..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Bir kimse, neden oltasýný, içinde tek bir balýk olmadýðýný bildiði bir göle sarkýtýr? -Adalet Aðaoðlu
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Ýnceleme > 7nci Sanat (Sinema) > Barýþ Saydam




19 Kasým 2008
Leos Carax ve Sinemasý  
Barýþ Saydam
16 yaþýnda okulu býrakan, 17 yaþýnda ilk kýsa filmini çeken, 22’sine geldiðinde ise ilk uzun metrajý olan Boy Meets Girl’e imza atan Leos Carax; kuþkusuz Fransa’nýn en ilginç yönetmenlerinden biridir. Fransýz Yeni Dalgasý’ndan kalan mirasý sahiplenen yönetmen, en çok da Jean-Luc Godard’la arasýnda girift bir bað kurar.


:CJJH:
Karþýtlýklardan beslenen farklý bir sinema…

16 yaþýnda okulu býrakan, 17 yaþýnda ilk kýsa filmini çeken, 22’sine geldiðinde ise ilk uzun metrajý olan Boy Meets Girl’e imza atan Leos Carax; kuþkusuz Fransa’nýn en ilginç yönetmenlerinden biridir. Fransýz Yeni Dalgasý’ndan kalan mirasý sahiplenen yönetmen, en çok da Jean-Luc Godard’la arasýnda grift bir bað kurar. Onun klasik anlatýnýn bütün formüllerini ters yüz eden, geçmiþin mirasýný sahiplenmesine karþýn; onunla bir mücadele içine girerek yeni bir formül üretme çabasýný, Carax’ýn sinemasýnda da görürüz. Yönetmenin sinema anlayýþý; bütünlüklü ve çizgisel bir anlatýmdan çok, daðýnýk sekanslarýn birleþmesinden oluþan bir toplamayý andýrýr. Hikaye anlatýmý da buna istinaden, son derece karmaþýktýr. Parçalar çok daðýnýktýr ve her karakter filmin bir yerinde kendi sahnesine çýkar. Kimi zaman da oyuncular kameraya bakarak, ona karþý konuþur ve oynamaya baþlar. Buna en iyi örnek; Boy Meets Girl filminde Mireille’nin, Alex dilsiz bir adamla konuþurken kameraya dönerek ona çeþitli jest ve mimiklerde bulunmasý gösterilebilir. Ýzlediðimizin bir film olduðu gerçeðini hatýrlatan bu numaralarýn dýþýnda, sýk sýk kullanýlan karartmalarda yönetmenin bu vurgusunu tamamlar cinstendir. Týpký François Truffaut gibi, Carax’ta gündelik yaþamýn kendine özgü ritmini yakalamayý her þeyin üstünde tutar. Onun için yazýlý bir senaryodan çok, karakterlerin ruh hallerini yansýtacak sýradan eylemleri ekrana taþýmak daha önemlidir. Paris’in sokaklarýnda boþ boþ gezen bir kadýn, nehrin kenarýnda gecenin zifiri karanlýðýnda içmeden sigarasýný yakýp nehre atan bir genç, Alex’in kulaðýna kulaklýðýný takýp otoyolda gözü kapalý yürümesi, Mireille’nin evde tek baþýna dans ediþi, aþýklarýn sokak ortasýnda öpüþmesi, bir fincanýn kýrýlmasý, barda oynanan basit bir tilt oyununun hayatla örtüþen yönleri ve buna benzer daha pek çok sahne… Hayatýn içinden sýradan sahneleri bir mozaik haline getiren yönetmen, aslýnda bir hikaye anlatmakla da uðraþmaz. Boy Meets Girl’de Alex ve Mireille’nin yüzeyde kalan hikayesinin ardýnda, her karakterin kendi hikayeleri saklýdýr. Bir hikayeyle kendini sýnýrlamak yerine, pek çok hikayecikle hayatýn ironik yanlarýný da açýða vurma þansý yakalar. Mauvais Sang’da da yüzeydeki polisiye hikaye, aslýnda Alex, Anna ve Lise arasýndaki aþk üçgeninin bir kamuflajýdýr.

Boy Meets Girl, yönetmenin romantik iliþkiler üzerine çektiði bir üçlemenin de ilk ayaðýný oluþturur. Sevgililerinden ayrýlan Alex ve Mireille, mucizevi bir þekilde birbirleriyle tanýþýr. Alex, týpký kaderinin peþinde koþar gibi Mireille’nin peþinden gider. Ta ki ona rastlayana kadar… Ýkili konuþmaya baþladýklarýnda, ikisinin de hayata bir türlü tutunamadýklarýný ve yaþamlarýný istedikleri gibi yönlendiremediklerini görürüz. Oðlan, kýzý bulur bulmasýna, ama bu sefer de geçmiþ ve gelecek aralarýna girer. Geçmiþin hatalarý, geleceðin umutlarýný söndürürken, belki de sinema tarihinde hiç rastlanmayacak kadar ilginç bir iliþkinin de anatomisine þahit oluruz.

Oðlan kýza rastlar…


Boy Meets Girl, her þeyden önce aþka ve hayata çok farklý bir açýdan bakan; çoðunlukla karamsar ve depresif bir filmdir. Filmin siyah-beyaz olan renk paleti de filmin bu karanlýk havasýyla uyum saðlar. Filmdeki her sahne; seven, ilgi gösteren, önemseyen, hayal kuran karakterlerin terk ediliþleriyle birlikte deðiþen ruh hallerini dýþa vurur. Sevgisizliðin ve kimsesizliðin teslim aldýðý Paris sokaklarýnda yürüyen kaybolmuþ karakterlerin hüznü bir yerden sonra boðucu olur. Carax’ýn son derece özgün ve melankolik sekanslarýysa, bu yolculukta seyircilerin ezberlerini bozar. Nehrin kenarýnda öpüþen bir çifte bakan Alex, bu sahneyi çok yapmacýk bulur ve öpüþen çifti, tiyatro oyuncularýymýþ gibi görerek önlerine bozuk para atar. Carax, filmin baþýndan sonuna kadar yapay olan her þeye alaycý bir biçimde yaklaþýr. Onun için bir çiftin zorlama olan ve gerçek olamayacak kadar mükemmel iliþkisi yerine, Alex ve Mireille arasýndaki ufacýk sevgi kýrýntýlarý daha önemlidir. Bunu yansýtmak için de arka planda çalan David Bowie’nin When I Live My Dream þarkýsýndan yararlanýr. Þarkýda Bowie, sadece rüyalarýnda istediði ve aradýðý aþký yaþayan bir adamýn hislerini anlatýr ve þarkýnýn bir yerinde; aþk sadece rüyamda varolabilir der. Bu açýdan, filmin final sekansý da son derece düþündürücüdür. Alex ve Mireille, bir kan baðýyla birbirlerine baðlanýrken; aralarýndaki camýn öte tarafýnda da Alex’in önlerine para attýðý öpüþen çifti görmemiz, þüphesiz Hegelvari bir rastlantýnýn eseridir. Ýdeal bir iliþkiyle gerçek bir iliþkinin çatýþma alaný bundan daha güzel özetlenemez.

Hayatýn çatýþan yanlarýný þiirsel kompozisyonlarla ekrana taþýyan yönetmen, iliþkilerle ilgili de son derece çarpýcý saptamalar yapar. Alex’in sürekli tartýþan komþularý arasýnda þöyle bir diyalog geçer. Kadýn, kocasýna; aramýza neyin girdiðini söyle der. Kocasý da; aramýza hayat girdi, bundan ötesi var mý diyerek; aralarýndaki soruna farklý bir boyut kazandýrýr. Dünyada yaþanan bunca olaya karþýn, nasýl sürekli seviþmek istiyorsun diyerek karýsýný eleþtirmeyi de ihmal etmez. Carax’ýn sýra dýþý romantik iliþkilerinin ve arýza karakterlerinin temel sorunu, sürekli hayattýr. Þans eseri birbirini bulan yok olup gitmekte olan iki karakterin birlikteliði, birlikte olma çabasý; sürekli yan karakterlerin kendi sorunlarýný monologlar halinde dýþa vurmalarýyla kesintiye uðrar. Bu kesintilerde ise baþ döndürücü deðiþimler yaþanýr. Aþk nefrete, yaþam ölüme, kadýn erkeðe, siyah beyaza dönüþür. Maskeler tek tek düþerek insanlar yapayalnýz ve çýrýlçýplak kalýr. Karakterler kendileriyle ve hayatla yüzleþmeye baþlar. Alex, Mireille’yle konuþmaya baþladýðý ilk sahnede: Hep alkýþlanacak ve önemsenecek biri olmak istedim. Bir pilot, bir gezgin ya da bir müzisyen... Yeniden doðamaz mýyým? der. Yaþ gününü kutlayan Bouriana: Bana esas ne acý veriyor, biliyor musunuz? diyerek baþladýðý konuþmasýnda; hayatýnda çok az þey yapmýþ olmanýn üzüntüsünü paylaþýr. Hayatla yüzleþmenin aðýrlýðý filmin aðýrlýðýný arttýrýrken; karakterlerin her dakika daha da depresifleþtiðini görmek ise þaþýrtýcý olmaz. Alex, Mireille’yi bulmasýna karþýn; yeniden doðma arzusundan vazgeçer ve bir daha asla yaþamayacaðým der. Barda tilt oynayan adam, tilt oyunundaki yenilgisiyle hayata karþý yenilgisini kabullenmiþ olur ve ardýndan bir daha oynamayacaðým der. Mireille, herkes gidiyor zaten derken; aslýnda partiden bahsetmez. Hayat sahnesinden çekilen insanlara gönderme yapar. Kendi çekilme sýrasýnýn geldiðini de çaktýrmadan haber vermiþ olur.

Fransýz Yeni Dalgasý ve Fransýz Þiirsel Gerçekçiliði birleþirse…



Carax’ýn bir özelliði de Yeni Dalga sinemasýnýn sokaðýn gerçekliðini ve hayatýn þiirsel uyumunu ekrana getiren kadrajlarýyla, gerçeküstücülüðün düþsel anlatýmýný tek bir potada eritebilmesidir. Üstelik yönetmenin etkilenimleri bunlarla da sýnýrlý deðildir. Fransýz Þiirsel Gerçekçiliði’nden de oldukça etkilenir ve sekanslarýnýn hemen hepsinde bunun etkilerini görmek mümkündür. Özellikle Mauvais Sang filminde bu etkilenim oldukça açýktýr. 2. Dünya Savaþý’na giden yolda insanlarýn ruh hallerini dýþa vuran, sesli sinemanýn imkanlarýndan yararlanarak daha duyarlý ve bütünsel bir bakýþ açýsýyla hem dönemini hem de dönemin insanlýk hallerini resmeden Fransýz Þiirsel Gerçekçiliði; kendinden önceki melodram ve komedi öðelerini merkezine almasa da, bunlardan yararlanan, gerçekliðin etkisini sürekli hissettirmesine raðmen þiirsel bir ahenkte yakalamayý baþaran birbirinden önemli örnekler verir. Bu dönemde yetiþen Julien Duvivier, Marcel L’Herbier ve Marcel Carne gibi yönetmenler arasýnda, Carax en çok Carne’den etkilenir. Bu akýmla sýnýrlý tutulamayacak Jean Vigo ve Jean Cocteau’da Carax’ýn etkilendiði diðer önemli yönetmenler olur. Mauvais Sang filminde, bir sekansta yönetmen doðrudan Cocteau’ya saygý duruþunda bulunur. Alex ve Boris kafede oturup konuþurken, Boris arkasýna döner ve gördüðü adamýn Cocteau olduðunu söyler. Alex, onun öldüðünü üstelese de, Boris; görüyorsun, iþte yaþýyor der. Üstelik Mauvais Sang; yönetmenin en dinamik ve lirik filmidir. Filmin final sekansýnda, Juliette Binoche’un oynadýðý Anna kaybettiði aþkýnýn peþinden yolda amaçsýzca koþmaya baþlar. Gözlerini kapatýr, ellerini açar, rüzgarý bütün benliðiyle hisseder ve amaçsýzca koþar… Arka planda Sergei Prokofiev’in meþhur Romeo ve Juliet bestesi çalarken, Carax; Anna’nýn hareketlerini hýzlandýrýr ve ortaya inanýlmaz lirik bir sahne çýkar. Hüzünden, yalnýzlýktan, terk ediliþten, sonsuz aþktan, özgürlükten ve yok olmuþluktan beslenen, dinamik görüntülerle daha da etkileyici bir hal alan final sekansý; Carax’ýn aþka bakýþýný da gözler önüne serer. Anna, Alex’in kendisine olan aþkýný artýk fark eder. Ama Alex ona aþkýný verdikten sonra, kendi aþkýný kaybeder. Bu yüzden Lise motosikletiyle uzaklaþýrken, Anna umutsuzca koþmaya devam eder. Les Amants du Pont-Neuf’ta ise, ilk defa Caraxvari geliþen aþk, üçlemenin diðer iki filmi gibi sonuçlanmaz. Fakat sonuç aþamasýna gelene kadar da iki karakter kendi içlerinde büyük bir mücadele verir. Üçlemenin diðer iki filmine göre, Les Amants du Pont-Neuf’taki aþýklar geçmiþlerinden ders çýkarabilmiþlerdir. Gençliðin ele avuca sýðmaz enerjisi, vurdumduymazlýðý ve ölümün uzakta olduðu düþüncesi yerine; geçmiþte yapýlan hatalarýn getirdiði sorumluluklar ve geçmiþten kalan hatýralar vardýr.

Carax filmlerinin alt metinleri ve göndermeler…



Carax filmlerinin derin anlatýmý ve ironilerle birlikte farklý yönlere giden söylemlerinin zenginliði de yönetmenin sahip olduðu geleneðin zenginliðinden kaynaklanýr. Carax, cesur anlatýmý ve sýra dýþý hikayelerine karþýn; her þeyden önce etkilendiði akýmlarý ve yönetmenleri çok iyi özümsemiþ ve kendi sinemasýný da adým adým özgünleþtirmiþ çok deðerli bir yönetmendir. Etkilendiði güçlü isimlerin sinemalarýný hiçbir zaman öykünmeye dönüþtürmeden, kendine has bir sinema dili içinde eritmesi çok etkileyicidir. Ýlk filmi Boy Meets Girl, açýkça Fransýz Yeni Dalgasý’ndan en çok da Godard’ýn sinemasýndan izler taþýr. Ýkinci filmi Mauvais Sang, Fransýz Þiirsel Gerçekçiliði, Marcel Carne ve Jean Cocteau’nun aðýrlýðý altýndadýr. Üstelik filmdeki Anna karakteriyle de Jean-Luc Godard’ýn filmlerindeki Anna Karina’ya gönderme yapar. Mauvais Sang’da Godard’ýn Week-end, Bande a Part ve Vivre Sa Vie filmlerine dolaylý yollardan göndermeler vardýr. Les Amants du Pont-Neuf’da da, yönetmen finalde Jean Vigo’un L’Atalante’sine saygý duruþunda bulunur.

Yönetmen, üçüncü filmi olan, ayný zamanda üçlemenin de son filmi, Les Amants du Pont-Neuf’ta farklý bir anlatým þekli benimser. Bu anlatým þekli; Yeni Dalga’nýn ve Þiirsel Gerçekçiliði’n muazzam bir uyumudur. Yönetmen bu noktaya gelene kadar sürekli kendini geliþtirerek filmlerinin üstüne her seferinde bir þeyler eklemeyi baþarýr. Carax’ýn filmlerinde rastgele olmuþ izlenimi veren olaylar ve filmlerin basit görünümü; aslýnda Carax’ýn son derece sofistike olan sinemasýnýn ufak tuzaklarýdýr. Hikayelerin yüzeyde kalan kýsýmlarý ve diyaloglarýn görünen anlamlarý dýþýnda, alt metinde gizledikleri vardýr. Alt metnin zenginliði gibi nesnelerde çok önemli iþlevler kazanýr. Nesneler kimi zaman yaþanan iliþkilerin ve karakterler arasýndaki yok olmaya yüz tutmuþ baðlarýn birer göstergesidir. Mauvais Sang’taki “chief” ismi verilen tabanca buna örnek gösterilebilir. Babasýný hafýzasýndan tamamen silmek isteyen ve onunla ilgili hiçbir þeyi duymak istemeyen Alex ile babasý arasýnda kalan tek bað bu tabancadýr. Ve Alex en önemli zamanda o tabancayý da yanýna alýr. Nesneler kimi zaman da aslýnda hiç olmamýþ, sadece düþlerde vuku bulmuþ karþýlaþmalarýn birer kanýtýdýr. Boy Meets Girl’deki fincan gibi… Bu fincan ayný zamanda gerçekte konuþmayan, sadece telepati yoluyla konuþan iki kardeþinde telepatik konuþma seanslarýnýn birer kanýtý gibidir. Les Amants du Pont-Neuf’ta ise filme ismini veren 9. Köprü baþlý baþýna ikilinin aþkýnýn simgesi olur. Köprü bir süre kullanýma kapalý kalýr, ama vakti gelince yeniden hizmete girer. Týpký iki aþýðýn bir süre ayrýlmasý ve sonra yeniden birbirlerini bulmalarý gibi… Onarýlamaz hiçbir þey yoktur ve köprü metaforuyla bu açýða çýkarýlýr.

yazýn mavi akþamlarýyla ineceðim patikalara
buðdaylarla bezeli ufak otlarý çiðneyerek:
ayaklarýmda o tazelik, aklým bir karýþ havada
býrak yýkasýn çýplak baþýmý rüzgar diyerek

konuþmayacaðým, düþünmeyeceðim bir an bile:
lakin týrmanacak içimde bitmek bilmez aþk
ve ben uzaða, uzaklara gideceðim derbedercesine
doðayla, ve mutlu, sanki bir kadýnlaymýþçasýna.

Arthur Rimbaud – Helecanlar



Bu nitelikli sinema dilinin arkasýnda yönetmenin kendi anýlarýndan, yaþadýðý iliþkilerden, dünyayla arasýnda kurduðu baðdan, kendi yaþanmýþlýklarýndan da pek çok parça vardýr. Ölümle ilgili takýntýsý, yaþlýlýkla ilgili düþünceleri, eski alýþkanlýklarýn deðiþtirilemeyeceði gerçeði, aþkýn içinde barýndýrdýðý karþýtlýklar, hayatýn tesadüflerle dolu oluþu, hatta sessiz sinema döneminin aslýnda þimdiki sinema filmlerinden daha nitelikli oluþu gibi pek çok anekdot sayabiliriz. Fransýz sinemasýnda ilk zamanlardan beri süregelen bir gelenek halini alan; sinemanýn diðer sanatlarla iþbirliði halinde oluþu Carax’ýn sinemasýnda da göze çarpar. Gilles Deleuze ve Hegel etkilenimli felsefik diyaloglar, etkilendiði filmlerden yapýlan alýntýlar, mekanlarýn duvarlarýný süsleyen önemli ressamlarýn resimleri, bölümler arasýnda çalýnan þarkýlar, kadraja giren plaklar yönetmenin entelektüel düzeyini de ortaya koyar. Sinema kariyeri Yeni Dalga yönetmenleri gibi Cahiers du Cinema’da eleþtirmenlik yaparak baþlayan Carax, bu köklü kuruluþun oluþturduðu gelenekten de oldukça faydalanýr. Bu sayede, sinemanýn diðer sanatlarla olan yakýn iliþkisini daha yakýndan gözlemleme fýrsatý edinir. 1980’lerde tüm dünyada etkisini arttýran Hollywood filmleri, dijital teknolojilerin hýzla geliþimi, post-modernist söylemlerin aðýrlýk kazanmasý, yeni arayýþlarýn yaygýnlaþmasý ve Avrupa sinemasýnýn günden güne kan kaybetmesi gibi geliþmeler Carax’ý da öze dönmeye teþvik eder. Ama bir yandan da mevcut yenilikçi sinema hareketlerine ve sinemada yaþanan yönelimlere uzak deðildir. Fakat çaðdaþlarý Luc Besson ve Jean-Jacques Beineix’e kýyasla, geleneðe daha baðlýdýr. Gücünü gelenekten aldýðý için de kendi çaðýnýn en nitelikli yönetmeni olur. Belki Luc Besson’un yönettiði Leon ve Le Grand Bleu gibi filmler hiçbir zaman çekmemiþtir. Fakat 1980’lerden sonra Fransa’da yetiþen en “özgün” yönetmen, tartýþmasýz Leos Carax olur. Çaðdaþlarý gittikçe klasik anlatýya teslim olarak yüzeysel hikayeler anlattýkça, Carax alt metnini daha da saðlamlaþtýrýr. Her filminde iki aþýðýn hikayesini merkezine alýr, ama anlattýðý þey; aþk deðildir. Aþkýn insanlar üzerinde yarattýðý etkilerle ilgilenir. Alt metin çözüldükçe, araç ve amaç ikilemi daha da çarpýcý bir boyuta ulaþýr. Karanlýk, kaotik, çatýþmacý ve karmaþýk bir dolu iliþkinin varlýðý; ayný zamanda pek çok manaya da gelir. Kadýn-erkek arasýndaki çatýþmadan hayatýn içindeki pek çok alanda varolan soruna dolaylý olarak göndermede bulunur. Bunun içinde sanat alanýndaki karþýtlýklarda vardýr. Üstelik sessiz sinemayla günümüz sinemasý arasýndaki nitelik açýsýndan var olan farklýlýk özellikle Carax’ýn üzerinde durdurduðu noktalardan biridir. Bu yüzden, filmlerinde sýk sýk sessiz sinema dönemine göndermede bulunduðu, kýsa film tadýnda ana hikayeden kopuk sekanslar vardýr.

Gerçeklikte, hayat gibi olmalý ve baþlangýcý ve sonu belirsiz olmalýdýr.
Jean-Luc Godard



Yönetmenin bu kadar önemli oluþunun bir sebebi de, beslendiði kaynaklara hiçbir zaman öykünmemesidir. Sessiz sinemayla günümüz sinemasýný karþýlaþtýrýrken, iþi hiçbir zaman sessiz sinemayý yaþatma ve onu yeniden üretme aþamasýna götürmez. Boy Meets Girl’de dilsiz adam: Sessiz sinema daha güzeldi, çünkü… der. Diyalog orada kesilir. Carax’ýn amacý nostalji yaparak geriye dönmek deðildir. O sadece bir durum tespiti yapar ve yönünü belli eder. Sessiz sinemanýn neden daha güzel olduðunu düþünmek ve bu karþýlaþtýrmayý yapmak seyircinin iþidir. Godard’ýn bahsettiði “gestalt” yapý zinciri Carax’ta da karþýmýza çýkar. Godard’a göre gestalt(yapý); izleyicin çeþitli film öðelerini seçip, bunlarý birbirine ekleyerek oluþturduðu ve onun kendi zihinsel sürecinde þekillenen bir durumu ifade eder. Carax’ýn, özellikle Boy Meets Girl filmindeki parçalý anlatýmý ve daðýnýk sekanslarýn üzerine kurduðu anlatým yapýsý da Godard’ýn sözlerine uygun bir þekilde geliþir. Duygusal olaylarýn yarattýðý akýldýþý, kimi zaman gerçeküstü olarak geliþen olaylar zinciri ise; yine Godard’ýn mevzu bahis ettiði gerçeklik anlayýþýna atýfta bulunur. Gerçeklikte, hayat gibi olmalý ve baþlangýcý ve sonu belirsiz olmalýdýr der Godard. Carax’ýn karakterlerine baktýðýmýzda ve filmlerindeki gerçeklik anlayýþýna yoðunlaþtýðýmýzda yine Godard’ýn izleklerine rastlarýz. Ama Carax, sinemasýnda bunlarýn hepsini kendi yaþanmýþlýklarýyla birleþtirmeyi baþarýr. Bu açýdan, zihinsel geliþimi Godard’ýn sinemasýyla, görsel geliþimi Fransýz Þiirsel Gerçekçiliði’yle, felsefik alt metni Deleuze, Hegel ve Rimbaud gibi yazarlarýn metinleriyle saðlanmýþ olsa da, son kertede Carax’ýn bu oluþumlarý özümseme þekliyle kendisi ile en benzeþen yönetmen François Truffaut’dur. Kiþisel yaþanmýþlýklarýyla baþta sinema olmak üzere, bütün sanat dallarýný tek bir potada eritmeyi baþaran ve yeri geldiðinde özgün örneklerle bunlara baðýmlý olmadýðýný da gösteren Truffaut; özellikle Antoine Doinel serisindeki filmlerde yarattýðý mozaik yapý ile Carax için de önemli bir referans kaynaðýdýr. Üstelik Antoine Doinel karakterinin seri boyunca yaptýðý duygusal gönderme bombardýmaný gibi, Carax filmlerindeki karakterlerde duygusal durumlarýný dýþa vuracak göndermeler yapar. Boy Meets Girl’de bu genelde müzik yoluyla yapýlýr. Filmin hemen baþýnda Maite, ayrýldýðýný söylemeden önce; arabada çalan þarkýda, þarkýcý: Senden ayrýlacaðýmý söylemeye geldim. Seninle ilgili hatýralarýmda hep keder var diyerek þarkýsýna devam eder. Ayrýlýk aný gerçekleþmeden, aslýnda Carax ayrýlýðý izleyicisine haber verir. Nehir kenarýndaki aþýklarýn gerçek olamayacak kadar abartýlý romantizm sahnesinde, plakta çalan David Bowie’nin When I Live My Dream þarkýsý; aþkýn ancak rüyalarda varolabileceðini özetler. Mauvais Sang’da arka planda çalan müzikler çoðunlukla sessiz sinema dönemine saygý duruþu olarak kullanýlýr. Charlie Chaplin’in Limelight’ta kullandýðý müzik, Sergei Eisenstein’ýn Alexander Nevsky filminin de müziklerini yapan ünlü Rus besteci Sergei Prokofiev’in Pierre et le loup parçasý, yine David Bowie’nin Modern Love þarkýsý… Prokofiev’in bir de temayla bütünlük saðlayan Romeo ve Juliet bestesi kullanýlýr. Bütün bunlar, yönetmenin görüntüler üzerine kurduðu incelikli dünyasý gibi ses bandýnda da özenli bir çalýþma yaptýðýný bizlere gösterir. Les Amants du Pont-Neuf; ses bandýndaki tercihler nedeniyle de serinin muhteþem kapanýþýna uygundur. Yönetmen filmde türleri iç içe geçirir ve türler birbirleriyle çarpýþarak, türler üstü yeni bir yapý ortaya çýkarýr. Melodram gerçekçilikle birleþir, romantizm farklý bir boyuta evrimleþir. Drama komediye çalar, komedi öðeleri grotesk bir görünüm kazanýr. Müziklerde bu rengarenk ortama uyum saðlar. Doðu müziðinden ezgilerle ses bandý akmaya baþlar, daha sonra sýrasýyla pop müzik, hiphop ve klasik müzik banttaki egemenliði devralýr. Serinin bundan önceki filmlerinde keman ve piyano müziði, özellikle de sessiz sinema döneminin ünlü besteleri filmlerin arka planýnda boy gösterirken, bu sefer öyle net bir tercihten söz etmek mümkün deðildir.

Aþk imkansýzdýr.
Ýmkansýz olan da aþk.
Erdoðan Babur




Alex’ler ve Anna’lar…



Carax filmindeki oyuncularda çok önemlidir. Arýza aþklar üçlemesinde Denis Lavant bütün filmlerde Alex’i canlandýrýr. Boy Meets Girl’de, Alex rüyalarýndaki kýzý, tesadüf eseri bir partide bulur ve ona aþýk olur. Mireille ile olan aþkýnýn ömrü ise geceden sabaha kadardýr. Alex’in aþký her zaman bir kelebeðin yaþamý gibidir, ömrü çok kýsa sürer. Ama etkisi çok derin olur. Ýlk filmde geçmiþle ilgili çok detay verilmez, belirli bir gelecek kaygýsý da yoktur. Resim çizdiðini, sanatçý bir kimliði olduðunu öðreniriz. Ama para kazanmak için ne yaptýðýný, hayatýný nasýl idame ettirdiðini bilemeyiz. Serinin ikinci filmi Mauvais Sang’da nispeten hayat kaygýsý daha aðýr basar. Yeni bir yaþama baþlamak için Alex’e para gerekir ve bu yüzden Faustvari bir pazarlýða girerek, sonunu getirecek bir dizi olayýn içine girer. Yine tesadüf eseri Anna’ya aþýk olur. Otobüste aþýk olduðu ve bir süre takip ettiði kýz olan Anna, ne tesadüftür ki birlikte iþ yaptýðý Marc’ýn kýz arkadaþýdýr. Serinin son filminde ise Alex dibe vurmuþtur artýk. Les Amants du Pont-Neuf’daki Alex, üç kuþak Alex’in aynadaki yansýmasý gibidir. Üç kuþaðýn da izlerini hem ruhunda hem de bedeninde taþýr. Ayný zamanda Michele’de Mireille ve Anna’dan parçalar barýndýrýr. Karakter isimleri de üçlemenin diðer filmleriyle bir bað kurar. Michele’in unutamadýðý sevgilisi Julien, aslýnda Mauvais Sang’da Anna’nýn ilk erkek arkadaþýnýn ismidir. Mauvais Sang’da kýz kardeþi olan Marion ise, son filmde yakýn arkadaþýdýr. Oyuncu seçimi olarak serinin üç filminde de ana karakter olan Denis Lavant’ýn seçimi çok yerindedir. Carax filmlerinin türler üstü yapýsýný ve karmaþýklýðýný, ondan iyi kimse üzerinde taþýyamaz. Lavant’ýn ilginç yüz hatlarý ona pek çok kimlik kazandýrýr. Bu kimlikler sayesinde oyuncu komediden korkuya kadar çok geniþ bir skalada rahatlýkla rol yapabilir. Korkutucudur, komiktir, romantiktir, yakýþlýdýr, çirkindir, çekicidir, iticidir. Birbirinden farklý pek çok niteliðe sahiptir. Üstelik Lavant, doðaçlamayý çok iyi beceren, atletik bir bedene sahip ve karnýndan konuþma gibi bir yeteneði olan çok yönlü bir aktördür. Carax filmlerinde çatýþmalarý yüz hatlarýyla dýþa vurmanýn haricinde, düþündüklerini ifade edemeyen dilsiz Carax karakterlerinin söyleyemediklerini de karnýndan konuþarak söyleme yetisine sahiptir. Serinin son iki filminde oynayan Juliette Binoche ise, çekiciliði ve soðukluðu ayný ölçüde vermeyi baþarýr. Hem arzulanan ve tapýlan bir kadýndýr, karþý konulamaz bir arzu nesnesi gibidir. Hem de kendi içinde bambaþka bir dünyasý olan, ulaþýlmaz, gizemli bir kadýndýr. Arzusunu belli ettiðinde kýrmýzý giyer, kendini dýþa kapadýðýnda siyahlara bürünür. Tam fethedildiðinde aslýnda elden kaçmýþtýr. Herkes onu sever, ama o bir baþkasýný… Boy Meets Girl’de Mireille’yi canlandýran Mireille Perrier, Carl Theodor Dreyer’in La Passion de Jeanne d’arc’ýndaki Maria Falconetti’yle ne kadar birbirini tamamlýyorsa; Mauvais Sang’taki Anna rolünü canlandýran Juliette Binoche’da, Vivra Sa Vie’deki Anna Karina’yla o kadar yakýn bir iliþki içindedir. Les Amants du Pont-Neuf’taki Michele ise, bütün bu kadýnlarýn tuhaf bir karýþýmý gibidir. En yukarýdan en aþaðýya düþmüþtür, dibe vurduðunda bile çekicidir, ama yine de güvenilmezdir. Seni seviyorum dedikten sonra, unut beni der. En sevgiye muhtaç göründüðü zamanda bile aslýnda güç ondadýr. Kuþkusuz Carax’ýn kadýn karakterlerinin hem en güçlüsü hem de en güçsüzüdür.

“Sana her þeyi vermek istiyorum, ama hiçbir þeyim yok.”
Pola X



Kýsa sürede kültleþen üçlemesinden sonra Carax, 1997’de Pola X’in ilk denemesi sayýlabilecek Sans Titre isimli kýsa filmi yönetir. Ýki yýl sonra da Carax’ýn ilk uyarlama eseri, ayný zamanda klasik anlatýya þimdiye kadar ki en yakýn filmi olan Pola X gelir. Moby Dick ve Bartleby the Scrivener’ýn yazarý olan Amerikalý yazar Herman Melville’in Pierre, or, the Ambiguities isimli eserinden uyarlanan Pola X; özünde yine dünyada ulaþýlmasý imkansýz bir aþk hikayesini anlatýr. Burjuva bir aileden gelen Pierre’in aslýnda her þeyi vardýr: Güzel bir evi, eski bir diplomat olan zengin babasý, sevecen bir annesi, güzeller güzeli bir niþanlýsý… Üstelik bir de çok satan bir kitabý vardýr. Geleceði çok parlaktýr yani. Ama her Carax filminde olduðu gibi, bir rastlantý sonucu yýllar sonra gelen ve sonradan kýz kardeþi olduðunu öðrendiði Isabelle, Pierre’in bütün hayatýný deðiþtirir.

Yönetmenin klasikleþmiþ aþk üçgeni bu sefer oldukça ilginç bir hal alýr, çünkü; bu üçgenin kenarlarýndan biri, filmdeki ana karakter olan Pierre’in kýz kardeþi Isabelle’dir. Aþk üçgeninin içine bu sefer ensest bir iliþkide dahil olur. Pierre imkansýz aþký uðruna günden güne yok olurken, imkansýz aþkýn çevresindeki karakterlerde birer birer yok olmaya baþlar. Carax’ýn hayata bakýþýnda çeliþkilerin ve ironinin büyük bir aðýrlýðý vardýr. Melville’in eseri de bu açýdan çok etkileyicidir. Carax’ý derinden etkileyen ve kendi öznel bakýþýyla pek çok noktada birleþen kitap; yoðun bir þiirsellikle beraber derin bir hüzün de taþýr. Pola; kitabýn baþ harflerinin birleþiminden türer, sonda ki X’de Carax’ýn son harfinden gelir. Bu aslýnda Melville’in keþfedilesi kitabýnýn Caraxvari yorumudur. Hikayedeki deðiþim süreci Carax’ýn kiþisel yaþantýsýndan oldukça beslenir. Filmin hikayesi de siyah-beyazdýr. Pierre, Isabelle’e her þeyini vermek ister, ama aslýnda hiçbir þeyi yoktur. Hayatýn ironisi yine kendini gösterir. Fakat bu sefer, genelde içsel olarak yaþanan aþk ve tutku; iki aþýðýn bedeninde tensel bir uyanýþa dönüþür. Þimdiye kadar ki hiçbir Carax filminde doðrudan bir seviþme sahnesi yoktur. Çünkü Carax’ýn aþýklarý, aþklarýný içlerinde yaþar. Fakat yönetmen, Pola X’de Pierre’in dönüþümünü daha görünür kýlmak için cinsel birleþme anlarýný da ekrana getirir. Aþkýn anatomisinden çok, onun çýkýþ anýný ve karakterlere etkilerini araþtýran yönetmen; Pola X’de bu etkilerin þiddet dozajýný daha da arttýrýr. Pola X, yönetmenin kuþkusuz en depresif ve karanlýk filmidir. Filmdeki bütün rastlantýlar olumsuz bir sonun habercisidir. Yönetmen Isabelle karakterini, Patrice Leconte’un Girl on the Bridge filmindeki Adele karakteriyle örtüþtürür. Adele kötü þansýndan dem vurarak; kötü þansý açýklayamazsýn, bu müzik kulaðý gibidir, ya vardýr ya yoktur… diyerek þanssýzlýðýný açýklar. Isabelle’de doðumundan itibaren þanssýzlýklarla dolu bir hayatý geride býrakýr. Tam kurtarýcýsýný bulmuþtur ki; bu sefer de hayat onlarýn birlikte olmalarýna engel olur.

Varolan her þey yok olmayý hak eder.
Hegel



Özellikle 80’lerde adýndan sýkça söz ettiren Carax, meþhur üçlemesinden sonra sadece Pola X’i yönetir. Bu yýl Güney Koreli yönetmen Joon-ho Bong ve Michel Gondry ile birlikte Tokyo! isimli ortak bir projede yer alan yönetmen, bu proje için Denis Lavant’ýn da oynadýðý Merde isimli bir kýsa film çeker. Þimdilik ufukta yeni bir Carax filmi gözükmese de, þimdiye kadar çektiði dört uzun metrajýyla adýný unutulmaz yönetmenler arasýna yazdýran Carax; yaþamdaki karþýtlýklardan beslenen imkansýz aþk hikayeleriyle de romantizme yeni bir boyut kazandýrýr. Onun, hayatýn ironisi içinde yitip giden “arýza” karakterleri, aþkýn labirentlerinde çýkýþ yollarýný ararken belki de en çok tesadüfler onlarýn yardýmýna koþar. Týpký Hegel’in felsefesinde olduðu gibi, muhtemel olanla gerçek olan arasýnda, zorunluluklarla rastlantýlar arasýnda yaþanan kaotik çeliþkilerin birer nesnesi olurlar. Oysa tek çýkýþ yolu aþktýr, dünyada onlarý var eden ve kendi potansiyellerini dýþarý çýkarabildikleri tek an; o sihirli andýr. Ama biri onlara aþýk olduðunda, onlar kendi aþklarýný kaybeder. Onlar sevdiðinde ise, iþ iþten geçmiþtir artýk… Carax’ýn aþýklarý ancak birbirleriyle çarpýþarak, birbirlerinde var olurlar.

Leos Carax’ý Kimler Sevebilir : Sessiz sinemayý sevenler, Fransýz Þiirsel Gerçekçiliði ve Fransýz Yeni Dalgasýný sevenler, David Bowie hayranlarý, arýza aþýklar, hayata Hegelci bir gözle bakabilenler, alt metin okumalarýndan keyif duyanlar…

Leos Carax’ý Kimler Sevmez : Klasik anlatýya bel baðlayanlar, eski Fransýz filmleriyle arasý iyi olmayanlar, deneysel sinemadan uzak duranlar, izledikleri her filmden bir hikaye anlatmasýný bekleyenler, filmlerin yüzeysel metinleriyle yetinenler, Denis Lavant’tan nefret edenler, romantik aþýklar…

Leos Carax’ý sevenler, bunlarý da deneyebilir : L’Atalente, Les Enfants du Paradis, A Bout de Souffle, Vivre Sa Vie, Stolen Kisses, Wings of Desire, Reconstruction, Rendez-Vous.


Barýþ Saydam

.Eleþtiriler & Yorumlar

:: Teþekkürler
Gönderen: Simten K. Ataç / ,
25 Kasým 2008
Ýzedebiyat ana sayfasýnda Leos Carax ismini görünce heyecanlandým ve bir solukta okudum incelemenizi. Ýyi tespitlerin yer aldýðý, bir çok film sahnesinin tadýný satýrlara taþýyan baþarýlý bir yazý okudum sayenizde, teþekkürler paylaþýmýnýz için




Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn 7nci sanat (sinema) kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Aaah Belinda!
V For Vendetta
Jean Vigo ve Filmleri
1984 (Nineteen Eighty - Four)
Yumurta
Ýklimler
Babel

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Kader [Eleþtiri]


Barýþ Saydam kimdir?

Sinema ve edebiyat olmadan yaþayamayan, sürekli okuyan, izleyen ve dinleyen, özümsediklerini de yazýya dökmeye çalýþan insan.

Etkilendiði Yazarlar:
Nietzsche, Sartre, Dostoyevski, Kafka, Martin Esslin, Orhan Veli vb.


yazardan son gelenler

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Barýþ Saydam, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.