..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
"Sevgi bilmekten doðar." -Mevlana
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Roman > Görüþ ve Eleþtiriler > muhammet demir




15 Mayýs 2009
Aslolan Nedir?  
Ya da "Yine öyle yapmalý insan."

muhammet demir


Dönem gözlemlemesi.


:BEBG:
Kafdaðý’nýn ardýndan bir dosta…


Kendi kendim ile baþ baþa kalmayalý ne kadar zaman olmuþ. Bugün karar verdim. Baþýmý alýp gidecek, bir süreliðine de olsun bu atmosferden uzaklaþacaðým. Sýrt çantamý hazýrladým. Sabaha yola çýkmak gerekir diyorum. Yok, yok hemen þimdi yola çýkmalýyým. Çantamý omuzladýðým gibi sokaða çýktým. Kendimin de bilmediði bir yöne, ayaklarým nereye çekerse oraya doðru yürümeye baþladým.

Otuz beþ yaþlarýnda, orta boylu, sýska sayýlabilecek bir yapýda kumral saçlý, ela gözlü, iyi kötü eðitimliyim. Okumayý, daha çok politik yayýnlarý okumayý ve sadece okumakla kalmayýp dünyayý deðiþtirmeyi de bir yaþam biçimi olarak kavrayan bir adamým. Ya da yerine “insan”ým mý demeliyim. Hani var ya son zamanlarda “bilim adamý” ve veya “bilim kadýný” yerine “bilim insaný” deniyor; her alanda kadýn ve erkek eþitsizliðini kaldýrmak mahiyetinde. Örneðin güncel bir tartýþmada “yazar” ve “kadýn yazar” ayrýmýna takmýþlar. Yani “yazar” olmak “erkeðe mahsus” ama tabiî ki kadýndan da yazar olur, olursa o da o “kadýn yazar” olur gibi bir mantýkla konuþuyorlar / yazýyorlar. Neyse buna sen karar ver okuyucu olarak…

Dýþarýda hava soðuk. Ama ben buna raðmen üþümüyorum. Ben uzun süredir “dinlenmemek üzere yürümeye” karar verenlerdenim. Bunu bir büstte okumuþtum. M. Kemal’in bir sözüymüþ. Ortaokul ve liseyi okuduðum okuldaki büstün mermer kaidesinde yazýyordu. O zamanlar pek anlamamýþtým; kimse de anlatamamýþtý zaten. Öyle iþte. Ama ben hayatým boyunca hiç de dört tarafý mamur, dokunulmaz, ulaþýlmaz bir tanrý gibi olmadým. Senin ve onun gibi bir insaným. Zaaflarýyla bir “insan”. Benim en çok sevdiðim söz “Ýnsani olan hiçbir þey bana yabancý deðildir” tümcesiydi. Bunu da Karl Marks söylemiþ. Ýnsani olan mý? insana ait olan mý? Þimdi ona dönüp bakmak istemiyorum. Bu kadar da nazým olsun deðil mi?

Bu arada biran duraksadým; Sakýn ha duraksamamý yorulmak olarak anlamayýn. Ama tabiî ki insan yorulabilir. Bu da insani bir durum ya da insana ait. Tuhaf ama bu duraksama anýnda kendi kendimle þöyle bir içsel söyleþi gerçekleþtirdim. Paylaþayým:

“Geriye bakýp gördüðüm gerçek anlamda, yalnýzca bir defa âþýk olduðumdur. Bugün daha saðlýklý ve sakin bir kafayla deðerlendirdiðimde ben; aslýnda o günlerde aþký da pek bilemediðim, duyduðum duygu ve hisleri doðru tahmin ve tahlil edemediðim gerçeðidir.

Evet, o günleri hayal meyal hatýrlýyorum. Arayýþlarýmý, çabalayýþlarýmý, kendim gibi insanlarla buluþmak için baþvurduðum ve çoðu boþa çýkan çabalarýmý, ailem ve çevrem tarafýndan dýþlanmayý, ve bir gün bir telefon ile tüm bu arama serüvenimin son bulmasýný.

Nihayet bir ýþýk görülüyordu. Telefonla kurulan randevu ve sonrasýndaki buluþma o kadar samimi bir havada ve olumlu geçmiþti ki, insanýn yýllar sonra bugün bile inanasý gelmiyor. Artýk eylemin ve devrimin büyük okyanusuna akan bir ýrmaða bir damla, bir su damlasý olarak katýlýyor, bende var oluyor, varmak için hayatýmý adeta insanlýðýn büyük davasýna adýyordum.

O günleri her anýmsayýþýmda yüzümde sevinçli bir tebessüm oluþur, gözlerimde sevinçli bir ýþýk yandýðýný hissederim. Basit bir þekilde dünyevi bir âþýk olmayla baþlayan ama sonuçta diyalektik bir sýçrama ile taçlanmýþ, tüm insanlýðýn kurtuluþu davasýna olan tükenmez bir aþka ulaþan o günlerin bu tatlý rastlantýsý ne de hoþ, ne de mucizevî idi.

Kuþkusuz bu o kadar da otomatik bir süreç deðildi. Oldukça uzun bir zaman alan bilinçlenme, insanlaþma sürecinin bir sonucuydu. Ýnsanýn kendi kendisini kendi elleriyle yaratmasýnýn bir sonucu da deðim miydi? Bu süreç hala tamamlanmamýþ da deðil. Sýrf bu yani insanýn kendisini kendi elleriyle yaratmasý eylemi yetmiyor. Sorun bu noktadan topluma yayýlmak, týpatýp benzerlerimizden çok farklýlýklarýmýzý ana eksende olmak kaydýyla önem atfederek, yeni toplumsal bireyleri, yeni insanlarý yaratmak ve hemen þimdi yaratmak mücadelesiydi. Ve asýl olan bu hayatý yaratmaktý. Baþka bir çýkar yol yoktu. Bu yeni insanlarýn ve bu çýkar uðruna iþkencelere, ölümlere deðer tek bir hayattý. Asýl olan bu hayatý yaratmak ve yaþatmaktý…”

Bu düþüncelerle yoluma devam ettim. Benim için bu yol dar ve geniþ anlamýyla devrimin yoluydu. Bu devrim yolunda, insan hem kendisinin gerici duvarlarýný, hem de toplumun gericilik duvarlarýný yýkacak, yeni bir insaný, yeni bir toplumu evvela bu yeni insanlarla kuracaktým. Benim biricik arzum insan ve insanlýk için bu olmalý idi…

Evet, bu yol devrimin yoluydu. Ama benden önce olduðu gibi benimle ayný anda kâh birlikte kâh ayrý ayrý da olsa bu yol yürünüyor ve gelecekte de yürünecek. Daha önce yürünmüþtü birçoklarýnca. Bu yol yürünürken bir travma ile karþýlaþýlmýþ, elbette etkisi bu güne de taþýnmýþtý.

12 Eylül’den bahsediyorum. 12 Eylül öncesi ve sonrasýnda olanlarý sana uzun uzadýya þu kadar kiþi idam edildi. Bunlarýn þu kadarýnýn sol, þu kadarýnýn ise sað örgüt militanlarý olduðunu. Ýdam edilenlerden birisinin henüz reþit olmadýðýný. Mahkeme kararýyla yaþýnýn büyütülerek idam edildiðini. Þu kadar kiþiye iþkence yapýldýðýný. Þu kadar kiþinin fiþlendiðini. Þu kadar kiþinin iþinden, evinden ve aþýndan edildiðini. Þu kadar kiþinin sokakta, evde, herhangi bir yerde yargýlý ve veya yargýsýz (!) olarak infaz edildiðini. Þu kadar kiþinin bedenen ve ruhen sakat býrakýldýðýný. Açýlan davalarýn þu kadar yýl sürüp, þu kadar kiþiye þu kadar yýla kadar mahkûmiyet verildiðini. Þu kadar mahkûmiyetin þu kadarýnýn idam hükmü ile sonuçlandýðýný anlatmayacaðým. Biliyorum ki sen bunlarý konu ile ilgili ciddi bir okur olarak ya zaten biliyorsun ya da kýsa bir araþtýrma sonucu bulabileceðin yazýlý, görsel ve Inter-medya ya sahipsin. Ama izin verirsen sana kendi gözümden gördüðüm 12 Eylül’ü öncesiyle ve sonrasýyla anlatacaðým. Olabildiðimce baðýmsýz ve olabildiðimce samimi olarak.

1980 yýlýnýn 12 Eylül günü doðan bir çocuk bugün 28. yaþ gününü kutluyor olacak. Ayný zamanda 12 Eylül’de doðan darbenin de 28. yýlý olacak bu yýl. 28 yýl önce bir darbe yapan generaller ve taifesinin bir tarafta, bu darbeden doðrudan ve dolaylý olarak etkilenen sað’dan ve sol’dan on binlerce militan ile milyonlarca göreceli olarak baðýmsýz insanýn ise diðer tarafta olduðu. Birinin maðdur ettiði, diðerlerinin ise maðdur olduklarý bu ayný zaman diliminin iki grubunun da bu 12 Eylül gününde dahasý her 12 Eylül gününde travma yaþayanlarla travma yaþatanlarýn deðiþik biçimde algýladýklarý, anýmsadýklarý, sorduklarý, sorguladýklarý ve kendilerince çözüm ürettikleri bir günah çýkartma, günah savuþturma günüdür de.

Ben o yýl 10 yaþýmýn içindeydim, ortanca kardeþim 5, ailemize katýlan küçük kardeþim ise henüz 3 aylýktý. Malumun çocukluk hengâmesi içerisinde o yýllardan anýmsayabildiðimiz en geç hatýralar o kadar az ve cýlýz olur ki. Bende de öyle keza. Kuyruklarýn olduðunu biliyorum. Bunu medyadan zihnime kazýnan bir þey olarak deðil ara sýra annemle birlikte içine karýþtýðýmýz tüp gaz, sana yaðý ve sýk sýk kesilen sulardan dolayý çeþmelerdeki su kuyruklarýnýn uzun, can sýkýcý, sýcaktan bunaltýcýlýðýný birebir yaþadýðým için. Bir de sýk sýk elektrikler kesilirdi. O zamanlar biz cereyan derdik elektriðe. Cereyan kesilince bir koþu bakkala gider en az 2 mum alýrdým. O 2 mumun ýþýðýnda yemeðimizi yer, annemden masallar dinlerdik. Masalý anlatýlanlar yani onlar muradýna erince cereyanlar ne hikmetse bir gelir ve biz ortanca kardeþimle mumu söndürdüðümüzde tekrar giderdi. O zamanlar henüz genç ama erkenden olgunlaþan bir insan gibi kavruk o gecekondu mahallesinde. Tozdan, çamurdan geçilmeyen çocukluðumuzun, ilk gençliðimizin geçtiði mahallemizin, o 2 gözlü evimizin bir gün TOKÝ ve yerden bitme müteahhitlerce yaðmalanacaðýný, yollarýn asfaltlanacaðýný, her gecekondunun ev ve arsasýnýn üzerinde yaþayanlara tapulanacaðýný, gecekondu sahiplerinin zenginleþeceðini bilemezdik. Her þey o kadar hýzlý geliþti ki. Hâlbuki bu tozlu çamurlu yollarda arkadaþlarla çivi ile az mý “pes” oyunu oynamadýk. Ya da kýrýk kiremit ve testi yahut mermer parçalarýndan ebenin diktiði kulenin patlak bir top parçasýyla yýkýlmasý ve ebenin yakalamasýna fýrsat vermeden o kulenin yeniden dikilmesi ile oluþan dombik oyunu. Yahut herkesin bildiði saklambaç oyunu. Yahut da çelik çomak oyunu. Kýz çocuklarýnýn sevdiði ip atlamaca, Sek sek, beþ taþ oyunlarý. Biz erkeklerin sevdiði o uzun eþek oyunu. Japon kalesi, beysbol benzeri tuhaf bir top oyunu. Yada iki direk arasýna gererek oynadýðýmýz kýzlý erkekli voleybol. Ya da bir gecekondu saçaðýna çaktýðýmýz eski bir otomobil tekerleðinden kestiðimiz bir çemberle yaptýðýmýz basketbol potasý ile oynadýðýmýz basket atma oyunu. Yaðmur sonrasý oluþan çamurdan küçük çamur toplarý yapýp çubuklarýn ucuna takarak en uzaða fýrlatma yarýþý ve savaþý oynamadýk. Az mý kömür çektik, linyit kömür ve torbasýz olarak. Kovalarla ve ellerimizle. Az mý odun kýrdýk. Az mý misket ve gazoz kapaðý ile ilik oynamadýk. Az mý tornete bindik. Tükürükle týkanan tornet tekerini harekete geçirmeye çalýþtýk. Ama sýk sýk silah seslerini de iþittik, silahla birbirini kovalayan bizden yaþça büyük aðabeylerin ve ablalarýn yanýmýzdan geçiþini izledik. Duvarlara, yollara yazýlama yapmalarýný ilgili gözlerle pür dikkat izledik ayný aymazlýkla. “Faþizme ölüm halka hürriyet” ya da “Kahrolsun Komünizm” Belki aðabey ve ablalarýmýzýn çabalarýný, kavgalarýný, bildiri daðýtmalarýný, onlarýn açýk açýk kitap ve gazete okumalarýný anlamýyorduk. Çünkü duvarlara yazýlan yazýlardan ve söyleyen sözcüklerden anlamlar çýkartmaya henüz yaþýmýz elvermiyordu. Ama yaþýmýzýn elvermemesi hissetmememize engel deðildi ki.

Evet, silah sesleri duyardýk, nadir olarak gündüzleri ama sýklýkla her gece saatlerce. Sýklýkla belediye otobüsünün veya kahvehanenin tarandýðýný duyardýk. Bir kez de evimizin 10 veya 20 metre uzaðýnda bir gencin, solcu olarak bilinen bir gencin cesedinin evinin önüne atýldýðýný, kurþun deliklerinin talaþla doldurulduðunu duyduk. Mahallemiz her þeye karþýn sakindi. Çok sonradan geceleri duyduðumuz silah seslerinin bir çeþit burasý benim kontrolümde buraya yaklaþma mesajý içerdiðini öðrendik. Çocuklukta siyasal söylemlerin, siyasal ideolojik konumlanýþ ve kutuplaþmalarýn önemi yoktu. En azýndan benim yaþadýðým çocuklukta bu böyleydi. Benim babam o günlerde çalýþmak ve ekmeðimizi aþýmýzý eksik etmemek için uzaklarda bir ülkede çalýþýyordu ama mahalledeki arkadaþlarýmýn babalarýnýn nelere inandýðý, neleri savunduðu, kamplaþmada nerede durduðunu çok sonralarý sularýn durulduðu günlerde kýyýsýndan köþesinden ancak öðrenebildim. Doðrusu o günlerde aþýrý þekilde politize olmuþlarýn dýþýnda kalan herkesin tek kavgasý da inancý da bir gün daha fazla yaþayabilmek, akþama sað salim evine, ailesine ve yuvasýna kavuþabilmek yani kýsacasý ekmeðini kazanabilmekti. Kimse kimseye güvenmiyordu. Ama herkes herkese sonsuz güven havasý içerisindeydi. Oyunun kuralý beklide buydu. Kandýrmaca da olsa bu böyleydi.

Evet, mahallemiz bir gecekondu mahallesiydi. Ve o yýllarda gecekondu yýkýmlarý durmuþtu. Sokakta icra edilen siyasal, politik mücadelenin bir sonucuydu elbette bu. Yerel iktidarlarýn hýzla iktidarsýzlaþtýrýldýðý bir dönemde olduðumuz için bu böyleydi elbette. Ama daha ben doðmadan yani 10 – 12 yýl önce gecekondu yapmak o kadar zormuþ ki. Bu gecekondumuz o yýllarda en az 3 defa yýkýlmýþ belediye ekipleri tarafýndan. Devrimcilerle genel ve yerel iktidar arasýndaki ikili iktidar/iktidarsýzlýk bu tip rahat bir ortam yaratmýþ, kýrdan göç eden milyonlarca insan rahat rahat baþýný sokacak bir yuvaya sahip olabilmiþti. Ve ilerde ise zenginleþeceklerdi. Ama ben hala çok severim bu 2 gözlü gecekondumuzu ve gecekondumuzun kadýnlarýnýn odun ateþinin közü arasýna gömdükleri pileki denilen iki tepsi gibi yayvan ama toprak kabýn arasýnda piþirdikleri Trabzon ekmeðine benzer pileki ekmeðini, erkeklerin çay eþliðinde yaptýklarý piþti, papaz kaçtý ve okey partilerini. Ve bir de 83’lerde renkli TV’nin hanemize girdiði ilk renkli eðlence programý olan “Boðaziçinden” adlý eðlence programýný tüm mahallece izlediðimiz günü. Tabiî ki cumartesileri ve pazarlarý özellikle 4 büyükler arasýnda yapýlan maçlarýn özellikle takip edildiði futbol müsabakalarýný. Spor Loto tahminlerinde hep tuttuðumuz takýmýn galibiyetini bekleyerek loto’nun yatmasýný. Nedense çok sonralarý futbol ile futbol izlemekle alakamý kestim. Bir de tonton bir amca vardý baþbakan diyorlardý TV’de gözümüze gözümüze soktuðu kalemini. Çok sonralarý onun da dünyadaki genel tablo içinde ülkeyi liberal kapitalizme açtýðýný öðrenecektik. Ama o dönemde o ve tüm halk serbest piyasa “ekonomisi” “hemþerim” diyordu o daha kibar halk ise daha kabacasýný. Ben de bu piyasa ekonomisine uymuþ bisikletimi kiralýyordum bisikleti olmayan çocuklara. Kader kýsmet 5 lira diye uyduruk bir lotarya düzenlemiþ ve pazarda ucuza aldýðýmýz naylon poþet satmaya bile kalkýþmýþtým… Gülersin tabi…

Þöyle bir parantez açmak istiyorum izninle. Çünkü… Açýklayayým izninle.

Çoðumuz, çoðunluðumuz hatýrlayacaktýr. Birçok yerel çocuk oyunlarý ve oyuncaklarý vardý. Günümüzde þöyle bir kent sokaklarýna daldýðýmýzda çocuklarýn sokaklarda olmadýðýna kanaat getirebiliriz. Hâlbuki eskiden sokaklar çocuklara aitti ve þimdi de sokaklarýn çocuklara ait olmasý gerekirdi. Sokaklarda çocuklar oynardý. Sadece sokaklar deðil ilginç biçimde çocuk parklarýnda da çocuklar yok. Tabiî ki sokaklarda ve parklarda çocuk var. Ama çocuklar yok. Çocukluðumuzun çok önemli bir kýsmý sokaklarda geçmiþtir. Çoðunlukla oyunlar oynardýk. Þimdilerde çocuklar yok deðil tabiî ki var ama onlar kendi bireysellikleri içinde sanal ortamlarda yine oynayýp eðleniyorlar ancak bu tamamiyle anti-sosyal bir ortamda geliþiyor. Bu ortamlarda insani olan en önemli þey yani duygu geliþemiyor. Ya da kalýplarla bir takým duygular geliþiyor. Bunun adýna duygu denilebilirse. Bakýn þimdi iki nokta üst üste koyun ve yanýna da parantez kapatma iþaretini koyun alýn size gülümseme. Ya da yine iki nokta koyun ve yanýna parantez açma iþareti alýn size üzüntü. Bunu çeþitli noktalama iþaretleriyle tekrarladýðýnýzda sevinç, üzüntü, aðlama, kahkaha vesaire birçok duyguyu yansýtabilirsiniz karþýnýzdakine. Ben bir psikolog deðilim ya da pedagog. Size uzun uzadýya psikolojik tahlillerde sunmaya niyetim yok. Bir yerde okumuþtum orada insan için psikolojik canlý deniyordu. Haydi, haydi biraz daha kabalaþýp psikolojik hayvan deniyordu. Dünyanýn çeþitli coðrafyalarýndaki olaylara a-psikoloji filtresinden bakýldýðýnda insan soysuzlaþabiliyor. Ýnsani tavýrlar sergilemekte duyarsýzlaþýlýyor. Kaybeden yine insan, insanlýk oluyor. Hâlbuki doðrudan ve dolaylý olarak sürekli enforme edildiðimizi sanýyoruz. Asýl sakatlýkta burada zaten. Duyumsatýldýklarýmýz gerçeðin hiçbir yönünü ifade etmiyor çoðu zaman. Ama propagandasý yapýlan söylem gerçeðin týpatýp anlatýlýyor olduðunu öylesine bir Show eþliðinde aktarýlýyor ki inanýlmaz boyutlarda. Ýnsanlýk dramý ve komedisini ekranlarda oynuyor. Her an ve durmaksýzýn. Kamerayý gören herkes hemencecik rolüne soyunuyor. Ya o kameranýn olmadýðý yerlerde. Dram hâlbuki her yerde oynanýyor ve yaþanýyor. Tabiî ki dramla karýþýk komedi de. Melodram diyorlardý deðil mi buna. Honoré de Balzac tüm üretmiþ olduðu eserlere insanlýk komedyasý adýný veriyor ve o insaný anlatmaya çalýþýyor. Bizi. Modern çaðlarda yaþadýðýmýz ise ironik anlamda bir komedidir. Bu komedinin yazar ve oyuncularý bizleriz. Maskemizi takmadýðýmýz her an rahatsýz oluyoruz hem kendimizden hem baþkalarýndan. Bundan dolayý sürekli maskelerimizi takmamýz salýk veriliyor. En önemli çocukluk kahramaným kralýn çýplak olduðunu haykýran o çocuktu. Evet, bir çocuk. Çünkü sadece o apaçýk olarak gerçeði bize gösterir. Haydi, öyleyse yeniden çocuk olalým. Ama o eski zamanlarýn hayta ama sosyal çocuklarý olalým. Yine sokaklarý þen þakrak sesimizle dolduralým. Oyunlar oynayalým. Çünkü demiþtim parantezi açarken. Parantezi kapatýyorum izninle. Þimdi açýkladým sanýrým sana. Çünkü… Çünkü dünyanýn buna ihtiyacý var.

Beklide bunun baþlangýcý yine o gündür. O kâbus dolu gün. Evet, yine Çünkü… Çünkü hafýzam yanýltmýyorsa. Çocukluðumda tek oyun oynamadýðýmýz gün o gündü yani 12 Eylül günüydü. Sokaða çýkma yasaðýnýn ilan edildiði. Sokaklarýn tanklarla, askeri araçlar ve askerler tarafýndan iþgal edildiði. Tepemizden sürekli olarak ilk o gün gördüðümüz helikopter “biz alikopter sanýyorduk çünkü çevremizdeki büyükler öyle diyordu. Romatizmaya domatizma dedikleri gibi” dolaþýyordu. Evler tek tek basýlýp aranýyor. Aðabey ve ablalar askeri kamyonlara doldurulup bilinmeyen diyarlara götürülüyor. Silah sesleri önce tek tek sonra yaylým ateþi biçiminde duyuluyor sonra ortalýk uzun bir sessizliðe bir sonraki tek tek silah sesine kadar büründüðü o gün ve gecede…

Bugünlerde olsa her evde, her evin penceresinde ve balkonunda Türk bayraklarý asýlýrdý sanýrým böylesi bir günde. Ortalýkta bayrak falan görememiþtim. Ancak çok sevdiðimiz Servet öðretmenimizin artýk derslerimize giremeyeceðini öðrenince oldukça üzülmüþtüm. Sanýrým o da içeri alýnmýþtý. Ortalýkta bir devrim lafý dolaþýyordu ama Kenan Evren ve taifesinin yaptýðý darbe idi ama halka devrim diye lanse ediliyordu. Þimdi þimdi anlýyorum. Çünkü toplum öyle ya da böyle bir devrim havasýna girmiþti. Toplumsal bir deðiþimi bekliyorlardý tabiî ki ileriye doðru. Demokrasiye doðru ama bu beklenti gerçeðe dönüþmemiþ karþý bir devrim olarak darbe olmuþtu. Tabiî ki yaptýklarý darbe (devrim kelimesinin içi boþaltýlýþ haliyle olduðu biçimiyle) bir devrimdi ama beklenen “ilerici devrim” deðil “karþý devrim”di. Dolayýsýyla onlara göre yaptýklarý darbenin devrim olarak adlandýrýlmasý normaldi. Dedim ya bu kakafonik durum kafamý yýllarca karýþtýrdý. Yýllardýr M.Kemal’in yaptýðý toplumsal reformlar devrimler olarak lanse edilir bu ülkede. Bir de anlayamadýðým bir kavram ayrýmý vardý. Bazýlarý inkýlap derdi bazýlarý ise inkilap. Ýnkýlap lafýný kökten Kemalistler, inkilap lafýný ise kökten dinciler söylerdi. Geçenlere eðitimci bir arkadaþýma sordum nedir dedim bu noktalý “ý” ve noktasýz “ý” da. Birisi kelimenin gerçek anlamýyla murad edileni yani ilerlemeyi diðeri ise kelimenin olumsuz anlamýnda bir küfrü anlatýyormuþ. Noktalý “ý”yý noktalý “ý” nýn ifade ettiði lakaba sahip olanlarýn ifade etmesi ise ilginç bir bilgilenme oldu benim için. Derler ya öðrenmenin yaþý yok diye. Öðrendim. Demek ki daha öðrenecek çok bilgi ve çok yaþým var bu dünyada…

Hala sýkýlmadýysan anlatmaya devam ediyorum. Darbe sonrasý doðan erkek çocuklarýna Evren, kýz çocuklarýna Eylül adýný takmak moda olmuþtu. Çocuklarýna devrimci dalga ile Eylem, Devrim vesaire adýný koymuþ olan binlerce insan ise çark etmiþ ve çocuklarýnýn ismini deðiþtirme yoluna gitmiþlerdi. Dayým bile o ilk gözaltýna alýnýp býrakýlmanýn ertesinde kýzýnýn asýný Eylem’den Yeþim’e dönüþtürmüþtü. Ki o zamanlar çocuktuk bunlarý bilemezdik. Zati o yýllardan sonra Ahmetler, Mehmetler, Ayþeler, Fatmalar hýzla uzaklaþtý sokaklardan. Ýkinci isim koymak ise moda oldu. Keza benim çocuklarýmýn da ikinci isimleri var. Bende modaya uymuþum deðil mi. Nede olsa bende bu toplumda yaþýyorum. Herhalde en fazla konulan ikinci isim Can olmuþtur. Darbecilerin yapmak istediði tabiî ki bu tarz toplumsal hayatý deðiþtirip dönüþtürmeyi murad etmemiþlerdi. Her zaman olduðu gibi toplum kendi özgün düzenlemesini kendi yapmýþ. Ortalýðý kendi kendisi temizlemiþ derleyip düzenlemiþti. Herkes kendi kapýsýnýn önünü temizlerse tüm kenti de temizlemiþ olur. Olur, mu hiç o pislik diðer komþusunun pisliðinin bittiði yere kadar süpürülür. Onu oradan kim uzaklaþtýracak. Bir rüzgar veya baþka bir doðal/yapay etmen onu tekrar senin kapýna koymaz mý. Ama herkes bu kampanyaya katýldý. Herkes kendi evinin önünü temizler gibi. Herkes kendi bacaðýndan asýlmayý da öðrendi. Kendi ipini de kesti ayný iþtahla. Kendi okulunu kendi yapmaya baþladý. Her þeyi kendi yapmaya devletten bir þey beklememenin gerekli olduðunu öðrendi. Hemencecik kuyruklar bitti. Meðersem memleket bir cennetmiþ. Bunlarý baþka birisinin etkisiyle yapmadýk yine kendi yöntemimizle baþardýk. Görülüyor ki darbenin etkisi altýnda kalmanýn o travmanýn olasý etkileri ile milyonlarca insan bu travmanýn etkilerini absorbe etmeyi becerebildik. Sanýldýðý gibi “eylülist” darbeciler bunu topluma zorla empoze etmedi. Gerçektende çok büyük bir laf etmiyorum bunu söylerken.

Darbe sonrasý toplum hýzla devrimci ve ülkücü parti, örgüt, dernek ve militanlardan desteðini çekti. Zaten bu her iki ve üç karþýt grup kendisini diðerine karþýtlýk olarak tanýmlamýþlardý. Bir tür konsensüs vardý aralarýnda. Toplum toplumu deðiþtirmek isteyenlerden çok daha önce o içgüdüsel olan güce tapmanýn erdemiyle davranmýþtýk. Tarafýmýzý güçlü olandan yana belirlemiþtik her zaman olduðu gibi. Daha sonra sað’dan ve sol’dan militanlar ve örgütler de bu sese kulak verdi. Elinde Scrikss kalemle ekranlardan herkesin gözüne soka soka konuþan o tonton adam dört eðilimi birleþtirdiðini her Allahýn günü bize boþuna anlatýyordu. Bunu bir yerlerinden uydurmuyordu ya. O günlerde sýký bir Cumhuriyet ve Cumhuriyet Kitap eki okuru olarak þunu görüyordum. Aydýn takýmý arasýnda bir Mevlana, bir Yunus efsanesi baþ gösterdi. Yunustaki “Yaratýlaný severim yaratandan ötürü”nün yaratýlan yani insan ve tüm canlý ve cansýzlarýnda içine alacak þekildeki bir hümanizma ortalýkta boy göstermeye baþladý. Yunus halktandý halkýn diliyle söylüyordu. Mevlana ise “gel ne olursan ol yine gel” diyerek adeta ANAP ve ideolojisini “eylülist” ideolojiyi dile getiriyordu. Yaþasýn sonunda tutulacak dal bulunmuþtu. Bir arkadaþýn tabiriyle bu iþkencecisini sevme, bu onu affetme tavrý yok edilmeden, bu psikolojiden sýyrýlmadan 12 Eylül darbesini yapanlar ve taifesini yargýlamak, yargýlanmalarýný talep etmek havada kalmaya mahkûmdur. Zaten sen çoktan affetmiþsin ki. Daha ne istiyorsun. Belaný mý? Mahkemelere ne hacet? Düþünün bir defa diyor ki, “darbeciler yargýlansýn” kim yargýlayacak bu darbeyi yapanlarýn anayasasý ve içtihatlarý hala yürürlükteyken bunlar bu hâkimler mi? Bu yargý sistemi mi? Elbette ki yargýlanýrlar ancak bu günkü anayasa ve içtihatlarýn ortadan kaldýrýldýðý, yeni bir dünyanýn kurulduðu, yeni bir Türkiye’de.

Tekrar deðinmem gerekirse. O günlerin atmosferi özetle þöyle yazýlabilir.

“Ýnsanýn zincirlerinden kurtulmasý kolay bir þey olmasa gerek. Aslýnda bunun bilgisi ve bilincinde olmakla ilk adýmý atmýþ oluyor kiþi. Ýnsanýn kendisini baþka bir insan kardeþinden þu veya bu biçimde yani dini, etnik, ideolojik kimlik olarak ayrýþtýrmasý ayrý düþürmesi ve dolayýsýyla ayrý düþmesiyle birlikte bu dibe doðru düþüþ hýzla artmaktadýr. Ki yerçekimi insaný ve tüm canlý ve cansýzlarý kendine doðru çekmektedir. Bunu tersine çevirme iradesi sýrf irade olarak dahi erdemli bir eylem olmaktadýr. Yani sorun irrasyonel olmaktan kurtulmakta. Yani dostlarým bakýyorum da bazýlarýmýz hýzla ýrkçý, fanatik milliyetçi olma yolunda ilerliyor ve karþýtlarýmýzdan bir farkýmýz kalmýyor. Bir kiþiliði, idolü sevebiliriz. Belki de anlamadan kulaktan dolgu ile de olsa sevebiliriz. Ama sorun o kiþi ve idollerle ilgili yaþanmýþ gerçeði gerçekliði anlayarak bilerek sevebilmek ve seve bilmemek. Doðrularý ve yanlýþlarýyla sevebilmekte ve seve bilemekte. Tabulaþtýrarak deðil. Buradaki ana espri yahut kural ‘her þey insan için ve insana doðru’ olmalý. Hatýrlýyorum da 12 Eylül'ün o bunaltýcý atmosferi içerisinde bazý yenilmiþ aydýnlarýn gözünde bir Mevlana, bir Yunus efsanesi baþ gösterdi. Yani adam diyor ki ‘ben yaratýlaný severim yaratandan ötürü’ bu adam en büyük hümanist onlarýn gözünde yani bu sözleri söyleyen kiþi ‘yunus emre’ burada bir sakatlýk var adam sýrf yaratandan ötürü yaratýlaný seviyor. Yaradan inancý olmasa yaratýlaný da sevmeyecek. Bunun neresi hümanizm yani insancýllýk. Biz insaný severiz insan olduðu için vicdanýmýz olduðu için. Diðer adam yani Mevlana ise ‘ne olursan ol yine gel’ diyor. Burada da bir eksiklik var ama yunusun ki kadar deðil. Hümanistiz dedikte bundan þunlar anlaþýlmasýn. Birincisi hiç seçkinci olmayacak mýyýz? Elbette ki seçkinci olacaðýz ve tabiî ki her insaný da seveceðiz deðil. Yasal ve yasadýþý olan her türlü insan ve hayvan katilini, uðursuzu, pezevengi, tefeciyi, ýrkçý ve kafatasçýyý, hak hukuk tanýmaz her türlü sömürücüyü sevmeyeceðiz.”

Yýllar önce böyle yazmýþým. Ya yýllar sonra…

Evet, yýllar sonra dedim yukarýda. Yýllar sonra o günleri o ilk günü birebir yaþamýþ olan bir yoldaþtan o gün tüm devrimci taifenin bir birine devrimci dayanýþma içinde yardým ve iþbirliði içinde darbeye karþý direneceðine, darbecilere karþý savaþacaðýna. Ayrý ayrý mevzilerde mücadeleyi yeðlediði ve bunun o gün öncesinden baþlayan kökenlerinin o anda da süregittiðini ve bugüne de aktarýlan bir araz olduðunu anlatmýþtý uzun uzun. Uzun uzun konuþurduk bu deneyimleri. Düþünün ki ülke çapýnda ne A örgütü B örgütüne ne de B örgütü A örgütüne yardým etmiþ, dayanýþma göstermiþ. Sonra da diyoruz ki sosyalist sol neden bir araya gelemiyor, ortak iþ yapamýyor, ortak bir blok, parti yaratamýyor. Neden marjinaliz falan fiþman.

Düþünün bir. 12 Eylül’den aylar önce yine Ankara’da Piyangotepe’de halk kahvehanenin taranmasý olayý sonrasý Vali’yi tutsak alýyor. Katiller yakalanýncaya kadar teslim etmeyeceðiz diyor. Yani halk devrimcileri aþmýþ. Devrimciler ise hemen ilgili üst birimleri falan arýyorlar, temas kuruyorlar, Parti üst birimi diyor ki o vali “atýyorum” CHP’li ve bizim de CHP ile ittifak iliþkilerimiz var. Devrimcilerin önerisiyle halk Vali’yi istemeyerek de olsa serbest býrakýyor. Sen böyle yaparsan halk da seni terk eder. Darbe de yersin. Oturup zýrýl zýrýl aðlarsýn. Þöyle oldu böyle oldu diye. Hani halkýn adaleti. Hani “Seni halk adýna… mahkum ediyorum” kitabýný okumalar. Hayata geçiremediðin hiçbir þeyin karþýlýðýný da bekleyemezsin. Yine çok büyük laflar ettim deðil mi?

Sonuçta 12 Eylül’de bir balyoz gibi devrimcilerin, fasitlerin ve halkýn tepesine binmiþ olan darbeciler. Ýlk güdümlü mü serbest mi olduðu tartýþýlýr ilk anayasa oylamasýnda halkýn %99’lara yakýnýndan onay aldýklarý o 1982 Anayasasýný (ister faþist ister anti-demokratik ne derseniz deyin) kabul ettirmiþlerdir. Belinski ile devam edeyim “Halkýn gelenekleri göreneklere dayanýr. Bir yüzyýl önce þiddetle karþý çýktýðý bir geliþmeyi. Bir yüzyýl sonra þiddetle savunur” diyor.

Uzun sohbetlerimizde üzerinde çok kafa yorduk. Örneðin darbeden önce darbeye maruz kalan yapýlarda ciddi bölünmeler baþ göstermiþ. Hemen hemen her büyük yapý ikiye bölünmüþ. 12 Eylül’ü ilk haber veren olay ise Yeni Türkü’nün iyi bir yorumu olan Maskeli Balo þarkýsýnda olduðu gibi Fatsa’da gerçekleþen operasyon ile oluyor. Fatsa’da yapýlan operasyon ile devrimci hareketin ne tür dayanýþma ve tepki göstereceðini, yani ülkedeki devrimci fenomeni çözen, bu olguyu iyi okuyan taraf hazýrlýklarýný hýzla tamamlýyor. Ve tabiî ki uluslararasý arenada Ýran’da gerçekleþen önce komünistlerin ve sonra komünistlerin bastýrýldýðý o meþhur “beyaz devrim” ile birlikte önemli bir ABD müttefikinin kaybedilmesi. Dünyada esen “Demir Leydi” Margaret Thatcher ve “Artist” Ronald Reagan Reagan’ýn temsil ettiði Liberal kapitalist açýlým. Türkiye’nin bu boþluðu doldurmasý için bir düzene sokulmasý gerekiyordu ve düzene de sokuldu. Hep anlatýlýr bir akþam Kenan Evren’in evinde eþinin de hizmet ettiði dýþ bir istihbarat örgütünün telkinleriyle darbe’ye karar veriliyor. Elbette ki bu kadar basit deðil ve elbette ki bu kadarda karikatürize edilemeyecek bir an. O karar aný.

Ne diyelim Kenan paþa resim yapmaya devam etsin. Ta ki o güne kadar. Yani yargýlanana kadar. Ama önce ben dâhil biz hepimiz kendimizi yargýlayýp, kendi özeleþtirimizi verelim. Burjuva devleti “kurtarmak” için deðil, burjuva “devleti” yýkmak için örgütlenelim. Son olarak. 12 Eylül ve sonrasýnýn o karanlýk yýllarýnda gençlik ilk gýdasýný Limon ve o kapanýnca Leman adlý mizah dergilerinden aldý uzunca bir süre. Hala da etkisi azalsa da öyle deðil mi. Baskýlar mizahý doðuruyor, onu besliyor. Mizah ise ülkemizde özgürlüðe çýkýþ yolunu bilerek ya da bilmeyerek çiziyor. Mizahça kalmak temennim olsun.

Mizah dedim de. Toplum olarak hoca Nasrettin fýkralarýný severiz. Çoðunlukla gülüp geçeriz. Örneðin hocanýn bindiði dalý kesmesi, bile bile olmasa da bunun hatýrlatýlmasýna raðmen kesmesi ve düþmesi bunu hayra yormasý ve el hak sonunda iyi bir kötek yemesi. Ve o nekahat anýnda komþularýna “siz siz olun da katýrcýnýn katýrlarýný ürkütmeyin” diye nasihatte bulunmasý týpkýsý olmasa da bu yaþananlarý anlatmýyor mu? Ya da “ye kürküm ye”, “parayý veren düdüðü çalar”, “dostlar alýþveriþte görsün” vesaire.

Sabrýn için teþekkürler sana. Bir de þu aþaðýdakiler var. Okumak istersen… Orada bir terk ediþ, terk ediliþ var. Kimin kimi terk ettiði belli deðil aslýnda. Oku bakalým. Melek “Oku” diyor Ama Peygamber ýsrarla “ben okuma bilmem” diyor. Melek ýsrarlý. Israrla tekrar “Oku” diyor. Peygamber de inatçý ama hala “ben okuma bilmem” diyor. Melek son bir kez daha “Oku, yaradan rabbin adýyla oku” diyor. Ve Peygamber bu iþten kurtuluþ olmadýðýný hissederek okumaya baþlýyor. Ýlk sözü insanýn bir kan pýhtýsýndan yaratýldýðý. Týpký bunun gibi hepimiz aslýnda bir yere aidiz. Aþaðýdaki anlatýdaki gibi.

Terk ed(il)iþ

Annemin elleriyle yaptýðý gecekondumuz yýllar boyunca annemin, babamýn, benim ve iki kardeþimin en güzel anýlarýnýn geçtiði adeta bir mabet olmuþtu. Yýllar içinde bu gecekondu da bizimle birlikte yaþlanmýþtý. Hepimiz teker teker terk etmiþtik oysa bu evi. Ama ben, eþim ve küçük kýzým yýlar sonra tekrar bu eve yerleþmiþ ve bizim yerleþmemizle birlikte gecekondumuzda içine düþtüðü o terkedilmiþlik duygusundan sýyrýlmýþ, tekrar hayata baðlanmýþtý. Çünkü bugün biliyorum ki gecekondumuzda bizimle birlikte yaþýyordu, bizimle birlikte ve anýlarýmýzda. Bugün iþte yine terk ediliyordu. Terk ediyordum bu kez ve bu son kezdi. Baþka bir þehirde iþ bulmamýþ olmasam ne diye terk edecektim ki kendisini. Bu her köþe bucaðýný bildiðim. Özenle koruduðum evimi, evimizi. Bu ev ve mahalleyi… Nihayet nakliye kamyonuna eþyalarýmýz yerleþtirilmiþ ve kamyon yola koyulmuþtu. Son bir defa daha gecekondumuzla vedalaþmak için ardýma baktýðýmda benim gibi gecekondumuzun için için aðladýðýný hissettim. Oysa bu gecekondu da ve bu mahallede ne de çok þeyler yaþamýþtým.

Hatýrlýyorum da o haziran gününde gök gürlüyor bir yaz yaðmuru için doða hazýrlanýyordu. Ben en sevdiðim arkadaþým ve kardeþimle birlikte bir kamyon kasasýnýn altýna sýðýnmýþtýk yaðmurdan kaçmak için. Yýldýrýmý duymuþtuk ders kitaplarýmýzdan ve küçük bir çakým vardý bir seferinde anne annemleri ziyaretten anne annemin bana hediye ettiði kemik saplý bir çaký. Ya yýldýrým düþerse diye çekine çekine pantolonumun cebine sokup arkadaþýma gösteriyordum. Çalý çýrpý yontuyorduk ortanca kardeþimle. Çakýyý nöbetleþe kullanýyorduk. Ortanca kardeþimi o kadar çok seviyordum ki. Annem yeni bir kardeþ daha dünyaya getirecekmiþ o gün bilmiyorduk tabiî ki. Küçük kardeþimiz iþte o yaz yaðmuruyla birlikte geldi.

Yaðmurun ilk damlalarý yere deðdiðinde ortalýðý mis gibi toprak kokusu sarardý, insaný deli eden bir koku. Hala benim için o günkü bu toprak kokusu en güzel kokudur. Biz çocuklar yaðmur sonrasýný o kadar çok severdik ki. Hemen sokaða çýkar. Bir aðaç dalýný ama en ince ve saðlam olanýný seçer. Yerdeki çamurdan bir topak yapar ve çubuðun ucuna takarak en uzaða fýrlatmaya çalýþýrdýk. En çok da ortanca kardeþim severdi. Bu masum oyun anýnda mahalleler arasý bir çamur savaþlarýna dönüþürdü. Duvarlar, camlar, kýyafetler benek benek çamura bulanýrdý. Hâlbuki gecekondumuzun duvarýný ve tüm gecekondularýn duvarlarý daha yeni badana etmiþ edilmiþ olurdu. Annem kirecin beyaz rengini ve boncuk maviyi severdi. Kim bilir belki de nazar deðmemesi için bize ve ailemize. Çamur savaþýný her zaman yapmazdýk. En sýklýkla pes dediðimiz bir oyun oynardýk çamurla. Ýnþaat ustalarýnýn tabiriyle yirmilik çivi bulurduk bir yerlerden. Bu bir tahtadan veya komþunun çitinden keser marifetiyle söktüðümüz bir çivi olurdu. Bulabildiðimiz düz bir yerde eðri büðrü ve paslý çiviyi keserle yahut taþla düzeltirdik. Ve bu iþlem bahçesinin çitinin tahtasýndan aþýrdýðýmýz çivi için komþu tarafýndan yakalanma ihtimalinin korkusu ve adrenaliyle bir çýrpýda gerçekleþirdi. Pes dediðimiz oyun basitçe yaðmur sonrasý ýslanmýþ topraðýn üzerine çiviyi saplamak ve diðer oyuncunun yolunu kesmek þeklinde ilerlerdi. Onun çizgisine saplamak veya onun alanýna geçmekle de pes olunmuþ olur ve yenilirdik. Ya da yenerdik. “Týpký hayat gibi…”

Bugün o günleri düþündüðümde yukarýdaki son cümle gibi her þey týpký hayat gibiydi. Yine yukarýda size cereyanlar kesildiðinde annemin bize masallar anlattýðýný söylemiþtim. Ýþte o anlarda annemin mum ýþýðýnda kardeþlerimle birlikte bana anlattýðý masallarda geçerdi “Kafdaðý” bir de çocuklarla aramýzda oynarken yani ebeyi seçerken – bugün için iðrenç gelebilir ama- bir tuðla parçasýnýn bir yanýna tükürüp havaya attýðýmýz taþýn “Kaf mý?” yoksa “Tura mý?” sorusu ile karþýmýza çýkardý. Sonralarý o çocukluk evresinden çýkýp da sosyal hayatýn gerçekleri ile yüz yüze geldiðimizde yani artýk “uyu çocuðum uyu / yen gözünden uykuyu / masallarda kaldý artýk yedi baþlý ejderha” þarkýsýný kalabalýklarla birlikte söyleyip dinlerken kendimi bulmuþ ve eyleme geçmiþtim bile. Biz çocuklukta bilmeyerek hayatýn Kaf ve Tura gibi iki yüzünün iki seçeneðinin olduðunu gördük. Baþka tonlar yanýltýcýydý. Evet, indirgemeci olarak suçlanabilirim sen okuyucu tarafýndan ama böyle. Gerçek gerçektende böyle. Yani evet aslýnda artýk annemin masallarýndaki o “Kafdaðý” benim için unutulmuþ deðildi elbette. Ama ben bu sefer o “Kafdaðý”nýn ardýndaki ülkenin veya her neyse, nereyse oranýn fethine cüret etmeye yoldaþlarýmla birlikte baþlamýþtým.

Kafdaðý’nýn ardýnda ne olduðunu kimse bilmiyordu. Sadece tahminlerde ve iyi niyetlerde bulunuyorduk. Hele bir oraya ulaþalým diyorduk. Oraya ulaþmak için her türlü yöntemi denemiyorduk elbette. Mevcut toplum düzeninin belirlemiþ olduðu çerçeveyi zorlamaya, bu mevcut toplum düzenindeki olumluluklarý almaya özen gösteriyor. Ýrrasyonel olan her türlü fikir ve uygulamalarý ise hem reddediyor, hem de terk ediyorduk hýzla. Hýzla hem evrimleþiyor, hem de kendimizde devrimler gerçekleþtiriyorduk. “Devrim” evet týlsýmlý kelime buydu bizim için. Yani benim için öyleydi demek daha doðru olur. “Ne tanrý, ne devlet, ne okul, ne din, ne ordu, ne aile” diyorduk(m). Tüm otoritelere otoriter kurumlara karþýydýk(m). Benim baþ tacý kitabým Marks ve Engels’in “Komünist Parti Manifestosu” ile birlikte Althusser’in “Ýdeoloji ve Devletin Ýdeolojik Aygýtlarý” olmuþtu. Aile “Burjuva” bir kurumdu. “Burjuva” ve hele hele “Küçük Burjuva” lafý bizim en önemli küfrümüz olmuþtu. Oportünist ve Menþevik ile birlikte ve de Liberal ve Konformist ile birlikte elbette. Ama daha dün gibiydi çocukluðumuz ve çocukluðumuzdaki birbirimize ettiðimiz çocukça küfürler. “Ana avrat” sövmeler. Ama ben çok nadir küfür etmiþimdir. Kendimi aklamak için demiyorum bu gerçekten de böyle. Ben beklide küfür öðrenme yaþýmý çok raþitik bir ortamda yaþadýðým, geçirdiðim için bu böyle. Hedefimiz o günlerde Ateþ-Ýnsan olabilmekti. Þarkýdaki gibi “Ateþten bir damla gibi” dünyayý yeniden dökebilmekti.

Evet, Ateþ-Ýnsan olabilmekti tek arzum. Çünkü içinde bulunduðumuz galaksinin tek yaþam kaynaðý güneþ. Dünyanýn diðer gezegenler ile birlikte güneþ etrafýndaki konumu ve belli bir eksen dâhilindeki dönüþü dünyadaki yaþamý dolayýsýyla canlý ve cansýz varlýklarla birlikte ekosistemin mevcut dönüþümünü direkt olarak etkilemekte ve belirlemekte.

Ýnsanýn arkitike (ve yýkýcý-yapýcý diyalektikle bakýldýðýnda günümüzdeki moderniteninde) pagan kültürünün oluþturduðu insanýn kendinden güçlü, keþfedilemez ve bilinemez doðaya karþý aczinin bir göstergesi olarak ortaya çýkan ve anakronik biçimde okunmak üzere ilkel/modern insan için en güçlü tapýnma nesnesi olacak olan güneþe “tanrý” sýfatýný yakýþtýrmasýnda da güneþin bu kendisinde içkin olan yaþama kaynaðýnda aramak gerekiyor.
Güneþe ulaþmak deyim yerindeyse “güneþ-insan” olmak tüm arkaik ve yansýmasý olarak günümüz modern kültüründe var ola gelmiþti. Ýnsanýn en yükseðe doðru adým adým yaratmýþ olduðu günümüze kadar ayakta kalan eserleri bu “sonsuz” yaþam kaynaðýna doðru idi. Ki bu sonsuz yaþam kaynaðýna insandan kat be kat yaklaþan uçan canlýlar olarak kuþlara ve daðlara öykünme 1.si somut anlamda 2.si ise soyut anlamda olmak üzere doðaya karþý ve ayný anlama gelmek üzere “güneþ-tanrýya” karþý bir var oluþ kavga/mücadelesi hiç de küçümsenmeyecek bir insan oluþ tavrý ve davranýþý olarak bir anlamda genlerimize yer etmiþ. Kuþlara özenen insan önceleri mitolojik olarak balmumu kanatlarýyla Ikarus’u göklerde uçurmuþ ve onda insanýn sýnýrsýz hýrs ve ihtirasýný nakþetmemiþ mi? Ki, Hazerfen ile bu gerçekliðe dönüþmüþ ama bir diðer “tanrý-padiþah” tarafýndan kellesi uçurulmuþ ama insanýn zincirlerinden kurtulmaya adým attýðý bir çaðda kâh balon, kâh zeplin, kâh uçak, kâh roket ve nihayetinde uzayýn derinliklerine SSCB ve ABD’nin uzay araçlarýyla ulaþýlabilecek evrenin sýnýrlarýna doðru yelken açmýþ. Deyim yerindeyse insanýn insan olmanýn bilincine erdiði çaðlardan aktarýla gelen genlerindeki bu güneþe ulaþma, yaþam kaynaðýyla bütünleþe bilme ve ona mesajýný iletebilme beklide insan olmasýnýn tek gayesinin var oluþ bilgisi insanýn tüm davranýþ ve ritüellerini ona doðru ve onun için gerçekleþtirmesine adanmýþtýr/adanmaktadýr.
Güneþin fethi diye adlandýrabileceðimiz keþifler silsilesinin baþlangýcý somutta ateþin icadý ile soyutta ise insanýn kendisiyle birlikte doðayý bilme ve dönüþtürebilme serüvenine karþýlýk gelmekte deðil mi? Ki bu iki antropolojik sýçramayla birliktedir ki, o bilinemezin korku barikatlarý insan için yok olma alt edilebilme sürecine girilmiþ. Ýnsanýn ateþi yani güneþin bir parçasý olarak ateþi kontrolü altýna almasýyla birlikte insanýn doða ve diðer canlýlarla organik iliþkisi de adeta sona ermiþ. Öyle ki insanýn mitolojik dünyasýnda yarattýðý Ikarus’un balmumundan kanatlarý güneþin ýþýklarýyla ergiyerek insanýn “güneþ-tanrý” katýna yükselmesi engellenip yok edilemeyecek. Artýk bizzat insan yok edici olacaktýr. Çünkü insan ateþi elde ederek ve onu istediði gibi kontrol edip kullanabilme yeteneðini geliþtirerek “güneþ-tanrýya” ihtiyacýný da ortadan kaldýrmýþ. “Ateþ-insan” olarak “tanrý”yý da kontrolü altýna alabilmiþtir.
Dolayýsýyla ateþin diyelim ki tesadüfen ya da akýl yürütmeler sonucu veya herhangi bir biçimde ama her þeye karþýn elde edilmesi, daha doðrusu kontrol altýna alýnmasý, taþýnabilmesi ile birliktedir ki, antikitenin doðaya baðlý, dolayýsýyla ana enerji kaynaðý olarak güneþle baðýnýn bir daha geri dönülemeyecek biçimde insanýn doðaya hâkim olma-tahrip etme tasarrufuna cüret etme hakkýný vermiþ.
     O halde Ateþ-insan olmaya biraz daha çok yaklaþmaya çalýþmalýydým. Bugünden bakýldýðýnda büyük harflerle ÝNSAN’ýn modernleþmesiyle birlikte kendisini birey ve topluluk olarak ama önce birey olarak ifade etme yetilerini kazanmakta gecikmediðini görüyorum. Bu minvalde binlerce yýllýk duvar resimlerinden günümüzün elektronik iletiþime kadar binlerce sözlü, yazýlý, çizili, boyalý iletiþim formu kullandýðýný görüyorum. Yani insan koþularý ne olursa olsun kendisini ve topluluðunu ifade etmenin yolarýný bulmakta yine büyük harflerle ÝNSAN olan tarafý ile karþýma çýkýyor. Ýnsaný insan olarak tanýmlamanýn en önemli bileþeni olarak bu dolaylý ve doðrudan iletiþim formlarýyla doðada insan oluyor, insan olarak adlandýrýlýyor.
Oradan perspektifin ne mi dediniz. Açýklayayým. Perspektif benim için uzayda bilinçli olarak seçilen bir noktadan mevcut bir nesne, olay ve olguya bakmayý ve bu seçilen noktadan gerek geçmiþi gerekse geleceði anda görmeyi anlatýyor. Bu bilinçli seçimledir ki nesne belli bir anlam kazanýyor. Seçilen nokta sabit kaldýðý sürece bakýlan nesnenin yer ve þekil deðiþtirmesi önemini yitirerek seçilen noktadan bakýþ ve anlamlandýrma çabasý için zenginliðini ifade etmeli. Seçilen noktayý deðiþtirmek yeni ve baþka özgün biçimlere tabi oluyor. Sorulmasý gereken soru þu; Neden bakýþ açýsý için bir nokta seçelim ki. Seçim noktasý olmadan hayat öylesine kaotik bir yapý sergilemeye baþlar ki. Hedef saptamasý yapamayýz. Ama diyeceksiniz ki bugün dünyada ne hedefi, neden bir hedef seçilmeli ki. Bu itirazýn haklý yanlarý olabilir ancak ne var ki insaný diðer canlýlardan ve insan olarak içini dolduracaðýmýz varlýðý diðer insanlardan ve insan gruplarýndan ayýracak olan da budur. Yani insan olmaya adým atmanýn da bir adýdýr aslýnda perspektif anlayýþým. Perspektifimi hep bu ince çizgide deyim yerindeyse býçak sýrtýnda kurdum ve odaklandýrdým. Odaklamak da zorundaydým aslýnda.

Eðer bir düþünce atlasý hazýrlayacak olsaydým perspektif için yukarýda yazýlanlarý diyebilirdim. Bir de þunun altýný çizmem gerekiyor. Çünkü seçilen nokta yeterli kalmýyor. Biliniyor ki “bir þey hem kendisidir hem de kendisinden baþka bir þey.” Yani sorun daha doðrusu sorunum gerçeðin arkasýndaki sýr perdesinin de arkasýndaki ne. Ýþte bu oldukça zor bir uðraþý ama deyimde de denildiði gibi imkânsýzý iste zoru elde etmek kolaydýr. Öyle deðil mi. Geçenlerde bir arkadaþ perspektif yerine Panaroma’yý tercih ettiðini söyledi. Ama benim düþüncem perspektiften farklý olarak Panaroma’nýn bakýlan bir noktadan kendi eksenimiz etrafýnda gözlerimizin algýlayabildiði noktalara kadar dönel hareketle bakýþý anlatýyor. Bu bakýþ tüm evreni bir film þeridi þeklinde adeta slâyt halinde ama algýlamaya zorluyor. Bu biçimde okumayý tarif ediyor. Bu ise bize sadece anlýk mesajlar verir. Ki bu yöntem bize anlýk mesajlar verse de aný sorgulamamýzý ortadan kaldýrmadýðý için net bir mesajýn akýlda kalmasýný engelliyor. Dolayýsýyla bizim bakýþýmýz perspektif yerine Panaromik bakmaya meyletmemeli. Perspektifle birlikte Panaroma’yla taçlandýrýlmalý. Özeti þu ki tek tek belli bir perspektifte fotoðrafý çekilen ve anlamlandýrýlan fotoðraflardan oluþan bir kurgu ile taçlandýrýlan Panaroma bize daha da anlamlý bir bakýþ açýsý verecektir. Sanýldýðý gibi baþkasý deðil.


***

Yürümeye devam ettim. Yürüdükçe ufkumda yeni yeni pencereler, perspektifler ve düþünceler açýlýyordu…




Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.


Yazarýn roman ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Ofir'e Yolculuk


muhammet demir kimdir?

Lermantof'un deyimiyle "Ben birgün yaþadým, birgünlük ömrüm olmasaydý, ömrüm ömrü bitmiþ ihtiyarlarýnkinden beter olurdu" tümcesini kendime ilke edinmiþ bir kiþi olduðumu söyleyebilirim.

Etkilendiði Yazarlar:
Stefan Zweig,"Satranç", Terry Eagelton, "Azizler ve Âlimler"


yazardan son gelenler

yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © muhammet demir, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.