..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Iþýk verirseniz, karanlýk kendiliðinden yitecektir. -Erasmus
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Öykü > Modern > Hulki Can




8 Aralýk 2009
Soytarý Zaman  
Lou'ya ve Büyük Öðretmene

Hulki Can


Cumartesi akþamlarý aile için önemli bir gündü. O gün sinema makinesi ve ayaklý perde büyük bir törenle kurulur, aygýt özenle yaðlanýr, çaylar, kakaolar, elmalý pastalar, pandispanyalar hazýrlanýr, bebekliðimizle ilgili veya gezilerde çekilmiþ siyah beyaz filmler ve çizgi filmler seyrederdik.


:BFBC:
"Bir aslan miyav dedi
Minik fare kükredi
Fareden korktu kedi
Kedi pýr uçuverdi"

Birden yerimden kalkýp yaðan karý seyretmek üzere cama doðru yürüdüm. Karlar
Kraliçesi'nin ordularý, büyük beyaz arýlar ýþýklý tüller görümünde titreþiyor,
pencerede výzýldýyordu. Karþýmda çok karmaþýk, rengin bir uzam vardý. Buzdan
yapýrganlarýn birbirine benzemeyen bakýþýmlý þekilleri beni deli ediyordu. Çok
gereksiz ayrýntý vardý ve çocuk kafamla Keþifler ve Ýcatlar Ansiklopedisi'ni okuyup
düþünmek beni yoruyordu.

Ýþte böyle estek köstek düþünceden düþünceye gidip gelirken yaðan karýn altýnda
onu gördüm. Dýmdýzlak, aylak soðuða hiç aldýrmadan dikiliyor, hatta kendince bir
ezgi mýrýldanýr gibi de bir hali vardý. Bir giyim balosu ya da maskeli balodan
kaçmýþcasýna baþýnda püsküllü kýrmýzý bir ýþkýrlak, üzerinde yanar döner morlu
yeþilli bir soytarý elbisesi, elinde düdüðe benzer delikli bir boru vardý:
"Deminden beri kapýyý çalýyordum, neden açmadýn?" Pencereyi açýp aþaðý sarktým.
"Kim o? Bizim kapýyý mý çalýyordunuz? Hiç ses duymadým."
"Kapýyý açmak için ses gerekmez. Zaten bir yerde bir kapý varsa ardýnda mutlaka
burnu havada biri vardýr."

Elimle gir diye iþaret ettim. O ise bileziklerini ve eteðindeki pullarý çýngýldatarak
çýk diye iþaret etti. Ben "gir" diyordum, o "çýk" diyordu inatla. "Hey" desem
herhalde "yeh" derdi. Ne yapsam tam tersini yapacaðýndan emindim. Yoksa bir düþ
mü görüyordum? Böyle saçmalýklar ancak düþlerde olur da. Aþaðý indim, bahçe
kapýsýný açtým. Yer cücesi gibi bir þeydi. "Adým Zinnur, ama sen bana Zi de zürafa"
dedi, zýpladý içeri girdi.

Bana zürafa demesine içerlemiþtim, ama belli etmedim. Soytarý bir sýçrayýþta
Tolstoy, Dostoyevski, Cronin, Balzac, Hugo romanlarý ve çeþitli yerli yabancý
ansiklopedilerle dolu kitaplýðý geçip mutfaðýn yanýndaki sandýk odasýna yerleþti.
Sonra kalkýp lambalý radyonun karþýsýna kuruldu. Oynak bir hava buldu... Bu
görkemli radyonun düðmesi çevrildiðinde tüm yeryüzü kentleri ýþýl ýþýl yanar, bir
iki dakika ýsýnmasý beklenir, ses ondan sonra iþitilirdi. Kimse farkýna varmazdý ama
soytarý parazite benzer cýrt pýrt sesler çýkartýr, babam da yerinden kalkýp radyoya
bir iki þaplak atardý.

Evlerde televizyon söyle dursun, ne çamaþýr, ne bulaþýk makinesi, ne de
buzdolabýnýn olmadýðý yýllardý. Buzdolabý yerine tel dolap vardý. Ýçme suyu küpte
soðutulurdu. Havagazý ocaðýnda su kaynar, bulaþýk arap sabunuyla elde yýkanýrdý.
Çamaþýr leðende. Isýtmaç yoktu. Kömür ve gaz sobasý vardý. Elektrikli
battaniyeler, çýtkýrýldým telli sobalar hiç ýsýtmazdý. Herkesin bir de ayak ucuna
koyduðu plastik sýcak su yastýðý vardý. Yataklar kýþýn çivi gibi olurdu. Banyodaki
bakýr termosifon odunla ýsýtýlýrdý. Küvet diye bir þey yoktu. Kurna ve hamam tasý
vardý.

Sabahlarý uyandýðýmýzda "Günaydýn Zi, nasýlsýn bakalým?" derdik. O aðzý
kulaklarýnda: "Daha belli deðil çocunlar, daha belli deðil" diye yanýtlardý. Çok bilmiþ
ablam "Çocun deðil çocuk" diye hep düzeltirdi, ama o inadýna "çocun" demeyi
sürdürürdü. Soytarý dul, týknaz bir pomak güzeliydi, yanak ve çenesinde sakalý
çýktýðýndan iki günde bir traþ olurdu.

Ne bizim, ne soytarýnýn, eni konu kimsenin, ne ulusal gelir, ne döviz kurlarý, ne
derin devlet, ne Hristiyan Gagavuz Türkleri, ne Musevi Karay Türkleri, ne
Dönmeler, ne de lobi derneklerinden haberi yoktu. En büyük eðlencemiz bu
soytarý ve doðum günlerimizde alýnan "Nekur-Nekýr" oyuncaklarýydý.

"Bakýn", derdi kalýn siyah kaþlarýný kaldýrýp, iri gözlerini devirerek, "Ne kuracaksýnýz,
ne kýracaksýnýz, ona göre." Ama oyuncaklar kurulur ve kýrýlýrdý. Zi de küplere
binerdi. Cilalanmýþ parkelerin üzerinde hýrkayla kaydýrak yaptýðýmdan evdeki vazo,
biblo gibi cam eþyalarý da nedense hep ben kýrardým. Annem bu kýrýklarý ojeyle
yapýþtýrýrdý. Ama Zi sonunda dayanamadý:
"Ya Zürafa sen ne sakar bir çocunsun! Sana tekerli patin takayým da saða sola çarpýp
durma. Olur mu?" dedi. Bu düþünce çok hoþuma gitmiþti.
"Olur. Ama nasýl yapacaksýn?"
Zi eliyle dudaklarýný oynatýp "ooo" diyerek oda boþluðuna iki çember çizer gibi
yaptý, sonra sedirin yastýklarý altýna gizlediði torbadan bir çift pýrýl pýrýl paten
çýkardý.
"Aaa nerden buldun bunlarý?"
"Mister Borolar vermiþti".
Soytarý patenleri ayaðýma göre dikkatle ayarladý, çýt diye taktý.
"Ama bunlar teker deðil ki, paten !" ablam baðýrýyordu.
"Ýþte, artýk sen Tekerlekli Zürafasýn" dedi Zi ona alýrmadan. Sevinçten uçuyordum.
Hemen balkona çýkýp patenleri denemeye baþlamýþtým bile. Tüm bu olan biteni
faltaþý gözlerle izleyen ablam "Peki bana yok mu?" diye soytarýnýn koluna asýlmýþ
heyecanla tepiþiyordu. Soytarý, onun masmavi gözlerine, altýn sarýsý ýtýrnak
saçlarýna, pürçeklerine, mini eteðine baktý, sonra yine yastýklarýn arasýndan bir çift
daha paten çýkarýp çok yavaþ bir sesle:
"Bunlar da senin. Sen de Tekerlekli Sýçan olacaksýn" dedi. Üçümüz öyle bir kahkaha
attýk ki kulaklarý aðýr iþiten nenem bile odasýndan kafasýný uzatýp alýk alýk bakýndý...

Yýlbaþlarýnda mutlaka çam aðacý süslenir, Noel Baba'nýn gelmesi coþkuyla
beklenirdi. Masal ve öykü kitaplarýmýzý toplamak, sarkaçlý duvar saatini kurmak,
müzik dolabý ve plaklarýn tozunu almak, yemek malzemelerini saðlamak, doðum
günlerinde evi süsleme iþi soytarýnýndý. 1955 sonbaharýna doðru 6-7 Eylül olaylarý
oldu. Beyoðlu, Niþantaþ ve Osmanbey’deki Rum, Musevi ve Ermenilere ait
maðazalar yaðmalandý. Hiç kimse bu geliþmelerden hoþnut kalmadý. Soytarýnýn da
güleç yüzü asýlýyor "Daha belli deðil, bu gidiþle de hiç bir zaman belli olmayacak"
diye kendi kendine söyleniyordu.

Soytarý ne bana, ne ablama bir gün bile çýkýþmamýþ, bizi azarlamamýþtý. Yalnýz bir
gün elinde babamýn fötr þapkasý olduðu halde,
"Zürafa, babacýðýn nerede?" demiþti; ben de yýlýþarak "Kahveye gitti" diye yanýt
vermiþtim. Oysa arka bahçede arabayla uðraþýyordu. Soytarýnýn kaþlarý çatýldý:
"Aaa olur mu? Hiç duymayayým. Senin baban kahveye hiç gitmez." Hala sýrýttýðýmý
görünce bir an durakladý: "Çok ayýp bir daha sakýn söyleme".
"Ama dayým gidiyor".
"O gider, o kominis".
"Kominis ne?".
"Moskof !"...

Bizim Tonuz isiminde alacalý bir kedimiz ve iki yavrusu vardý. Bunlara kurþuni,
kötü bakýþlý, býçkýn bir kedi musallat olmuþtu. Bahçeye girip yavrularý korkutuyor,
yemek kaplarýný deviriyor, köpek gibi hýrlýyor, ne yapsak kaçmýyordu. Soytarý onu
görünce "Ooo bu azmýþ, bu kotak" dedi. "Kotak ne demek?" diyecektim ama o bize
eliyle sus iþareti yaparak saplý süpürgeyi týkýnmakla meþgul kotaðýn kýçýna doðru
hizaladý. Bütün gücüyle sopayý salladý. Fakat o sýrada kotak beklenmedik bir þekilde
geri dönmesin mi? Soytarýnýn savurduðu sopa tam ense köküne rasgelmesin mi?
Kotak küt hemen oracýða yýðýldý, can çekiþir gibi debelendi, yerden kalkamadan
yan yan kayarak þimþirlerin arasýna girdi. Herhalde boynu kýrýlmýþ ölüyordu.
Hepimizin içi cýz etmiþ, donmuþ kalmýþtýk. Soytarý dudaðý, eli, ayaðý zangýr zangýr
titreyerek "Ben sadece potosuna vurmak istemiþtim" diyerek dolu dolu gözlerle bize
bakýndý. Ablam yine "Poto deðil popo" diye söze baþlayacaktý ama bu kez sustu.
Yüzü bembeyazdý. Derken þimþirlerin içinden tüylerimizi diken diken eden, ulumayý
andýran, acý ve þikayet dolu, uzun, boðuk bir miyavlama yükseldi. Hepimiz
"acaba ölüyor mu?" diye o tarafa doðru koþturduk. Fakat kotak, hýzlý patilerle
saklandýðý yerden çýktý. Bize hiç bakmadan bahçe duvarýndan atladý. Kaybolup
gitmiþti bile. "Kediler dokuz canlý olur, birþey olmamýþtýr ona" diyerekten bütün
gün soytarýyý teselli etmeye çalýþtýk. Ama o "Ah mavilik, ah mavilik bunu nasýl
yaptým ben?" diye aðlamaklý bir yüzle hep dövünüp durdu. Akþama doðru kendini
toparladý, eski neþesine kavuþmuþtu.

Anlattýðý eksensiz, uçuk kaçýk, masallar hep "Evler zaman içinde, kambur saman
içinde" sözleriyle baþlar, ablam da her seferinde düzeltirdi: "Hayýr Zi, hayýr! Evvel
zaman içinde, kalbur saman içinde". Ama o bildiðini okurdu tabi ki. Bir gün bize
Taksim-Beþiktaþ arasý dolmuþçuluk yapan Gülcemal Dudu'nun öyküsünü anlattý.
Gülcemal öyle usta, ama öyle usta bir þöförmüþ gibi o yolu ezbere bilirmiþ. Köpek
öldüreni çektikten sonra gözleri kalýn bir kaþkolla baðlanmýþ halde pýrýl pýrýl
Desoto'suna kurulur, týngýr mýngýr kullanýrmýþ. Öyle ki aracýn girip çýkacaðý çukur,
oyuk, çýkýntý, tümsekleri, önünden geçeceði apartmanlarýn adlarýný, kapý
numaralarýný bile söylermiþ. Bir keresinde yolun ortasýnda bir yerden
baþlatmýþlar, ama o yine dolmuþu hiçbir yere çarpmadan sürmüþ, "solda çukur var,
þimdi kasis var" diye varýþ noktasýna ulaþmýþ. Sonunda olay basýna yansýmýþ, bu
adamý incelemek üzere Þan Sinemasýnda bir kurul toplanmýþ. Gülcemal kamuyouna
"yoldaþ" adýyla tanýtýlmýþ. Herkes adama hayran kalmýþ. Sadece gýcýk, kýl biri
kalkýp "Bunun kime ne yararý var? Ya sana ne yararý var yoldaþ Dudu?" deyince
kýrmýzý bayraklarla süslü salon kahkahadan kýrýlmýþ. Gülcemal ve yoldaþlarý madara
olmuþ... Masalýn sonunda gülmediðimizi görünce soytarý öyle cýrtlak bir kahkaha
atmýþtý ki biz onun bu haline gülmekten ölmüþ, gözlerimizden yaþ gelinceye kadar
yerlerde tepiþmiþtik.

Bu masalý komþu kýzlarý Burcu ile Yeþim'e de anlatmasýn mý? Burcu daha "Dudu"
ismini duyar duymaz kýkýrdamaya baþlamýþtý. Sonunda öyle bir yaygara koptu, öyle
deliþmen çýðlýklar atýldý ki Yeþim donuna kaçýrdý. Yerler sýrýlsýklam oldu. Aðlaya
aðlaya evine gitti. Yeni don ve pabuçlar giyip geldi. Soytarý bu arada parkeleri
silip cilamýþtý bile. O 23 Nisan günü öyle bir azmýþtýk ki tüm çocuklar evden
bahçeye, oradan da Hacerlerin arsaya kovalandýk.

1957 yýlýnda ýsýtmaçlý modern bir apartmana taþýndýk. Bu büyük bir konfordu.
“Konfor” o devrin en gözde sözcüðü idi. Evde ayaklý bir de banyo küveti vardý.
Cumartesi akþamlarý aile için önemli bir gündü. O gün sinema makinesi ve ayaklý
perde büyük bir törenle kurulur, aygýt özenle yaðlanýr, çaylar, kakaolar, elmalý
pastalar, pandispanyalar hazýrlanýr, bebekliðimizle ilgili veya gezilerde çekilmiþ
siyah beyaz filmler ve çizgi filmler seyrederdik. Tabi hepsi sessizdi. Pazar günleri
nenem evde bulmaca bilmece çözerken biz Yýldýz parký, Belgrad ormaný,
Serviburnu, ya da Beyoðlu’na giderdik .

Arabasý olan parmakla gösterilirdi. Bizim 1952 model çivit mavisi Fiat arabamýzýn
sýk sýk lastiði patlar, babam kan ter içinde lastik yamardý. Çünkü daha lastik
fabrikalarý yoktu ve ithal lastik pahalýydý. Babamýn makam arabasýysa siyah renkli,
otomatik vites, 1956 Chevrolet Belair idi. Benzin oktaný düþük olduðundan depoya
uçak benzini de eklenirdi. Cumartesi akþamýndan pazartesi sabahýna kadar araç
þöför denetiminde kalýr, göstergedeki kilometre ajandaya not edilirdi. O deri
koltuklarý mis gibi kokan güzelim arabayla bir kerecik bile olsun bir yere gezmeye
gittiðimizi anýmsamam. Sadece bir kere kulaðýmdan ameliyat olacaðým gün babam
arabayý yollamýþ, þöför bizi hastaneye götürmüþ, sonra hep birlikte eve dönmüþtük.
O gün annem ehliyet almak için kursa yazýlmaya karar verdi...

Bap Kafeterya, Çýnaraltý, Kalender, Ömür, Vefa Bozacýsý, Çamlýca, Kilyos,
Kumburgaz, Bentler gözde yerlerimizdi. Uzun yaz akþamlarý Sarýyer’e doðru
arabayla boðaz turu yapýlýrdý. Bayramlarýn o bitmek tükenmeyen sýkýcý akraba
ziyaretleri, bol bol el ve yanak öpmelerinden sonra Bursa kaplýcalar veya Uludað’a
gidilir kalýnýrdý. Yollar bomboþtu. Köprüler yoktu. Karþýya arabalý vapurla geçilirdi.
Annemin en çok yaptýðý yemekler kabak dolmasý, müjver, yaprak dolmasý, biber
dolmasý, semizotu, ýspanak, makarna, pirzolaydý. Babam da kabak tatlýsý, viþneli
ekmek tatlýsý, güllaç ve aþureyi çok güzel yapardý.

On yaþýna girdiðimden tam bir ay sonra 27 Mayýs ihtilali oldu. Hiç unutmam tam kapýdan çýkmýþ okula gidiyordum, komþu kadýn balkona fýrlayýp "Çocuðum nereye gidiyorsun? Ýhtilal oldu, sokaða çýkma yasaðý var." demiþti. Tabi okul yok diye sevinçle geri dönmüþtüm. Gerçekten de ortalýkta kimse yoktu ve her zaman výzýr výzýr iþleyen caddeden hiç araba geçmiyordu. Annem heyecanla bir koþu radyoyu açmýþtý. Kaba bir ses von von konuþuyor, arada marþlar çalýnýyordu. O tarihte babam yurt dýþýndaydý. Geldikten sonra ilk iþimiz arabanýn ön kaputuna kocaman bir Türk bayraðý baðlayýp, adý "Hürriyet Meydaný" olarak deðiþtirilmiþ Beyazýt'a gitmek, kutlamalara katýlmak oldu. Millet sevinç içindeydi. Bu ulusal sevincin daha büyüðünü 1974te Kýbrýs çýkartmasý yapýldýðýnda yaþayacaktýk. Babam bana deri kaplý bir cep radyosu getirmiþti. Kulaklýðý da vardý. Ama en büyük sürpriz kocaman makaralý bir teyp oldu. O akþam ilk kez þaþkýn bir halde ses alma aygýtýnda önce babamýn kendi sesiyle yapmýþ olduðu kaydý, daha sonra kendi seslerimizi dinledik.


Ve nihayet ergenliðe doðru ablamla odamýzýn duvarlarýný "Salut Les Copains,
Bravo, Melody Maker" gibi dergilerden kesilen resimlerle tavana kadar doldurduk.
Ama bu arada odalar ayrýldý. Çepeçevre lambrili kitap ve ahþap kokan minik bir
odam oldu.
"Avrupa gezisi mi, yoksa daktilo mu istersin ?"
"Daktilo!". O tarihte bilgisayar yoktu ki...

Derken 1970lerde ilk siyah beyaz televizyon alýndý. Regülatör baðlandý.
Günde bir kaç saat yayýn ve tek bir kanal vardý. Karþýsýna ailece geçilir, konu
komþu da eve doluþur, gece yarýsý "cihazýnýzý kapatmayý lütfen unutmayýnýz" yazýsý
çýkana kadar ekran önünden kalkmazdýk... Zaman ýþýk hýzýyla akýp geçmiþ, biz
büyümüþ, deðiþmiþ, ablam evlenmiþ, kimimiz marksist, kimimiz leninist, hatta
maoist olmuþtuk. Kýbrýs savaþýndan sonra para pul oldu. 1979 da tam otomatik
çamaþýr makinesi geldi. Renkli televizyonun geliþi 1980li yýllar olmalý...
"Zi beni duyuyor musun?" Mutfaktan "Göle su gelene kadar, kurbaðanýn gözü patladý." gibi bir þeyler söylüyordu.
"Ne kurbaðasý? Kurbaða prens mi?"
"Hayýr!... Ben yarýn gidiyorum"
"Nereye?"
"Memleketime".
"Yutmam ben bu numaralarý!"
"Hakkat gidiyorum"
"Ýyi beni de götür..."
"Þu televizyonu kapasana"
"Tamam. Tamam Zi. Sonra..."
"Sen artýk zürafaya hiç benzemiyorsun. Üstelik tekerleklerin de yok."
"Ne diyorsun duyamýyorum?"

Hýzla yanýmdan geçip salkým saçak saçlarýný savurarak odasýna kapandý. Ertesi
sabah öðlene doðru uyandýðýmda soytarý evde yoktu. Gitmiþti. Babam onu erkenden
Bebek iskelesine býrakmýþtý. Beni uyandýrmak istememiþti. O kadar bozulmuþtum ki
anlatamam, aðlayamadým bile. Kaskatý kala kaldým. Ona son bir kez sarýlmayý çok
isterdim.

Iþkýrlak ve düdüðü vestiyerde kalmýþtý. Dikkatle bakýnca ýþkýrlaðýn toz almaya
yarayan ucu püsküllü bir el süpürgesi olduðunu farkettim. Boru þeklindeki düdük de
bahçe hortumundan kesilmiþ eski püskü bir parçaydý. Geride ondan baþka bir þey
kalmamýþtý. Tabi bir de kucak dolusu anýlar, pýrýltýlý kahkahalar, elmalý pasta ve
pandispanya kokusu ve onun gizemli, güçlü, yaþam dolu sýcaklýðý...

Evle öyle bir bütünleþmiþti ki her an bir köþeden fýrlayýp þen þakrak "Þaka yaptým"
diye ortaya çýkacaðýný sanýyordum. Bileziklerinin çýngýltýsý ve mýrýltýlý sesi günlerce
kulaðýmda yankýlandý durdu. Çok geceler "acaba gelmiþ midir?" diye kalkýp hep boþ
odasýna baktým. Günlerce gelmesini bekledim, ama bir türlü gelmedi.
Doðru söylemiþti: Tekerleklerim yoktu ve ben bir zürafa deðildim. Bu çýplak
gerçek boyutsuz bir korkunun benliðime yerleþmesine yol açmýþtý. Peki kimdim
ben? Neydim ben ? Kral çýplak deðildi ! Çýplak olan bendim. Ben hiçbir þey
olmayan, olamayandým. "Yýlbaþý Aðacý" öyküsünde yaþamýyordum. Bu gerçek
tinimi altüst etmiþti.

Çünkü yaþam öykü deðildi, zamana direnmek olanaksýzdý. Çünkü "Tüm öyküler
zaman zaman içinde açar, solar ve sonunda çýplak gerçekle mutlaka karþýlaþtýrýr
insaný... Bu nedenle zaman soytarýdýr, zamanlý zamansýz, ezim büzüm, evreþe
devreþe geçer... Zaman bizi evirir, çevirir, aldatýr." Atlamalý, sýçramalý dizgesi
olmayan süresizliktir. Katmanlarý tutarsýzdýr. Güle güle Zi. Bak, sonunda bir gün biz
de senin gibi bir dönenceden yükselip bir baþka dönenceye göçeceðiz nasýlsa. Pýr
diye uçuverdi. Gökten hiç elma düþmedi...



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn modern kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Filizkýran
Patigül

Yazarýn öykü ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Kaðýttan Kaplan ile Sivrisinek
Sürüngenlerin Þöleni
Türk Savaþ Uçaklarý Diyarbakýr'ý Bombalýyor!
Balkondaki Adam
Ýki Eski Kayakçýnýn Son Mektuplarý
Daðlarý Delen Budala Ýhtiyar
Ampulistanya Gözlemleri (Bir Uzaylýnýn Gözüyle)
Dragos Hülyalarý

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Elsa'nýn Gözleri [Þiir]
Kraliçe ve Bahçývan - II [Þiir]
Albatros [Þiir]
Yeryüzü Rüzgarlarý [Þiir]
Kraliçe ve Bahçývan [Þiir]
Op. 11 Piyano Ezgileri, Arnold Schönberg [Þiir]
Malta Þahinlerine [Þiir]
Uçan Ayakkabý [Þiir]
Havanýn Ölümü [Þiir]
Her Ocak Hiddetle Tütüyor… [Þiir]


Hulki Can kimdir?

Baþlýca yapýtlarý: Eski Kule Müziði (þiir) Geometrik Aydýnlýk (þiir) Havanýn Fen Noktasý (þiir) Tartaros Paradigmasý (eleþtiri) Teslis Sendromu (eleþtiri) Nano Kutsallýk (eleþtiri) Sevgili Kutlu Yaþam (öykü) Kuþku Bilinci ve Eleþtiri (eleþtiri)

Etkilendiði Yazarlar:
Montaigne, Descartes, Russell, Tolstoy, N. Hikmet, Dostoyevski, Nietzsche, Freud, Darwin, Marx, Engels, Lenin, Bakunin, Kropotkin, Voltaire, Diderot


yazardan son gelenler

yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Hulki Can, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.