.
Gerçekler benim gördüklerim deðil midir?
Aradýðým Tanrý mýydý, Kader miydi?

***

Yalnýz ölmeli her insan. Yalnýz yaþamalý, yalnýz nefes almalý. Yalnýz olmasam nasýl dayanýrdým bu hayata, bu gelip geçen insanlara, bu dertlere…

***

Siyah kanepeme uzandýðýmda baþým o kadar aðrýyordu ki. Yine bir kriz geliyor herhalde diye düþündüm. Bir an önce sessizliði saðlamalý ve evin en karanlýk yerine gitmeli, dinlenmeliyim diye geçirdim içimden.
Önce telefonun fiþini çektim, sonra da kapý zilini devre dýþý býraktým. Mahler’i ise asla kapatmazdým. Evin en karanlýk yeri tuvaletti. Boyayabildiðim her yeri siyaha boyamýþtým. Yýlda bir veya iki buraya çok ihtiyacým olurdu.
Siyah klozetin üstüne oturdum. Ayaklarým çýplaktý ve yerdeki siyah fayansa deðiyordu. Fayansýn soðukluðu çok önemliydi benim için. O yüzden tuvaletteki kalorifer peteðini iptal etmiþtim. O soðukluk ve karanlýk birleþince, sessizliði benim için var ediyorlardý. Sessizlik ancak bu þartlarda benim için ‘ben’ oluyordu.
En güzel þiirlerimi böyle zamanlarda ve burada yazardým. Klozetin yanýndaki masada kâðýt ve kalem eksik olmazdý. Bu tekniði Nietzsche’den öðrenmiþtim. Oysa bu karanlýkta yazdýklarýmý çoðu zaman okuyamazdým ve sonradan uydururdum. Ama yine de o sessizlikte, o karanlýkta ve o yalnýzlýkta kalemin kâðýt üzerinde çýkardýðý ses; her zaman en iyi þiirimdi…
Bugün de terapim baþlýyordu. Kaleme uzandýðýmda kalemin benim için önemini düþündüm…
Yazdým, yazdým, yazdým…
Ne yazdýðýmý ancak ýþýklarý açýnca anlayabiliyordum…

***

Tuvaletten nasýl çýktým da buraya geldim hatýrlamýyorum. Kâðýtlar yerde, kalem kâðýtlarýn tam üstündeydi. Genelde böyle olurdu, hatýrlamazdým. Terapi baþarýlý geçmiþti yani. Yazdýklarýmý merak ettim. Siyah kanepemde oturur vaziyetteyken yerdeki kâðýdý elime aldým…
Okumaya baþladým. ‘Yaþadýklarýmý ve yaþayacaklarýmý yazýyorum’ diye baþlamýþým. ‘Kader’i öldürmekle saðladýklarýmý anlayýn’ diye devam etmiþim…


***

Kader, Hayal dükkânda yeni iþe baþlayan kýzýn kardeþiydi. Kader’in ailesini aramýþ bulmuþtum. Altý ay boyunca uzaktan izlemiþ, ilk fýrsatta babayla arkadaþ olmuþtum. Hiç sevmediðim halde ayný kahveye gider, bazen dertleþir, bazen de sessizce otururduk. Eðer biriyle hiçbir þey konuþmadan oturup, rahatsýz olmuyorsanýz aradaki mesafe oldukça azalmýþ demektir. Ama Kader’in babasý yine de bana hiçbir zaman Kader’den bahsetmezdi. Birkaç kere çocuklarýný sormama raðmen lafý hep geçiþtirirdi. Geçim derdinden, karýsýndan, diðer kýzýndan bahsederdi ama Kader’i hiç aðzýna almazdý…
Hayal Dükkânýn sahibi Deniz benim yakýn arkadaþýmdý. Bir gün yanýndaki kýzýn iþi býrakacaðýný söyleyince benim de aklýma Kader’in kardeþi geldi. Babasýna haber verdim ve kýzýn iþe girmesini saðladým. Kýz iþe girdikten sonra da artýk kahveye sadece adamýn þüphelenmemesi için gidiyordum. Yavaþ yavaþ kahveye gitme sýklýðýmý azalttým ve en sonunda artýk hiç gitmez oldum. Kader’in babasý arada soruyordu ‘niye gelmiyorsun’ diye. Ben de onun yaptýðý gibi yapýp, soruyu geçiþtiriyordum.
Kader ölmüþ müydü, yaþýyor muydu? Yaþýyorsa nasýl yaþýyordu? Öðrenemedim. Ama sanýrým evin en azýndan babasý tarafýndan sevilmeyen çocuðuydu. Ayný benim gibi. Öyle olmasaydý, ölmüþ de olsa insan kýzýný anlatmaz mýydý? Anlamadýðým; Kader’in babasý bazen ayný benim gibi öyle bir sessizleþirdi ki öldü sanýrdým. Sanýrým o anlarda Kader’i, yaptýðý hatalarý düþünür ölmek isterdi, ayný benim gibi…

***

Yine kriz, yine viski, yine Kader, yine yenilgi…
Bu sefer de yenildiðim kendimdi. Gözümü kapattým, açtýðýmda yenilmiþtim. Yetmedi kriz geldi, engelleyemedim, yine yenildim…
Kader'in kardeþi de Kader'e çare olamamýþtý, biliyordum...

***

Akþam oluyor, benimse baþým dönüyordu. Hatýrlamak istemediðim ne varsa kafamýn içinde bir oraya bir buraya çarpýyordu…
Yazdýklarým yaþayamadýklarýmdý, okudum...
Yarýn sabah Hayal dükkândan bir oyuncak almalýyým; diye düþündüm ve gözlerimi kapattým…





















Biri Kasketli Ýki Adam Banka Yaklaþýr; Cuma, Saat: 11. 17

-     Bizim Murtaza burada diyon sen þimdi
-     Evet, hatýrladýðým tarif buralar
-     Ne demeye geldiysek yanýna, sanki yapcak iþimizi
-     Baþka çaremiz mi var?
-     Kaç para ister acep
-     Daha önce dedim ya; iki senelik maaþýn bir senesini kendine, bir senesini vekile alýyormuþ
-     Ýþin garanti olduðunu bilsem, sorun deðil, ne yapalým. 550 aylýk alcak kýz þimdi ha. O zaman 6600 lira ona, 6600 vekile. Yarýsýný þimdi versek de yarýsýný iþe baþlayýnca versek olur mu acep?
-     Ne bileyim, sorcaz, konuþcaz iþte
-     Yav kýz þöyle saðlam bir iþe girse de, gerisi önemli deðil. Varsýn asgari ücret alsýn. Ne yapalým.
-     Tabi caným. Sonunda bir ticaret olarak varsay bu iþi
-     Þu bankta azcýk nefeslenek, daha zamanýmýz var
-     Olur
-     Karnýn aç mý muhtar emmi?
-     Yok, sað ol
-     Ben bildim bileli, bu Murtaza hep böyle iþlerle uðraþýr. O parti senin bu parti benim gezer. Bir gün gelip de þükrettiðini görmedim. Küçük kýz da almýþ ha, hanýmýnýn üstüne.
-     Öyle diyorlar valla. Ben diyenlerin yalancýsýyým. Ama Murtaza’nýn dini bütünmüþ, hacca filan gitmiþ, namazýný da kýlarmýþ
-     Ýyi, iyi o zaman. Mübarek adam yani
-     Hadi kalk geç kalmayalým, partide bizi bekliyordur
-     Yav bence biz yanlýþ yerdeyiz
-     Niye?
-     Sen gitceðimiz sokaðýn adýný ne demiþtin?
-     Þehit Muhammet Sadri
-     Bak tam karþýmýzda Kader Sokak yazýyor. Kalk, kalk geç kalcaz…
-     Yok, yok doðru yerdeyiz, iyi hatýrlýyom ben buralarý, on dakikalýk yürüyüþ mesafemiz kaldý. Hem niye geç kalalým ki? Bankaya mý gidiyoz?






-     Ne bileyim? Acemilik iþte.
-     Sen bize su alýversene
-     Alýrým tabi, yiyecek bir þey de ister misin? Þurada peynir, domates var
-     Yok, boþa masraf etme. Partide yeriz
-     Ayýp ettin muhtar, ne masrafý?
-     Yok, yok valla alma. Su al yeter
-     Peki…

***

-     Ýki su versene
-     Hangisini isterin
-     Fark etmez, ver iþte. Ne kadar?
-     Ýkisi 1 lira

***

-     Al muhtar
-     Sað olasýn
-     Sen þimdi bu Murtaza iþimizi yapar diyon yani
-     Ýnþallah diyom, baþka bir þey demiyom
-     Kýzma hemen
-     Yok, niye kýzayým ama konuþtuk ya bunu
-     Ne bileyim ilk defa rüþvetle iþ yapacam da, inanamýyom
-     Bir þey olmaz, alýþýrsýn. Alýþ zaten yoksa hep maðdur olursun. Bak sana bir þey anlatayým. Hani biz çok güveniyoz ya hâkime, savcýya falan. Ben birini tanýyom. Adý Abdullah. Adliyeden emekli olmuþ. Bu Abdullah, bazý hâkim ve savcýlara karý pazarlýyor. Böylece istediði kararý aldýrýyor. Bizzat þahit oldum. Yemin de ederim istersen.
-     Ya ne bileyim, inanmak istemiyor insan.
-     Yok, valla doðru
-     Ne olacak ki, kanun dediðin; insanlarýn yazdýklarý deðil mi? Bir gün biri yazar baþka bir gün biri siler. Kýzýný gözlerinin önünde öldürene sen suçlu dediðinde, ben sen kâbus gördün ve adam suçsuz desem ve ben hâkim olsam kim haklý gelir? O yüzden takma kafana, ver paraný, yürü yolunda.
-     Ne bileyim biz böyle görmedik atamýzdan, dinimizden. Bize dürüst ol dediler, haksýzlýk yapma dediler
-     Ýyi diyon da yaþadýðýn yerin kurallarýna da uy demediler mi? Bu rüþveti de öyle düþün. Hadi kalk gidelim artýk partiye. Unutma, konuþmayý bana býrak. Sen karýþma.

***

-     Evlat bizim randevumuz vardý Murtaza Beyle. Köyünün muhtarý dersin
-     Buyurun
-     Hoþ geldiniz, muhtar otur hele, sen de kardeþim, otur otur. Nasýl bizim oralar, anlatýn bakalým. Ama dur önce bir çay söyleyeyim.
-     Valla efendim bizim oralar iyidir sayenizde. Yeni cami de bitti. Bir de ocaða doktor ayarlarsanýz tamamdýr. Adýnýzý kimse silemez artýk oralardan
-     Tamam, muhtar tamam hallederiz
-     Efendim bizim geliþ nedenimiz malum. Köyümüzün yaþlýlarýndan Topal Efendi’nin kýzýnýn iþi için geldik buraya. Bu kýzý þehirdeki hastaneye iþe koysak diyorum
-     Ne demek, ben köylüme yardýmcý olmayacaðým da kime yardýmcý olacaðým
-     Efendim üstümüze düþen neyse yaparýz
-     Üstünüze düþen bir þey yok, siz bana kýzýn bilgilerini verin, ben sizi aratýrým
-     Aman efendim çok sað olun
-     O iþ kolay da muhtar, sen de bize seçimde yardýmcý olursun demi. Hani geçen yapmýþtýk ya.
-     Tabi tabi, boynumuzun borcu
-     Topal Efendi’yi kýzýn bilgilerini vermek için sekreterime gönderelim de biz sohbete devam edelim
-     Tabi ki. Hadi Topal emmi.
-     Muhtar, konuþtuðumuz gibi, adamým seni bulacak, emaneti unutmayýn


***

-     Ya muhtar, adamýn bir de günahýný aldýn, bak bir þey istemedi bizden
-     Ah Topal Efendi ah. Ýstemez olur mu? Seni niye dýþarý çýkardý sanýyon
-     Ne diyon ya. Vay be helal olsun. Bu iþler tam rayýna oturmuþ yani, bravo

***

Muhtar ve Topal Efendi ayný yoldan geri döndüler. Ayný bankta oturup soluklandýlar. Bu sefer ikisi de konuþmuyordu. Yabancýlaþtýklarý, ürettikleri bu rüþvet çarkýydý. Bu dünya onlarý, en çok da Topal Efendi’yi rahatsýz etmiþti. Ayný büfeden alýþ veriþ yaptýlar. Köye götürmek için þehir ekmeði ve çikolata aldýlar. Köydeki çocuklar içinse modern oyuncakçýdan birkaç pilli oyuncak aldýlar.
Akþam olduðunda otogara gelmiþlerdi. Partiden beri bir iki mecburu laf dýþýnda hiç konuþmamýþlardý. Otobüse binerken, þehre gelirken yaptýklarý gibi özenli deðillerdi. Takým elbiseleri buruþmuþ, ayakkabýlarý tozlanmýþtý. Topal Efendi’nin kasketi kaymýþ, Muhtarýnsa yorgunluktan olsa gerek suratý iyice düþmüþtü.

***

Topal Efendi Ýç Ses
Allah’ým sana yalvarýyorum. Kýzým iþe girsin. Ömrümü ibadetle geçireceðim. Tek çocuðum o benim. Piþmaným, çok piþmaným diðer çocuklarýmý öldürdüðüm için. Ama gençtim, bakamam sandým. Devlet de izin verdi, kanuni dediler. Nereden bilebilirdim ki senin kanunlarýnla hayatýn kanunlarýnýn ayný olmadýðýný. Þimdi anlýyorum. Bu hayat ayrý, öbür taraf ayrý, þimdi anlýyorum…
Allah’ým sanadýr tüm hayatým. Sana yazar, sana okurum. Dertlerime tek þifa sensin. Ne demiþtin: Bize kavuþacaklarýný ummayanlar, "Bize melekler indirilseydi yahut Rabbimizi görseydik ya!" dediler. Andolsun, onlar kendi benliklerinde büyüklük tasladýlar ve büyük bir taþkýnlýk gösterdiler. Ben de bugün kendi benliðimde büyüklük tasladýysam sana sýðýnýrým...
Biliyorum: Her canlý ölümü tadacaktýr. Ancak kýyamet günü yaptýklarýnýzýn karþýlýðý bize tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaþtýrýlýp cennete sokulursa gerçekten kurtuluþa ermiþtir. Dünya hayatý, aldatýcý metadan baþka bir þey deðildir. Biliyorum. Af diliyorum.

***

Muhtar iç ses
Bahane, her þey bahane. Öyle ki gizlenen sebep bile unutulmuþ durumda…
En iyisi köy, toprak…
Þehir dedikleri insanýn düþmaný…
Bir de utanmadan mezarlýklarý þehrin en güzel yerlerine yapmýþlar…

***

Hayat: Sunum Adý: Anlayanlara ortak iç ses...

Anahtar cümle: Yeni bir sperm ne katarsa yumurtalýða, insan da hayattan onu anlar ancak...

Yeni bir Tanrý ne isterse kullarýndan, onu isteriz ancak

Yeni bir penis ne kadar kuvvetli olabilirse, o kadar kuvvetliyiz

Yeni bir kadýn ne kadar sadýksa, o kadar seviliriz

Yeni olan ne varsa yaðmalayýn ki; yeni olmasýn

Ýstemez kimse yeniyi

Oysa
Her þey yenidir
Her þey deðiþir
Her yaþayan bilir ki
Kör bir yalan yazýcý kadar ünlenmeli
Yýkmalý o en son yargýlarý ve güvenmeli
Sevmeli o þehirleri, ön yargý dolu o boþ þehirleri
Kaçmalý kýrlardan, çiçeklerden
Yaslanmalý mezarlýklara
Hem kim istemez sonrasýz karanlýklarý, sonrasýz olanlardan baþka.
Sormalý her canlý kendine
Nasýl dayanýrým Tanrý olmamaya hem de yaþarken
Anlat bakalým
Sonun ilki olmaya kim dayanýr ey insanoðlu
Beyinsiz bir kambur kadar yaþamalý
Her akþam ayný yoldan ayný saatte geçmeli
Her akþam ayný yere gitmeli
Ve bilin ki yazýldýðý gibi ‘cehalet erdemdir’
Dayanýn ey insanlar gelecek kurtarýcýnýz
Ama size baþka bir kurtarýcý vaat edecek
Dayanýn...
Ve
Yazýn kendi yalanlarýnýzý, nasýl olsa yine siz sileceksiniz...

***

Muhtar ve Topal Efendi köye geldiklerinde gün yeni baþlýyordu. Güneþ her zamanki gibi her evi ziyaret etmiyor, bazý evleri öðlene, bazý evleri akþama býrakýyordu.
Köy meydanýna bakan kahvede henüz hareket yoktu. Ama kahvenin hemen altýndaki bakkalýn önünde çocuklar sýraya girmiþti bile. Oyuncaklarýný bekliyorlardý. Muhtardaki oyuncaklar yetecek miydi?














Modern Oyuncakçýda Çalýþan Ýki Kýz ve Bir Erkek Banka Oturur; Cuma, Saat: 11.30

Formasý ayný tip üç genç, ezbere hareketlerle oyuncakçýdan çýkar ve farklý amaçlarla banka doðru ilerlerler…

Banka otururlar…
Sarý saçlý kýz, ellerini göðsünün üstünde kenetlemiþ bir vaziyette, kýrmýzý saçlý kýzla, mavi gözlü erkeðin birbirine ne kadar yakýn oturduðunu göz ucuyla anlamaya çalýþýyordu…

Sarý saçlý kýz
Ne fark eder ki benim evrenin bu noktasýnda olmam. Yanýmdaki olmasa ne fark eder. Aslýnda sadece benim için fark eder. Yanýmdaki, ben olmasam yanýndakine daha fazla yanaþmaz mý?
Bir þeyler yapmalýyým. Bir þeyleri deðiþtirmeliyim. Deðiþmek için önce neye dönüþmek istediðimi tespit etmeli sonra olmak istediðim halimin özelliklerini araþtýrmalý sonra da taklit etmeliyim. Olmak istediðim halime ancak böyle ulaþabilirim. Yeni halimin özelliklerini bilirsem, öyleymiþim gibi rol yaparak bir süre sonra öyle olurum.
Güçlü bir kadýn olmak istiyorum. Benim için, yanýmdakinin kimliðinin fark etmemesini istiyorum. O zaman hemen þimdi baþlamalýyým rolüme. Yanýmdakini umursamýyormuþ gibi yapmalý, muhabbetlerine katýlmalý, hatta aralarýný yapmaya çalýþmalýyým…
Her an kaybedilebilir ama güvenilir olmak istiyorum. Baþkasýný sevme ve sýr tutma fonksiyonu rolü ile bu özellikleri de zamanla kazanabilirim.
Kardeþim para istemiþti, unutmasam da iþ çýkýþý göndersem…
Dizi dizine deðdi mi ne?
Kaybolmak istiyorum. Bazen þehrin derinliklerinde, bazen anlýðýmda, bazen de beni seven birinin kollarýnda kaybolmak istiyorum. Bunu için de âþýkmýþým gibi davranmak yeterli olur sanýyorum.
Kalbim sýzlýyor. Mavi gözleri o kýza her baktýðýnda kalbim sýzlýyor. Ýntikam almak istiyorum. Bir de gülmüyor mu kýzýn gözünün içine doðru, ölüyorum.
Kýrmýzý saçlarýný yanarken hayal ediyorum…
Garip þey bu hayat. Sen seversin seni sevmezler, seni severler sen sevmezsin. Basit aslýnda her þey; sevmezsen acý çekmezsin.
Bu anlamsýz bakýþmalar, konuþmalar ve gülüþmeler inadýna, inadýna…
Baþým dönüyor. Hayýr bayýlmamalýyým. Çaktýrmadan geriye yaslanmalý, derin bir nefes almalýyým…
Býktým artýk. Yok olmak istiyorum…

-     Ben içeri giriyorum, size afiyet olsun…

Mavi gözlü erkek
Bir yanýmda nefsim bir yanýmda vicdaným. Sarýsý doðruluk meleði, kýrmýzýsý hayat meleði gibi bir þey.
Anlýyorum, tüm oyunlarýný anlýyorum…
Acaba önce kýrmýzýyý tadýp sonra sarýyla yaþlanabilir miyim? Bu tabi ki sarýnýn beni ne kadar sevdiðine baðlý. Kimse aptal deðil…
Anlamadýðým kýrmýzýnýn ten tadý…
Bir kadýnda en önemli þey bence ‘ten’. Kadýn dediðin pürüzsüz ve bebek teni kadar tatlý olmalý. Ama yine de kýrmýzý da kýrmýzý yani…
Gerçi çoðu zaman görünenler aldatýcý oluyor diyorlar ama bir insanýn içi nasýlsa dýþýna da bunu yansýtmasý doðal deðil mi? Derler ya ‘görünüþe aldanmayýn’. Bence bir insan olduðundan farklý görünemez. Kýrmýzýnýn içi yanmýyorsa bana neden öyle bakýyor?
Nasýl yapsam da önce…
-Tamamdýr, görüþürüz…
Þimdi yalnýz kaldýk, çaktýrmadan birkaç temasla anlarým ben…
Evet, karþýlýk veriyor ama sýnýrlý çünkü etraf kalabalýk. Yani kimsenin asla bilmeyeceðine inandýrýrsam ve yalnýz kalabilirsek ikimizin de aklýmýzda bir þey kalmaz. Ýleride keþke demekten kurtuluruz…
- Sen de mi kalkýyorsun, tamam ben de geliyorum…

Kýrmýzý saçlý kýz     
Bilmiyorum. Tek kelimeyle bilmiyorum. Ne yapmalýyým. Ona býrakmamam gerektiði açýk…
Bir kadýnýn bir erkeði sadece zevk için istemesi garip mi?
Böyle desem beni asarlar herhalde…
Ýstiyorum. Onu istiyorum. Beni sarmasýný, tokatlamasýný ve keþfetmesini istiyorum. Bana bakýyor mudur acaba?
O gözlükler nereye baktýðýný resmen gizliyor
Yanýmdaki salak da bana bakacaðýna diðer yanýyla ilgilense kendisi için daha iyi olacak. Gerçi böylesi benim için daha iyi. Bana bakýyor galiba…
- Ben de kalkýyorum…

***

Mesai bitmiþ, sarý saçlý kýzla kýrmýzý saçlý kýz beraber yürüyorlardý. Ayný mahallede oturuyorlardý. Biri bir memur ailesinin kýzýydý diðeri yalnýz yaþýyordu. Yalnýz yaþayanýn ailesi hiç olmamýþtý. Yetiþtirme yurdunda büyümüþ ve okumuþtu. Ýþi de zaten yurt müdürü bulmuþtu…
Mavi gözlü erkek hemen arkalarýnda ve yalnýz yürüyordu. Etrafa bakmýyor sadece karþýya bakýyordu. Babasý pazar esnafýndandý. Kýzlarýn arka sokaðýnda oturuyorlardý.
Mavi gözlü erkeðin babasý, sarý saçlý kýzýn annesi ile zamanýnda iliþki yaþamýþtý. Ama bu iliþki sadece platonikti.
Sarý saçlý kýzýn babasý ise sarý saçlý kýzýn annesini hiç sevmemiþ, babasýnýn zoruyla evlenmiþti. Zaten sarý saçlý kýzýn annesi de kocasýný hiç sevmemiþti...
Kýrmýzý saçlý kýz bir cami önünde bulunmuþ ve polise teslim edilmiþti. Kýzý bulan Hayal Dükkân’ýn ilk sahibiydi.
Kýrmýzý saçlý kýz, sarý saçlý kýzýn babasý bildiði adamla bir fahiþenin çocuðuydu. Fahiþe, kýrmýzý saçlý kýzýn babasýný tabi ki bilemezdi.
Kýrmýzý saçlý kýz, modern oyuncakçýda çalýþan gözlüklü erkeði seviyordu.
Sarý saçlý kýz, mavi gözlü erkeði seviyordu.
Mavi gözlü erkekse, cinsel açýdan kýrmýzý saçlý kýzý istiyor ama sarý saçlý kýzdan hoþlanýyordu.
Gözlüklü erkekse kimseyi sevmiyor. Yaþamaya çalýþýyordu.
Gözlüklü erkeðin dedesi balýkçýydý. Babasý, mavi gözlü erkeðin babasýyla ayný kahveye giderdi.
Sarý saçlý kýz, babasýnýn annesine evliliðin üçüncü haftasýnda tecavüzü sonrasý dünyaya gelmiþti. Bu yüzden olsa gerek, evde kardeþi daha çok sevilirdi.
Kýrmýzý saçlý kýz, saçýný kýrmýzýya boyayalý üç sene olmuþtu.
Gözlüklü erkeðin en büyük hayali yaþamaktý.
Mavi gözlü erkeðin, Nietzsche diye birinden haberi yoktu
Gözlüklü erkek iki iþte çalýþtýðý için o kadar yorulurdu ki, akþam yemeðini yerken bu sonsuz yorgunluktan midesi bulanýrdý, baþý aðrýrdý.
Kýrmýzý saçlý kýz, þu ana kadar bu hayatta en çok yurdun bahçesindeki köpeðin ölümüne üzülmüþtü. Babasýný bilse belki en çok onu severdi.
Sarý saçlý kýzýn annesi, kýrmýzý saçlý kýzý hiç sevmezdi. Zaten kendi kýzýný da yeterince sevmezdi.
Gözlüklü erkek, modern oyuncakçýdan en geç çýkan çalýþandý.


***

Yalnýzlýk; sarý veya kýrmýzý saçlý kýzlarla, gözü olmayan erkeklerin derdi deðil de, nedir?


***


Gözlüklü erkek, balýkçý dedesinin yanýna doðru giderken bir an önce su içmekten baþka bir þey düþünmüyordu. Dedesi dükkânýn dýþýnda onu gülen gözlerle karþýladý. Gözlüklü erkekse hafif bir baþ selamýyla dedesinin yanýndan geçip, dükkânýn içine girdi. Çeþmeye uzandý. Bardaksa sanki 'a priori' þeklinde elindeydi.

Suyu, önce bardaðýna doldurdu
Sonra yavaþ yavaþ yavaþ içti.
Gözleri kapalýydý.
Bardaðýný tekrar doldurmayý hayal ederken,
tüm yaþamý aklýndan geçti...


***


Sarý saçlý kýz evine gittiðinde annesi kapýyý açtý, gülümsedi, gel dedi. Sarý saçlý kýz her aþýðýn yaptýðý gibi önce odasýna gitti. Günün artý ve eksilerini çýkaracaktý. Mavi gözlü erkeðin onu sevdiðine ve sevmediðine dair gün içinde topladýðý verileri, her gün bir kâðýda yazar, karþýlaþtýrýrdý. Bir bakýþ, bazen sevgi bazen nefret hanesine yazýlýrdý. Bugünse, öðle tatilinde, sarý banktan kalktýktan sonra, kýrmýzý saçlý kýzla mavi gözlü erkeðin hemen oyuncakçýya dönmelerini; mavi gözlü erkeðin onu sevdiðine dair oluþturduðu yere bir iþaret olarak yazdý... Bu anlar onun en yalnýz ve en mutlu anlarýydý...
Ýnsanlýðýn en yüce - aslýnda -tek duygusu aþk deðil mi. Ýnsan aþkýný sevdiði ile bile paylaþamaz. Tam tersi aþk yalnýzlýkla doðrulanýr. Aþk iki kiþilik yalnýzlýktýr belki, çoðumuzun içinden geçirdiði ya da zannettiði gibi. Ama aslýnda aþk, yalnýzlýða insanlýðýn bulduðu tek ilaçtýr, içeriði ise steroittir. Sarý saçlý kýz neden tahammül etsin ki kýrmýzý saçlý kýza...
Seven o kadar bencildir ki kimseye tahammül edemez. Gerekirse tüm ömrünü yalnýz yaþamayý göze alýr, tek derdi sevdiði onu aradýðýnda 'ben hazýrým' diyebilmektir. Ýþte o an baþlar asýl yalnýzlýk, çünkü bulamayacaktýr býraktýðý yerde duygularýný. Yalnýzlýk çoktan yaðmalamýþtýr hayatýndaki her þeyi, gerçekte iyi olan budur ama sýradan insanlar anlamaz ve hayatlarý böyle sürüp gider. Mavi gözlü erkek anlayabilecek miydi sarý saçlý kýzý?
Aþkýn tarifini yapabilen varsa yalnýzlýðý da ondan öðrenebiliriz. Bu ikisi sonsuza uzanan ve sürekli kesiþen iki eðri gibidir. Kesiþmedikleri dönemlerde yaþar ancak insan. Sarý saçlý kýz âþýktý da mavi gözlü erkek yalnýz mýydý?

***

Kýrmýzý saçlý kýz, evine geldiðinde sabah açýk býraktýðý banyo ýþýðý tüm gücüyle kýzý selamladý. Televizyonu açtý. Adile Naþit selamlýyordu herkesi. Hemen pijamalarýný giymeli, aþklarýna þerefe demeliydi. Eline bir kitap almalý, belki Nazým'ý belki Nietzsche'yi okumalýydý.
Nedir ki insan? Nedir ki zaman? Sarý bankýn farkýna varmayana insan mý der, kýrmýzý saçlý kýz...
Her nefesi onu hayata baðlýyor, kaderini yeniyor ve hayatýný hayallerinin önündeki engel olmaktan kurtarýyordu.
Gözlüklü erkek bir pas verse ona...

***

Mavi gözlü erkek evine gittiðinde gece olmuþtu bile. Herkes uyumuþtu. O da sessizce odasýna çekildi. Yataða uzandý ve uyudu...

Gece bir vakit kapýlarý çaldý. Yan komþu ölmüþtü...


Komþu Mustafa ölmüþtür...

Gece
Bir sürü borç
Arkada iki çocuk
Bir kadýn
Bir sürü borç
Birikmiþ altý aylýk kira
Geldi geçti iþte
Geldi geçti
Ne güzeldir hayat
Mustafa’nýn öldüðünü seslerden anlayan komþularý için
Aslýnda
Ne güzeldir hayat
Mustafa’nýn karýsý için
Çocuklarý için
Mustafa için
Ne güzeldi hayat...

Mavi gözlü erkek yataðýndan hiç kalkmadý, sadece konuþulanlarý dinledi. Sesler azalýnca tekrar uyudu...




.














Elinde Bir Gazeteyle, Bir Adam Banka Oturur; Cuma, Saat: 12.00


Ne iyi oldu da dýþarý çýktým. Günlerdir evde sýkýlmýþým, þimdi anlýyorum. Bakalým bu gün hangi tarihe ait gazeteyi okuyacaðým. En son üç sene önceki gazete denk gelmiþti elime. Bu iþi keþfettiðimden beri en iyi okumamdý o gazete…
Hým, gazete bu senenin… Ýlk haber neymiþ?
‘Annelerinden üç haftadýr hiç haber alamayan, komþularýnýn getirdiði yiyeceklerle hayatta kalmaya çalýþan dört kardeþ, oturduklarý semtte komþularýn büyük bölümünün dar gelirli olmasý nedeniyle çoðu kez destek alamayýp, bazý günleri aç geçirmek zorunda kaldý.
Dört kardeþin dramý, geçen Perþembe günü, Halkkent Ýlköðretim Okulu beþinci sýnýf öðrencisi Ali Ö.’nün derste fenalaþýp, bayýlmasýyla ortaya çýktý.
Öðretmenleri tarafýndan okulun yakýnýndaki saðlýk ocaðýna götürülen Ali Ö.’nün açlýktan fenalýk geçirdiði anlaþýldý’

Deðiþen hiçbir þey yok bu memlekette. Ne demiþti Demirel ‘açlýktan kim ölmüþ ki’. Büyük adammýþ vesselam. Yoksa bu kadar basit bir þekilde, bu kadar acý bir gerçeði nasýl saklayabilir ki…
Bu eski gazete okuma iþi bazen çok sevimsiz oluyor…
Akþam torunuma mý gitsem? Bana her þeyi unutturuyor bu velet…
Haberdeki Ali’nin de dedesi var mýydý acaba?
Babamýn balýkçýlýk yaptýðý zamanlarda, sabahlarý beni de balýða götürmesi için erkenden kalkmam ve yalvarmam geldi aklýma. Koca denizin ortasýnda, evrenin ortasýnda gibi ve tanrýya inat tutardýk balýklarý. Elma kokulu yenilgiler olmazdý oralarda. Gözyaþým denize akardý. Þimdiki gibi kimseden saklamazdým…
En iyisi balýkçýdan bir balýk almak ve eve geri dönmek…

***

Önce gazeteyi güzelce katlamalýyým. Ayný tuvalete gider gibi katlamalýyým ki diðer elimde balýðý rahatça tutabileyim.
Akþam nasýl bir balýk yemeði yapsam? Çam sakýzlý levrek? Ya da Karadeniz hamsisi varsa, hamsi mi yapsam? Haným kýzýyor gerçi hamsiye, ev kokuyormuþ. Koksa ne olacak ki. Gel de anlat…
- Levrek ver bana, büyüklerinden iki tane yeter.
Hayal Dükkân, boyozcu, oyuncakçý, banka… Oðluma bir uðrasam mý? Ne iyi oldu da ayarladýk bu banka iþini. Üniforma da yakýþýyor þerefsize. Bir de evlense…
Neyse, hýzlýca eve gideyim de balýðýn kremasýný falan hazýrlayayým. Hem çam sakýzý var mýydý, ona da bakarým…
‘Hava aðýr’ demiþti Nazým, bu sabah okuduðum haberden sonra, Nazým’ýn devam ettiði gibi baðýrmak istiyorum. Ama unutmak için baðýrmak…
En iyisi bir de raký alayým…

***

Merdivenler artýk beni zorlamýyor. Dizim iyice iyileþti demek ki. Bu ayna niye bana öyle bakýyorsa. Aynada gördüklerimiz göremediklerimizdir. Kýrýþmýþ bir geçmiþ var yüzümde. Piþmanlýklarým, gezdiðim þehirler, yaþadýðým odalar, garip dertlerim, saklý gözyaþlarým, saklayamadýðým gözyaþlarým, hepsi yüzümde, bu aynada bana bakýyor.
Bazý sabahlar gözümdeki çapaklar o kadar çok olurdu ki bugünkü gibi bütün günümü etkiler, böyle bulanýk ve saçma þeyler görürdüm. Çapak da zaten gözyaþýnýn kristalize olmuþ hali deðil mi? Gece boyunca neye aðlýyorsa gözlerim, sabah aklým hiçbir þey hatýrlamýyordu. O günlerde tek bildiðim ince bir sýzýyla geçen saatlerdi.
Önce balýklarý mý temizlesem…


***

Biraz dinlensem. Bir kahve iyi olur. Bu saatte de televizyonda bir þey olmaz ama…
Son dakika: Bir baba taksimde oðlunu rehin aldý, baþbakanla görüþmek istiyor.
Çam sakýzýna bakmayý unuttum. Beyaz dolaptaydý herhalde. Evet, yeter bu…
Son dakika: Polis, adamý vurarak etkisiz hale getirdi…
Kahve olmuþtur herhalde…
Son dakika: Baþbakan, durmak yok yola devam dedi.
Oysa durmak o kadar güzeldir ki. Belki dimdik, belki yalnýz, belki de güzel bir anýya sarýlýp durmak, o kadar güzeldir ki.
Ben yine eski gazete okumaya devam edeyim. Akþama daha var.

***

Ucuz ve ýslak bir ses gibidir yaþamamak. An gelir bir dert sarar her yanýný, an gelir içinde bir kýpýrtý belirir. Yaþadýðýný veya öldüðünü sanýrsýn. Bu balýklar gibi. Yaþarken yaþadýðýný sanýrsýn, ölürsün kimse anlamaz…
Orada olmayan adamýn filmini kim yapmýþtý. Cohen kardeþlerdi herhalde. Berber Ed’in sigara içiþi ölümünü içine çekiþi gibiydi. Ya o saç üzerine söyledikleri, meþhur sahne. Tam da þu an benim balýklarý temizlerken anladýklarýmý anlatmaya çalýþýyordu…
Galiba en iyisi haným gelmeden ‘A Clock Work Orange’…







***

Kapý zilinin zamanlamasý harika. Tam film bitti kapý çaldý.
- Merhaba
- Buyurun
- Siz bilirsiniz, cenaze için neler yapýyorduk?

***

Adam, belediye cenaze bölümünde ölü yýkama iþinden emekli olmuþtu. Ölüme hep dýþarýdan ve sonradan þahit olmuþtu…
Bebekleri, kadýnlarý, erkekleri, yaþlýlarý, sarý saçlýlarý, kafasýzlarý, siyahlarý, kumrallarý, gözü olmayanlarý, eli olmayanlarý, baþbakanlarý, sanatçýlarý, kimsesi olmayanlarý ve daha bir sürü insan çeþidini yýkamýþtý. Ölenlerin akrabalarý o kadar minnettar olurlardý ki, bahþiþi eksik olmazdý. Bazý aylar bahþiþler maaþýný ikiye katlardý. En çok parayý en çok üzülenler verir, bu yüzden de adam bu paranýn hakký olduðunu düþünürdü… Severdi iþini. Yaþ haddinden yani mecburen emekli olmuþtu. Hani bu iþin özel sektörü olsa, emeklilikten sonra da çalýþacaktý ama yoktu iþte.
Ýnsanlarýn soðuk ve beyaz hallerini gördükçe Tanrýdan daha da uzaklaþýr, Tanrýnýn kendi yaptýðý iþi bile yapamadýðýný düþünürdü. Özellikle bebekleri yýkadýðýnda; Tanrýnýn varlýðý ile ölümün varlýðýnýn çeliþtiðini, tanrý varsa ölmenin anlamsýzlýðýný sayýklar dururdu. Sakatlarý yýkarken ise; öbür dünya diye bir þeyin o büyük Tanrý tarafýndan neden bu dünyada gerçekleþtirilmediðini, o herkesin inandýðý yüce yaratýcýnýn neden insaný yaratmaya ihtiyaç duyduðunu, ihtiyaç duymadýysa yalnýzca ‘bir’ Tanrýnýn olamayacaðýný, hep yaptýðý gibi kimse anlamadan sayýklar ve Tanrýya çaktýrmadan düþünmeye çalýþýrdý. Tanýdýk birini yýkarken önce kendi ölümünü düþünür, bu yüzden daha özenli davranýr ve daha narin hareketlerle yýkardý insanlarý.
Genelde bu isyanlar evde son bulurdu. Hayat, onu her seferinde bu isyandan vazgeçtirirdi. Gerçi sýrf bu isyanlar yüzünden, Turan Dursun okumaya baþlamýþ ve isyanlarýna dayanak bulmaya çalýþmýþtý. Dursun’u kendine, kendini de yanlýþlýklarý düzeltemeye çalýþan Hz. Ömer’e benzetmiþ ve bilmeyenleri, okumayanlarý zavallý ilan etmiþti... Ýnanmadan, ibadet etmeden önce herkesin onun gibi ölü yýkamasý gerektiðine karar vermiþti…
Tanrýya en büyük isyaný, Hayal Dükkân’ýn kurucusu olan ‘babasýný’ yýkarken olmuþtu. Ona baba derdi ama oðlu deðildi. Onu, öz oðlu gibi kollayan, bu kadar inançlý ve temiz bir adam da öldükten sonra, nasýl inanabilirdi ki Tanrýnýn adaletine. Bu hayattaki babasý tam istenilen gibi bir adamdý. Tanrýnýn uygun gördüðü sersem bir sperme, yani hiç tanýmadýðý gerçek babasýna inat, Tanrýya inat ‘baba’ derdi ona. Baba gibi severdi. O, Tanrýnýn bu dünyada istediði gibi bir adamdý. Zaten hiç anlamamýþtý bu ölüm iþini. Bu hayattaki babasý, kanser olduðunu Hayal Dükkânda yýllardýr çalýþan kýz dýþýnda kimseye söylememiþti. Ona da mecburen söylemiþ, cenazede lazým olabileceðini düþünmüþtü. Çünkü kimsenin yapabileceði bir þey yoktu. Tanrýnýn bile yapabileceði bir þey yoktu. Tabi üvey babasýný kanser hastasý yapmak ve öldürmek dýþýnda. Hayallerini, ondan oyuncak alan çocuklarýn hayallerini öldürmek dýþýnda…
Döneminin baþbakanýný yýkadýðýnda ise; zamandan baðýmsýz bir þeyin nasýl olup da zamanýn belli bir anýnda kendi dýþýndaki her þeyi yarattýðýný anlamadý… Bir gün Tanrýyý da yýkayacaðýný belki de çoktan yýkadýðýný düþündü…
Ýþi yüzünden Tanrýya duyduðu umarsýz ve garip Tanrýsal nefret emekli olunca geçmiþti. Bu, ölüme yaklaþtýðýndan mý yoksa Tanrýnýn bu hayat için olduðunu anladýðýndan mý olmuþtu: hiç sorgulamadý. Yaþadý.
Bazen sabah okuduðu gibi haberleri okuduðunda ve Ali Ö. gibi çocuklarý duyduðunda eski günleri hatýrlar, onlarý yýkamak ister ama elinden bir þey gelemeyeceðini bildiði için Allah’a dua ederdi. Belki de sýrf bu yüzden yalnýzca eski gazete okur, kendince zamaný yenmeye çalýþýrdý…

***

Kapýyý kapattý. Mutfaða gitti. Balýklarý temizlemeye karar verdi. Balýkçý temizlemiþti ama yetmezdi. Levrekleri önce bol suyla sonra da teker teker ve en ince ayrýntýsýna kadar temizlemeliydi. Ýki balýk da ayný boyda ayný aðýrlýktaydý. Yalnýzca pullarýnýn tonu farklýydý. Balýklarýn altýna süzgeç koydu ki suyu aksýn…
Balýklarý yýkamaya baþladý…


















Saat: 13.00. Banka, Býyýklarý Alt Dudaðýný Bile Kapatan Hatta Yüzünün Neredeyse Yarýsý Bu Býyýk Denen Tüylerden Oluþan, Kýsa Boylu Bir Adam Oturur…

Býyýklarý alt dudaðýný bile kapatan hatta yüzünün neredeyse yarýsý bu býyýk denen tüylerden oluþan kýsa boylu adam, gözlerini kýrpmadan yerdeki kelebek ölüsüne bakýyor görünüyordu. Ýki bacaðýnýn tam ortasýnda yatýyordu bu kelebek. Adamýn anlayamadýðý; sarý kanatlarýn üstündeki siyah beneklerdi.
Býyýklarý alt dudaðýný bile kapatan hatta yüzünün neredeyse yarýsý bu býyýk denen tüylerden oluþan kýsa boylu adam, sadece duyabiliyordu. Bu duyma, bazen kulakla bazen de elle yani dokunarak oluyordu. Ne koku duyusu ne de görme duyusu vardý, bu býyýklarý alt dudaðýný bile kapatan hatta yüzünün neredeyse yarýsý bu býyýk denen tüylerden oluþan kýsa boylu adamýn.
Etraftaki sesleri istemese de dinliyordu. Býyýklarý alt dudaðýný bile kapatan hatta yüzünün neredeyse yarýsý bu býyýk denen tüylerden oluþan kýsa boylu adam mecburdu: Boyozcunun tezgâh arabasýný sürme sesine, insanlarýn yürüme sesine, balýkçýdaki müþterinin pazarlýk sesine, kelebeðin ölüm sesine…
Býyýklarý alt dudaðýný bile kapatan hatta yüzünün neredeyse yarýsý bu býyýk denen tüylerden oluþan kýsa boylu adam, bu seslerden vazgeçti…
Býyýklarý alt dudaðýný bile kapatan hatta yüzünün neredeyse yarýsý bu býyýk denen tüylerden oluþan kýsa boylu adam, kendisine benzettiði sarý banktan kalktý…
Saat 13.02’ydi…
Sessizce, kimseyle herhangi bir temas kurmadan evine yöneldi…
Evi, tabutu olacaktý… Karar verdi…

Saat: 13.02

Býyýklarý alt dudaðýný bile kapatan hatta yüzünün neredeyse yarýsý bu býyýk denen tüylerden oluþan kýsa boylu adamýn, banktan kalkmasýyla çöpçünün sarý yapraklarla beraber kelebek ölüsünü de temizlemesi arasýnda otuz saniye vardý.
Çöpçü, her gün birkaç sefer bu bankýn çevresindeki çöplükleri temizlerdi. Mevsim bahar olduðundan yapraklar insanlarca çöp olarak algýlanýr, çöpçüye de onlarý süpürmek düþerdi. O da bugün sarý kanatlý kelebeði yaprak olarak algýlamýþtý; çok muydu?
Bankýn çevresi, Hayal dükkânýn önü, bankanýn önü, kaldýrýmlar, en son da Kader Sokak… Hemen her gün hep ayný sýra izlenirdi çöpçü tarafýndan. Yýllarýn emektarý bu çöpçü, titizliði ve iþine baðlýlýðý sayesinde herkesin saygýsýný kazanmýþtý. Herkes onu yalnýzca uzaktan sayardý…
Çöpçü için bugünün diðer günlerden bir farký yoktu…


Saat: 13.22, Cuma…

Ýnsanlar gelip geçiyordu. Doðar doðmaz içgüdüsel bir yöneliþle denize giden kaplumbaðalar gibiydiler. Nedense banký sanki özenle boþ býrakýyorlardý…
13.23: Çarþaflý bir kadýn olabildiðince hýzla bankýn önünden geçti…
13.23.35: Üç çocuk bankýn üstünden geçti…
13.24: Balýkçýnýn oðlu bankaya doðru giderken, bankýn arkasýndan geçti…
13.32: Bir böcek bankýn altýndan geçti…
13.32.17: Siyah bir kedi, çaktýrmadan ve sinerek bankýn yanýndan geçti, balýkçýya doðru yöneldi…
13.48: Bankanýn güvenlik görevlisi bankýn arkasýndan geçti…
13.50: Bankanýn güvenlik görevlisi, elinde siyah ve dolu bir poþetle bankýn önünden geçti…
13.50.09: Sarý bir serçe, bankýn balýkçý tarafýndaki sýrt dayama kýsmýnýn köþesine kondu
13.50.10: Sarý serçe uçtu…
13.53: Banktan baþka hiçbir þeyin duyamadýðý hafif bir rüzgâr esti…
13.54: Kör bir adam, sopasýyla banký yoklayarak arkasýndan geçti…
14.00: Hýzlý adýmlarla zabýtalardan kaçan bir simitçi bankýn üstünden geçmek zorunda kaldý…
















On Ýki Yaþýnda Bir Çocuk Banka Oturur, Saat: 14.38

Mehmet nefes nefese kalmýþtý. Camiden geliyordu. Oradan hayýr çýkmamýþtý. Ýki haftadýr pek bir hayýr çýkmýyordu zaten…
Baþýný ellerinin arasýna aldý, arkaya yaslandý, gökyüzüne baktý… Aniden yerinden kalktý. Banka oturmasýyla kalkmasý arasýnda bir nefes kadar zaman ancak geçti. Cesaretini topladý, arkadaki Hayal dükkâna yöneldi. Hýzlý yürüyordu. Kapýyý açtý, içeri girdi. Ýçeride bir kýz vardý. Mehmet, baþýný öne eðdi…

-Benim iþe ihtiyacým var
-Maalesef bizim iþçiye ihtiyacýmýz yok
-Anlamadýnýz, ben sürekli bir iþ istemiyorum
-Nasýl yani?
-Bugünlük bir iþ istiyorum. Yerleri silerim, çöpünüzü atarým, sipariþlerinizi alýrým, ne isterseniz yaparým
-Bunlarý ben yapýyorum zaten
-On liraya ya da bir akþam yemeðine yaparým
Kýz konuþmadan olmaz anlamýnda baþýný sallar
-Ne olur, size yalvarýyorum
Kýz konuþmadan baþýný sallar
Mehmet, yere bakan baþýný kaldýrýr ve kýza bakar, hiçbir þey demeden arkasýný döner, dükkândan çýkar…
Dükkânýn sahibi Deniz Merve Sarý konuþulanlarý duymuþtur. Yanýnda çalýþan kýzý çaðýrýr…
-Ne diyor o
-Ýþ istiyormuþ
-Yazýk…

***

Mehmet dükkândan çýkar, bir daha buralara gelmeyecektir… Ne o camiye ne bu banka ne de Hayal dükkâna bir daha gelmemelidir. Her zamanki gibi utanýr. Parasýnýn olmamasýndan, muhtaç olmasýndan, güçsüzlüðünden utanýr; zaten bu çaresizlikler yüzünden bir çalýþtýðý yerde bir daha çalýþmaz, bir kere reddedildiði yere bir daha gitmezdi… Burada da hem camide hem de Hayal dükkânda iþ ve aþ bulamamýþtý…
Siyah gözleri esmer tenine hiç bakamamýþtý ki Mehmet’in… Mehmet’in anladýðý ölümü, hayatýnýn anladýðý ise kýzýlcýk sopasýydý…
Mehmet bir gün bir yerde ölecekti, herkes biliyordu. Bunu kimse önemsemeyecekti. Bazýlarý anlamayacaktý, bazýlarý bilmeyecekti, çoðu görmeyecekti. ‘Yazýk’ olacaktý Mehmet’e…

***

Mehmet Kader sokaðýn içine yöneldi. Ne yapraklarý ne de sarýlýklarýný anlamadý. Yürüdü. Bu yol onun yoluydu…

















Yüzünün Bir Tarafý Kulaðýndan Aðzýna Kadar Býçak Yarasý Olan Bir Kadýn Banka Oturur, Saat: 14.59

Garip bir þey bu dünya.
Anýlar üzerine kurulu bir hayattýr insanoðlu.
Sonrasýz bir yalnýzlýk denemesinin kobayý gibi yaþadým. Öyle yaþattý bu hayat beni.
Kendine sordu:
Nasýl yaþanýr bu dünyada: yalnýz, boþ, gerzekçe, aristokrat, dürüst, gözleri kapalý, arkasý dönük, yalnýz, gözü yaþlý, burun havada, dilenerek, aç, yan gelip yatarak, yalnýz, çoluk çocukla, çalýþarak, yalnýz, ikiyüzlü, amacýn olduðunu zannederek, tanrýya taparak, yanarak, yalnýz, kral gibi, cariye olarak, namaz kýlarak, makineleþerek, el öperek, yalnýz, etek yalayarak, ölerek, seviþerek, bakire, yalnýz, gülerek, samimi, tokalaþarak, âþýk olarak, yalnýz, aileyle, oyun oynayarak, savaþarak, yazarak, yalnýz, okuyarak, kitap yakarak, adam asarak, yalnýz, köle gibi, kendini efendi sanarak, âþýk, salakça, yalnýz, yalnýz, sürünerek, yalnýz, bayat, yalnýz, yalnýz, tesadüfen, yalnýz, yalnýz, yalnýz, biri gibi, herkes gibi, elleri kelepçeli, özgür, yalnýz...

***

Leyla, seksen darbesinde iþkencelere maruz kalmýþ, hapisten çýktýktan sonra yurt dýþýna kaçmak zorunda kalmýþ eski bir komünistti. Þimdilerde ise yalnýzca kendi yaþamýný sorgulayan bir kadýna dönüþmüþ ve bu duruma savunmalar üretir halde ama yalnýz yaþar dururdu…
Eskiden düþündüklerini ve geleceði düþünmek istemiyor, yalnýzca günü ve aný yaþamak için çalýþýyordu. Bu yüzden de yalnýzdý...

***

Tam burasý sýnýrdý. Evet, tam burasý, tam bu bank sýnýrýmýzý oluþturuyordu. Faþistler ve biz. Mahalleyi bölmüþtük de dünyayý ve hayatý paylaþamamýþtýk...
Ben kimseyi öldürmedim Allah’ým. Yine de affet beni. Yýllar sonra buraya ancak tesadüfen gelmiþ olabilirim. Baþka ne olabilir ki?
Yaralý bir tanrý gibiydim o zamanlar. O zamanlar yalnýzca insandým, gençtim, kýzdým, âþýktým, ellerim buruþmamýþ, beynim teslim olmamýþtý.
Yaram sýzlýyor, yaðmur yaðdý ya dün gece, yaram sýzlýyor. Üþütmeden evime gitsem mi? Soðuk da deðil ama…














     





Saat: 15.15

Güneþ, banký eþit olmayan bir þeklide ikiye bölerek girdiði bulutun arkasýndan çýkar…
Saat: 15.16: Bankýn üstündeki karýnca güneþe doðru yönelir…
Saat: 15.17: Bir adam simit yiyerek bankýn arkasýndan geçer…
Saat: 15.20: Elinde koca bir yemek tepsisiyle bir garson bankýn arkasýndan hýzlýca geçer…
Saat: 15.20.54: Bir kedi bankýn altýndan geçer…
Saat: 15.23: Yüzünde bir maskeyle, annesinin elini sýkýca tutan bir çocuk bankýn önünden geçer…
Saat: 15.30: Sarý saçlý, uzun boylu, oldukça güzel bir kýz bakýn arkasýndan cep telefonuyla konuþarak geçer…
Saat: 15.30.03: Bir adam bankýn önünden geçer…
Saat: 15.39: Beþ çocuðun ikisi bankýn önünden, ikisi arkasýndan, biri de üstünden geçer…
Saat: 15.47: Balýkçý bankýn arkasýndan hýzlýca geçer…
Saat: 15.48: Ýki polis bankýn önünden geçer…
Saat: 15.53: Balýkçý bankýn önünden yavaþça geçer…
Saat: 15.59: Balýkçýnýn oðlu bankýn önünden geçer…
Saat: 16.02: Karýnca banktan yere ulaþmýþtýr…
Saat: 16.02.45: Güneþ banký terk eder…





Saat: 16.05

Ýki adam banka doðru yaklaþýr…
Adamlardan biri tam bankýn önünde durur. Diðeri ise uzaklaþýr. Elinde teodolit yani yol ölçüm aleti vardýr…
Bankýn yanýndaki, elini havaya kaldýrdýðýnda diðer adam durur. Bankýn yanýndaki teodolitten bakarak, diðer adama havadaki sað eli yardýmýyla yön vermeye baþlar…
Yaklaþýk beþ dakika bu yön verme iþlemi sürer. Sonrasýnda ise uzaktaki adam bankýn yanýna gelir…

***

Bankýn arkasýný göstererek…
-Bunlarýn ruhsatý var mý ki?
-Bazýlarýnýn yok. Olanlarýn bazýlarýný da bu yol halk yararýna olduðu için istimlâk ederiz. Dere de sürekli taþtýðý için mazeretimiz olur.
-Mazeret?
-E ne yapacaksýn, bu iþler böyle. Hem bu yol çok lazým bize. Ulaþým çok rahatlayacak
-Ne zaman baþlar bu iþ?
-Burayý niye bu kadar önemsedin ki?
-Bu mahallede bir tanýdýðým oturuyor da
-Ne kadar tanýyorsun?
-Arkadaþým
-Akraban, annen baban deðil yani
-Deðil, biliyorsun ki kimse akrabalarýný seçemez ama arkadaþlarýný seçebilir ve bu yüzden de benim için dostlarým daha önemlidir…
-Bu dünyada seçebildiðimiz bir þey olduðuna inanýyorsun yani. Senin bu kadar saf olabileceðini düþünmezdim. Dostlarýný seçebildiðini nereden çýkardýn, anlamadým. Bu dünyada seçtiðimiz tek þey; ölmemek…
-O iþin felsefi boyutu. Pratikte sürekli seçim yapmýyor muyuz? Domates alýrken, evlenirken, araba alýrken, yemek yerken, seviþirken, hatta osururken bile en azýndan bazen osurma zamanýmýzý seçmiyor muyuz?
-Bence sadece seçtiðimizi sanýyoruz. Bir yaratana inanan sen, nasýl olur da seçim hakkýmýz olduðunu düþünürsün, anlamadým…
-Sen de her konuyu buna baðlamasan olmaz…
-Seçmek iþlemi öyle kolay deðil. Seçebilmek için bilmek gerekmez mi? Ýnsanýn bu dünyada bildiði ne ki?
-Ya tamam neyse, ne zaman yýkýlacak burasý. Burada, Hayat apartmanýnda benim hayatýmý borçlu olduðum bir kadýn oturuyor. Ölen kocasýnýn böbreðini bana baðýþladý da ben hala yaþýyorum. O yüzden benim için önemli burasý…
-Pazartesi sabaha karþý ilk ekip gelir herhalde. Öyle konuþuyordu baþkan bu sabah. Zaten bu kaçýncý ölçüþümüz burayý. Burada kimse inanmýyor artýk bize ama bu sefer ciddiler, yýkacaklar…
-Ben hemen kadýna haber vereyim…
-Bence de haber ver, ama baþka kimseye söylemsin ki ekipler dirençle karþýlaþmasýn…

***

Ýki mühendis banka oturmadan ayakta konuþmuþ ve iþlerini yapmýþlardý. Biri siyah pardösülü, biri sarý hýrkalýydý. Ýkisi de insan, ikisi de yalnýzdý…

***

Tabula rasa yalnýzlýðý bizimkisi
Ne yazdýysak birbirimizin alnýna onu yaþýyoruz…





















Saat: 16.12

Garip bir bekleyiþ vardý. Anlamsýz, kaba, saygýsýz…
Her hayatýn her hücresiyle bu dünyaya baðlý olduðunu düþünürsek: Ufak bir deðiþikliðin bile dünyayý deðiþtirdiðini veya baþtan yarattýðýný kabul etmemiz gerekmez mi?
Ýki mühendis arasýnda geçen bu konuþmadan sonra da deðiþim þart olmuþtu. Ýlk önce deðiþimin ilk aþamasý yani psikolojik aþamasý gerçekleþecek sonrasýnda gelen engellenemez eylem aþamasý ile yeni bir bank, yeni bir mahalle, yeni bir dünya oluþacaktý… Tabi anlayana...
Bu konuþmaya sadece sarý bank þahit olmuþtu ama önemli olanýn ‘duymak’, ‘algýlamak’ olduðu bir dünyada ne bu kadar savaþ, ne bu kadar din ne de bu kadar garip bir Tanrý yani hayat var olurdu…
Bu konuþmanýn yarattýðý hüzün bir sis bulutu halinde mahalleye çökecek ve etkilerine derhal baþlayacaktý…
Banka oturanlar belki farklýlaþacak belki de baþladýklarý yere döneceklerdi… Bankýn deðiþimi üstüne oturanlara yansýyacaktý, bu kaçýnýlmazdý. Ama bu deðiþimin bu aþamada zamanla ve oturanýn cesareti yani þartlarý ile ilgisi olduðu da yadsýnamazdý…























BÖLÜM: 3


Sedat, Banka Oturur; Cuma, Saat: 16.28

Ýç ses

Nasýl sorusu ile baþlar aslýnda her hayat. Nasýl?
'Nasýl oldu da ben böyle oldum' dediðim andý ilk göz açýþým. Etrafta garip bir sessizlik vardý. Sarý bir bankta oturuyordum. Bir banka reklamýna yaslanmýþtým. Týrnaklarým bir yazýyý kemiriyordu.
-Okan, Merve'yi seviyormuþ.
Bu yazý ellerimi daha da yalnýzlaþtýrdý. Nasýl sorusu daha da anlam kazandý.
'Okan'ýn Merve'yi sevmesi þu an bana baðlýydý. Benim týrnaklarým olmasa Okan Merve'yi sevemezdi. Ayrýca Okan Merve’yi niye seviyordu ki? Okan olmazsa Merve de olmazdý. Benim týrnaklarým olmazsa bu aþk hiç olmazdý. Merve olmasaydý Okan onu sevemezdi. Öyleyse Okan, kendini seviyor. Yani, Okan Merve’yi deðil onun özelliklerine sahip her hangi birini de sevebilirdi. Örneðin, Merve Okan’da bir patlýcan yemeðinin yarattýðý hisleri yaratýyorsa: Okan bir patlýcaný da ayný þekilde sevebilir miydi? Peki, Okan Merve’yi sevmeden yaþayamaz mýydý? Bu patlýcana yani Merve’ye olan ihtiyacýna baðlý deðil midir? Diye düþündüm durdum...

***

Ellerimi yüzümden çektiðimde çoktan o banktan kalkmýþtým. Ayaklarým bir þeyleri eziyordu, otuz altý yaþýndaydým. Ancak anlayabiliyordum yapraklarý, sarýlýklarýný. Bir çöpçü omzuma dokundu. Islaktý, çöp kokuyordu.
-Çekilsen de þu yapraklarý temizlesem...
Çekildim. Ta baþladýðým yere kadar. Ayaklarýmýn yapraklarý çiðnerken çýkardýðý sesi daha iyi anladým. 'O ses sadece aþkýn deðil ekmeðin de sesiymiþ' diye düþündüm. Farkýnda olmanýn dayanýlmaz mutluluðu ile tekrar yola koyuldum. Her adýmým diðerinden farklýydý. Ya da bana öyle geliyordu.

***

Oysa nasýl bir baþlangýç bu hayatý anlar. Nasýl yaþanýr bu dünyada. Nedir doðumlarýn anlamý...
Doðum dediðim…

Dairesel yalnýzlýklar bütünü?
Kýrýntýlarýn bir araya geliþi?

Olasý yanýlgýlarýn temeli?
Tasa mucidi?
Vazgeçiþ?

Kurallar bütününe hizmet?
Sistem doðrulayýcý?
Son?

Nedir bu ellerin doðmasýnýn ve yaþamasýnýn nedeni, nedir?
Ellerimi yüzüme kapadým…

***

Artýk ruhumda üç günlük sakalýn býraktýðý daðýnýklýktan baþka þeyler de vardý. Yürüdüðüm bu yol artýk benimdi. Benden baþkasý bu yolu benim gibi anlayamazdý.

***

Þehrin tam ortasýndaki evimin sarý renkli kapýsýný açtýðýmda, yüzüme ufak sandýðým bir yalnýzlýk çöktü. Iþýðý yaktým. Her þey ayný gibiydi. Tam karþýmda üst üste dizilmiþ giysiler vardý. Sanki her giyside farklý bir ben vardý. Ýçeri girdim, mantomu en üste koydum. En son, bu ayaklarýma kadar uzanan siyah pardösüyü giymiþtim. Bütün giysilerimi kapladý bu siyah pardösü.
Radyo açýktý. Kapattým. Iþýðý da söndürdüm…

***

Tahta ayaklarý olan metal masamýn siyah sandalyesine oturdum. Sandalye gýcýrdadý, sustu. Karanlýktý. Sessizlik yaðmalýyordu her þeyi. Kaleme uzandým. Kâðýt, zaten hep kalemin altýndaydý. Kitabý kâðýdýn altýna koydum. Cevap bekleyerek yazmaya baþladým…
Bu eller ancak yaþayacaklarýma yakarýr. Sevmemeliyim hiçbir þey uðruna. Yaþamalýyým insan adýna. Nasýl oluyor da sen yokken ben var oluyorum. Hem senin insan dediðin, sana göre kanalizasyondaki bok deðil midir? Oysa tapmadý mý bu yaratýklar sana, hem de sana raðmen. Korkmadý mý senden, sevmedi mi seni? Beni bana göndersene. Yak beni, yýka veya. Sevdir ve öldürme beni. Nasýl dayanýrým senin varlýðýna. Katilin ben olacaðým…

Tanrýnýn suskunluðunu not etme çabasý olarak düþündüm. Gülümsedim. Iþýðý yaktým. Dýþarýda yine hüzün yaðýyordu. Böyle yaðmaya devam ederse þehir evlere çekilecek, herkes benim yaptýðýmýn bir benzerini yapmaya baþlayacaktý. Uyumaya karar verdim…

***

Sabah zille uyandým. Kapýyý açmadým. Zaten zil de bir kere çalmýþtý. Yatakta doðrulurken aklýmda nedense kýrmýzý yapraklý bir yoldan baþka bir þey yoktu. Kapýyý açtýðýmda yerde bir zarf duruyordu. Bu benim hayatýmdaki ilk mektubumdu. Açmasam mý, diye düþündüm. Durup dururken bu mektup niye gelmiþti ki. Gönderen kýsmýnda hiç tanýmadýðým bir isim yazýyordu. Alýcý yazmýyordu. Pul da yoktu. Yalnýzca adres vardý. Hayat Apartmaný, No: 9, Kat: 5…
Evet, evet daire numarasý yazmýyordu. Belki de postacý yanlýþlýkla benim kapýma býrakmýþtý. Evet, evet bu mektup kesinlikle karþý daireye aitti. E o zaman açmamam gerekirdi. Mektubu tahta ayaklý metal masamýn üstüne, dün gece insanlaþmak için yazdýðým saçmalýklarýn yanýna býraktým.
Bir yandan evden çýkmaya hazýrlanýyor bir yandan sürekli düþünüyordum. Bu mektup ya benimse ve içinde onarýlamaz yalnýzlýk duyguma bir çare varsa. Ya güzel gözlü o kýzdansa bu mektup. Ne bileyim, belki de açmam lazým. Evet, kesinlikle açmalýyým. Bana ait olmama ihtimaline karþý özenli bir þekilde açmalýyým.
Çaydanlýktan gelen buhar sesi bazý sabahlar yalnýzlýðýmý bazý sabahlar hayatý hatýrlatýrdý. Bu sabah ise mektubu açmam gerektiðine ikna etti. Bütün günümü bu mektuba ayýrmalýydým. Ýþ yerini aradým. Sesime biraz buðu katarak; hasta olduðumu, bugün gelemeyeceðimi söyledim. Telefonu kapattýðýmda tüm dertlerimi garip bir heyecan kapladý.
Tahta ayaklý metal masamýn siyah sandalyesine oturdum. Mektubu elime aldým. Garip Sokak, Hayat Apartmaný, No: 9, Kat: 5. ...
Adres, daire numarasý yazmamasý dýþýnda doðruydu. Bir de þu ‘no’ yerine ‘numara’ yazsa ne güzel olurdu diye düþündüm. Gönderen kýsmýnda ‘Deniz Merve Sarý’ yazýyordu. Böyle bir ismi hiç duymamýþtým. Mektubu o kadar özenli açtým ki bana ait deðilse aynen kapatabilirdim. Okumaya baþladým…

‘Sana karþý bir þeyler hissettiðimi ama bunun ne olduðunu bilmediðimi ve bunu sorgulamadýðýmý öðrenmiþtin. Ama seni daha çok görmeye baþladýktan sonra duygularýmý anlamaya karar verdim. Bu kötü bir karardý. Sanki her sokak sana çýkýyor, her dert seninle þifa buluyordu. Kokunu her yerde tanýr olmuþtum. Kendime seninle dolu sanal bir dünya yaratmýþtým.
Oysa benimle olmayan bir aþkýn beni bitireceði açýktý. Hep öyle olmuþtu. Seni içimde çoðaltmamak için bilinçli ya da bilinçsiz engeller koymaya çalýþtým. Bu engelleri bazen sende, bazen kendimde aradým. Aptalca þeyler yaptým.
Tüm bunlarýn nedeni; senden karþýlýk gelmeyeceðini sanmamdý. Aslýnda istediðim karþýlýðý, aþkýn doðasý gereði hiçbir zaman bulamayacaðýmý biliyordum. Yetmeyecektin bana. Kim kime yetmiþti ki. Ýlk kim âþýk olursa en çok o acý çeker, derler. Belki de bundadýr.
Yani, artýk mümkün olduðunca seni görmemeye, duymamaya, koklamamaya çalýþacaðým. Bunun ancak bir daha ki sana kadar mümkün olduðunu biliyorum. Ama aklýmýn bir köþesinde, senin sayende ve seninle kalbime yazmaya çalýþtýðým þu cümle hep olacak.
‘Ben hayatta en çok beni seveni seveceðim’
Elveda
Hayatýn...’
Not: Bu mektup bu zamana ait deðildir...
Deniz M. Sarý, Dert Sokak, Hüzün Apartmaný, No: 3, Kat: 1

Ýki sokak ilerdeydi bu Hüzün apartmaný. Garip Sokak, Kader Sokaðý, Dert Sokak…
Garip bir mutluluk kapladý içimi. Mektup bana ait deðildi. Ama ben okumuþtum. Ýlk ben okumuþtum. Karþý komþum erkek olduðuna göre bu mektup ona ait olabilir diye düþündüm. Karþý komþum gibi cevap vermeye karar verdim. Öyle veya böyle mektup benim kapýmdaydý. Mektubu tekrar okudum. Kararým kesindi. Mektubu ezberleyene kadar okudum...
Peki, geçmiþi bilmeden cevap yazabilecek miydim? Geçmiþ dediðin bir kaç basit ‘an’dan ibaretti. Ama o ‘an’larda sever, o ‘an’larda yaþardýk; biliyordum...
Kendimi düþündüm. Kendi ‘an’larýmý. Her yerde kimsesiz ayak izlerim ve dertsiz ve yarýnsal ve bengisel. Oturduðum zaman diliminde kýç izlerim, ‘en’lerle dolu egom. Hep yok olmayý istedim, yok olmayý. Hangi ‘an’larý fark ettim de buradayým. Hangi ‘an’larý hala yaþýyorum. Bilmiyorum.
Kimsenin ‘an’larýný anlayamam, kimse kimsenin ‘an’larýný anlayamaz. Hem mektuba verdiðim cevap bana yetecek miydi? Sonrasýný istemeyecek miydim? Riske girmeye deðer miydi? Deðerdi ama ya çuvallarsam diye düþündüm. Karar deðiþtirdim. Cevap vermeyecektim.
Deniz. Evet, Deniz. Ne güzel söyleniyordu, Deniz. Deniz’i tanýmaya ve peþinden koþmaya karar verdim. Nasýl olsa adresini biliyordum. Mektup da asýl yerine ulaþmadýðýna göre, þansým vardý. Hatta bu mektuba cevap alamayan Deniz’in hayal kýrýklýðýný ve nefretini kullanabileceðimi bile düþündüm. Ne kaybederdim ki zamandan baþka. Bir elimin iki parmaðýyla iki gözümü kapattým. Kafamda tekrar eden piþmanlýklardan baþka bir þey yoktu. Bu piþmanlýk dolu anlarýma yeni anlar eklemek istemedim. Hem, Deniz beni mektuptaki kadar sevmese de olur. Ben onu onun karþý dairedeki adamý sevdiði kadar ve kendim gibi sevsem bana yeter diye düþündüm.
Bu ne hýzlý bir gündü. Ne çabuk hava kararmaya baþlamýþtý. Bu gece uyuyabilecek miydim? Karným da açtý. Açýk bir yerler bulmak umuduyla dýþarý çýkmaya karar verdim. Sürekli Deniz’i düþünüyordum. Yalnýzca bir mektuba bakarak nasýl bu kadar etkilenebilirdim? Bu saçmalýktý. Ne diyordu Deniz ‘ben hayatta en çok beni seveni seveceðim’. Ne güzel diyordu. Belli bir eðitim seviyesi olduðu belliydi. Ne de olsa herkes Can Yücel’i bilmezdi. ‘Ben hayatta en çok babamý sevdim’ dememiþ miydi, Can Yücel. Belli ki Deniz, babasý kadar güvenebileceði bir sevgili istiyordu. Aslýnda sevgiliden çok, eþ istiyordu bence. Her kadýn babasýný ararmýþ ya. Acaba neyi arar kadýnlar? Babalarýndaki güveni mi, otoriteyi mi? Aslýnda ikisi de ayný þey deðil mi?

Ben bir þeyler yemeye çýkmamýþ mýydým?

Bu þehir bu akþam daha bir düþünceliydi. Herkesin, her þeyin kafasý karýþýktý. Karýþýk iþlerdi zaten bu hayat iþleri, bu aþk iþleri. Karýþýktý iþte, karýþýk, karmakarýþýk. Öyle olmasa bu þehir bu gece bu kadar sessiz olur muydu? Tek duyduðum ses, sarý üniformalý çöpçünün aðaç yapraklarýný temizleme sesiydi. Nedense o sese doðru yöneldim. Çöpçü kendi kendine söyleniyordu. Tüm þehir onu dinliyor gibiydi. Yürümeye devam ettim. Ayaklarým yapraklara kavuþtuðunda çöpçü sustu. Koþmaya baþladý...

Benim karným aç deðil miydi?

Garip bir tesadüf isteðinden baþka bir þey deðildi bu gece dýþarý çýkýþým. Bu çöpçü, bu yapraklar, hep burada deðiller miydi? Deniz’le karþýlaþmayý mý umuyordum? Mektubu okuduðum andan sonraki hayatým bu umutla mý geçecekti? Deniz’in yaptýðý gibi ben de mi engeller koyuyordum? Tanrýsal, rastlantýsal bir aþk umudu, engellerin en büyüðü deðil miydi? Umut aþkýn en büyük düþmaný deðil miydi?

Çöpçünün de karný aç mýydý acaba?

Ýþimi kaderime býrakmamaya bir kez daha karar verdim. Yarýn hafta sonuydu, iþe gitmeyecektim. Adresi biliyordum. Ama nasýl bir yöntem izlemeliydim? Eve dönmüþtüm bile, karným hala açtý, gece yaklaþýyordu, yataða girdim, uyumaya çalýþtým…
Uyuyamadým. Kalktým. Mektubu yýrttým, çöpe attým, unuttum, uyudum…
Horul horul uyudum...

















Deniz Merve Sarý Banka Oturur; Cuma, Saat: 16.38

Ýç ses

Yaslanmalý bir þeylere. Bazen bir adama, bazen bir yýlana. Aslýnda yalnýzca hayata yaslanmalý. Ne pahasýna olursa olsun yaþamalý. Týrnaklarýnla yapýþmalý hayatýn soðuk duvarlarýna. Týrnaklarýn ne kadar güçlüyse o kadar yaþarsýn.
Bir kadýn ancak yalnýzlýðýna yaslanabilir. Zaten bu memlekette kadýn dediðin; doðarken yalnýzdýr, büyürken yalnýzdýr, severken yalnýzdýr, seviþirken yalnýzdýr, doðururken yalnýzdýr, dayak yerken de yedikten sonra da hep yalnýzdýr...

***

Yalnýzlýðýný fark edebilmek?
Mutluluk mu getirir, dert mi?
Oysa var mý varlýðýmýzýn yalnýzlýktan baþka bir anlamý? Arar dururuz bir ömür boyu. Bulduk sanýrýz, ölürüz.
Ne mutlu sondur yalnýz ölmek.

***

Kadýn dediðin kýrbaçlanýrken doðurandýr.


***

Ne zaman okumuþtum bu cümleyi. Hatýrlamýyordum. Hangi anlarda ve niye aklýma geliyordu bu cümle; Bilmiyordum.
Yine ayný cümle, yine ayný onarýlmaz yalnýzlýk duygusu, yine ayný kader.

***

Geriye doðru yaslandým. Ne kadardýr burada oturuyordum, önemi yoktu. Ne bu bank, ne bu zaman yabancý deðildi bana. Her gün önünden geçiyordum bu sarý bankýn. Çocukluktan beri buralarda yaþýyor, buralarda ölüyordum. Ama ilk defa oturmuþtum bu banka. Ýlk defa bu ben vardý, bu bankta.
Kafamý kaldýrdýðýmda insanlarý gördüm. Gelip geçen insancýklarý gördüm. Kimi koþuyordu, kimi topallýyordu. Kimse farkýnda deðildi. Ya da ben herkesin farkýndaydým. Kusursuzluk buydu. Fark etmekti. Anladým… Banktaki yazý dýþýnda her þeyi fark ettim…

***

Gitme vaktimin geldiðini hissettim. Banktan kalktým. Yürümeye baþladým. Ayaklarýmýn altýndaki yapraklarýn rengini hiç merak etmedim. Amacým bir an önce eve gitmekti. Yaþlýca bir adam yaklaþtý. Yerdeki yapraklarý süpürüyordu. Korktum. Otuz altý yaþýndaydým. Hýzlandým. Arkama baktýðýmda, çöpçü yapraklarýn hepsini toplamýþtý. Yapraklarýn yarýsý sarý, yarýsý kýrmýzýydý. Anladým…


***

Ateþ olmalý insanýn ruhunda
Yakmalý kendini
Yýkamalý tüm dünyayý
Sevmeli, seviþmeli
Dert olmalý kaderinde
Yaþamalý
Yaþamalý
Yaþamalý
Ateþ olmalý insanýn ruhunda
Acý olmalý
O ateþ ki…
O acý ki…
Anlayana dert olur, zevk olur…

***

Artýk ruhumda üç günlük yalnýzlýðýn býraktýðý daðýnýklýktan baþka þeyler de vardý. Yürüdüðüm bu yol artýk benimdi. Benden baþkasý bu yolu benim gibi anlayamazdý.

***

Þehrimin en yalnýz evinin en yalnýz odasýna girdiðimde fesleðen beni selamlýyordu. Evimin en masum yeriydi bu portmanto, üstünde fesleðen. Elimi uzattým, fesleðeni okþadým. O da beni okþadý.
Garip bir sessizlik vardý. Radyoyu açtým…

***

Genelde unutmadýðým küçük þeyleri hatýrlamak için, buzdolabýnýn üstüne sarý küçük kâðýtlar yapýþtýrýrdým. Fesleðenin bende yarattýðý hayat isteði kokusuyla birlikte uzaklaþýnca, bu kâðýtlara yöneldim.
Peynir, yumurta, winx (layla)…
Tekrar dýþarý çýkmam gerekecekti. Ama önce günün aðýrlýðýndan ve kirinden kurtulmaya karar verdim. Banyoya yöneldim. Radyonun sesini açtým. Bir yandan duþ yaparken bir yandan da eve girdiðimden beri kulaðýma gelen ama anlamaya çalýþmadýðým oyunu dinlemeye karar verdim. Su sesi radyodaki kadýn sesiyle karýþýyordu. Hoþuma gitti. Radyoya iyice kulak verdim…
-Radyodaki kadýn: Basit olmalý her þey, basit. Fesleðen kokulu bir hayat dilemeli. Hayat isimli bir kýz yapmalý. Vazgeçmemeli, direnmeli.
-Radyodaki adam: Ama her þey senin elinde deðil ki, senin dýþýnda da bir dünya var. Bunu hep unutuyorsun.
-Radyodaki kadýn: Önemli olan benim. Benim yaptýklarým. Ben olmasam benim dýþýmda da bir dünya olamaz ki.
-Radyodaki adam: Sen bilirsin
-Radyodaki kadýn: Ben bilirim tabi. Aþký yaratan da biziz, aþký nefrete dönüþtüren de. Ben, benliðimin bana yüklediði sorumluluklarý yerine getireceðim ve tüm dünya karþý çýksa da ona yalvaracaðým. Bu benim için hayata yalvarmaktýr. Beni kim suçlayabilir ki hayatým için. Ona hayatýmý sunacaðým, hayatýmý isteyeceðim…
Radyo oyunu aniden bitti…
Bu sessizlik þu an için ne ifade ediyorsa içimdeki boþlukta da o yankýlanýyordu. Biliyordum; bu boþluðun bir duvarý da Okan’dý… Sessizlik içimdeki boþlukta acýmasýzca yankýlanýyordu...

***

Dýþarý çýkmam artýk þarttý. Bu oyun beni hatýrlattý bana. Dýþarýdan sadece winx kýzý deðil zarf da almam lazýmdý. Hatýrlar mý bilmem ama. Öyle demiþti bana. O her zamanki gibi her þeyi bilen sevimli edasýyla ‘mektubun yüzyýllardýr çok þeyleri deðiþtirdiðini, yazanýn gerçek fikirlerini yansýttýðýný, çünkü ciddi bir emek gerektirdiðini' söylemiþti...

***

Annem her aðladýðýnda benim de aðladýðým yýllardý. Babam öleli üç ay olmuþtu. Sonbahardý. Babamýn ‘Hayal’ isimli dükkânýný devam ettiriyordum. Kâðýttan oyuncaklar yapýyorduk.
Aslýnda uzun zamandýr bu iþ para kazandýrmýyordu. Ama babam ýsrar ediyordu. Bu ýsrarýnýn nedenini yýllar sonra kýzým sayesinde anlayacaktým. Zamane oyuncaklarý, hayal gücünü yani geleceðimizi yok ediyordu. Oysa belki de dünyada bir tek babamýn satmaya çalýþtýðý kâðýttan oyuncaklarla; birkaç þekilde katlama yapabiliyor, üstüne istediðinizi yazabiliyor hatta tekrar bizim oyuncak marketine satabiliyordunuz.
Bir gün bu dükkâna bir adam girdi. Kýzýnýn kelebeðinin öldüðünü, bu kelebek için bir tabut istediðini söyledi. Babamýn eski müþterilerindenmiþ. Babama üzüldüðünü de söyledi ama sanki kelebeðe daha çok üzülmüþtü.
Kâðýdýn ana katlanma biçiminin tabut olmasýný istediðini, rengini kýrmýzý istediðini, kâðýdýn diðer katlanma biçimlerinin ise önemli olmadýðýný söyledi. Beklerse yarým saat içinde oyuncaðýný ona verebileceðimi söyledim.
Bir yandan sipariþi hazýrlýyor bir yandan da adamý süzüyordum.
Ýlk Okan konuþmaya baþladý…
-Babanýz gibi güvenilir ve güler yüzlü insanlar bu devirde zor bulunuyor
-Evet, maalesef
-Ben yýllardýr kýzýma buradan oyuncak alýrým, hiçbir zaman benden ve kýzýmdan babacan tavrýný ve gülümsemesini eksik etmedi.
-Teþekkür ederim. Biraz ani oldu ölümü. Bizi üzen sadece o. Yoksa mutlu bir hayat yaþadý.
-Evet, zaten önemli olan da o. Nietzsche demiþti sanýrým ‘bir insanýn babasý öldüðünde yarýsý ölür dünyanýn’. Nietzsche’yi tanýr mýsýnýz?
-Hayýr
-Yazýk, hemen size arabamdan bir kitabýný getiriyorum.
Hýzlý adýmlarla dükkândan çýktý, dükkânýn hemen önündeki sarý bankýn üstünden atladý, arabasýnýn kapýsýný açtý ve içinden bir kitap aldý. Geri dönerken bu sefer bankýn çevresinden dolaþtý, daha yavaþtý…
-Buyurun. Bende birkaç çevirisi var. Bu elimdeki tam size göre.
Kitabý aldým. Kapaðýna baktým. ‘Zerdüþt Böyle Diyordu’, Nietzsche.
-Çok teþekkür ederim. Okumaya çalýþacaðým.
-Mutlaka okuyun; ya hayatýnýz ya da hayata bakýþýnýz deðiþir. -Gülümseyerek- Yalnýz kitabýmý mutlaka geri isterim.
-Tabi ki. Sanýrým üç günde okurum.
-Evet, üç günde ilk okumanýzý yapabilirsiniz. Önümüzdeki hafta tekrar gelirim. Kýzým, gene ister herhalde sizin oyuncaklardan. O zaman alýrým kitabý.
-Teþekkür ederim dedim ama bu kabul o anda sadece müþteri kaybetmemek içindi.
Okan’a kýrmýzý tabutu uzattým. Ücretini aldým…
Nedense hayatýmda birçok önemli þeyi bu kadar ayrýntýlý hatýrlayamýyordum. Ama bu cümleler, bu anlar hayatýmdan çýkmýyordu.
Kitabý okudum. Anlamadým. ‘Bir insanýn babasý öldüðünde yarýsý ölür dünyanýn’ cümlesine de rastlamadým. Okan geldiðinde ise anlamýþ ve çok memnun kalmýþ gibi yaparak tekrar teþekkür ettim. O da kitabý bana hediye etti. Sonrasýnda her hafta düzenli þekilde benden oyuncak almaya geldi. Her geldiðinde sohbet süremiz biraz daha uzadý. Karýsýnýn doðumda öldüðünü, kýzýný, ona yalnýz baktýðýný ve daha bir sürü þey öðrendim. O da benim hakkýmda bir sürü þey öðrendi.
Bazen oyuncak aldýktan sonra dýþarýya kahve içmeye çýkardýk. O zamanlarda sanki babamý görür gibi olurdum. O sonsuz güven duygusu kaplardý tüm benliðimi. Okan, bir süre sonra artýk benim için vazgeçilmez olmuþtu. Ama onu sevdiðimi kabul etmek istemiyordum.
Çünkü onu o kadar çok sevmeye baþlamýþtým ki; onun beni yeterince sevmediðini düþünüyordum. Saçma sapan þeyler yaptým. Hatýrlamak bile istemiyorum.
Ayrýldýðýmýz günü hiç unutmuyorum. Sarý bankýn üstünde beni bekliyordu. Sýrtýný dönmüþ bir þeylerle uðraþýyordu. Omzuna sarý bir yaprak düþmüþtü.
Yalnýzca ben gidiyorum dedi. Ben gidiyorum. O kadar.
Üzülmedim. Çünkü bana göre o beni sevmiyordu.
Baþka bir þey konuþmadýk. Benim dilim tutulmuþtu sanki. Söyleyeceðim o kadar çok þey vardý ki. Sonradan her an piþman oldum onlarý söyleyemediðim için. Çok etkili acý dolu oklarým, sitem dolu cümlelerim vardý. Söyleyemedim. O kadar hüzünlü ve geri dönülmez veda etmeliydim ki bana âþýk olmalýydý. Bunu planlýyordum. Çünkü bana göre o beni yeterince sevmiyordu.
Günler günleri kovaladý. Evlendim. Âþýk olmadým. Kýzým oldu. Ayrýldým. Babamýn dükkânýný devam ettirdim. Yaþadým iþte. Nefes alýp verdim. Ama aklýmdan hatta kalbimden Okan, veda edemeyiþim ve kýrmýzý tabut hiç çýkmadý. Aslýnda veda benim son silahýmdý. Amacým veda etmek deðildi…
Zaten Okan’dan sürekli haber alýyordum. Ne yapar, nerede yaþar biliyordum. Elbet bu veda elbet olacaktý…


***

Mektup fikri iyiydi. Zaten kýzýma winx kýzý da alacaktým. Benim oyuncaklarýmý beðenmiyordu. Dýþarý çýkmak için çabucak hazýrlandým. Fesleðeni geçtim, kapýyý açtým, kendimi dýþarý attým…
Dükkânlar henüz kapanmamýþtý. Önce o meþhur oyuncakçýdan kýzýmýn oyuncaðýný aldým. Layla’yý istemiþti. Sonra hýzlý adýmlarla Hayal dükkânýn yani benim dükkânýn iki sokak arkasýndaki kýrtasiyeye yöneldim.
Sarý bankýn önüne geldiðimde babamý hatýrladým. Bir çöpçü yerdeki yapraklarý topluyordu. Sarýdan hafif kýrmýzýya doðru dönen yapraklar bana Okan’ýn kýzýný hatýrlattý. Hiç görmemiþtim. Zaten kýrmýzý tabut yeterince korkutmuþtu beni.
Hýzla kýrtasiyeye gittim, zarfý aldým. Bir elimde winx kýzý bir elimde zarf. Eve doðru yöneldim.
Þehir benden kaçýyor, insanlar yüzüme bakmýyordu. Bu kent bana daha önce hiç böyle davranmamýþtý.
Adýmlarým gittikçe hýzlandý. Okan’ý kovalýyor gibiydim. Kýzý beni kovalýyor gibiydi.
Eve geldim. Birkaç kâðýt, bir kalemle tahta masama oturdum. Malum kitabý kenara çektim. Yazmalýydým. Zamanýnda söyleyemediklerimi yazmalýydým. Umuttan mýydý, nefretten miydi? Bilmiyorum. Ama karþýsýna çýkamazdým artýk. Kýzým vardý. Postayý da bekleyemezdim. Bunca yýl bekledim zaten. Yazýp kapýsýna býrakmalýydým.
Yazmaya baþladým…
‘‘Sana karþý bir þeyler hissettiðimi ama bunun ne olduðunu bilmediðimi ve bunu sorgulamadýðýmý öðrenmiþtin. Ama seni daha çok görmeye baþladýktan sonra duygularýmý anlamaya karar verdim. Bu kötü bir karardý. Sanki her sokak sana çýkýyor, her dert seninle þifa buluyordu. Kokunu her yerde tanýr olmuþtum. Kendime seninle dolu sanal bir dünya yaratmýþtým.
Oysa benimle olmayan bir aþkýn beni bitireceði açýktý. Hep öyle olmuþtu. Seni içimde çoðaltmamak için bilinçli ya da bilinçsiz engeller koymaya çalýþtým. Bu engelleri bazen sende bazen kendimde aradým. Aptalca þeyler yaptým.
Tüm bunlarýn nedeni; senden karþýlýk gelmeyeceðini sanmamdý. Aslýnda istediðim karþýlýðý, aþkýn doðasý gereði hiçbir zaman bulamayacaðýmý biliyordum. Yetmeyecektin bana. Kim kime yetmiþti ki. Ýlk kim âþýk olursa en çok o acý çeker, derler. Belki de bundadýr.
Yani, artýk mümkün olduðunca seni görmemeye, duymamaya, koklamamaya çalýþacaðým. Bunun ancak bir daha ki sana kadar mümkün olduðunu biliyorum. Ama aklýmýn bir köþesinde, senin sayende ve seninle kalbime yazmaya çalýþtýðým þu cümle hep olacak.
‘Ben hayatta en çok beni seveni seveceðim’
Elveda
Hayatýn...’
Not: Bu mektup bu zamana ait deðildir...
Deniz Merve Sarý, Dert Sokak, Hüzün Apartmaný, No: 3, Kat: 1
Tekrar, tekrar okudum. Bunlar mýydý o zamandaki duygularým? O zamandaki, o andaki, o sarý banktaki duygularýmý yazmalýydým. Sonrasýndan veya þu andan bir þey katmamalýydým. Sanýrým baþarmýþtým.
Kâðýdý zarfa koydum. Güzelce kapattým. Gönderen kýsmýný doldurdum ki okumadan atmasýn. Adres kýsmýna da önceden öðrendiðim ‘Garip Sokak, Hayat apartmaný, No: 9, Kat: 5’ adresini yazdým. Birkaç kez önünden geçtim aslýnda bu adresin. Ama daireyi tam öðrenememiþtim. Hem bu yüzden, hem de bana ulaþabilsin diye zarfýn arkasýna adres de yazdým. Zaten yüzde elli þansým vardý. Eðer yanlýþlýkla karþý dairenin önüne býrakýrsam gönderenin adýndan anlaþýlýr diye de düþündüm.
Artýk gece olmuþtu. Yarýn kýzým gelecekti. Babasýnýn günüydü bugün. Sabah ilk iþ Hüzün apartmanýndan Hayat apartmanýna gitmeliydim. Yattým. Uyumaya çalýþtým. Uyuyamadým.
Sabah çok zor olmuþtu. Birkaç geceye bedeldi bu sabah. Fesleðene dokunup çýktým. Garip sokaða geldim, adýmlarým kararsýzlaþtý. Hayat apartmanýn önüne geldim. Kapý açýktý. Girdim. Beþinci kata çýktým. Gözüme kestirdiðim kapýnýn eþiðine zarfý býraktým. Aþaðýya indim. Apartmanýn giriþinden bir kez zile bastým ki; bir an önce uyanýp okusun.
Eve gitmeliydim. Kýzým gelecekti. Ne umuyordum ki bu mektuptan. O da beni takip etmiþ miydi? Benim hatýrladýklarýmý benim gibi mi hatýrlýyordu?
Veda etmeden aþk bitmezdi ki…
Mektubumu okursa ancak o zaman biterdi, bu kýrmýzý tabutlu aþk…
Belki de yeniden baþlardý…
Eve geldiðimde kýzým dýþ kapýda bekliyordu…






















Okan, Banka Oturur; Cuma, Saat: 16.58

Ýç ses

Doðmuþsak ölümlerin ardýndan kim sevmez ölmeyi
Unutma
Ucuz ve ýslak bir ses gibidir yaþamamak
Yaslan
Yaþadýklarýndan ötürü yaþayacaklarýna
Basit olmalý aslýnda her þey, basit bir yalnýzlýðý olmalý her adamýn. Basit yaþamalý, basit ölmeli. Basit nefesler almalý…
En iyisi eve git. Annenin karnýna. Unutma; Tanrýn kovdu oradan seni. Ýnadýna boþ ver. Ýnadýna kapan geleceðine, yaslan kendine. Eve git. Kendine git. Öl. Doðacaksýn nasýlsa…
Ya da bir böcek gibi yaþa.
Bir kadýn gibi uyu.
Oysa ben size yaþamayý emrediyorum. Ýnsanca çok insanca. Ýnanmayýn doðrulara ve dilencilere. Ölmeyin hiçbir þey uðruna. Hiçbir þeysiniz çünkü. Ýnanmayýn bana bile. Sakýnýn insancýklardan ama öldürmeyin onlarý. Onlar sizin yolunuza gelecektir. Yolunuz yol ise. Öyle ki sizin her þeye gücünüz yeter. Her þey ve hiçbir þeysiniz. Ama unutmayýn elbet vardýr sizden daha siz ve çoktur. Öðrenin: Hiçbir þey bilmiyormuþ gibi. Ama bilin ki yapmadan öðrenilmez.
Size yaþamayý emrediyorum. Ýnsanca daha insanca…

***

Yenilgi dolu bir gözyaþý aktý içime doðru. Kimseye göstermedim. Kimse görmedi. Kimse anlamadý.
Çöpçüye selam verdim. Bunu hak ediyordu. Ýþini çok iyi yapýyordu. Bu bank, bu sokak yýllardýr onun sayesinde ayakta kalabilmiþti, en azýndan o öyle sanýyordu...
Bu sarý bank bana bazen kýzýmýn saçlarýný, bazen ölümü hatýrlatýrdý. Bu yaþlý ve sarý bank gençken aþklarýmý anlýyor, anlatýyordu; þimdilerde ise içimi gizliyordu.

***

Uzun zamandýr, ruhumda yýllarýn býraktýðý daðýnýklýktan baþka þeyler de vardý. Yürüdüðüm her yol artýk benimdi. Benden baþkasý anlayamazdý beni…

***

Kýzýma…
Saçlarýn kadar nefes alýrým ben. Ruhumu ince bir yalnýzlýk sarar kalbinin her atýþýnda. Her hayat sana çýkar, sana güler.
Kýzýma yol açan hüzünlerim var benim. Kaç gamzesi var bu ölümün. Kaçýný ben yaptým. Bilmiyorum.

***
Otuz altý yaþýndayým. Aslýnda kimine göre genç sayýlabilecek bir yaþtayým. Ama tüm dünyayý sanki tek baþýma sýrtýmda taþýyorum. Sanýyorum ki; dünyanýn dönmesi benim ayaklarýmýn çevirdiði kocaman ama görünmez bir düzeneðe baðlý pedallarla oluyor.
Düþündüm de; Oturduðum bu sarý bankýn yerinde olmayý çok isterdim. Yýllar geldi geçti. O, hep burada. Dimdik ayakta. Ýnsanlar deðiþti, hava deðiþti, yeri geldi tanrý deðiþti; o hep burada. Varsýn anlamasýn. Hissetmesin. Görmesin. Duymasýn. Sevmesin. Ne fark eder. Ben bunlarý yaptým da ne fark etti.
Bildiðim; bu sarý bankýn benden daha çok bildiðidir. Yeri geldi üstüne, belki de kalbine kazýdým, aþkýmý kazýdým. Hiçbir þey demedi. Benden daha cesurdu bu bank. Bunu da biliyordum.
Yeri geldi yalnýzlýk savdým. Oturdum. Gelen geçenleri seyrettim. Sandým ki herkes benim gibi. Anladýmki herkes benim gibi. Gelip geçti iþte. Bir sürü dert, bir sürü insan gelip geçti önümden.

***

Nedense bu banka oturduðumda hep böyle hüzünlü þeyler düþünüyorum. Hoþuma da gidiyor hani bu garip ve anlamsýz durum...
Çöpçü iyice yaklaþmýþtý. Selam vermem þarttý. Kibarca baþýmý salladým, ayný þeklide karþýlýk verdi.
Evim bu banka çok yakýndý. Saðlý sollu aðaç dolu bir yolu geçtikten sonra oturduðum apartmana ulaþýlabilirdi. Kader yolu derlerdi bu yola. Sanýrým resmi bir ad deðildi ama herkes bilirdi bu adý. Þehrin tam ortasýndaki bu yol, hep garip ama huzurlu gelirdi bana. Nasýl oldu da, bu yol büyük binalarýn arasýnda bu kadar bakir kalmýþtý. Anlamazdým. Bir görevi vardýr belki de diye düþünürdüm. Ayný çöpçü bu kader yolunu da temizlerdi.
'Çöpçü' kelimesini yalnýzca kendi kendime düþünürken aklýmdan geçirirdim. Belki de bu kendimi daha üstün görmemdendi, bilmiyorum. Çöpçüyle konuþurken ise ona adýyla seslenirdim.
Çöpçü Mehmet Bey yalnýzca baþ selamýyla yetinmedi. Nasýlsýnýz dedi.
Bu soru artýk bu banktan kalkma zamanýmýn geldiðini gösterdi.
Kýsaca ''iyiyim'' dedim. Gözümü kaçýrdým. Amacým muhabbetin ilerlememesiydi. Çünkü bu bank benim bacamdý. Ruhumdaki kurumlarý boþalttýðým bacamdý. Ne bu kurumlarý baþkasýnýn görmesini isterdim ne de baca temizliðimin yarým kalmasýný.
Mehmet Bey ýsrarlýydý...
-Kaç kere söyledim belediyeye, þu banký deðiþtirsinler diye. Ama beni dinleyen yok ki. Oysa benden daha iyi bilen olur mu buralarý, bu iþleri? Eskidi bu bank Okan Bey, eskidi.
-Ellerimi yana açarak, samimiyetsizce 'Evet, bence de' dedim.
Çöpçü, bir baþ selamýyla ve benden zoraki de olsa onay almanýn saçmalýðý ile uzaklaþtý.
Bu banký deðiþtirmek neyi deðiþtirirdi ki?

***

Artýk büyü bozulmuþtu. Hayal dükkânýn önündeki sarý banktan kalktým. Kader sokaðýna, oradan Garip sokaða, oradan da evime gidecektim.
Kýzým okuldan gelecekti.

***

Sarý saçlý Busem.
Uzun zamandýr hayatým onunla doluydu. On iki yaþýna gelmiþti. Bir kýz için problemli dönemlerdi. Ama benim için daha da problemdi bu ergenlik zamanlarý. Ona ne yakýn ne de uzak olabiliyordum. Anlayabiliyor muydu acaba beni? Ya da ancak çocuðu olunca mý anlayacaktý. Ama o baba olmayacaktý ki!
On iki sene önce annesi, Buse için sancý çekerken, ben annesi için acý çekiyordum. Tam baþka bir kadýnýn bedeninin kapýlarýný açma çalýþmalarýný tamamlamýþtým ki; annesi aradý. Sancým çoðaldý, suyum da geliyor galiba, dedi. Yýllarca kendimi; sýradan, öylesine, aþk olmadan yapýlan seksin ihanet sayýlmayacaðýný, bunun mastürbasyondan farký olmadýðýna inandýrmaya çalýþtým. Zaten bu ihanet giriþimi veya ihaneti; ilk ve sondu.
Annesi doðumda öldü. Beni aramasaydý, telefonu açmasaydým, duymasaydým, yetiþmeseydim; Busem de ölecekti. Öyle dedi doktorlar...

***

Anýmsamak istemediðim þeyler aklýma gelince ne yapýyorsam daha hýzlý yapardým. Daha hýzlý yürümeye baþladým. Kader sokaðýn giriþine gelmiþtim. Tam giriþte bir anne ve kýzý dileniyordu. Görünmez bir kapýnýn bekçileri gibiydiler. Dilenciler konusunda çok katý deðildim. Bazýlarý gibi 'çalýþsana, sapasaðlamsýn' kolaycýlýðýna düþmezdim. Kim ister ki dilenmeyi diye düþünürdüm.
Adýmlarým yavaþladý. Cebimde bozuk para aramaya baþladým. Sað cebimde yoktu. Solda da bulamadým. Cüzdanýmda vardý ama uzun iþti. Vazgeçtim. Hýzlandým. Göz göze gelmeden geçecektim ki, dilenci annenin kucaðýndaki kýzýn aðlamasýný duydum. Kafamý çevirdiðimde kýzýn bana bakýþý öyle yalýndý ki. Benden bir þey istemiyordu. Yalnýzca annesini istiyordu. Týpký benim kýzým gibi.
Durdum. Cüzdanýmdan en büyük parayý çýkarýp dilenci anneye uzattým. Anne, saçma sapan bir kaç kelime söyledi, dua etti kendince. Eliyle parayý aldý. Göðsüne attý.
Vermenin mutluluðu ile almanýn nefreti çarpýþtý. Biliyordum. Eskiden dilenci kadýn için ona yardým etmeyen biriydim. Þimdi ise artýk onu aþaðýlayan, yeterince yardým etmeyen hatta onun bu halde olmasýna sebep olan biriyim. Aslýnda vermenin mutluluk olmadýðýný da biliyordum. Karþýlýksýz verme diye bir þey olamayacaðýný da biliyordum. Çünkü 'karþýlýksýz verme' insanýn kendini bir üst sýnýfta hissetmesine, kendini yardým sever sanmasýna yani kendini daha insan sanmasýna olanak saðlar. O kadar. Amaç çoðunlukla budur...
Ama dilenci annenin kucaðýndaki kýz bunlarý bilemezdi. Çok küçüktü. Hissedebilirdi ama bilemezdi. Hisler de unutulurdu zamanla. Belki, anne kýzýna yiyecek bir þeyler alýr da, dilenci kýzýn karný doyar, sarý saçlarý daha da parlar, diye; kendimi rahatlattým.
Baþýmý tekrar öne doðru çevirdim. Yürümeye baþladým. Kader yolu önümde uzanýyordu. Yerdeki sarý yapraklar ayaklarýmýn altýnda eziliyordu. Ses sonbaharýn sesiydi.
Kýzým da okuldan çýkýnca bu yoldan yürürdü. Bu yol bizim oturduðumuz, Hayat apartmanýna çýkardý. Kýzýmýn eve gelmesine daha çok var diye yavaþ adýmlarla yürüyordum ki bir ses duydum. Bir çýðlýk sesi. Arkamdan geliyordu. Bir kýz çocuðunun sesiydi bu. Dilenci kadýn kýzýný dövüyor diye düþündüm, yine de arkamý döndüm. Dilenci kadýn ve kýzý yerinde yoktu. Biri yerde yatýyordu. Biraz korkarak ve yavaþ adýmlarla ilerlemeye baþladým. Ses kesilmiþti. Yerdeki insana yaklaþtýkça sarý yapraklar kýrmýzýya boyanýyordu. Düþünmeye baþladým ''112'yi aramalýyým, polisi aramalýyým'' diye. Yerdeki insana geldiðimde artýk tüm yapraklar kýrmýzýydý. Bu bir kýz çocuðuydu. Aklýma getirmek istemediðim þeyler artmýþtý. Yüz üstü yatýyordu. Sýrtýndan býçaklanmýþtý. Nefes alýyordu...
Eðildim. Kýzý çevirdim. Çevirmemle kýzýmýn gamzelerinin kanla dolduðunu görmem bir oldu. Bu bir kâbus olmalýydý. Gözlerimi kapattým, açtým. Hayýr, bu gerçekti...

-Baba
-Kýzým
-Beden para istediler baba, vermedim baba
-Kýzým
-Baba...

Devamýný getiremedi. Çöpçü Mehmet Bey yetiþti. Ambulansý, polisi aradý. Kýzým kollarýmdaydý. Ayný annesi gibi. Ambulans geldi, Kader sokaðýna giremedi. Çok dardý bu sokak. Ýki kiþi geldi. Kýzýmý benden aldýlar. Masaj, suni solunum yapmaya baþladýlar. Ben donmuþ kalmýþtým. Aðlayamýyordum...
Ýnsanlar toplanmýþtý. Pazar yerindeki sinekler gibiydiler. Herkes bir þeyler görmeye, bir þeyler anlamaya çalýþýyordu. Herkesin yüzü birbirine benziyordu. Çöpçü, balýkçý, polis, bankanýn güvenlik görevlisi, kýzýmýn kuaförü, oyuncakçýda çalýþan yaþlý adam, boyozcu, mahallenin delisi, bankta oturan yeni taþýnan karþý komþu, hepsi aynýydý. Hepsi ayný mesafedeydi. Yoktular...
Kýzýmý ambulansa taþýdýlar. Ben de ambulansýn arkasýna bindim. Tüm dünya durmuþ gibiydi. Þehrin en gürültülü, en telaþlý zamanýydý, siren çalýyordu ve sanki çevre rahatsýz oluyordu...
Kýzýmýn saçlarýný avuçlarýma aldým. Soðuk sarý saçlarý vardý. Bana elveda der gibiydiler...
Hastaneye geldiðimizde göstermelik bir kaç müdahale yapýldý, serum falan takýldý. Yarým saat sonra kýzýmýn öldüðünü söylediler. Hava kararmýþtý. Hiçbir þey söylemeden hastaneden çýktým...

***

Tiksinti duyuyordum. Tiksinti. Kendime karþý, dünyaya karþý, tanrýya karþý, her þeye karþý tiksinti duyuyordum. Yürüdüðüm bu yol sonumdu. Bir an önce eve gitmeliyim diye düþündüm. Koþmaya baþladým. Düþünmeme fýrsat kalmamalýydý. Hýzlý koþmalýydým. Daha hýzlý, daha hýzlý koþmalýydým. Koþtum...
Þehir ayrýntýlarýný yitirmiþti. Çöpçüye çarptým. Kader sokaðýný kýrmýzý yapraklarý ezerek geçtim. Hayat apartmanýna geldim. Merdivenlere yöneldim. Koþarak merdivenleri çýktým, kapýmý açtým...
Kýzýmýn aldýðý fesleðen karþýladý beni. Aldýrmadým. Yatak odasýna gittim, silahýmý aldým, alnýma dayadým...
Bir kelebeðin intihar gülümsemesi belirdi yüzümde...
Garip bir mutluluktu bu. Ölüme çare bulmuþtum. Kendimi öldürdüðümde kýzýmýn ölüm acýsý yok olacaktý. Yaþamasaydým kýzým da ölemezdi. Aslýnda sadece kýzým için deðil tüm hayatým için iyi olacaktý bu intihar.
Gözümü kapattýðýmda, aklýma sýrayla; kýzýmýn bana bir þeylerden kaçar gibi sýkýca sarýlýþý, sarý bank, Kader sokak, kýzýmýn aðlayan gözleri, kaný, kýzýmýn annesini aldatmayý düþündüðüm orospu, Merve, kýzýmýn soðuk sarý saçlarý, dilenci kadýn, dilenci kadýnýn kýzý, kýzýmýn kartondan oyuncaklarý, kýzýmýn gülen gözleri, Deniz adýný verdiðimiz fesleðen, insanlar, kýzýmýn kanýný seyreden insanlar, kýzýmý öldüren insanlar, yenilgilerim, bir tek kýzýmdan gizlemediðim gözyaþlarým, yalnýzlýklarým, kýzým ve ben geldi…
Tüm gece intihar etmeye çalýþtým. Yapamadým. Beni engelleyen kýzýmýn ‘an’larýydý. O ‘an’lar ki bazen yalnýzlýðýmý bölmüþtü bazen hayatýmý. Þimdi de öyle oluyordu…
Kýzýmýn ‘an’larý artýk sonsuza kadar benimdi, bana emanetti…

***

Sabaha karþý hastaneye, kýzýmýn býraktýðý yeni anlara gittim…
Sabah eksikti. Yeni amacým kýzýmýn cenazesiydi…



























BÖLÜM: 4

Sarý Bank, Cuma, Saat: 18.00…

Belediye ekipleri Pazartesi operasyonun ön keþfini yapmak için bir kamyonet ve içindeki dört adamla, gürültülü bir þekilde bankýn yanýna geldiler. Yýkýlmasý planlanan evleri planlayýp, önlemleri son bir kez gözden geçireceklerdi. Dozerlerin nereden gireceðini, nasýl yýkacaklarýný, direnç halinde ne yapacaklarýný konuþtular. Fikir birliðine vardýklarý konularsa: sabaha karþý burada olmalarý gerektiði, üç polis ekibinin yeteceði, direnç olmasýnýn mümkün olmadýðý, hýzlý davranýrlarsa öðle yemeðine yetiþebilecekleri, bu mahallenin artýk eskidiði, suçlularýn hep buradan çýktýðý, sarý bankýn dozerlerin manevrasýný engelleyebileceði, en iyisinin sarý banký kendi binalarýnýn önüne koymak olduðu ve bunu hemen yapmalarý gerektiði, Pazar günü buranýn trafiðe kapatýlmasý gerektiði, baþkanýn oy kaybedeceði ama artýk bu yýkýma mecbur olduðu gibi baþlýklardan oluþuyordu…
Keþif bitip dönmeye karar verdiklerinde, iki kiþi banký karþýlýklý bir þekilde tuttular. Sarý banký kamyonetin arkasýna yerleþtirmek istiyorlardý ama bank aðýrdý. Diðer ikisi de yardým etti ama yine de banký kamyonetin arkasýna gelecek þekilde yeterli yüksekliðe kaldýramadýlar…
Çevreden bunu gören insanlarýn yardýmýyla banký kamyonetin arkasýna yerleþirdirler. Kimse bir þey sormadý, kimse bir þey demedi…
















BÖLÜM: 5
Cumartesi, Cenaze…

Duyan gelmiþti. Kimi Busem’i kimi Okan’ý kimi de her ikisini tanýyordu. Bir kýsým insan da saladan duymuþtu, sevabýna nail olacaklardý…
Cami avlusunun çepeçevre dört duvarý vardý. Bu duvarlar boyunca belli aralýklarla dizilen çam aðaçlarý, kalabalýk cenazelerde gelenlerin sohbet ettikleri yerlere dönüþüyordu. Avlunun tam ortasýnda ise söðüt aðacý vardý. Ýnadýna tam ortada, inadýna yaþýyordu.
Okan, Okan’ýn babasý, Okan’ýn konuþmadýðý Busem’in amcasý, Busem’in anne tarafýndan dedesi ve Busem’in dayýsý; tabutun arkasýnda tek sýra olmuþ taziyeleri kabul ediyorlardý. Tabut kýrmýzýydý, üstü ise tabi ki yeþil örtüyle örtülmüþtü. El sýkan, kendince görevini yapýp cenaze sahiplerine göründüðünden garip bir huzurla caminin avlusundaki yerini alýyordu. Avlu kalabalýktý. Ýnsanlar Busem’in ölümüyle ilgili dedikodu yapýyor, babasýný yeterince ilgilenmemekle suçluyor, dayýnýn da babayý suçladýðýný söylüyor; böylece kendilerince garip bir zevk alýyorlardý. Dilencinin varlýðý kendi toplumsal suçlarý deðilmiþ gibi konuþuyor ve bu suçun üstünü bilerek veya bilmeyerek örtmenin huzuru ile çaktýrmadan gülüyorlardý. Aslýnda cenazelerde en az konuþulan þey ölümdür. Burada da böyle oluyor, Busem’in ölümü hiç konuþulmuyordu. Ya Okan’la ilgili dedikodu yapýlýyor ya da ilgisiz baþka konular konuþuluyordu. Belki de cenazedeki insanlar ölümü konuþmayarak kendi ölümlerini göz ardý etmeye, ertelemeye, düþünmemeye çalýþýyorlardý…

***

Evsiz adam, cenazeden çýkanlar belki biraz para verir diye kapýda bekliyordu. Busem ona yardým etmiþti ama adam Busem’i hatýrlamýyordu…
Mustafa’dan vazgeçen kadýnýn sevgilisi Okan’ýn arkadaþýydý. O da cemaatin içindeydi. Bir an önce bitse de gitsek havasý etrafý incelemesinden belliydi…
Kader’e çarpan genç camiye yalnýzca cenaze için gelirdi. Busem ve Okan’la göz aþinalýðý dýþýnda bir baðý yoktu. Busem’e gerçekten üzüldüðü, yüzünden, baþýný öne eðmesinden, tabuta yaklaþamamasýndan ve uzakta durmasýndan belliydi…
Modern oyuncakçýda çalýþan, mavi gözlü erkek ve gözlüklü erkek, Busem’in cenazesine patronlarý istediði için katýlmýþlardý. Ýkisi de iþten yýrtmanýn mutluluðunu gizlemeye çalýþarak üzülüyor numarasý yapýyorlardý…
Emekli ölü yýkayýcý Busem’in annesini düþünüyordu. O cenazeyi de görmüþtü bunu da. Baðýrsaklarýndan gelen garip sesler dün akþam yediði balýðýn eseriydi…
Mehmet bu camiye bir daha gelmeyeceðine dair kendine söz vermiþti ama Busem onun platonik aþkýydý… Cemaate karýþmadan uzaktan seyrediyordu…
Çöpçü en öndeydi. En güçlü ‘helal olsun' onun aðzýndan çýkacaktý. Çünkü kendince Busem'i kurtarmaya çalýþmýþtý ve bunu bilmeyenlerin de bilmesini istiyordu…
Balýkçý ve oðlu yan yana saf tutmuþtu. Busem balýk sevmezdi. Yalnýzca biraz hamsi yerdi. Bu yüzden hamsi geldiðinde mutlaka Okan’a haber verirlerdi. Bu bað, ne kadar üzülmeyi gerektirirse o kadar üzülüyorlardý…
Bankanýn güvenlik görevlisi ise tesadüfen ve meraktan oradaydý…
Pazarcýlarýn lideri ise ileride siyasete atýlmayý düþünüyordu. Bu yüzden tüm cenazelere giderdi. Nasýl üzülmesi gerektiðini iyi bilirdi. Üzülür ama bükülmezdi. Siyasetçi güçlü olmalýydý…
Komþular, akrabalar, üç kedi, bir sürü kuþ, bir sürü böcek…
Saat gelmiþti. Hak helal edilecekti. Tanýyan, tanýmayan herkes otomatik bir biçimde hakkýný helal edecekti…
















BÖLÜM: 6

Bazý Hayatlarýn Devamý...


Evsiz adam...

Nedensiz bir þekilde oðlunu, aslýnda karýsýný aramaktan vazgeçti. Uzunca bir süre çöplükteki evine kapandý. Dýþarý hiç çýkmadý. Polis, delil yetersizliðinden serbest býraktýktan sonra yalnýzca Busem’in cenazesine gitmiþ, sekiz yýl boyunca da yalnýzca orada insan görmüþtü…
Bu sekiz yýl boyunca evindeki eþyalarla konuþur, böceklerle dertleþir hale gelmiþti. Duyduklarý: çöp arabalarýnýn rahatsýz edici sesi, böcekleri ezerken çýkan ‘výcýk’ diye acý dolu bir ses, ayaklarýnýn özellikle geceleri çýkardýðý rastlantýsal yürüme sesi, karnýnýn gurultusu, çöplerden yiyecek arama sesi, belli periyotlarla onu gizlice kontrol eden polisin ayak sesi ve bir sürü gereksiz ama içinden gelen piþmanlýk dolu kelimeler yüklü kendi sesiydi…
Sekiz yýl boyunca hiç düþünmedi. Yaþadý. Nefes aldý, yemek yedi, tuvaletini yaptý; o kadar. Mutlu muydu? Öncesi olmasaydý olabilirdi ama nasýl silebilirdi ki geçmiþini. Bunun için sekiz yýl uðraþtý. Bir nevi hafýza silme iþlemiydi bu sekiz yýl. Böcekleþti. Bir tavaya dönüþmeye çalýþtý…
Bazen üç gün boyunca uyurdu. Onu uyandýransa genelde susuzluðu olurdu. O susuzluk ki uyandýrdýktan sonra bu sefer de en az otuz gün uyutmazdý. Gözlerini kapatýr ama uyuyamazdý…
Sekiz yýl boyunca yýkanmadý, týraþ olmadý, týrnaklarýný kesmedi. Düzenli yaptýðý tek þey nefes almaktý…

***

Bir gün çöplüðe bir grup geldi. Grup, sekiz kiþiden oluþuyordu. Bir çetenin an alt grubuydu. Genelde pis iþleri bu grup yapardý. Çetenin kurucusu belli deðildi ama her þey gibi bu çete de bir ihtiyaç sonucu doðmuþtu…
Çöplüðe gelen bu alt grup bazen banka soyar, bazen cinayet iþler, bazen de toplumsal eylemlerde baþrolü oynardý…
Çöplüðe polisin isteði sonucu gelmiþlerdi. Devlet, yeni bir çalýþma baþlatmýþ ve iþe yaramaz insanlarý iþe yarar hale getirmeye karar vermiþti. Örneðin; bu çöplükte yaþayan evsiz adamýn organlarý, ne çok gerekli hayatý kurtaracaktý. Tabi hangi insanýn iþe yaramaz olduðu uzun incelemeler sonucu karara baðlanýyordu. Bu karar için profesörlerden oluþan gizli bir heyetin onayý þarttý. Devletin bu iþi açýkça yapamayacaðý açýktý. Bu yüzden de böyle çetelerden destek alýrlardý. Zaten genelde ölümünü kimsenin bilmeyeceði, anlamayacaðý insanlarý iþe yaramaz ilan ederlerdi. Bu olmasa ölümüne kimsenin üzülmeyeceði insanlar iþe yaramaz seçilirdi. O da olmazsa bir iç karýþýklýk veya bol ölümlü bir kaza organizasyonu gerekirdi…
Sekiz kiþilik grubun yedisi kadýndý. Kadýnlarýn görev bilinçleri ve acýmasýzlýklarý daha yüksek olduðundan bu tür alt gruplar genelde kadýnlardan seçilirdi. Bu gruptaki tek erkek de yönetimin ispiyoncusu ve kadýnlarýn damýzlýðý, aslýnda zevk aracýydý…

***

Grup çöplüðe geldiðinde adam uyuyordu. Bu organlar için iyi bir durumdu. Sessizce eve girdiler, yataðýnda yatan adamý bayýlttýlar. Böylece organlar canlý canlý alýnabilecekti. Grupta bir sevinç hâkimdi. Ellere eldivenler giyildi. Aletler çýkarýldý. Herkesin görevi farklýydý. Kimi kalbi, kimi böbreði, kimi de gözü alýyordu. Kan, yataðý kýrmýzýya boyamýþtý. Yataktaki yýllarýn biriktirdiði kir, artýk görünmüyordu. Soðuk taþýma çantalarý zaten hazýrdý. Ýþlerini yarým saatte bitirdiler ve ayrý ayrý yönlere hareket ettiler…


***

Evsiz adamýn kalbi, kalp krizi geçiren komþu ülkenin maliye bakanýna nakledildi. Bakan, yaþamaya kaldýðý yerden devam etti…
Evsiz adamýn gözleri, trafik kazasýnda gözlerini kaybeden Aslý adýndaki bir kadýnýn oðluna nakledildi. Oðul, babasýný aramaktan vazgeçti…
Evsiz adamýn böbreði, böbrek yetmezliði ile doðmuþ, geleceðin en büyük bilim adamlarýndan olacak yirmi altý yaþýndaki bir gence nakledildi. Genç, enerjiyi sonsuzlaþtýrma çalýþmalarýna devam etti…
Evsiz adamýn beyni, birkaç sene daha yaþamasý gereken bir þaire nakledildi. Þair, yazmaya, âþýk olmaya devam etti…
Evsiz adamýn derisi, ülkenin en zengin adamýna nakledildi. Zengin adam paralara dokunmaya devam etti…
Evsiz adamýn týrnaklarý, bir polis köpeðine nakledildi. Köpek, acýdan kurtulduðu için havlamayý kesti…
Evsiz adamýn akciðeri, ömrü boyunca sigara içmiþ, rekortmen bir yüzücüye nakledildi. Yüzücü, rekorlara ve sigaraya devam etti…







Ýki sevgili...

Adam, mahallede yýkýlan binalarýn yerine yenilerinin yapýmýný üstlendi. On yýllýk ballý bir iþti bu iþ. Ýyi para kazandý.
Kadýnýn Mustafa’dan vazgeçmesi ve adamý sevmesi, adamýn kadýndan soðumaya baþlamasýna yol açmýþtý. Ama kadýn ve adam her þeye raðmen birlikte yaþamaya baþlamýþlardý...
Adam, yýllarca hiç evlenme teklif etmedi, kadýn da beklemiyor gibi yapýp çaktýrmamaya çalýþarak; bekledi. Çocuk yapmaya karar verdiler. Olmadý. Adam kadýný aldatmaya baþladý. Akþamlarý eve geç gelmeye, kadýný umursamamaya ve gözlerine bakamamaya baþladý. Kadýn adamýn onu aldattýðýný biliyordu. Ama aldatmayý farklý tanýmlýyordu. Kadýna göre bu aldatma mastürbasyondan farksýzdý. Çünkü adam âþýk deðildi…
Bir gün kadýn adama dedi ki ‘bebek klonluyorlarmýþ, alalým mý?’
Adam dedi ki ‘kaça’
Kadýn dedi ki ‘yüz bin dolar’
Adam dedi ki ‘olur, sen seç ve hallet ama bir aksilik olursa mýzýldanma’
Kadýn dedi ki ‘tamam’…
Kadýn katalogdan sarý saçlý bir kýz çocuðu beðendi. Biraz pahalýydý ama önemli deðildi. Sarý saçlý kýz ölmeyecekti ki, sadece bir benzeri olacaktý, o kadar. Adam tekrar ikna oldu, imzayý attý. Klon merkezinde kadýnýn karnýna çocuðu yerleþtirmek için gün ayarladýlar. Bu onay imzasýndan ve alýnan tarihten sonra kadýn adamdan iyice uzaklaþmýþtý. Adamsa kendi dünyasýnda nefsini aramakla meþguldü…
Aslýnda klon yasa dýþýydý ama…
Klonlamayý yapacak doktorla kadýnýn karþýlaþmasý garipti. Çünkü o doktor; Mustafa’ydý. Kadýn, Mustafa’yý yýllar sonra ilk gördüðünde hemen eþini aldatmayý düþündü. Mustafa ve kadýn adamý aldattý. Kadýn hamile kaldý. Çocuk Mustafa’dandý. Klonlamaya gerek kalmamýþtý. Kadýn, Mustafa’yla iliþkiye hamileliðinde bile devam etti…
Adam ikisini klon merkezinde seviþirken yakaladý… Mustafa ve kadýn adamý görmedi. Adam çocuðu için görmezden geldi. Dokuz ay bekledi. Çocuk doðdu. Adam önce Mustafa’yý sonra da kadýný zehirledi. Çocuðunu alýp, polis uyanmadan yurt dýþýna kaçtý. Parasý vardý…
Çocuk annesini doðumda öldü sandý, ölene kadar yaþadý…




Yaþlý kocasýný ötenazi ile öldüren emekli anestezi uzmaný...

Memlekette yapýlan cenazeden dönüþünde yýkýlmýþ evini gören kadýn, bu durumu umursamadý. Zaten günlerdir masum rolü yapýyordu. Belki de masumdu…
Evin yerle bir olmasý hiçbir þeyi silmiyordu...
Kadýn, yeni bir evle uðraþmamak için þehrin öbür ucundaki bir otele yerleþti. Burada genelde odasýndan çýkmýyor, sürekli uyuyordu. Bu uyku hali yýllardýr ameliyatlarda maruz kaldýðý anestezik maddelerin yan etkisinden baþka bir þey deðildi. Bu zoraki uykunun getirdiði kâbuslar ise durumu daha da zorlaþtýrýyordu…
Bir süre sonra kadýnýn tüm kâbuslarý, eþinin ötenazi sýrasýndaki bakýþý ile baþlýyor ve adamýn gözlerinin kadýna saldýrmasý ile son buluyordu… Kadýn, uyanmak istiyor ama yapamýyordu. Günün ancak beþ saati uyanýk kalýyor, onda da yalnýzca yemek yiyor, boþ boþ duvara bakýyor ve öldürdüðü kocasýyla ilk seviþmelerini düþünüyordu…
Kadýn bu kýsýr döngüye fazla dayanamadý. Üç gündür odasýndan çýkmamasý bir otel çalýþanýnýn dikkatini çekmiþti. Otel yetkilileri yedek anahtarla kapýyý açtýlar ve kadýnýn kendini astýðýný gördüler. Ama polis onlardan þüphelenmesin diye kapýyý kapatýp, hiçbir þey bilmiyormuþ gibi davranmayý kararlaþtýrdýlar ve polisi çaðýrdýlar…
Polis geldiðinde ise kadýný asýlý vaziyette ilk defa görüyormuþ gibi rol yaptýlar…



Kader' e arabasýyla çarpan genç...

Kaðan, yýkýmýn etkilemediði evlerden birinde yaþýyordu. Hayatýndaki piþmanlýklarý kitaba çevirmeye çalýþan orta sýnýf bir yazardý. Kendince bir þeyler yazýyor, dergilere gönderiyor, yayýnlanmadýðýnda ise kýzýyordu. Eserlerini herkese açýk Ýnternet sitelerinden baþka hiçbir yerde yayýnlatamamýþtý. En büyük zevki, sitede ne kadar okunduðuna bakmak ve kendini her þekilde tatmin etmekti...
Kaðan'ýn yüzünün yarýsýný ve penisini kaplayan egzama lekeleri, onu daha da toplum dýþýna itmiþti... Bir yazar baþka ne isterdi ki...
Ahlaksal ön yargýlarýnýn ve hayatýnýn hediyesiydi bu lekeler. Kader, bu lekelerin bir kýsmýný oluþturuyordu...
Yýkým Kaðan'ýn gündemine bile gelmemiþti, çünkü Busem'in cenazesinden sonra on beþ gün hiç dýþarý çýkmamýþtý. Bu on beþ gün 'Sarý' adýný verdiði kitabýný yazmaya çalýþtý. Otuz sayfalýk bu çaba, evdeki yemek malzemelerinin bitmesiyle son bulmuþtu...
Kaðan kitabýný bir senede bitirdi. Üç sene yayýn evlerine yayýnlatmakla uðraþtý. Olmadý. Kitabý kendi imkânlarýyla bastýrdý. Üç sene kitabýnýn tanýtýmý için uðraþtý. Bin beþ yüz adetlik satýþ rakamýna ulaþtý. Televizyondaki hiç bir kitap tanýtým programýna çýkamadý. Hiç bir gazete röportaj için gelmedi. Ona göre bu maðlubiyetin nedeni eþ cinsel olmamasýydý. Egzamalarý aynýydý, ne artýþ ne de azalma oluþtu...
Yaklaþýk on senelik bu uðraþ kimine göre koca bir hiçe çýkmýþtý. Oysa, Kaðan yazar olamamanýn, hayalini gerçekleþtirememenin huzurunu yaþýyordu. Hayaller iyiydi de koþturmak, yetenek gibi faktörlere ne demeliydi?
Kaðan, bir Perþembe günü, artýk tamamen deðiþen, eski adýyla Aðaçlý yol yeni adýyla Çapak caddesinde yürürken, bir adamla çarpýþtý. Adam aldýrmadan yoluna devam etti ve hýzla tam karþýdaki Hayal dükkâna girdi. Kaðan, adamýn elindeki silahý görmüþtü. Peþinden hem de hiç düþünmeden Hayal dükkâna girdi. Adam, silahý kýza doðrultmuþtu. Kaðan, Kader'e çarptýðý aný hatýrladý ve adamýn üstüne atladý. Boðuþtular, Kaðan vuruldu, adam kaçtý. Hayal Dükkânda para var mýydý ki sanki...
Kaðan yerde can çekiþirken Kader'in kardeþi aðlýyordu. Kaðan kýza döndü, yüzüne baktý ve aklýndan 'çapaðýn kristalleþmiþ gözyaþý olduðunu' geçirdi. Sonra da öldü...





Topal Efendi...

Muhtarla köye döndüklerinde aldýklarý oyuncaklar köyün çocuklarýna yetmedi. Çocuklar bu yüzden yaklaþýk yarým saat kavga ettiler, oyuncaklarýn bir kýsmý bu kavgada bozuldu, kýrýldý...
Kýzýný, iki sene çeþitli yerlerde rüþvet verdikten sonra ancak iþe koyabildi.
Muhtarla beraber ilk rüþvetini verdiði il baþkaný üç sene sonra Tarým Bakaný oldu... Kýzýnýn iþini de bu adamýn yaptýðýný söylediler. Seçimde oyunu onun partisine verdi...
Hükümet küresel bir tarým politikasý belirledi. Topal efendinin ektiði pirince yasak koydu. Olmadý. Pirinç ekmemek kaydýyla dönüm baþýna teþvik verdi. Oldu. Herkes gibi Topal Efendi de parayý aldý ve zamanýný kahvede geçirdi. Zaten pirinç kalitesizmiþ, o topraklarda baþka þey ekmek lazýmmýþ, falan, filan... Sekiz sene sonra hükümet teþviki kesti... Topal Efendi de zaten pirinci þehirdeki marketten alýyordu... Çin pirincini...
Sekiz sene sonra, Topal efendinin diðer kýzýný iþe sokmak için vereceði rüþvet parasý; artýk yoktu...
Oyunu baþka partiye vermeye karar verdi...




Muhtar...

Ömrü boyunca rüþvete aracýlýk yaptý. Ýktidarlar deðiþti, o hiç deðiþmedi...
Seksen iki yaþýnda incir aðacýndan düþtü, öldü...




Sarý saçlý kýz ve mavi gözlü erkek…

Yýllar, her zamanki zorbalýðýyla, herkese yaptýðý gibi malum üçlüyü de þekillendirmekle kalmadý, ayný zamanda sonsuzluða doðru umarsýzca yaðmaladý. Kýrmýzý saçlý kýzýn sayesinde, sarý saçlý kýz mavi gözlü erkekle evlendi. Sarý saçlý kýz daha mutluydu. Yaþadýlar. Ýlk çocuklarý evliliklerinin ikinci yýlýnda oldu. Doktor 'özürlü olabilir' demesine raðmen sarý saçlý kýzýn ýsrarýyla çocuk doðdu. Çocuk ileri derecede mental reatarde yani zekâ özürlüydü. Ýkinci ve üçüncü çocukta da ayný þey oldu...
On iki senenin sonunda mavi gözlü adam, artýk beyaz saçlý karýsýný yalnýzca yemeðini yapan biri olarak görüyordu...
Bir Perþembe günü, adamýn ürün müdürlüðüne kadar yükseldiði oyuncakçý zinciri battý...
Yalnýzca altý ay idare edebildiler...
Bir gece, adam yeterince içtikten sonra, çocuklarýn gürültüsüne dayanamayarak, silahýný eline aldý ve önce ak saçlý karýsýný, sonra ilk oðlunu, sonra ilk kýzýný, sonra da ikinci kýzýný öldürdü. Silahýný aðzýna götürmek için düþünmedi bile. Tetiði çekmesiyle beyninin kývrýmlarýnýn duvara yapýþmasý arasýnda geçen sürede henüz can çekiþen ilk oðlu adama uzanmaya çalýþtý. Ýlk oðul da adam da öldü...
Ertesi gün bir gazetenin üçüncü sayfasý: Geçim sýkýntýsý geçiren adam, cinnet getirerek, üç özürlü çocuðunu ve karýsýný öldürdükten sonra intihar etti...




Kýrmýzý saçlý kýz…

Yýkýmdan sonra iþten atýldý...
Uzun süre iþ aradý, bulamadý...
Önce marketten ekmek çalmaya baþladý...
Sonra cüzdanlarý çalmaya baþladý...
Bir çeteye girdi...
Artýk daha büyük iþlere karýþýyordu...
Çetenin lideri ve ikinci adamý kýrmýzý saçlý kýzý sevdi. Kýz ikisini de sevmedi. Bir gün, bir soygun sonrasý, paralarý paylaþtýktan sonra, içkiler içildikten sonra, tüm çete kýza tecavüz etti. Yetmedi, parasýný aldýlar, öldürdüler...



Emekli ölü yýkayýcý…

Yýkýmýn etkilemediði evlerden biri de ona aitti...
Unutamadýðý tek þey yýkadýðý ölülerin yüzleriydi. Öyle bir baðýmlýlýk yaratmýþtý ki o ölü yüzler; artýk hiç kâbus görmüyordu. O yüzlerden daha ötesi yoktu ki. Neyi hayal edecek, neyden korkacaktý?
Busem'in cenazesi ona özel bir cenaze evi açabileceðini, bunun iþ yapabileceðini düþündürmüþtü... Aslýnda öyle bolca ve gereksiz harcayacaðý bir parasý yoktu ama hayatýnýn da anlamý kalmamýþtý. O yüzler onu sürekli rahatsýz ediyor, sürekli eski günleri arýyordu...
Ne yaptý etti bu cenaze evini açtý. Önceleri, bu özel cenaze evi fikri basýnýn çok dikkatini çektiðinden iþleri iyiydi. Röportajlar onun için iyi bir reklam oldu. Hatta özel bir televizyon kanalýnýn ana haberine canlý konuk oldu ve cenaze evini tanýttý. Temizlikten, ölüye saygýdan bahsetti. Fakat basýnýn ilgisinin azalmasýyla iþler de azaldý. Kimse ölüye fazladan para harcamak istemiyordu. Devlet bu iþi çok ucuza yapýyordu zaten...
Cenaze evi, yýllarca direnmesine raðmen, çalýþanlarýn maaþlarýný veremez hale gelince kapandý. Üç sene sonunda emekli ölü yýkayýcýnýn elinde koca bir dükkân ve içinde bir kaç tabuttan baþka bir þey kalmamýþtý. Evini, arabasýný çoktan satmýþtý. Cenaze evinde yatýp kalkmaya baþlamýþtý...
Artýk ölülerin yüzlerini görmüyor, eskiye göre daha çok uyuyordu. Okumadýðý kutsal kitap kalmamýþtý...
Hayatýnýn sonuna yaklaþtýðýný anladýkça garip ve nedensiz ama önlenemez bir þekilde Allah'a yaklaþýyordu. O eski isyanlar son bulmuþtu. Ýflastan bir sene sonra namaza baþladý. Artýk bu dünya onun için basit bir sýnav yeriydi. Günah olabilecek þeyleri düþünmemeye çalýþýyordu. Günleri ibadetle ve zorunlu ihtiyaçlarýný gidermekle geçiriyordu. Hiç olmadýðý kadar huzur doluydu. Mutluydu. Ölümünü beklemek ona zevk veriyordu...
Ama bu bekleme iþi üç seneyi geçtiðinde artýk dayanamaz hale gelmiþti. Okumadýðý fýkýh kitabý, bilmediði ve anlamadýðý evliya kalmamýþtý. Bir an önce Allah'a kavuþmak istiyordu. Ama intiharýn günah olduðunu da biliyordu. Kendince bir þey yemeyerek ve içmeyerek, ölmeye karar verdi. Yani intihar etmeyecek ama yaþamak için de çaba sarf etmeyecekti. Altý gün sonunda artýk nefesi bile zor alýr hale gelmiþti. Bir tabutun içine girdi ve Allah'ýný beklemeye baþladý...
Yirmi iki saat sonra öldü...




Býyýklarý alt dudaðýný bile kapatan hatta yüzünün neredeyse yarýsý bu býyýk denen tüylerden oluþan kýsa boylu adam…

Ne anlamý var bu hayatýn; bu hayatý bilmedikten sonra… Nasýl yaþanýr herkes gibi anlayamadan? Örneðin; bir çiçek sizin dýþýnýzdaki herkese kokusunu veriyorsa, ne önemi var o çiçeðin? Sarýyý ancak dokunarak anlayabiliyorsanýz, ne anlarsýnýz ‘hüzün’den?
Býyýklarý alt dudaðýný bile kapatan hatta yüzünün neredeyse yarýsý bu býyýk denen tüylerden oluþan kýsa boylu adam, bilmem kaçýncý kez intihar denemesinden nedensiz vazgeçti… Neredeyse haftada bir intihara karar veriyor ve vazgeçiyordu… Bu yalnýzlýk ona aitti… Bu intihar yalnýzlýðý onunla ilgiliydi…
Devletten aldýðý yardýmlarla yaþayan býyýklarý alt dudaðýný bile kapatan hatta yüzünün neredeyse yarýsý bu býyýk denen tüylerden oluþan kýsa boylu adam; dünyayý görmemenin, koklamamanýn verdiði tarif edilemez yalnýzlýðý içinde mutluydu. Ýntihar kararlarý kendini tatmin etmekten baþka bir þey deðildi…
Býyýklarý alt dudaðýný bile kapatan hatta yüzünün neredeyse yarýsý bu býyýk denen tüylerden oluþan kýsa boylu adam, yýkýmý görmedi… Duyduðu gürültüden baþka bir þey deðildi…
Bir böcek ne anlarsa hayattan o da onu anlýyordu. Mutluydu. Bazen bir böcek kadar cesur bazen de bir o kadar masumdu. Görmedikleri ona hayat veriyordu. Koklamadýðý her pislik onu yaþama daha çok baðlýyordu…
Neyi görecekti ki: Her sabah çöpleri karýþtýran teyzenin çocuklarýnýn bilmeden annelerine isyanýný mý? Yoksa bir sürü saçma gerekçeyle birbirinden gittikçe uzaklaþan, birbirini dinlemeyen, birbirini öldüren insanlarý mý görecekti? Ya da aynada kendini mi görecek ve sorgulayacaktý?
Neyin kokusu onu bu hayata daha da baðlardý ki? Yalnýzlýk kokar mýydý? Hüzün kokar mýydý? Ya elleri, elleri kokar mýydý?
Býyýklarý alt dudaðýný bile kapatan hatta yüzünün neredeyse yarýsý bu býyýk denen tüylerden oluþan kýsa boylu adam, sekiz sene boyunca ayný evde oturdu. Bu süre boyunca hiç sevgilisi olmadý. Geçmiþtekilerin hayali ve piþmanlýklarý ile idare etti…
Dokuzuncu senenin ortasýnda lösemiye yakalandý, iyileþti, anlamadý çünkü. Halsizlik falan diye geçiþtirdi doktorlar. Görmedi ki saçlarýný, görmedi ki insanlarýn ona bakýþlarýný, iyileþti… Zaten ölüm dediðin karanlýk deðil miydi?
Býyýklarý alt dudaðýný bile kapatan hatta yüzünün neredeyse yarýsý bu býyýk denen tüylerden oluþan kýsa boylu adam, doðduðundan beri görmüyordu ama bir kadýný üç boyutlu çizebiliyordu. Kendince ressamdý. Derinliði dokunarak kavrayabiliyordu… Bu yüzden de bu hayatta en çok sarý saçlý, mavi gözlü bir kadýnýn dolgun memelerinin arasýný koklamak ve orgazmý sýrasýnda o kadýnýn gözlerine bakmak istiyordu. Bu olmazsa çok sevdiði demlenmiþ çayýn kokusunu içine çekmek ya da bir kavak yapraðýn düþüþünü görmek istiyordu… Bu hayattan baþka da umudu yoktu…
Býyýklarý alt dudaðýný bile kapatan hatta yüzünün neredeyse yarýsý bu býyýk denen tüylerden oluþan kýsa boylu adam, yýkýmdan on beþ yýl sonra, yýkýlan balýkçýnýn yerine açýlan sanat galerisinde resim sergisi açtý. Konu umuttu…
Resimlerinde kadýnlar vardý. Bir bardak çay ve buharý vardý. Sarý, kurumuþ bir kavak yapraðýnýn portresi vardý. En çok da bu yaprak resmi ilgi çekti. Yapraktaki derinlik ve yapraðýn kývrýmlarý bir kör tarafýndan nasýl böyle ayrýntýlý çizilebilirdi ki? Ya o kadýnlarýn kokusu nasýl resmedilirdi ki?
Býyýklarý alt dudaðýný bile kapatan hatta yüzünün neredeyse yarýsý bu býyýk denen tüylerden oluþan kýsa boylu adam, sergiden üç sene sonra artýk ünlü bir ressamdý. Aslýnda bu onu rahatsýz ediyordu ama elinde olan bir þey yoktu. Zaten bu rastlantýsal þöhretin getirdikleri götürdüklerinden fazlaydý. Bu þöhret sayesinde ne kadýnlar tanýdý: Saçlarý kývrým kývrým, memeleri dolgun kadýnlar tanýdý. Ne yalnýzlýklar, ne hüzünler yaþattýlar o kadýnlar ona. Ne sesler tattýrdýlar…
Býyýklarý alt dudaðýný bile kapatan hatta yüzünün neredeyse yarýsý bu býyýk denen tüylerden oluþan kýsa boylu adam, seksen üç yaþýnda baba oldu. Mecburen evlendi…
Býyýklarý alt dudaðýný bile kapatan hatta yüzünün neredeyse yarýsý bu býyýk denen tüylerden oluþan kýsa boylu adam, oðluna eþek de oldu, dede de, baba da…
Býyýklarý alt dudaðýný bile kapatan hatta yüzünün neredeyse yarýsý bu býyýk denen tüylerden oluþan kýsa boylu adam, seksen sekiz yaþýnda New York’un siyah Müslümanlara ait kýsmýnda yani Demokratik Amerika Ýslam Cumhuriyetin en görkemli sanat galerisinde on sekizinci sergisini açtý. Beyazlar ve dinsizler de özel ilgi göstermiþti bu sergiye…
Býyýklarý alt dudaðýný bile kapatan hatta yüzünün neredeyse yarýsý bu býyýk denen tüylerden oluþan kýsa boylu adam, yüz yaþýnda, oðlunun portesini çizerken, kalp krizi sonucu öldü, yüzü gülümsüyordu…




Mehmet...

Mehmet, Busem’in ölümüne evdeki faresinin ölümünden daha az üzülmüþtü. Busem onun için karþý köyün kýzýydý…
Mehmet, uzun bir süre yaþamaya çalýþtý… Simit sattý, ayakkabý boyadý, zenginlerin çimlerini biçti, bahçelerindeki köpek dýþkýlarýný temizledi, su sattý, maçlarda çiðdem sattý, en çok da tiþört sattý… Yetmedi; annesini babasýnýn dayaðýndan korudu, kýz kardeþini okuttu, avukat yaptý…
Mehmet, en çok tiþört iþinden para kazandý. Dükkân açtý, dükkânlarýn sayýsýný arttýrdý. Para kazandý. ‘M’ tiþörtleri tüm ülkede kalite demekti. Öyle ki ülkedeki gençler firmayý yabancý sanarak ‘em’ tiþörtleri derdi ama Mehmet hep Mehmet olarak kaldý…
Mehmet hep aradý…
Mehmet hep arada kaldý…
Fakirken hayatýný aradý, büyüdü, para kazandý; aþký aradý…
Onu seven oldu aslýnda. Ama ya o seveni sevmedi ya da onu seven baþkasýný sever gibi sevdi…

***

Mehmet’e göre aþkýn ispatý yoktu…
Beyinde akýntý
Göðüste hafif aðrý
Ve yalnýzlýkla belli ederdi kendini
Mehmet
Öyle sevmeliydi ki, yoksul düþmeliydi…
Sonsuz bir yatak
Ve sahipsiz yalnýzlýklar biriktirmeli
Gerekirse yaþamamalýydý…

***

Garip bir þeydir bu hayat. Bir sürü dert edinir, bir sürü insan tanýr sonra da ölürüz… Ýnsanlarýn kimini sever kimini sevmeyiz. Bazen de bazý insanlar bizi sever; anlamayýz…
Bu yalnýzlýklarýn, bu aþklarýn, bu ellerin çaresi var mýdýr?
Kimi üþür soðuktan, kimi donar yalnýzlýktan. Kimi de insanlýktan çýkar, âþýk olamayýnca. Nedir insaný insan yapan? Tanrý mý, aþk mý?
Annen ne anlattýysa, hangi masallarý anlattýysa, hangi gözyaþýný sildiyse onu ararsýn; bulamazsýn. Kulaðýnda oðlunun kalp atýmý. Nerede duysan tanýrsýn…
Annen kimi anlattýysa onu ararsýn, bulamazsan; anlayamazsýn. Bazen bir kalp atýmý kadar uzak, bir kalp atýmý kadar yakýnsýndýr ama göremezsin…
Gün olur güneþi örter, gün olur gözünden güneþ icat edersin. Gün olur sarý uzun bir saça tapar, gün olur güneþi o mavi gözlerden doðurursun…
Bir nefesle baþlar, baþka bir nefesle biter bu hayat
Seven sever
Sevemeyen üþür…
Bilirsin, bilirsin de…

***

Mehmet, Atlas’ýn dünyayý sýrtýnda taþýmaktan vazgeçmesi gibi zorla vazgeçmiþti kendinden… Aradýðý yeni bir Mehmet’ti…
Mehmet evlendi. Çocuðu olsun istemiþti. Oðlu ona tapýyordu…
Beklemenin aþký öldürdüðünü biliyordu; o da evlendi, sonra boþandý…
Kýrk sekiz yaþýnda, tinercilere içinde para olmayan cüzdanýný vermek istemediði için býçaklandý…
Ölümü altý ay sürdü. Altý ay bitkisel hayatta kaldý…
Tek duyduðu, kimseyle dolduramadýðý içindeki boþluðun sonsuz sesiydi…




Leyla…

Oldukça iyi bir þirkette insan kaynaklarý müdürü olarak çalýþan Leyla hep ‘en’lerde yaþýyordu…
Otuz yedi yaþýnda, bir dizi estetik ameliyatla yüzündeki yara izini kapattý. Zaten yarasý da üç yýldýr sýzlamýyordu. O eski komünist günler çoktan geride kalmýþ, artýk küçük burjuva olmuþtu. Ýnsanlarý gözlerinin içine baka baka iþten atýyordu. Aðlamalar, sýzlamalar onu hiç etkilemiyor, hatta uzun süredir kendine ‘zamanýnda sizin için mücadele ederken neredeydiniz’ cümlesini bile kurmuyordu…
Bazen iþten çýkma konuþmasý bile yapmýyor, yani herkesin bildiði yalanlarla dolu mazeretlere bile baþvurmuyor, sadece ‘iþten çýkarýldýnýz’ diyor ve gözünü karþýsýndakinin gözüne bir þeyler arýyormuþ gibi dikiyordu. Bir tür düello…
Bir Perþembe günü, yeni bir iþten çýkma konuþmasý yapmak için, iþe üç ay önce yalvar yakar ve bir sürü torpille girmiþ, sosyal güvencesi, yeni iþ kanunu yüzünden bu iþten atýlýrsa iptal olacak bir genç kýzý sekreteri aracýlýðýyla çaðýrýr…
Sekreterinin kýzýn raporlu olduðu bilgisini vermesi Leyla’yý durdurmaz ve kýzý hasta hasta evinden çaðýrýr. Kýz, apar topar ve panik bir halde, yarým saat içinde Leyla’nýn karþýsýndadýr. Kýz gerçekten hastadýr ve sürekli öksürür. Leyla, kýzýn bir hayat dersi aldýðýný düþünmesini istediðinden konuþmayý uzatýr da uzatýr. Gözleri kýzýn gözlerinde gezinir, kýzýn geleceðiyle düello yapar gibidir. Kýza, davranýþlarýnýn dengesiz olduðunu, giyiminin kötü olduðunu, iþinde isteksiz olduðunu, ayrýca saçýna taktýðý haham þapkasýnýn þirketin politikasýna ters olmakla beraber imajýný da kötü etkilediðini ama inancýna saygý duyduklarýný ve etrafýyla gereksiz tartýþmalara girerek þirketteki huzuru baltaladýðýný söyler…
Konuþma yarým saat sürer ve en sonunda kýz yüzü asýk bir þekilde Leyla’nýn bürosundan ayrýlýr…
Bu konuþmanýn gecesinde Leyla’da öksürmeye baþlar…
Bundan sonrasýnda Leyla artýk tamamen deðiþmiþtir…
Kendine yýllar önce iþkence yapýp, yüzünü yaralayan polisin çocuðunu iþe alýr…
Þirketin yeni ortaðý Murat’la çýkmaya baþlar, ilk buluþmalarýnýn gecesinde seviþirler…
Ýçinden bir ses, Murat’ýn onu aldattýðýný söylese de iliþkiye devam eder…
Ýþten atma diyaloglarýnýn süresini iyice kýsaltýr ve artýk kimseye uzun konuþma yapmaz…
Geceleri alkol almaya, bazen iþe sarhoþ ve özensiz kýyafetlerle gelmeye baþlar…
Kilo kaybýný ise forma girmek olarak deðerlendirir…
Bazen eve gitmez ve iþ yerindeki bürosunda yatar. Murat’ýn karýsýnýn onu takip ettiðini ve onu öldüreceðini düþünür. Bu yüzden de eve gitse bile her seferinde farklý bir yol kullanýr…
Kutsal kitaplarý iniþ tarihine göre okumaya ve Tanrý’yla direkt konuþmaya baþlar…
Ona göre önceki hayatýnda umarsýz sarý bir banktýr. Ölünce de yine o bank olacaktýr…
Leyla’nýn bu garip davranýþlarý genel müdürün dikkatini çeker ve durumu þirket doktoruna danýþýr. Þirket doktoru Leyla’nýn davranýþlarýný çaktýrmadan tahlil eder ve daha ileri bir merkeze götürülmesi gerektiðini rapor eder…
Bunun üzerine Leyle ikna edilerek, saðlýk yerleþkesindeki Psikiyatri kliniðine götürülür. Gerekli incelemelerden sonra doktor; son üç yýlda açýða çýkan yeni bir tür virüsün, beyindeki dopamin miktarýný bazý bölgelerde arttýrdýðýný ve böylece þizofreniye yol açtýðýný ve bu virüsün öksürükle veya dokunarak bile bulaþabileceðini söyler. Leyla’nýn da artýk þizofreni hastasý olduðunu ve þirkette bu tür belirti gösteren herkesin kendilerine baþvurmasý gerektiðini söyler…
Þirket yöneticileri, yaptýklarý gizli bir toplantýnýn sonucunda; bu bilgiyi gizli tutmalarý gerektiðini, Leyla’yý þizofren olduklarý düþünülen diðer çalýþanlarý da iþten çýkardýktan sonra ve mektupla ancak iþten atabileceklerini, bunun kontaminasyon riskini minimuma indireceðini ve gerekirse þirkete bir ay gelmemeleri gerektiðini kararlaþtýrýrlar…


***

Leyla, bu toplantýdan bir ay sonra Psikiyatri kliniðine yatar. Ondan bir ay sonra da iþten attýðý bazý arkadaþlarý yanýna gelir…
Leyla, bu yeni iþinde kendini öldürmek isteyenlerin çoðaldýðýný düþünmeye baþlar… Ona göre eski arkadaþlarý onu mutlaka öldürecektir… Onlarý iþten de atamamasý, durumu Leyla açýsýndan daha da kötüleþtirir…
Leyla, bir gün, kipa takýyor diye iþten attýðý kýzdan kaçarken, pencereden düþer…
Ölür…



Mühendisler…

Sarý banký belediyenin bahçesine koyma talimatý verirler…
Hayat apartmanýndaki kadýna bir adet böbrek borçlu olaný seçimden sonra derhal iþten atýlýr… Diðeri ise bir seçim daha idare eder…
Dokuz yýl sonra ise baþka bir semtin belediyesinde buluþurlar…
Geçen sürede sarý bank da koyduklarý yerden alýnýp, þu an çalýþtýklarý semte, deniz kýyýsýna koyulmuþtur…
Bir Perþembe akþamüstü sahilde gezerken bu banka rastlarlar. Ayný anda banký görüp ayný anda birbirlerine bakarlar. Banký tanýrlar. Çünkü eski çalýþtýklarý belediyede bol bol üstünde oturmuþ, kahvaltýlarýný atýþtýrmýþ, Nietzsche’den konuþmuþ ve dertleþmiþlerdir. Bankýn üstündeki yazýlarýn bir kýsmý ise inadýna silinmemiþtir…
Banka otururlar. Silinen yazýlarý anýnda hatýrlar ve tekrar banka kazýrlar… Hiçbir þey eklemeden, hiçbir þey çýkarmadan yaptýklarý bu kazýma iþi sanki bir tören gibidir… Kaybettikleri 'an'larýn cenaze töreni gibi...
Deðiþen; yazanlarýn kimliði ve bankýn yeridir…
Bank, taþlarla döþenmiþ bir yolun üstünde ve gariptir ki oturanýn sýrtý denize gelecek þekilde konumlandýrýlmýþtýr. Denizle bankýn arasýndaki korkuluklar ise hali hazýr düzende ne kadar simetrik olabilirse o kadar simetrik ve o kadar sarýdýr…

***

Oralarda, o anda yalnýzca denizin sesi vardýr… Bunu her ikisi de o an olamasa bile anlar...

***


Ýki mühendisten biri yetmiþ bir yaþýnda pankreas kanserinden, diðeri ise elli beþ yaþýnda kronik böbrek yetmezliðine baðlý kalp yetmezliðinin sonucu, ani bir kalp krizinden ölür…
Sonra ölen önce ölenin cenazesine gider...




Sedat, Okan ve Deniz…


Hüzün apartmaný yýkýmda yerle bir olmuþtur. Deniz’in acilen bir ev bulmasý gerekir. Yoksa nasýl dayanýr kýzýnýn babasýna?

Deniz, eski eþinin kendisini hala sevdiðini biliyordu ama ona karþý abartýlý ve kimseye karþý duymadýðý garip bir tiksinti duyuyordu…

Deniz, geçici bir süre kýzýnýn da baskýsýyla eski eþinin evinde kaldý. Bu sürede sürekli kiralýk ev aradý. Bir gün iþ çýkýþý Hayat apartmanýnda bir evin boþaldýðýný gördü. Tam iki ay düþündü. Bu arada, ev inþallah tutulmaz diye de içinden geçirmedi deðil. En sonunda evi tutmaya karar verdi. Böylece kýzý da arkadaþlarýndan ve okulundan ayrýlmayacaktý…

Yazdýðý mektubu yýkýmdan sonra hiç düþünmemiþti bile. Zaten o mektup zamanda yolculuk fantezisinden baþka bir þey deðildi. Derenin altýndan çok su akmýþtý. Hayat bunu yýkýmdan sonra bizzat izah etmiþti…

Hayal dükkân ise yýkýmdan etkilenmemiþti. Deniz Merve Sarý, bir kere daha babasýna minnettardý. Bu dükkân da olmasa…

Deniz, dördüncü kata taþýnýrken, mektubu yanlýþ kapýya býraktýðýný, kapýcýya çaktýrmadan komþularýný sorduðunda anladý. Kapýcý, yalnýzca bunu söylemekle kalmadý; Okan’ýn kýzýnýn öldürüldüðünü, Okan’ýn o günden sonra eve neredeyse ayda bir geldiðini, zaten kýzýn annesini hiç görmediklerini, Okan’ýn kýzýna sahip çýkamadýðý için kýzýn öldüðünü ve diðer komþular hakkýnda Deniz’in dinlemediði bir sürü gereksiz þey de söyledi…

Deniz bir kere daha çok þeyin deðiþtiðini anladý…

Sedat, aradýðý kadýný aramaya devam etti. Bu konuda acýmasýzdý. Mektubu ve Deniz’i neredeyse hiç hatýrlamadý. Böyle þeyleri hep yapardý çünkü… Yalnýzca Okan’ýn kýzýný duydu, cenazeye gitti. Mektubu yýrtmanýn isabet olduðuna kanaat getirdi, o kadar…

Okan, kýzýnýn katilini hiç aramadý. Hep kendini suçladý. Hayat apartmanýndaki evine yalnýzca fesleðenleri için geliyordu…

Sedat, korsan bir biçimde ve bencilce okuduðu mektup sayesinde, geçmiþte Okan’ýn Deniz’i sevdiðini ama bunu Deniz’in bilmediðini, Deniz’in de Okan’ý sevdiðini ve bunu her ikisin de bildiðini biliyordu. Ayrýca Deniz’in yazdýðý mektubun Okan’a ulaþmadýðýný da bizzat biliyordu…

Deniz, mektubunun Okan’a ulaþýp ulaþmadýðýndan emin deðildi. Zaten artýk önemi de kalmamýþtý…

Okan, hiçbir þey bilmiyordu. Tek bildiði kýzýnýn ölümü yüzünden silmek istediði geçmiþti…



***


Bu üçlü arasýnda, yýllar içinde önce zoraki karþýlaþmalar ve selamlaþmalar sonra da fýrtýnalý bir arkadaþlýk gerçekleþecekti…

Okan ve Deniz Merve Sarý’nýn ilk karþýlaþmasý oldukça sýcak geçmiþ, Deniz, Okan’a kýzý için çok üzüldüðünü, ancak buraya taþýnýnca haberi olduðunu söylemiþ ve özenle geçmiþten bahsetmemiþti. Okan’sa her zamanki gibi kýzýndan ve geçmiþten hiç konuþmamýþ bu tavrý da Deniz’e Okan’ýn mektubu almadýðýný düþündürmüþtü…

Sedat ise bu üçlü arasýndaki arkadaþlýða; rastlantýsal karþýlaþmalarýn birikmesi ve apartman iþleriyle ilgili mecburi toplantýlarýn katkýsýyla, sýradan bir baþlangýç yapacaktý…

Ayný apartmanda, Sedat ve Okan karþý karþýya, Deniz’se Sedat’ýn alt dairesinde oturuyordu. Buna raðmen zamane arkadaþlýklarý genelde bilgisayar baþýnda geliþtiðinden önceleri daha çok internet aracýlýðý ile görüþeceklerdi. Bu internetten görüþme iþi Okan’ýn eve ender geldiði, kýzýnýn ölümünden sonraki ilk bir yýl içinde daha çok tercih edilecek, sonralarý bu sanallýk kimseye yetmeyecek ve Okan’ýn eve daha sýk gelmesiyle arkadaþlýk daha derinlere doðru ilerleyecekti…

Deniz, internette önceleri her zaman Okan’ý tercih edecek, Okan’la yazýþmalarýný kaydedecek ve tekrar tekrar okuyacaktý... Amacý: Anlamaktý…

Sedat’ýnsa amacý ilk aþamada Deniz’e daha da yaklaþmak olduðundan ve elde edilemeyen kadýn olmadýðýný, bunun sadece zaman meselesi olduðunu ve yeterli mesafeye geldikten sonra yani kadýn için artýk vazgeçilmez bir ‘þeye’ dönüþtükten sonra harekete geçmesi gerektiðini bildiðinden; genelde iyi arkadaþ gibi davranýp hiçbir konuda ýsrarcý ve zorlayýcý olmuyordu. En farklý düþündüðü konularda bile uysal davranýyordu…

Okan’ýnsa en önemli derdi yaþamaktý. Kýzý öldüðünden beri yalnýzca nefes alýp veriyordu. Her ne kadar kýzý ölünce intiharý çokça düþünmüþ olsa da bu düþünme iþinin artýk bir anlamý kalmamýþtý. Ýntihar fikri, o zamanlar onu rahatlatmýþtý ama þimdilik çare bulamayacaðý bir derdi yoktu ve dolayýsýyla da intihar düþüncesine ihtiyacý kalmamýþtý. Yani, intihar edip yaþadýðý ve yaþayacaðý umarsýz acýlardan tamamen kurtulma hissine artýk gerek yoktu. Gerçi o hissi çok sevmiþti ama biliyordu ki; o arada kalma hissi uyuþturucu gibiydi, baðýmlýlýk yapýyordu. Deniz, geçmiþte ona böyle bir acý ve dolayýsýyla böyle bir his yaþatmamýþtý, güvenliydi. Hatta kendisinin Deniz’de çaresiz bir acý yarattýðýný sanýyordu. Sedat ise Deniz’le yalnýz kalmamak için gerekliydi. Zaten yetiþkin bir erkek ona nasýl bir acý verebilirdi ki…

Sedat ve Okan, Deniz sayesinde arkadaþlýklarýný derinleþtirecekler; Sedat, Deniz’le her kadýnla ilgilendiði gibi ilgilenmeye baþlayacak, tesadüflerin sýklýðýný, centilmenliðinse yoðunluðunu arttýracak fakat Deniz’in mektuptaki Deniz Merve Sarý olduðunu anlamasý zaman alacaktý. Öyle ki bunu anladýðýnda üçlü artýk ‘iyi arkadaþ’ iliþkisine baþlamýþ olacaklardý…

Sedat, mektubu yazan Deniz’in alt kattaki Deniz olduðunu anladýðýnda Okan’a biraz daha yaklaþacaktý… Sedat, baþlangýçta bunu vicdanýnýn rahat etmesi için yapsa da sonralarý bu arkadaþlýðý Okan’ý kontrol altýnda tutmak için kullanacaktý…

Sedat, aþký yani bugünü; Deniz, kendini yani geçmiþi; Okan’sa hayatý yani geleceði arýyordu…

***

Okan, kýzýnýn ölümünden iki sene sonra, Hayat apartmanýndaki dairesinde sürekli kalmaya baþlamýþtý. Deniz’in kýzý artýk büyümüþ ve arkadaþlarýyla zaman geçirir hale gelmiþti. Dolayýsýyla Sedat, Deniz ve Okan daha sýk görüþür olmuþtu. Her akþam en azýndan telefonla araþýr, olmazsa kapýlar çalýnýr, o da olmazsa messenger listesinde çevrimiçi durumuna bakýlýr, genelde yüz yüze ve üçü beraberken görüþmeye uðraþýrlardý…

Sedat, oyunu iyi oynuyor ve anlýk düþünüp, anlýk yaþamaya çalýþýyordu. Deniz’se Okan’ý merak ediyor ama Okan’a ulaþtýkça ondan soðuyordu. Okan, yaþayýp gidiyordu, aradýðý bildiði bir þey deðildi…

Üçünün de en sevdiði yer yeni açýlan Nietzsche bardý. Oturduklarý semt son iki yýlda çok deðiþmiþti. Bu deðiþimin iyi taraflarýndan biriydi bu bar. Ýþ çýkýþý genelde burada buluþur, konuþur ve stres atarlardý. Bar, Nietzsche’nin yaþamýna uygun tasarlanmýþtý. Ortam karanlýk ve sessizdi, hafiften Wagner çalardý, o kadar… Masalarýn ortasýnda, masanýn içine gömülmüþ bir ampul vardý. Bu ampul ancak ona dokununca yanýyordu. Barýn mönüsü içkilerden ve her içkiye uydurulan Nietzsche aforizmalarýndan oluþuyordu…

Sedat, Nietzsche’nin faþizme yol açtýðýný; Okan, öyle olmadýðýný, diðer filozoflarýn olmasý gerekeni yazdýðýný, Nietzsche’nin ise olaný veya olacak olaný yazdýðýný, bu yüzden de faþizmi doðurmasýnýn imkânsýz olduðunu düþünüyordu. Deniz’se ‘üst insan’ ve ‘sonrasýz dönüþ’ kavramlarýnýn birbirinden ayrýlmasýnýn mümkün olmadýðýný söylüyordu. Nietzsche hakkýnda çok tartýþtýlar ama bu tartýþmalarýn hiç birinde ne Okan ne de Deniz Hayal dükkândaki kitap alýþveriþini gündeme getirdiler. Okan, geçmiþe dönmek istemiyor, Deniz’se Okan’ýn konuyu açmasýný bekliyordu…

Sedat, bu görüþmeler sayesinde bir süre sonra artýk Deniz’in evindeki fesleðen gibi ve onun kadar Deniz için vazgeçilmez olmuþtu…

Bir perþembe günü, Deniz’in Hayat apartmana taþýnmasýndan yedi yýl sonra, Nietzsche barda, Sedat ve Deniz, Okan olmadan konuþuyorlardý. Bu durumu Sedat ayarlamýþ, Okan’a bu akþam bara gelmemesini söylemiþti. Okan da kabul etmiþti. Okan, arada kalmak istemezdi, hiçbir þeyin arasýnda kalmak istemezdi.

Okan, ne iki insanýn ne de bu dünya ile öbür dünyanýn arasýnda kalmak isterdi… Okan'ýn istediði bilmediðiydi...

Viski ve çikolata Deniz’in en sevdiði ikiliydi. Önce viskiler söylendi. Viskiler masaya deðdiði anda, Deniz Okan’ý sordu, Sedat bilmediðini söyledi, Deniz gülümsedi. Sedat, Deniz’e babasýnýn duyduðu erdemlerinden, Hayal dükkânýn büyük sermayeye hala direnmesinin tarif edilemez bir his olmasýndan bahsetti. Deniz, bu cümlelerin benzerlerini yýllar önce Okan’dan duyduðunu düþündü. Hafifçe gülümsedi…

Viskilerin yarýsýnda, Deniz’in aðzýnda çikolata varken ve yýllar önce eliyle üstünden geçtiði, sarý banktaki ‘Okan, Merve’yi seviyor’ yazýsý ve yýrttýðý mektup aklýndayken; Sedat, Deniz’in gözlerinin içine deðil de masanýn ortasýndaki lambaya bakarak ‘benimle evlen’ dedi… Deniz, çikolatayý derhal yuttu; yaþýný hesapladý, Okan’ý düþündü, bunlara kýzýnýn yurt dýþýnda olmasýný ekledi, yalnýzlýðýný tarttý, birden ve ilgisiz bir þekilde Okan’ýn evindeki fesleðenle kendi evindeki fesleðeni karþýlaþtýrdý, babasýný hatýrladý, eski eþine duyduðu tiksintiyi düþündü, yarýn Hayal dükkâný kapatmak için muhasebeciyi aramasý gerektiðini içinden bir kez daha tekrarladý, þimdi bu Sedat’ýn nereden çýktýðýný sorguladý, nasýl göründüðünü merak etti, makyajýnýn akmamýþ olmasýný umut etti, kýrk üç yaþýnda tekrar evlenme fikrinden çok hala beðenilmek fikrini önemsedi ve teklifi baþýyla kabul etti…


***

Okan’a bu kararý Deniz söyledi. Belki de Okan’a mektupla yapamadýðýný bu yolla yapmak istiyordu. Ne istediðini Deniz de bilmiyordu ki…
Sedat ve Deniz, Deniz’in kýzýnýn katýlmadýðý basit bir törenle evlendiler…
Doðaldýr ki bu evlilikten sonra Nietzsche bara gidilmez ve dolayýsýyla eskisi gibi görüþülmez olmuþtu. Okan, bu durumdan hiç þikâyetçi deðildi, hatta memnun bile olmuþtu. Belli bir yaþtan sonra, öyle çok derin arkadaþlýklar çekilmiyordu. Hem Deniz onun için geçmiþte, bir ara sevdiði biriydi, o kadar. O kadar þeyden sonra artýk ondan nefret bile edemezdi…
Fakat asýl sorun Deniz’in ilk eþiydi. Deniz’in ilk eþi, boþanmalarýndan hep Okan’ý sorumlu tutmuþtu ve Deniz’i kendince hala seviyordu. Bu sorumlu tutma iþi; Deniz’in geçmiþte yazdýklarýný gizlice okuduktan sonra baþlamýþtý. Deniz’e Okan’ý hiç sormamýþtý. Çünkü Okan onun tam tersiydi ve o saplantý derecesinde Deniz’i seviyordu. Deniz’in kýzlarýna hamile kaldýðý seviþmelerinden sonra uyurlarken; Deniz, Okan’ý sayýklamýþ ve temiz bir dayak yemiþti. Bu dayak, boþanmaya doðru giden yolun damlalarýnýn en büyüðü olmuþtu…
Deniz’in ilk eþi, Deniz’in Okan’ýn yaþadýðý apartmana taþýndýðýný biliyordu. Okan’ý araþtýrmýþtý. Kýzýndan Deniz’in apartman komþusuyla evlendiðini duyunca, beyninden ve vicdanýndan bir damla daha taþtý…
Sonuçta; Deniz’in ilk eþi Okan’ý kadýn bir kiralýk katile öldürttü. Deniz ve Sedat iki yýl sonra ve Sedat Deniz’i hala severken ayrýldýlar. Sedat, baþka bir kente taþýndý. Orada, bir gece, içkili vaziyette araba kullanýrken polisin dur ihtarýna uymadý, polis arkadan ateþ etti ve Sedat kafasýndan vuruldu, öldü…
Deniz, kýzýnýn yanýna, yurt dýþýna gitti, anýlarla ve piþmanlýklarla yaþamaya çalýþtý. Seksen yedi yaþýnda, bir huzur evinde, fesleðeniyle konuþurken, sessizce öldü…




Çöpçü Mehmet…

Çöpçü Mehmet, mahallenin çehresinin deðiþmesiyle eski iþini yapamaz olmuþtu. Yeni belediyecilik anlayýþýnda ona yer yoktu. Baþka birimlerde görev alsa da baþarýlý olamamýþ ve sürekli iþ arkadaþlarýyla kavga etmiþti. Çünkü eskisi gibi yalnýz ve kafasýna göre iþini yapamýyordu…
Eskiden onu herkes tanýrdý. Kimi selam verir, kimi görmezden gelirdi…
O sakin ve kusursuz süpürge darbeleri yoktu artýk. Eskiden etrafý temizlerken bazen kendini, kendi beynini temizler gibi hisseder, bazen de tüm dünyayý temizlediðini hayal ederdi…
Mehmet’e, en çok kurumuþ sarý yapraklarýn süpürgesiyle buluþmasý keyif verirdi. Yapraklarýn çýkardýðý sesi ondan baþka kim duyabilirdi ki. Sonbaharlarda insanlar etrafýnda telaþlý bir þekilde koþtururken, o tüm bu telaþtan uzak, sakince ve inadýna melankolik darbelerle yapraklarý temizlerdi…
Mehmet, yýkýmdan sonra belediyede çok çalýþamadý. Emekliliðini çoktan hak etmiþti. Emekli oldu…
Mehmet’in bir ailesi yoktu, yalnýz yaþardý. Yetiþtirme yurdunda büyümüþ, oranýn kontenjanýyla iþe girmiþti…
Emeklilik Mehmet’e yaramamýþ ve iyice içine kapanmýþtý. Sokaðýn sesi, yalnýzlýðý düþündürmeyen koþuþturmasý ve herkese iþe yarar muamelesi yapmasý artýk yoktu. Mehmet artýk kendi evini bile temizlemiyordu…
Mehmet’e göre sokakta her þey bir iþe yarardý. Hayat, hiçbir þeyi imha etmezdi. Dönüþtürür ama yok etmezdi. Öyle olmasaydý, hayat her þeyi, lazým olacak her þeyi biriktirmeseydi; bu binalar, bu medeniyet nasýl bu hale gelirdi. Ýnsanoðlu nasýl uçar, nasýl uzaya giderdi…
Mehmet, emekli olduktan sonra uzak kaldýðý bu hayatý kendi evinde kurdu. Hiçbir þeyi atmadý. Ara sýra dýþarý çýktýðýnda ise iþe yarayacak her þeyi eve getirdi. Biriktirdi, biriktirdi. Yediði meyvenin kabuðunu, içtiði ayranýn kabýný biriktirdi. Her þey biriktirdi, hiç birini atmadý…
Bir perþembe sabahý, komþularýnýn þikâyeti üzerine eve gelen belediye ekipleri, Mehmet’i evinde kurduðu çöp daðýnýn içinden zorla çýkardýlar…
Mehmet’i hastaneye yatýrdýlar…
Bu duruma dayanamayan Mehmet, endiþelerine yenildi ve hastane enfeksiyonuna yakalanýp, üç ay içinde öldü…



Balýkçý…

Yýkýmla ve zamanla beraber deðiþen, geliþen mahallede balýkçý dükkânýna yer artýk yoktur. Bu yüzden, balýkçý, belediyenin gösterdiði baþka bir mahalleye taþýnýr. Balýkçý dükkânýnýn yerine ise bar açýlýr…
Yeni yerde iþler iyi deðildir. Yeni yer kalabalýða uzaktýr. Zaten insanlar da balýktan gittikçe soðumuþtur. Televizyonlarýn yaptýðý, balýklardaki aðýr metallerle ilgili yayýnlar iþleri iyice kötü hale sokar...
Balýkçýnýn oðlu iþi býrakýr ve ailenin tüm itirazlarýna raðmen, daha demokratik, çocuklarýn geleceðini düþünen, daha insancýl bir ülkeye iltica eder…
Baba, didinip durur. Ama balýkçý dükkâný batar. Baba baþka iþ bilmediðinden memlekete dönüþ kararý alýr. Memlekette salaþ bir balýkçý lokantasý açar. Bir beþ yýlý da böyle kurtarýr. Sonrasýnda ise oðlunun gönderdiði paralarla yaþayýp, eceliyle ve yetmiþ iki yaþýnda ölür…




Bankanýn güvenlik görevlisi…

Babasýyla, yani belediyenin ölü yýkama servisinden emekli adamla, seçtiði eþ yüzünden arasý açýlýr. Babasýnýn cenazesine kadar görüþmezler. Cenazede babasýnýn yüzüne son kez bakmak ister, bakar. Etrafa karþý ‘hiçbir þey hissetmedi’ görünümü vermeye çalýþýr. Oysa, oysa…
Babasý temizlikçi kadýný yani eþini istememiþtir… Bunu hiç anlamaz…

***

Basit bir hayatý oldu Hasan’ýn. Basit dertleri, basit yalnýzlýklarý, basit çareleri oldu. Sevdi, sevilmeyi umursamadý…
Basit günlerdi yaþadýðý. Her gün yeniden gülümsedi. Belinde silah olmasýna raðmen her gün ve herkese gülümsedi. Karþýlýk beklemeden gülümsedi. Her gülücüðünde umut vardý. Dudaklarýnýn kýyýsýnda, gülümsemeyle aydýnlanan, bazýlarý dünden kalan bazýlarý yarýndan emanet umutlar vardý…
Onun için basit bir gündü her gün. Düþünmemesi gerekenleri düþünmedi. Yaþadý. Çayýný yudumlarken yaþadý, elini yýkarken yaþadý, gözlerini ovarken yaþadý… O gözler ki hayatýnýn haritasýdýr her sabah. O gözler ki hayatýna yazar. O gözler ki yaþar…
Düþünmedi. Belki dedi her an. Bekledi. Kim bilirdi ki? Belki bir çocuk ona dilenecekti. Belki annesini hatýrlayacak, belki de geçip gidecekti…
Belki biri yine manolyalardan fýsýldayacak, kendinden bahsedecekti. Yolculuk duygusu saracaktý belki tüm benliðini. Böylece tatlý bir maðlubiyet hissedecekti her nefesinde…
Kim bilir belki babasýnýn eski bir arkadaþýna rastlayacaktý. Sonrasýz bir dert edinecekti belki kendine. Belki de sonrasýz bir yalnýzlýk icat edecekti yaþadýklarýndan…
Kim bilir, bir an olacak, hiç duymadýðý bir ses, hiç duymadýðý bir þarkýyý söyleyecekti, kim bilir?

Basit bir gündü onun için her gün…

***

Hasan, bankada uzun yýllar çalýþtý. Hiç çocuðu olmadý. Eþini hep sevdi ve yalnýzca kafasýnda aldattý…
Yýkýmdan dört sene sonra mahalle zenginlerin yeri oldu. Kirayý veremez hale geldiler ve baþka bir semte taþýndýlar…
Hasan ve karýsý, Hasan akþam eve geldiðinde önce sade kahvelerini içer sonra da beraber yemek hazýrlarlardý. Bu merasim hiç þaþmadý. Kahvelerini içerken sessizce umut ederlerdi… Bu umut en çok Hasan’ý uyuþtururdu…
Hasan, emekli olduktan iki saat sonra, evinde kahvesini içerken, öldü. Üç sene önce, doktorun aðzýndan yalnýzca bir kere duyduðu hastalýðýný, kimseyi hayatýyla rahatsýz etmek istemediði için, karýsýna bile söylemedi ve bir süre sonra da kendi bile unuttu. Tedaviyi araþtýrmamýþtý bile…
Hasan’ýn ölümünden sonra, karýsý hemen anne evine döndü ve altý ay sonra da burada baþka bir adamla evlendi. Hasan’a kýrgýnlýðý, ölümünü haber vermediði için hiç geçmedi…
Hasan’ýn karýsý, Hasan’dan sonra on yedi sene daha yaþadý…



Kader’in kardeþi…

Bir arabanýn çarpmasý sonucu bitkisel hayata giren kardeþinin yerine iþe girdiði Hayal dükkânda, günlerin ona getirdiði, zaman kaybýndan baþka bir þey deðildi. Kendini derin bir bok çukurunda gibi hissediyordu. Geçen her gün üstüne yeni boklar dökülüyor, eskiler sertleþiyor, böylece de bu çukurdan çýkmasý gün geçtikçe zorlaþýyordu…
Her gün ayný saatte, ayný yere, ayný yoldan gelmek…
Her gün sabaha karþý onu iþe getiren babasýndan ayrýlmak, garip bir hüzün katardý sonraki bir saatine. Babasýndan sonraki bu bir saatte, vitrine dizeceði oyuncaklarý ve yerleri silerdi…
Babasý, inþaatlarda çalýþarak emekli olmuþ bir duvar ustasýydý. Ýki kýzýný da okutamamýþtý. Üniversitedeki masraf ve harçlara parasý yetmemiþti. Ancak karýnlarýný doyurabiliyorlardý. Ýki kýz da, tek tencere yemeði yer sofrasýnda ürkekçe kaþýklayarak büyümüþtü. Baba ve anne, her sofrada kýzlarý kollar, kýzlarýn yemesi bitince ancak iþtahla yerlerdi yemeklerini. Kýzlar yemeklerini yerken, babanýn boðazý veremediklerinden, annenin boðazý veremeyeceklerinden ötürü düðümlenir ama kýzlara bir þey belli etmezlerdi… Kýzlarsa her þeyin farkýndaydýlar…
Kader ve Kader’in kardeþi… Bu hayatta, ayný yoldan, ayný uçuruma itilen hurda bir kalp gibiydiler…
Kader, kazadan beri evde bilinçsiz ve yataða mahkûm bir þekilde yatýyordu. Yaþam destek ünitesine baðlý bu yaþamýn diðerlerinden ne farký varsa?
Kaza, Hayal dükkânýn önünde olmuþtu…

***

Kader’in kardeþi, Hayal dükkânda oyuncaklarla yapay bir hayat kurmuþtu. Aslýnda kurduðu hayat, Kader’in devamý gibiydi…
Katlanabilir kartondan ve iki kiþilikli oyuncaklar nasýl olur da bu kadar büyük bir dünya hediye ederdi ona? En sevdiði oyuncak, kýrmýzý etekli bir kýzdan kýrmýzý tabuta dönüþen, tabutçu kýz oyuncaðýydý… Bu oyuncaðýn alýcýsý fazla olmazdý… En çok satýlan oyuncaksa, ‘winx’ kýzlarý ile ‘ben ten’ dedikleri oyuncaklardý…
Kader’in kardeþi, her sabah bir konu seçer ve ona göre oyuncakçýnýn vitrinini süslerdi. Ayný Kader gibi, ayný Kader’den önceki kadýn gibi…

***

Kader’in kardeþi Hayal dükkân kapanana kadar çalýþtý. Ýþsiz kalmasýyla Kader’in fiþini çekmesi arasýnda yalnýzca iki saat vardý…
Baba, anne ve Kader’in kardeþi, Kader’in ölümünden sonra, hayýrseverlerden gelen yardým da kesildiði için maddi sýkýntý içine girdiler. Babanýn maaþý kiraya ancak yetiyordu. Bir akþam, açlýktan anne öldü, sabahýnda baba öldü, Kader’in kardeþiyse, baba ve annesinin cesedini almaya gelen ambulansýn þoförüyle evlendi…
Ambulans þoförünün karýsý, yetmiþ üç yaþýnda eceliyle öldü…




Pazarcýlarýn lideri…

Kader sokaktaki pazar yeri, yýkýmdan sonra ancak altý ay daha kurulabildi. Pazarcýlar tüm uðraþlarýna raðmen bu bereketli yeri ellerinde tutamadýlar…
Pazarcýlarýn lideri Abdullah, her konuda fikri olan bir adamdý. Kendine pazarcý esnafýndan oluþan bir tür insan çiti kurarak, yanýna ve yerine kimsenin yaklaþamamasýný saðlamýþtý…
Abdullah’ýn hayatta bir hedefi yoktu. Fazla düþünmez sadece icra ederdi. Onun için önemli olan zaferdi. Kazanmanýn kuralýnýn olmadýðýný biliyordu…
Abdullah, Kader sokak pazar yeri liderliðinden sonra tüm ilin pazar yerlerinin ihalesini aldý. Artýk örgüt büyümüþtü. Sonra bir de esnaf odasý baþkaný seçildi…
En sevdiði þey umut daðýtmaktý…
Eþini, girdiði siyasi partinin seçim toplantýsýnda, düþünce abisinin tavsiyesi üzerine seçmiþti. Düþünce abisi, rüyasýnda ikisinin evlendiðini görmüþtü…
Eþi de bir düþünce ablasýnýn tavsiyesiyle Abdullah’la evlenmeyi kabul etmiþti. Evlendiklerinde Abdullah, otuz sekiz yaþýnda eþi on dört yaþýndaydý…
Abdullah, eþine yalnýzca evin dýþýnda kocalýk yapabildi. Üç çocuklarý oldu. Abdullah, siyasi kariyeri için bu duruma göz yumdu…
Siyasi kariyeri üç aylýk baþbakanlýða kadar ilerledi. Üç ay iktidar sahibiydi…
Abdullah’ýn ilk oðlunun babasý, Abdullah’ý baþbakanken öldürdü. Abdullah’a, eski günlerinden kalma pazarcý bir dostla görüþeceðini, bunun onu halktan biri gibi göstereceðini ve halk adamý imajýnýn böylece pekiþtirileceðini söylediler. O da kabul etti ama ilk oðlunun babasý, tüm korumalarý atlatarak Abdullah’ý tam kalbinden, glockla ve tek atýþla vurdu. Ýlk oðlanýn babasý, esrar baðýmlýsý olmuþ bir adamdý. Yýllar önce Abdullah’tan para istemiþ ama karþýlýðýnda tehditkâr birkaç cümle dýþýnda baþka bir þey alamamýþtý…
Abdullah’ý öldüren korku ve güvendi… Korkan, Abdullah’ýn oðlunun babasýydý. Güvenen ve böylece güvenlik zaafý oluþturan ise Abdullah’tý…
Ertesi gün gazeteler; ‘demokrasi için büyük kayýp, halk adamý baþbakan kalp krizinden öldü, acý çok acý, Allah rahmet eylesin, baþbakan sabah spor yaparken kalp krizi geçirdi’ gibi baþlýklarla çýktýlar. Bu baþlýklara genelde eþi ve çocuklarýyla çekilmiþ mutlu günlerden birkaç resim eþlik etti…
Bir sonraki gün cenaze çok kalabalýktý. Herkes bu halk adamýna aðlýyordu…
Abdullah’ý öldüren adamsa, öldürdüðü gün öldürülmüþtü… Faili meçhule kurban gitmiþti. Ayný baþbakan gibi…
Abdullah, yýllarca demokrasi kahramaný olarak anýldý. Birkaç yazar Abdullah’ý derin devletin öldürdüðünü yazdý. Birkaç yazarsa dýþ ülke gizli servislerini sorumlu tuttu… Gerçeði bilen herkes sýrayla öldü…




Brodveyli kadýn…

Ela, Hayat apartmanýnýn önünde, bir cuma gece yarýsý, tüm engellerini aþarak boynuna sarýldýðý, kokladýðý ve nefesini nefesine bu sarýlma iþlemi boyunca eþitlediði adamý seviyordu, ama…
Brodveyinin havalandýrmasý çalýþmadýðýndan camlar buðu içindeydi. Adam, arabadan indi. Evine gitti…
Ayný cumanýn güneþi doðarken; Ela, yalnýzlýðýný hüzne ve sarýya boyuyordu. O hüzün ki Ela’nýn gözlerinin içi, hayatýnýn ederiydi…
Hayat apartmanýndaki adam, Ela’yý gamzelerinden severdi. O gamzelerden bakardý hayata. Gamzenin biri Ela güldüðünde, diðeri dünya döndüðünde görünürdü. O gamzeler ayný anda asla görünmezdi. Ela, güldüðünde dünya dönmezdi ki…
Ela, garip huylu bir tümördü… Bildiðini okur, duygularýna hükmetmeye çalýþýrdý… Bir fesleðen ne anlarsa hayattan o da aþktan onu anlardý… Yoklukta severdi…
Ela ve Hayat apartmanýndaki adamýn hayalleri farklýydý…

***

Ela’nýn Cuma gece yarýsý Hayat apartmanýndaki adama sarýlmasý aralarýndaki ilk ve tek yakýnlaþma olarak kalacaktý. Adamýn o ana kadarki en mutlu gecesi bu gece olacak, Ela ise onarýlmaz yalnýzlýk zincirine yeni bir halka daha ekleyecekti…
Ela, ömrü boyunca beþ kere daha âþýk olacak ama hepsinde kaçacaktý. Nedenini bilmediði bir þekilde sevmekten korkuyordu. Aslýnda her seferinde seviyordu ama bunu kendine asla itiraf etmiyordu. Zamanla her þey deðiþecek ama bu deðiþmeyecekti…

***

Yýllar sonra, Hayat apartmanýndaki adam, kucaðýnda oðluyla hastanenin kapýsýný açar. Görev yaptýðý ilde oðluna kanser teþhisi koymuþlar ve o da apar topar oðlunu arabaya atmýþ ve on dört saatlik yolculuk sonucu buraya gelmiþti…
Onlarý karþýlayan Ela hemþireydi. Ela, adamý görür görmez tanýmýþtý. Adamsa on dört saattir aðladýðýndan gözleri buðulu görür olmuþ ve bu yüzden de Ela’yý görememiþti bile. Çocuðu adamýn kucaðýndan aldýklarý anda adamýn yere yýðýlmasý ve yýðýlýrken çocuðuna bakmasý oradaki herkesi etkilemiþti…
Ertesi gün, adam da Ela’yý hatýrlamýþ ve daha çok çocuðun durumu hakkýnda sohbet etmiþlerdi…
Bir hafta içinde çocuðun saçlarý kazýnmýþ ve tedaviye baþlanmýþtý. Kemoterapi çok aðýr geçiyor, adam sürekli çocuðun yanýnda kalýyor ve ziyarete gelen akrabalarýný bazen tanýmýyordu. Ela, o kadar yardýmcý oluyor, o kadar üzülüyordu ki, gamzelerinin ikisi de kaybolmuþtu… Çocuðun annesi olsa ancak bu kadar olurdu… Çocuðun annesi ise bir gece onlarý terk etmiþ ve bir daha da gelmemiþti… Dolayýsýyla bu durumdan haberdar olma hakký yoktu…
Ýlaçlar bulunuyor, bazen plazma gerekiyor ve her seferinde Ela adama yardýmcý oluyordu…
Bir perþembe gece yarýsý, Ela nöbetçi, adam da oðlunun baþýndayken ve oðlan uykudayken; oðlan öldü…
Adam, oðlunu uyuyor sandýðýndan bunu anlayamadý. Ayný gecenin güneþi doðarken, Ela odanýn kapýsýný açtý. Ýlaç saati gelmiþti. Adama ‘günaydýn’ dedi, adam ‘günaydýn’ dedi ve ekledi ‘dün gece o kadar güzel uyudu ki’… Sonra oðlunu saçýný okþayarak uyandýrmaya çalýþtý ama oðlunun baþý yana düþtü… Ela, doktoru çaðýrmaya gitti…
Adam, ertesi günün sabahý cenazeyi Ela’nýn elinden aldý. Gözlerle vedalaþýp arkasýný döndü ve gitti…




Dilenci anne ve kýzý…

Busem’in katili dilenci kadýn mýydý? Daha doðrusu; insanlýðýn yarattýðý tüm bu dünyadan ve insanlarý yaratan Tanrý’dan baðýmsýz bir þekilde ve tek baþýna; dilenci kadýn, yalnýzca Busem’in katili miydi?
Busem’in katili, dilenci kadýnýn kýzýnýn karnýnýn aç olmasý mýydý? Ya da; Busem’in katili, dilenci kadýnýn açlýða ve çaresizliðe dayanacak kadar ahlaklý olmamasý mýydý? Yani gerek bu dünya düzeninin gerekse Tanrý’sýnýn onu yeterince korkutamamýþ olmasý, ona ne kadar cesaret ne kadar çaresizlik saðlamýþtý?
Busem’in katili, kucaðýnda beraber dilendiði kýzýnýn, kendini Busem’le karþýlaþtýrýr bakýþý mýydý? Dilenci kadýnda bu bakýþý anlayacak ‘anlýk’ ve ‘bilinç’ olsaydý bu cinayet olur muydu? Bu dünya böyle olurdu muydu?

***

Dilenci kadýn, kýzýnýn aklý ermeye baþlayýnca genelevden kaçmýþ ve birçok iþ denemesi sonrasý, en iyi iþin dilenmek olduðuna karar vermiþti. Kýzýnýn babasý muhtemelen sarý saçlýydý…
Cinayetten sonra acilen geneleve döndü. Amacý polisten kaçabilmekti. Kýzýný, biriktirdiði paralarla yurt dýþýndaki bir özel koleje gönderip aklýnca onun temiz kalmasýný saðladý…
Yedi yýl sonra, cinayetin peþinin býrakýldýðýný düþündüðü için genelevden ayrýldý. Bu sefer kaçmamýþtý. Çünkü yaþlanmýþ ve ona olan talep azalmýþtý ama dilenmesi artýk daha kolaydý, kýzýna ihtiyacý yoktu…
Kýzý bu sürede koleji ve ayný grubun üniversitesini bitirmiþ, öðretmen olmuþtu…
Kadýn, elli dokuz yaþýnda, kendi yatýrdýðý primler sayesinde tüm onursuz iþlerden emekli oldu…
Kýzý ayný grubun okullarýnda öðretmenliðe baþladý…
Dilenci kadýn, yetmiþ dört yaþýnda artýk kýzýný aramaktan vazgeçti. Kýzýný yurt dýþýna gönderdiðinden beri göremiyor, yaklaþýk on yýldýr da haber alamýyordu…
Kýzý bir düþüncenin ‘neferi’ olmuþtu ve o yolda ölecekti…

***

Dilenci kadýn, bir Perþembe akþamüstü, þehrin polisin kontrolünün dýþýnda olan ve sekizinci derece suç oran bölgesi ilan edilen bölgesinden geçerken, iki gencin para istemesi ve kadýnýn da üstünde para olmamasý sonucu, vicdanlara seslenen tüm ölüm kokusuna raðmen öldürülür…
Kimse kadýnýn katilini aramaz, kadýn gömülmez bile. Çünkü bu bölge öyle bir bölgedir… Bunu herkes bilir…



Topu olan çocuk…

Yýkýmdan sonra sokakta top oynanacak yer artýk yoktu. Topu olan çocuk, evde bu zamana kadar ne iþe yaradýðý belli olmayan orta sehpalarýný kullanarak yaptýðý kalelerle ve birkaç çorabý birleþtirerek oluþturduðu çevreye zararsýz, evde hiçbir þey kýrmayan post modern topla bir sürü maç organize etti. Ama maçlar en fazla dört kiþiyle oynanabiliyordu. Saha dardý…
Gerek çocuklarýn büyümesi gerek evlerin maç için yetersiz kalmasý gerekse oyun konsollarýnýn futbol oyunlarý konusunda gerçeðe gittikçe yaklaþmalarý; çocuklarý kendi kurduklarý amatör ama insancýl dünyadan, baþkalarýnýn yani büyüklerin yani kapitalizmin kurduðu daha profesyonel ve acýmasýz ama yine insana özgü bir dünyaya transfer etti… Baþrolden figüranlýða…
Kader sokak, Garip sokak ve Dert sokakta yaþayan, oynayan her çocuk kendi yoluna gitti. Beyinlerinin derinliklerinde ise kendilerine göre insancýl anlarla dolu silinmez izler oluþtu. Yaðmurda bile kurduklarý futbol maçlarý, o telaþ, o maçýn içinde kullanýlýp atýlan ve o an için bir bað yaratmayan arkadaþlýk, balkonlardan babalarýnýn onlarý izlemesi, maçlarda yaptýklarý artistik futbol hareketleri; geleceði için daha ne isterdi ki bir çocuk, geçmiþi için daha ne isterdi ki bir insan. Bu farkýnda olmadan oluþan izler, lazým olduðunda o derinliklerden çýkarýlacaktý. Örneðin; biri büyüyünce o mahalledeki eski bir arkadaþýna rastlayacak ve o anlarý hatýrlayýp her þeye raðmen insanlaþacaktý. Belki de birini sevgilisi, ona göre sebepsiz terk edecek ve o yýllar önce beyninin zeminine hayat dolu maçlarla kurduðu yaþama isteði yeþerecek, ardýndan yoluna devam edecekti. Ya da birinin kalbi duracak, ölürken o anlara tutunacak ve yaþama dönecekti… Kim bilebilirdi ki…

***

Topu olan çocuk, üniversiteye kadar ayný evde yaþadý. Herkes nasýl yaþadýysa o da öyle yaþadý. Yemek yedi, kýzlarý keþfetti, babaya isyan etti… Herkes gibi ayný yoldan ayný uçuruma doðru gitti ve itildi. O da herkes gibi, elbet bir gün öleceðini bilmesine raðmen dünyadaki saçmalýklarý anlamaya çalýþtý…
‘Ölümü en çok en mutlu olduðumuz anlardan sonra düþünürüz, deðil mi?’ Demiþti üniversitedeki ilk kýz arkadaþý. Topu olan çocuksa bu lafý o an anlamamýþtý, anlamaya çalýþmamýþtý. Amacý ergen her erkeðin amacý ile aynýydý. Belki de doðrusu buydu…
Topu olan çocuðun, ölümü en iyi; oynarken sonsuzluk hissi uyandýran geçmiþteki mahalle maçlarýndan sonrasýnda hissettiðini ve anladýðýný anlamasý, babasýnýn tabutuna son tahtayý çaktýðý anda oldu. Maçlardaki tasasýzlýk ve enerjinin devamý onu aþan bir þeydi. Babasý tahtalarýn arasýndan ölü gözleriyle öyle diyordu… Ýlk kýz arkadaþý da öyle dememiþ miydi?
Babasý, annesinin ölümüne dayanamayacak ve annesinden iki ay sonra ölecekti. Herkes biliyordu ki annesi, ölümünden beþ yýl önce köylerinde patlayan mini termik santralin yaydýðý radyasyon yüzünden kanser olmuþtu. Ama hükümet bunu kabul etmiyor, geçmiþin tersine, yeni teknolojiler sayesinde artýk santrallerin kaza sonucu yaydýðý radyasyonun insanlara zararý býrak faydalý olduðunu iddia ediyordu. Tüm dünya hükümetlerine göre, insanlarýn evrimine hizmet eden kazalardý bunlar. Onlara göre insanlar kendi genetik kusurlarý yüzünden kanser oluyorlardý…

***

Topu olan çocuk, gýda teknolojisti oldu. Yeni gýdalar bulmak için teknoloji geliþtiriyordu. Ýþ arkadaþlarýyla eski tattan uzak olsa da halý saha maçlarý yaptý. Hiç evlenmedi. On sekiz yaþýnda serbest býrakmak koþuluyla üç çocuk evlat edindi…
Doksan altý yaþýnda, bir huzur yerleþkesindeki evinin odasýnda, bir Perþembe sabahý ölü bulundu. Ölüm nedeninin araþtýrýlmamasýný vasiyet etmiþti. Araþtýrýlmadý, merak eden de yoktu zaten…




Boyozcu…

Deðiþen þartlara ve yeni mahalleye uyum saðlayamadý. Yýkýmdan sonra baþka bir mahalleye gitmeye mecbur kalmýþtý. Anlamadýðý; bu dünyada onun boyozlarýna yer olmadýðýydý. Boyozun aðýzda daðýlan katmanlarýyla ilgilenen insanlar gün geçtikçe azalýyordu…
Yýkýmdan sonraki beþinci yýlýnda onuncu mahallede de iþ tutturamayýnca, boyozlarý aldýðý fýrýna asgari ücretli iþçi olarak girdi. Amacý altý sene daha prim ödeyip emekli olabilmekti…
Boyozcu, fýrýndan emekli olmayý baþardý. Karýsý ve bir türlü iþ bulamayan kýzýyla memleketine döndü. Orada babadan kalma arazileri vardý. Bundan sonraki hayatýný patates ekerek, domates toplayarak, yeþil ve acý sivri biber yetiþtirerek, babasýnýn diktiði aðaçlardan viþne, incir ve mandalina toplayarak, Süheyla kavununun büyümesini takip ederek ve torunu için zeytin aðacý dikerek geçirdi…
Ona zarar veren birçok derdi olmuþtu boyozcunun. Ama þimdiki dertleri tamamen kendi kontrolü altýndaydý. Domatese suyu az vermeli, sodyumunu dengelemeli, inciri her dalýn güneþ alacaðý þekilde budamalý, viþne aðacýnýn köklerine dikkat etmeliydi…
Boyozcu, doksan dokuz yaþýnda öldü. Fýrýnda çalýþýrken ciðerlerine kaçan un yüzünden akciðeri enfeksiyon kapmýþ, bu da kalbini etkilemiþti. Zaten köydekilere göre ‘doksan dokuz’ ölmek için iyi bir yaþtý…



Kaleleri kuran çocuk…

Yýkýmdan sonra ailesiyle beraber mahalleden taþýndýlar…
Hayat, ona hiçbir þey vaat etmedi. O da hayata hiç baðlanmadý…
Deðersizliðin farkýndaydý. Evrende, koca bir kumsalda bir kum tanesinin kapladýðý yer kadar yer kaplayan dünyanýn, ona sunduðu ne gibi bir önem olabilirdi ki…
Âþýk oldu söyleyemedi…
Yaþamak, daha iyi yaþamak istedi; yapamadý…
Futbolcu olmak istedi, uðraþtý ama beceremedi…
Soðuk sarý saçlý bir kýzý olsun istedi; olamadý…
Tanýnmak, sayýlmak, sevilmek istedi; çok uzun sürmeden bunlarýn gerçek anlamda mümkün olmadýðýný anladý. Bu dünyada kimse kimseyi tanýmýyor, sevmiyordu. Sevilen, sayýlan egolardý…
Annesine ev almak istedi; yapamadý…
Babasýný gururlandýrmak istedi; yalnýzca üzdü…
Hayatýný bir þeylere adamak istedi; o þeyi bulamadý…
Bir gün, bir Perþembe akþamüstü; vazgeçti…
Elinde umutlarý, yenilgileri, yalnýzlýklarý ve mutlu birkaç andan baþka bir þey yoktu ki…
Kimin elinde bunlardan baþka þeyler vardý ki…



Ýki polis…

Biri diðerini rüþvet aldýðý için ihbar etti…
Rüþvet alan iþini ayarladý. Ceza almadan mesleðine devam etti ve bir daha da rüþvet almadý. Bu yüzden de hayatý hep kýt kanaat yaþadý…
Rüþvet almayan sürüldü. Sürüldüðü yerde bir kýza âþýk oldu ve onunla evlendi, çocuklarý oldu, hayatý ortalama ve sýnýrlar arasýnda yaþadý…
Ýkisi de öldüðünde yetmiþ yedi yaþýndaydý. Birinin cenazesine kimse gelmedi diðerininki ise kalabalýktý…




Çöpçü gençler…

Þoför ayný iþten emekli oldu. Ýkramiyesini oðlunun eðitimi için harcadý. Oðlu askerde garip bir kurþunla, kendi ise bu haberi duyduðunda kalp krizinden öldü…
Konteynýrlarý karþýlýklý tutup, çöp arabasýnýn arkasýna yerleþtiren iki gençten uzun boylu olaný, mesleðinin on ikinci yýlýnda bilmeden tuttuðu ve yanlýþlýkla eline batan enjektör yüzünden bir gün içinde öldü. Onu öldüren bir virüstü. Bu virüs yirmi dört saat içinde yavaþ yavaþ kanýn yoðunluðunu arttýrýyor ve akýcýlýðýný azaltýyordu. Bu virüsle enfekte olan insan, kendini her zamankinden iyi hissediyor ve ölümüne on beþ dakika kala mutlu bir gülümsemeyle uyuyakalýyordu. Virüs en sonunda insaný uykudayken hareketsiz býrakýyor yani resmen donduruyordu…
Konteynýrlarý karþýlýklý tutup, çöp arabasýnýn arkasýna yerleþtiren iki gençten uzun boylu olanýnýn öldüðünü ilk olarak onunla gece seviþmek isteyen karýsý anladý…
Konteynýrlarý karþýlýklý tutup, çöp arabasýnýn arkasýna yerleþtiren iki gençten kýsa boylu olaný, iki sene çalýþtýktan sonra istifa etti. Bir kuaförün yanýna girdi, altý ay sonra atýldý. Büyük bir giyim maðazasýnda tezgâhtar oldu, iki sene sonra sebepsiz kovuldu. Çöp iþine, baþka bir ilçede geri döndü. Bir Perþembe gecesi, iþe yeni giren þoförün yaptýðý hatalý manevra yüzünden, çöp arabasýyla konteynýr arasýna sýkýþarak öldü…





Sarý bankýn altýndan geçen böcek…

Binlerce kez ayný yoldan gitmiþti bu siyah böcek. Hayattan ne anladýðýný hangi insan bilebilirdi ki?
Siyah böcek, sarý bankýn yerinden kaldýrýlmasýndan sonra daha fazla görünür hale gelmiþti. Bu durum etraftaki insanlarý rahatsýz etti. Aslýnda herkes biliyordu ama bu kadar da olmazdý ki…
Siyah böcek, insanlar için artýk görmezden gelinemeyecek kadar ortalardaydý. Bu böceðin cesaretiyle ilgili olduðu kadar aptallýðý ile de ilgiliydi…
Sarý bankýn olmadýðý üçüncü gün, boyozcu böceði sol ayaðýyla ezdi, sað ayaðýyla da mazgala doðru itti…




Modern oyuncakçýda çalýþan gözlüklü erkek…

Murat, ne aþkýn ne yalnýzlýðýnýn ne de varlýðýnýn farkýnda deðildi. Sarý banký, üstüne oturanlarý, hayatlarýný, gelip geçen zamaný nasýl anlayabilirdi ki?
Her gün ayný zamanda ayný yerde oluyor, ayný þeyleri yapýyordu. En önemli derdi iþinde sorun çýkmamasýydý. Duygusuz ve ifadesiz bir þekilde, tam otomatik bir robot gibi davranmak onun iþi için geliþtirdiði en önemli savunma mekanizmasýydý. Ýnsanlarýn gözlerine bakmadan konuþur ve yalnýzca iþini yapardý…
Murat, kýsaca yaþamaya çalýþýrdý…
Aklý; garip dertleri, hayat dolu yalnýzlýklarý ve kimseye göstermediði gözyaþlarýyla doluydu…
Sevdiði seveceðiydi…
Gözleri ellerini sýðlaþtýrýr, elleri kaderini tayin eder, hayatýysa dertlerine hükmederdi Murat’ýn…
Bir insanýn bir böcekten ne gibi bir farký olabilirse, nasýl yaþayabilirse bir insan insan gibi, nasýl çareler bulursa bir sümüklü böcek bu hayata, neresinden yakalanýrsa yalnýzlýklar, neresinden vurulursa gariban bir asker, nasýl yalvarýrsa ölüm tanrýsýna, nasýl gözyaþýmýz kâðýttan kuleleri kale sanýrsa, nasýl basit dertler daraðacýmýzýn tahtalarýný birleþtiren çivilere benzerse ve nasýl bir insan nefes alýp hayata öyle atlarsa; Murat da öyle yaþar, öyle yapardý…
Murat, sýradan bir hastanede, sýradan bir gün doðmuþ ve sýradan yalnýzlýklara sýradan mutluluklar ekmiþti...
Murat’ýn oyuncakçýda çalýþmasý ise ailesinin kýþ mevsimini sýcak geçirmesine yarýyordu. Kendini bildi bileli burada çalýþýyordu…
Murat, ayný dükkânda çalýþan ve kendine âþýk kýrmýzý saçlý kýzýn varlýðýndan bile haberdar deðildi, olamazdý ki…
Murat, herkes gibi yaþadý, herkes gibi evlendi, herkes gibi seviþti, herkes gibi aðladý. Diðerlerinden farkýný bulamadý, aramadý…
Farkýný fark eden ancak insan olur kimine göre. Kimine göre de basit bir su damlasý kadar þeffaf ve standart olmalý, en azýndan öyle görünmeli…
Bazen bütün gün iþ olmaz, o da çalýþtýðý tezgâhtan dýþarý, hiçbir þey düþünmeden bakar ama sadece sarý banký görürdü…

***

Küçük saçlý güzel bir sevgilisi olsa, ondan sonra ölecek bir sevgili ve sarý saçlý bir yalnýzlýk dilese sevgilisinin gamzelerinden…
Elleriyle yazsa kaderini alnýna, inadýna yazsa, inadýna…
Belki bir yerlere giderler, el ele yalvarýrlar birbirlerine, el ele ezerler diðer her þeyi…
Belki tesadüfî temaslarda kalbi güm güm atar, çaktýrmaz, belki…
Küçük gözlü basit bir sevgilisi olsa, dayasa baþýný göðüslerine, nefesini içine çekse, üþüse, kâðýttan umutlar vaat etse, her þeyi düþünse ve hiçbir þeyi düþünmese…

***

Murat, hayatýn ona biçtiði rolü itirazsýz oynayanlardandý. Buna raðmen oyuncakçýnýn penceresinden bazen öyle derin ve anlamlý bakardý ki; dükkândaki diðer çalýþanlar göremedikleri o þeyin en olduðunu diðerlerine fark ettirmeden anlamaya çalýþýrlardý…
Murat, oyuncakçýda yedi sene çalýþtý. Aradýðý aþký, yalnýzlýðý ve hayatý bulamadý. Belki de buldu da anlamadý…
Otuz iki yaþýnda, elini tuttuðu ilk kýzla birlikte oldu ve evlendi… Artýk arayýþ alaný daralmýþtý…
Oyuncakçýdaki iþinden ayrýldýktan sonra evlere badana yapmaya baþladý…
Fýrça darbeleri sayesinde yabancýlaþtýðý duvar ve duvardaki gölgesi ona ne anlatýyordu, o ne anlýyordu…
Murat, bir perþembe akþamüstü karýsýna âþýk olurken, güneþ karýsýnýn omzundan batýyor ve yalnýzca onu selamlýyordu. Gözleriyse ilk defa dertlerini görmezden geliyordu…
Hiç çocuklarý olmadý…
Murat'ýn bir hikâyesi yoktu bu dünyada. Yaþadý ve öldü. Her þey bu kadar basitti...
Küçük dertleri büyük sandý, kendini adam sandý... Belki de küçük dertleri gerçekten büyüktü ve Murat bu dünyadaki tek adamdý...
Yüzü olmayan insanlar gibiydi, bir bakteri gibi bir toz tanesi gibiydi...
Hiç emekli olmadý...

***

Bir gün, bir perþembe öðle üzeri, bir evin tavanýný boyarken, fýrçasýndan çýkan her darbe, ona hayatýný, mutlu anlarýný, mutsuzluklarýný ve ev sahibinden parasýný alýp alamayacaðýný düþündürdü...
Ýþi bittiðinde ev sahibinin beðenmediði yerler yüzünden parasýný eksik aldý. Bir þey demedi. Eve gitmeli, bir an önce temizlenmeliydi. Boya kokusu onu hep rahatsýz eder, hatta bazen hastanelik yapardý ama ekmek parasýydý iþte, yaþamak için mecburdu...
Evine gitmek için arabasýný park ettiði otoparka kadar yürümeliydi. Zengin bir semtti burasý. Bütün evler denize bakýyordu. Deniz havasý ciðerlerini rahatlatýr diye deniz kenarýndan yürümeyi tercih etti...
Denize teðet geçen adýmlarý ve fýrça darbeleri arasýndaki bað, ona yalnýzlýk ve sonsuz ama çoðunlukça garip olarak sýfatlandýrýlan bir mutluluktan baþka ne anlatabilirdi ki?
Bir yandan hýzlý hýzlý yürüyor bir yandan da akþam yemeðini düþünüyordu. Karýsý bugün de yemek yapamazdý. Þöyle güzel bir menemen; soðaný az olmalýydý, pul biber sonradan ekildiði için keyfine baðlýydý, yumurta bir tane yeterdi...
Adýmlarý arabasýna yaklaþtýkça hýzlanacaðýna yavaþlýyordu. Bunu yorgunluðuna yordu. Dinlenmeliydi. Yanýndan geçerken fark ettiði sarý bir banka oturdu. Sýrtý denize yüzüyse evlere bakýyordu. Zenginlerin mahallesiydi burasý. Evlerden belliydi...
Arkaya yaslandý. Eski ve tahtadan bir banktý bu. Boyanmýþtý ama o anlardý. Ne boyalý ne deðil; anlardý, onun iþi buydu... Bu bank boyanmýþtý, hem de en az altý kere. Hepsinde farklý sarýlar kullanýlmýþ ama aslý bir türlü tutturulamamýþtý...
Hava karamaya baþlamýþtý ama Murat'ýn bu banktan kalkacak gücü yoktu. Nedeni ise zaten hiç olmamýþtý...
Ne istiyordu ki bu hayattan bir menemenden baþka. Ne istemiþti bunca yýl; küçük, mutlu bir 'an'dan baþka...
Tavanýný boyadýðý evden çýktýðýndan itibaren aðzýna sürekli boya partikülleri geliyordu. Yýllardýr akciðerine kaçan boyalar bazen böyle aðzýna gelirdi. Tansiyonun düþtüðünü düþündü, banka uzandý, nefes almaya çalýþtý. Denizden gelen havayý içine çekmeye, ciðerlerine doldurmaya çalýþtý. Çevredeki insanlar gelip geçiyordu. Herkes onun gibi kendiyle meþguldü...
Banka uzanmasý ona on dakika daha saðladý, o kadar. On dakika daha yaþadý Murat. On dakika daha deniz kokusu çekti içine. Ciðerlerine, beynine, anlýðýna, anýlarýna, yalnýzlýklarýna, çarelerine, dertlerine ve mutlu anlarýna on dakika daha deniz kokusu çekti, on dakika daha yaþadý Murat... On dakika daha insanca yaþadý Murat...

***

Karýsý bir yýl önce zaten ölmüþtü...
Murat niye öldü, karýsý niye yaþamadý kimse sorgulamadý...
Cenazeyi belediye kaldýrdý. Hakkýný helal eden yalnýzca topraktaki bakterilerdi...
Murat'tan daha mutlusu olmuþ muydu bu hayatta? Ölürken bile yalnýzca Murat'tý o. Murat...
Deniz kokulu Murat...




Sarý Bank…

Bilen ahlaksýz olamaz...


Dünyadaki tüm insanlarýn ortak öyküsüdür bu hayat. Bu garip ve rastlantýsal öykülerse hayatýn ortak paydalarýna adanmýþtýr...

Sonu belli ve ayný olan bir romanýn figüranlarýyýz. Deðiþen birkaç madde. Örneðin; sarý bir bank, ne katar bu hayata…

Garip ve rastlantýsal yalnýzlýklarla mücadele eder, anlamlar arar ama ölürüz…

Dünyadan bir taþý yok etsek, hayattan geriye ne kalýr? O taþýn anlattýklarý nasýl olur da önemsiz olur?

Deðiþen insansa, bu deðiþime mutlaka en az bir etken ve bir aktivatör lazým deðil midir? O zaman insan nasýl olur da en önemli þey olur?

Deðiþen hayatsa onu deðiþtiren sadece insan olabilir mi?

Bilmek her þeyi baþlatan temel etken deðil midir?

Bilen, ahlakla ilgili yargýlara boyun eðer mi, eðmez mi?

Bir þey bilen her þeye daha düzgün bakmaz mý?

Sarý bir bankýn bildikleri, insan olsaydý ona ne saðlardý?

Ya hafýzasý olsaydý?



***


Sarý bank yýllarca yaþadý. Üstüne kimler oturmadý, neler olmadý ki...

Kimi aþkýný ilan etti, kimi ayakkabýsýný baðladý, kimi öldü, kimi uyudu, kimi yemek yedi, kimi þarap içti, kimi intihara karar verdi, kimi ayaðýný çarptý, kimi mahalle maçýnda kale direði olarak kullandý, kimi üstüne diyemediklerini karaladý, kimi gazete okudu, kimi kitap yazdý, kimi altýndan geçen böceði ezdi, kimi üstüne iþedi, kimi dertlerini zihninde temize çekti, kimi aðladý, kimi de yalnýzca dinlendi...

Ýnat veya çaresizlik deðildi onun derdi. Herkes gibi onun da amacý; yaþamak ve var olmak fonksiyonlu, her þeye raðmen kendince onurlu, kuralsýz ama basit bir mücadeleydi...

Bildiði öðrenecekleriydi...

Bildiði gelen geçenlerdi...

Bildiði, deðiþenin bu gelen geçenlerin deðerleri olduðuydu...

Yeni deðerler ve yeni ahlak bir öncekini bilmeden topal kalýyordu; biliyordu... Sakat doðuyordu; görüyordu...


***

Sarý bank, Kader Sokaða bakan yerinden sonra gittiði, sýrtýna deniz rüzgârlarý esen hatta denizin dalgalý olduðu zamanlarda oturma yerine yani geleceðine bile deniz damlayan yeni yerinde de farklý þeyler gördü, yaþadý, anladý...

Burada daha sýk boyandý...

Yeni yerine koyulduktan elli iki sene sonra metalle kaplandý...

Bundan yetmiþ altý sene sonra, ayný yerde artýk denizin altýndaydý...

Bu sarý bank bu dünyadaki son sarý banktý...














BÖLÜM: 7

- Sarý bankýn kelime atýþtýrmasý...

Ölçü
Sayý
Örneðin; bir kiþi öldüren katil ama insan, binlerce kiþi öldüren tanrý veya vatan ama insan deðil...

Kurt
Bir insan ancak baþka birkaç insan sayesinde güçlenebilir ama bazen sadece bir insan yüzünden bitebilir.
Yani, insan insaný kemirir...

Dert
Ýnsanýn derdi enerjidir. Baþka insanlarýn üstüne basarak daha az enerji harcamak ister. O kadar.
Bir insan bir dert uydurur, birçok insan bu derdi sahiplenir...

Kural
Sayý
Bir insanýn baþka insanlardan anladýklarý vasýtasýyla koyduðu kurala; biri uymazsa ceza, herkes uymazsa yeni kural...

Güzel
Bazen çok olan, bazen az olan, bazen olmayan...
Ýnsan: Kendine güzel...

Kutsal
Ýnanýlan
Düþünülemeyen
Korkulan
‘Þimdi’nin genetik haritasýnda fahiþe bir gendir kutsal kelimeler

Zaman
Kendine dönen örtü

Sarý bank
Sonsuz sayýda derdin en az bir kere oturduðu yer
Görülmeyen, anlaþýlmayan bir kendine yazan...

***

- Sarý bankýn bu hayattan insana dair anladýklarý:

Ýnsan dediðin
Ancak köleyken mutlu
Sen en iyisi
Bas üstüne o kurbaða misali insanlarýn
Çiðne ayaklarýnýn altýnda
Onlar deðil miydi kurallar yaratýp uymayan

Onlar deðil miydi kitaplar yazýp bir daha yazan
Ve onlar deðil midir yarattýklarýna tapan

Ýnsan dediðin;
Kanalizasyondaki bok
Onlar deðil midir aralarýndan en pisini 'baþ' yapan
Onlar deðil midir o baþtan merhamet dilenen
Onlar deðil midir o baþ uðruna kýç olan

Nefret etmeli insan olmayan insandan
Nefret etmeli onlardan

Ýnsan dediðin
Satýlýk
Uydurduðu deðerlere köle olan varlýktýr insanoðlu
Hele 'halk' dediðin; eblehler topluluðu
Satýlýk eblehler topluluðundan ne beklersiniz ki
Savaþ, ölüm, kirlilik, bayaðýlýk, bencillik...
Ki bunlar asýl dostlarýdýr insan olmak isteyen insanlarýn

Nefret etmeli insan olmayan insanlardan
Nefret etmeli onlarýn yapacaklarýndan...
Bir sinek kadar sevmemeli onlarý...

Ya da

Ýnsan dediðin
Aþk
Yalnýzlýk
Hayal
Ve sonrasýzlýk dolu bir yaratýktýr

Ýnsan dediðin
Umut eden garip bir çaredir
Kime okunduðunu bilmeyen yalnýzlýk yüklü bir masaldýr insanoðlu
Tatlý bir rüyadýr hayat
Tatlý bir aðrýdýr insan

Ýnsan dediðin
Bir ucubeye âþýk olabilendir

Ölebilen bir yalnýzlýktýr insan
Sevmeyi öðrenemeyen basit bir mahluktur insan
Evet, öðrenemez çünkü genlerinde zaten vardýr o aþk dedikleri sorumsuz çare

Ýnsan dediðinin
Elleri de vardýr
Kalbi de

Ýnsan dediðin
Anlamsýz dünyayý sonsuzlaþtýrabilendir



- Soru…

Ne anlamý var direnmenin, acýlar dolu yolculuklar dünyasýnda?
Ne anlamý var yalnýzlýklarýn?
Aþkýn ne anlamý var bu garip sonlu dünyada?
Aradayýz iþte, her þeyin arasýnda... Peki, nedir o her þey?
Herkese göre deðiþir mi?
Kimi ölümle yaþam arasýnda, kimi iki kadýn arasýnda, kimi iki dert arasýnda, kimi iki yalnýzlýk arasýnda, kimi iki kader arasýnda, kimi de hayat arasýnda yaþar, yaþar da anlar mý?
Koþutsal yaþanmýþlýklar oluþturur tanrýlarýmýzý. Bir sürü saçmalýk var insanýn içinde, ta içinde. Örneðin kan, ne saçma deðil mi?
Rastlantýsal ya da tanrýsal ne fark eder yaþamak, dünyadan çýkarýmýmýz ölümse…
Ter kokan parfümler üretmedik mi çaðlar boyu?
Üstüne iþemedik mi ölülerimizin?
1-2-3-4-5-6-7-8-9-10-11-12-13-14-15-16-17.........................
Küçük birer zavallý veya imparator veya fahiþe veya musalla taþý olduk, sýrayla. Yalvardýk, ezdik, öldürdük, öldük, bir hiç pahasýna, yaþamak ederine…
Þehirler dolusu saçmalýklar yazdýk çocuklarýmýzýn gözyaþlarýna…
1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 13, 13, 13, 13...............
Anlamsýzlýklar komedisine iþkencelerle dolu ‘özgürlük’ diye bir baþlýk attýk. Sersem birer sperm olmaktan baþka zevk almadýk hayattan…
1234567899999999999999999999.........................................
Yine de yaþadýk...
12345678888888888....................
Simetri saðlar ölüm, hayat ve insan arasýnda...
Simetri saðlar aslýnda aþk. Kendin ve o arasýnda… ,
Simetri saðlar 'an', insan ve insan arasýnda...
'An' dediðin bakire bir mazgaldýr ki; kýrmýzýdýr...
Aþk dediðin, hayat dediðim, ölüm dediðin, mutluluk dedikleri; 'an'dýr... Birkaç 'an'...
O 'an'lar yargýlar ve karar verir...
O 'an'lar anlar...
O 'an'lar sorar...
123456777777777.......................
Zamanýn belli bir anýnda var olabilen zamandan baðýmsýz tanrýmýza tapmaya çalýþtýk, korktukça ve yaþadýkça…
Sindik...
Bir kalp atýmý yalnýzlýk için âþýk olup, bir kalp atýmý kadar basit, olaðan ve istem dýþý dertler büyüttük...
1 2 3 3 3 3 3 3 3 3...............................................
Ýyi de...
Bunu okuyan kim, kimsin sen?
Kim bunu okuyan?
Kim?
Nasýl olur da zamanýn tüm yalnýzlýðýný ve çarelerini ve dertlerini hem de kaygýsýzca bu kitapta ararsýn?
Kimsin sen? Nerede duruyorsun? Boþlukta mý?
As o zaman kendini, durma...
Unutma, yaþamalýsýn...
Kim bunu okuyan?
Nasýl olur da uzun uzun yalvarýr ve söversin kendi tanrýna?
Kimsin sen, kim?
Kimde bu yolun anlamý?
Kim sever bizi?
Boþluk mu?
Kim bunu okuyan?
Sor kendine, kimsin sen?
Ne anlamýn var benim için?
Ne anlamýn var tanrýn için?
Ne anlamýn var kendin için?
Kimsin sen?
Kim bunu okuyan?
122222222............................................................
Oyun bitecek elbet. Kýsa bir not olacak, olmayacak veya...
000000000000000000000000000000000000000000000000.
Sarý bir banka kazýnmýþ basit bir nottur HAYAT...















Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.


Yazarýn roman ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Sarý Bank - Hayat / Özet

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Hüzün [Þiir]
Melanin [Þiir]
Yaþ ve Aþk... [Þiir]
Gülüþ... [Þiir]
2022, Prozac [Þiir]
Yaþlý... [Þiir]
Sev Oðlum... [Þiir]
Aþkýn Ýspatý Hüzün [Þiir]
D' ve Anlam [Þiir]
Aç Gözlerini [Þiir]


Necat Dilaver kimdir?

Ara-yýþ. . . Þiirde, öyküde ve yaþamda; 'ara' da kalma ederi: Arayýþ. . .

Etkilendiði Yazarlar:
Umut, ekmek, sömürü, tanrý, insan, hayat, hüzün...


yazardan son gelenler

bu yazýnýn yer aldýðý
kütüphaneler


yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Necat Dilaver, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.