..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Özgür insan, denizi daima seveceksin. -Baudelaire
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Öykü > Fantastik > derya




16 Ocak 2008
Ýki Yüz Yýl Süren Uykusuzluk  
derya
Bazý aþklarýn bedeli hiç tahmin edilemeyecek kadar aðýrdýr. Ama aþýk olan kiþi bu bedeli çoktan göze almýþtýr.


:AHFC:

1788 yýlýnýn Mayýs ayýydý. Hýrvat kýzý Slovia Niera Tesla 17 yaþýna basýyordu. Üç katlý evde büyük bir þenlik havasý vardý. Kalabalýk akrabalardan oluþan bir kutlama þenliði düzenlenmiþti. Slovia’nýn güzelliði kýsa sürede her yere yayýlmýþtý. Oturduklarý kasabanýn erkekleri onun güzelliðini görmek için birbirleriyle amansýz bir yarýþa giriþmiþlerdi. Onun güzel yüzünü gören erkeklerden birkaçýnýn yakalandýðý hummalý aþk hastalýðýndan ölmesi Slovia’nýn güzelliðini iyice perçinlemiþti.

Ailesi kýzýn bu denli çok göze batmasýndan dolayý rahatsýzdý. Ýngiliz asýllý annesi Rebecca, kýzýn yüzünü peçeyle örtmeden dýþarýya çýkmasýný yasak etmiþti. Slovia’yý bir an olsun yanýndan ayýrmýyordu. Onun için türlü türlü hayallere dalýyordu. Bu kýz onlarýn sefaletten kurtulmasý için büyük bir þanstý. Asil ve zengin biriyle yapacaðý evliliðin bütün bir aileyi yüzyýldýr süren sefalet zincirinden kurtaracaðýný düþündükçe Rebecca’nýn ruhunu büyük bir umut kaplýyordu. Tanrýya ettiði dualarýn sonunda kabul olduðunu düþünüyor ve kýzý Slovia’ya her baktýðýnda onu tanrý tarafýndan bu aileye verilmiþ büyük bir nimet sayýyordu.

Slovia, etrafýnda dönen her þeyden tamamýyla habersizdi. Neden sokaða çýktýðýnda yüzünü peçeyle örtmek zorunda kaldýðýný, annesinin onu niçin bir an olsun yalnýz býrakmadýðýný bilmiyordu. Saflýk derecesine varan doðallýðýyla, etrafýndakileri kahkahalara boðuyordu. Öte yandan her þeyi kabullenen uysal bir yapýsý vardý. Kendisinden iki yaþ büyük ablasý Ýnnova gibi asi ve dik baþlý deðildi.

Bir gün annesi, ablasý ve küçük kýz kardeþiyle at arabasýna binmiþ yakýn civardaki büyükannesinin çiftlik evine giderlerken nereden geldiði anlaþýlamayan bir kurþunla atlardan biri yaralanmýþtý. Araba patika yolda kalakalmýþtý.

Büyük bir panik yaþamýþlardý. Kadýnlarýn baþýnda sadece at sürücülüðü yapan yaþlý bir adam vardý. Atlardan diðerinin at arabasýný tek baþýna taþýmayacaðýný anlayýnca herkesin yüzünde derin bir kaygý kol gezmeye baþlamýþtý. Etraf olabildiðince sessizdi. Kurþunun nereden geldiðini bulamadýlar. Atlarý süren adam sinirle köpürdü:
“Bayan.. Size söylemiþtim. O kadar yükü bu araba taþýmaz demiþtim.”
“Bayým atý öldüren yükler deðil kurþundur.”
“Evet ama eðer arabayý bu kadar çok yükle doldurmasaydýnýz tek atla yola devam edebilecektik.”

Rebecca ve at sürücüsü adam kýyasýya bir laf dalaþýna girmiþlerdi. Arabanýn içindeki gerilim gittikçe yükseliyordu. Bir tek Slovia rahattý. Arkadaki erzak torbalarýnýn içinden bir elma kapmýþ ýsýrarak yemeye koyulmuþtu. Annesi onu ne kadar azarladýysa da o elmasýný diþleri arasýnda kütürdeterek yemekten vazgeçmemiþti.
“Elma yemeyi keser misin?”
“Neyse ki aç kalmayacaðýz burada. Karnýmýzý doyurmaya yetecek kadar bol yiyeceðimiz var. Yiyeceklerimiz bitmeden birileri mutlaka bizi bulacaktýr.”
“Sana inanamýyorum Slovia!”
“Bu dað baþýnda ne yapacaðýz?”
“Anne çiþim geldi benim..”

Rebecca’nýn bir gece önceden sýcak suyla uðraþarak þekle soktuðu saçlarý öfkeden diken diken olmuþtu.
“Yeteeer!” diye baðýrdýðýnda herkes zaten susmuþtu. Ama Rebecca’nýn baðýrmasýna deðil. Havaya atýlan kurþun sesine. O an Slovia da elindeki elmayý yemeði býrakmýþtý. Herkesin gözlerinden korkunun saçtýðý dehþet fýþkýrýyordu.

Slovia, Martin’i iþte o talihsiz olayda görmüþtü ilk. Asker üniformasý giymiþ bir dað eþkýyasýydý Martin. Uzun boylu, mavi gözlü, sivri burunlu iriyarý bir delikanlýydý. Gözlerinin mavisi, denizin çalkantýlý dalgalarý gibi; koyulu açýklýydý.

Slovia’nýn cam bakýþlarýna dalýnca öylece kalakalmýþtý mavi gözlü adam. O karþýlaþma olayýndan bir sonsuzluk yakalayan sadece Slovia ve Martin olmuþtu. Birbirlerini gördükleri o aný defalarca belleklerinde yeniden yeniye yaþayacaklardý. Her defasýnda da ayný dayanýlmaz ürpertiyle birbirlerini arzulayacaklardý.

Martin, birkaç gereksiz soru sorduktan sonra onlarýn yollarýna devam etmesi için bir at verdi. Ve büyüleyici bir güzelliðe sahip olan genç kýzýn gideceði yere varmasýný saðladý.
Slovia, Martin’i o günden sonra aklýndan bir daha çýkaramadý. Aþkýn yüreðine göçmen bir kuþ gibi ansýzýn gelip konmasý genç kýzý hayaller alemine daldýrmýþtý. Kimseyle tek kelime konuþmaz olmuþ, uzaklarda bir yere dalýp dalýp gitmeye baþlamýþtý. Eski neþesinden, hiçbir þeye aldýrmazlýðýndan eser kalmamýþtý.

Büyükannesinin çiftlik evindeki hamaðýn üzerine uzanýyor, güneþin yakýcý sýcaðýna aldýrýþ etmeden bütün gün uykuya dalýyordu. Düþlerinde Martin’i görmeye zorluyordu kendisini. Sonralarý bu zorlamaya gerek kalmaksýzýn genç adam düþlerine kendiliðinden gelip girecekti. Adamýn yüz kývrýmlarýný bütünüyle hatýrlamasa da gözlerinin unutulmazlýðý ona yetiyordu.

Slovia bir daha ne zaman göreceðini bilmediði Martin için türlü düþlere dalmýþken annesi Rebecca, zengin bir ailenin tek varisi olan Charles’ýn kýzýyla arasýný yapma gayreti içindeydi. Ansýzýn evlerine misafir olarak gelen adamýn ne maksatla eve girdiðini anlamasý uzun zaman almýþtý Slovia’nýn. Annesinin aklýndan geçenlerden hiç haberi yoktu.
Bir akþamüstü Slovia, bahçede gülleri sularken annesi ona Charles’ýn ne kadar yakýþýklý ve seçkin biri olduðundan bahsettiðinde de Slovia iþin aslýný anlamamýþtý. Bunca sýký göz hapsine raðmen annesinin Charles’la dýþarýya çýkmasý için adeta fýrsatlar yaratmaya çalýþmasýndan da kuþkulanmamýþtý.

Onun aklý fikri Martin’deydi. Martin’in bir gün kendisini bulacaðýndan o kadar emindi ki onu bekliyordu. Ve öyle de oldu. Bir gece üç katlý evin uzandýðý patika yolun baþýnda bir atlý belirdi. Slovia’nýn kalbi yerinden oynayacaktý atlýnýn mavi ay ýþýðý altýndaki gölgesini gördüðü an. Gelenin Martin olduðundan hiç kuþkusu yoktu.
Sanki Martin sevgilisiymiþ, onunla buluþmak için sözleþmiþlermiþ gibi gizlice evden dýþarýya çýkmýþtý Slovia. Martin’in kendisine bir þey söylemesine fýrsat tanýmadan onun atýnýn arkasýna binmiþti. Ve o gece gözlerini dalgalý denizlerden almýþ bu hiç tanýmadýðý asker kýyafetli dað eþkýyasýna kendisini vermiþti.

Sabaha kadar kelimelerin, düþüncelerin ulaþmadýðý bir kertede uzun uzun seviþmiþlerdi. Martin bozmuþtu bu sessizliði:
“Beni hiç tanýmýyorsun..”
“Ben deðil belki ama tenim seni tanýyor.”
“Yaþayacaklarýndan korkmuyor musun?”
“Bilmem ben korkunun nasýl bir þey olduðunu hiç bilmiyorum.”
“Cesur kýz diyeyim o zaman sana.”

Slovia gülümsemekle yetinmiþti. O an hiçbir þeyi umursamayacak kadar çok mutluydu. Bu mutluluk için bütün bir ömründen vazgeçebilirdi.
Martin ve Slovia o geceden sonra birçok gece buluþtular. Ve hiçbir þey konuþmadan uzun uzun seviþtiler sabahlara kadar. Ta ki bir gün Rebecca onlarý bahçede çýrýlçýplak yakalayýncaya dek sürdü bu seviþmeler.

Beynine bir kurþun yemiþçesine þoka giren Rebecca günlerce kýzýný kilit altýnda tuttu. Ne kocasýna ne de baþka hiç kimseye gördüklerinden bahsedememenin vermiþ olduðu hýnçla deliye dönmüþtü. Evdeki kristal takýmlarýn bardaklarýndan birini elinden düþürüp kýrýnca diðerlerini de vitrinden çýkarmýþ ve duvara çarparak un ufak etmiþti.
Slovia, annesinin neden kendisine bu denli sert tepki gösterdiðini anlamakta güçlük çekiyordu. Aþkýn nesi yasaktý? Bu dünyada aþký hayattan kaldýrýnca ne kalýrdý geriye? Kuru, kupkuru duygulardan baþka. Aþk kadar güzel bir þeyi kýzýndan esirgemeye çalýþmasýný anlayamýyordu. Kendisi hiç aþýk olmamýþ mýydý?. Gerçekten de Rebecca hiç aþýk olmamýþtý. O gönlünü kayýtsýzca kimseye açamamýþ, kimsenin bakýþýnýn içinde yaktýðý ateþi söndürmesine fýrsat tanýmamýþtý.

Rebecca etrafta konuþulacak olanlarý hayal ettikçe geceleri uykusu kaçýyordu. Ama en çok da kýzýnýn beþ kuruþsuz bir asker kaçaðýna gönlünü kaptýrmýþ olmasýna içerliyordu. Oysa Charles’la evlenecekti kýzý. Rebecca öyle tasarlamýþtý. Charles zengin bir ailenin tek varisiydi. Topraklarý vardý. Aile sonunda Rebecca’nýn hep düþünü kurduðu rahata kavuþacaktý. Slovia eðer o ter kokan, beþ kuruþsuz, gelecekten yana umudundan baþka bir þeyi olmayan dað eþkýyasýna gönlünü kaptýrmýþ olmasaydý her þey hayalini kurduðu gibi geliþecekti.

Martin, asker olarak görev yaptýðý sýrada askeri rejime karþý yanýnda birkaç arkadaþýyla beraber ayaklanma gerçekleþtirip daðlara kaçmýþtý. Rüzgar kadar cesurdu. Hýzlý ve ataktý. Bir defasýnda üzerine açýlan yaylým ateþinden tek bir kurþun isabet etmeden kurtulmayý baþarmýþtý. Genç adam adeta ölümle alay ediyor gibiydi. Hakkýnda idam fermaný vardý. Ve bunu bilmeyen yoktu.
Rebecca, kilidi açtýðýnda Slovia’yý yataðýn üzerine oturmuþ buldu. Pencereden dýþarýya bakýyordu. Rebecca, “Bu yaptýðýný asla unutmayacaðým,” dedi.
“Benden aþýk olduðum için utanmamý bekliyorsan anne, utanmayacaðým!”
“Küstah!”

Slovia söyleyeceklerinin annesini büsbütün sinirlendireceðini anladýðý için o günden sonra susmaya karar verdi. Slovia ve Charles için düþlediði evlilik olayýnýn asla gerçekleþmeyeceðini anlayan Rebecca sürekli bir çözüm arayýþý içindeydi. Geceleri uyumuyor, gündüzleri uyurgezer gibi ortalýkta dolanýyor, bu uygunsuz aþkýn bitmesi için neler yapacaðýný düþünüp duruyordu. Martin’in gizlice Slovia’nýn odasýna kadar girdiðini öðrenip onlarý aþk içinde birbirlerine en utanmaz þekilde sokulduklarý an yakaladýðýnda, bu bardaðý taþýran son damla olacaktý. Ani bir kararla Slovia’nýn uzaklarda, çok uzaklarda yer alan bir manastýra kapatýlmasýný gerçekleþtirecekti.

Manastýr Cunda adasýndaydý. Trenle Ýstanbul’a kadar gelen Slovia, oradan küçük bir tekneyle bütün hayallerine veda edecek fýrsatý bile bulamadan adaya gitmiþti. Her þey öylesine hýzla ve hiçbir aksaklýk olmaksýzýn gerçekleþmiþti. Bütün bunlar olurken Slovia’nýn neþeli kahkahalarý, cümleleri suskunluk içindeydi. Alabildiðine sessizdi.
Manastýra yalnýzca deniz yolundan ulaþým vardý. Teknelerle adaya taþýnan genç kýzlar bütün dünyadan uzakta kendilerini salt bir durulukla dünyevi zevklerin eþiðinden kurtarýyor, kendilerini sýrf tanrýya adýyorlardý.

Slovia, sessizliðini manastýrda da sürdürdü. Kimseyle tek kelime konuþmuyor, yalnýz kaldýðý vakit uzaklara, denizin açmazlarýna bakýp sevdiði adamýn gözlerinin kendisini bulmasýný diliyordu.

Geceleri insanýn baþýný döven rüzgar ve yalnýzlýk Slovia’nýn umutlarýný çarçabuk tüketiyordu. Kimseyle vedalaþma fýrsatý bile bulamadan annesi Rebecca’nýn onu apar topar dünyanýn bir ucundaki bu adaya göndermesini düþünüyor da bir türlü algýlayamýyordu. Gerçek ve düþ arasýnda bir noktadaydý. Yüreðinin gömülü olduðu sonsuz karanlýða, gerçek dünyadan gözlerine vuran gerçek güneþ ýþýðýnýn eriþip onu aydýnlatmasýný bekliyordu.

Þimdi yaþadýklarýný mý, geçmiþte olanlarý mý, yoksa ileride olabilecek olanlarý mý düþünsün bilemiyordu.

Baþýna gelecekleri önceden sezebilmiþ olsaydý mutlaka karþý koyardý. Annesine direnirdi. Babasýyla konuþurdu. Babasý annesine oranla daha ýlýmlýydý. Ve Slovia’yý çok severdi. Ama talihsizlik midir, önceden planlanmýþ bir þey midir belli deðil Slovia’nýn ani gidiþi sýrasýnda babasý tütün iþi için seyahatteydi.

Günlerin geçmek bilmediði daracýk bir odada uyukluyordu tüm gün. Hatta bir keresinde rahibelerden biri onu fena halde azarlamýþtý: “Buraya miskinlik yapmaya gelmediniz küçük haným. Ders saatlerini takip edip kendinizi tanrýya yaraþýr iyi bir insan olarak yetiþtirmeyi öðrenmelisiniz!”

“Uyuyarak tanrýya daha yakýn oluyorum.”
“Bu ne cüret! Sizi cezalandýrýyorum. Manastýrýn bütün odalarýnýn temizliði size ait. Bundan sonra odalarý siz temizleyeceksiniz.”

Hiçbir tepki vermemiþti Slovia. Beyaz teninin kývrýmlarý her þeye karþý kayýtsýzdý. Burada olmakla en büyük cezayý çektiðine inanýyordu. Aþýk olduðu insandan uzakta kalmaktan daha büyük bir ceza olabilir miydi?

Temizlik iþi ona bir ceza deðil de ödül gibiydi. Ýþ yaparken temizlik bezinde düþüncelerinin de suyunu sýkýyor, onlarý parçalýyor böylece kafasý biraz olsun rahatlýyordu. Akþamda yorgunluktan erkenden uyuyakalýyordu.

Çok deðil birkaç vakit sonra karný þiþmeye, mide bulantýlarý kendisini göstermeye baþlamýþtý. Slovia, hamileydi. Bir aþk çocuðunu taþýyordu karnýnda. Ama bu diðerleri için bir günah tohumuydu. Onun hamile olduðunun anlaþýlmasýndan sonra ailesine, kýzlarýnýn hamile olduðunu bu koþullarda manastýrdan geri gönderileceðini bildiren kýsa bir mektup yazýlmýþtý. Ancak mektuba hiçbir cevap gelmedi. Rahibe, mektuba karþýlýk gelmeyince bir mektup daha göndermiþti:

“Kýzýnýzýn manastýrdan en kýsa zamanda ailesinin yanýna gönderilmediði taktirde manastýr kurallarý gereðince infaz edileceðini saygýlarýmla bildiririm.”

Ne yazýk ki son yazýlan mektuba da bir karþýlýk gelmemiþti. Slovia, odasýnda her þeyden habersizce oturuyordu. Oda arkadaþý onun bu þartlar altýnda burada kalmasý dahilinde, ayaklarýna taþ baðlanýp nasýl denize atýlarak infaz edileceði gerçeðini yüzüne vuruncaya dek baþýna geleceklerden habersizdi. Slovia, annesinin özellikle seçerek gönderdiði manastýrýn en aðýr kurallarla yönetilen bir yer olduðunu da böylece öðrenecekti. Hayatýnda ilk kez korkuyordu. Martin’in kendisini bulma umudu da tükenmiþti.
Rüzgar manastýrýn dýþ yüzeyini usançsýzca yalarken, Slovia’nýn ruhu korkular aleminde geziniyordu. Ayaklarýna taþýn nasýl baðlanacaðýný –o tüm yaþamý boyunca hep sevgiyle baktýðý– denizin ellerinde ölümünün gerçekleþeceði aný türlü hayallerle yeniden yeniye zihnindeki canlanýþýyla duyumsuyor ve çaresizliðin ektiði tohumlarla ruhunu ne yöne savuracaðýný kestiremiyordu.

Bir gece sessizce kaçmýþtý manastýrdan. Yukarýya, adanýn içerisine doðru koþmaya baþlamýþtý. Yakalanma korkusuyla bir kuyunun içine saklanmýþtý. Her yerde onu arayan rahibeler onu hiçbir yerde bulamamýþlardý. Saklandýðý kuyunun içinde açlýk ve susuzluktan öleceðini anladýðý zaman dýþarýya çýkmaya çalýþtý. O kaçýþ anýnýn paniðiyle içine atladýðý kuyunun boyunu hesap edememiþti. Ýki metreyi aþkýndý. Ve oradan çýkmasýna imkan yoktu.

Çabaladý. Iþýða doðru týrmanmaya çalýþtý. Düþtü. Bir daha denedi. Düþtü. Bir daha denedi. Her defasýnda ayný engele, yüksekliðe takýlýp tökezledi. Kalakaldý. Yaþamak için elinden gelen her türlü çýrpýnýþta bulundu. Hatta kaçmaya çalýþtýðý rahibelere bile seslendi. Kimsecikler onun sesini duymadý.

Tam yedi gün yaþadý. Yedi gün sonra açlýktan ve susuzluktan bedeni ölmüþtü. Ama ruhu hâlâ hayattaydý. Ebedi uykuya dalmasý için uzun bir süre beklemesi gerekecekti. Bu o an onun aklýnýn alamayacaðý kadar uzun bir süreydi.


***

Ýki yüz yýl sonra...

Yýl 1988’di.
Mayýs ayýnýn tüm cývýltýsý topraðý kaplamýþ, gökyüzü bulutlardan arýnmýþtý. Harabeye dönmüþ manastýrdan arta kalan kalýntýlarýn üzerinde bir genç kýz vardý. Koyu kahverengi gözlerinde güneþ ýþýðýnýn hareleri oynaþýyordu.

Aþýðýyla gizli gizli buluþmak için kimsenin konuþlanmadýðý, adanýn terk edilmiþ olan diðer yakasýný seçmiþlerdi. Yüreði aþkýn ateþiyle alev alev yanan genç kýz, uzaklara denizin dalgalarýnýn oluþturduðu koyulu açýklý maviye bakýyor, baktýkça içindeki duygularýn büyüdüðünü duyumsuyordu.

Uzun boylu, pembe beyaz yüzlü delikanlý rüzgarla beraber geldi. Nefes nefeseydi. Tüm yol boyunca durmaksýzýn koþmuþtu.
“Çok beklettim mi?.. Dükkandan ancak izin alabildim. Usta kimseye izin vermiyor. Annem hasta dedim de öyle çýktým.”
“Yo. Biraz.. Beþ dakika kadar bekledim.”
“Ýyi.. Bak þimdi içim rahatladý.”

Elini sevgilisinin sýrtýna attý. Gözlerden ýrak, onu kollarýnýn arasýna aldý. Bir süre ikisi de hiçbir þey söylemeden önlerinde serili duran eþsiz manzarayý seyrettiler. Aniden ürpermiþti Yasemin’in içi. Sanki tarih boyunca birbirine kavuþamamýþ onca aþýðýn titreyiþlerini duyumsamýþtý rüzgarýn beraberinde.
“Korkuyorum Hakan.”
“Neden?”
“Seni kaybedeceðim diye.”

Hakan, kalýn parmaklarýný kýzýn ince parmaklarýna geçirdi ve olabildiðince güçlü sýktý. Elleri birbirine kenetlendi. Avuçlarýnýn arasýndaki sýcaklýk ikisinin de yüreðindeki duygularý tetikliyor, onlarý birbirlerine daha da çok yakýnlaþtýrýyordu.
“Biz ayrýlmayacaðýz Yasemin. Seni býrakmayacaðým.”
“Buraya gelince içimi tuhaf duygular kaplýyor. Elimde deðil. Bir hüzün duyuyorum. Garip bir hüzün..”
“Bizde kendimize daha iyi bir yer buluruz aþkýmla.. Baþka bir yerde buluþuruz istersen. Bir daha buraya hiç gelmeyiz.”
Yasemin baþýný genç delikanlýnýn omzuna koydu. O an içinde hissettiklerini kimseye anlatamayacaðýný sezinledi. Kendisini alýp baþka duygulara götüren þey gizemli bir dürtüydü. Bunun tarifi imkansýzdý. Rüzgar yüzüne her dokunduðunda geçmiþten gelen sayýsýz acýyý beraberinde sürüklüyormuþ gibiydi.

Duygularýn dilinden anlýyordu genç kýz. Duyularý bu yüzden fazla geliþmiþti. Ansýzýn hüzünleniyor, ansýzýn neþeleniyor, ansýzýn duygularýn harmanýnda baþka baþka diyarlara doðru süzülüyordu.

Bu gizli kaçamak buluþmalar hep ayný yerde yapýlýyordu. Yüzyýllarýn tükettiði manastýrdan arta kalan harabenin orada. Yasemin, Hakan’ý beklediði günlerden bir gün, aðlamaklý, iniltili bir ses duydu. Baþýný geriye doðru çevirdiðinde kimseyi görememiþti. Biraz sonra ses daha da yakýndan geldi:
“Uyuyamýyorum!”

Yasemin, Slovia’nýn iki yüz yýldýr uyumayan hayaletini gördü. Hemen birkaç adým ötesinde. Ýki yüzyýllýk sessiz figanla orada duruyordu; bin yýllýk baharýn üzerinde.
Yasemin, Slovia’nýn hayaletini gördüðünde ne korkmuþ ne de çýðlýk atmýþtý. Sadece büyük bir þaþkýnlýkla bakakalmýþtý.

Suya yansýyan insan görüntüsü gibi belli belirsiz bir silueti vardý Slovia’nýn hayaletinin. “Bana yardým etmelisin” diye yalvardý genç kýza.
“Benden ne istiyorsun?”
“Uyuyamýyorum.. Uyumalýyým.”
“Senin uyuman için ne yapabilirim?”

Ancak Slovia, iki yüz yýl süren uykusuzluk sonucu belleðini neredeyse tamamýyla yitirmiþti. Geçmiþe dair hemen hiçbir þey hatýrlamýyordu. Hatýrladýðý tek þey uyumadýðýydý. Sürekli, “Uyuyamýyorum,” diyor da baþka bir þey demiyordu.

Yasemin onu yanýnda kimse yokken görebiliyordu. Birileri olduðu zaman Slovia onun yanýna yaklaþmýyordu. Bu böyle bir müddet devam etti. Kýz, sevgilisine yaþadýklarýný anlatmaya çalýþtýysa da aþýðý onun anlattýklarýnýn tekine bile inanmadý.
Öyle ki zamanla kýz, Slovia’yý sadece manastýrýn yakýnlarýnda deðil evinin dar, rutubetli koridorlarýnda da görmeye baþlamýþtý. Slovia’nýn hayaleti birden önüne çýkýyor ve “Uyuyamýyorum!” diye aðlýyordu.

Ýki yüz yýl sonra onun aðrýlý, sayýsýz acýlý sesini duyurabildiði tek kiþi bu kýzdý. Slovia, onun yakasýna yapýþmýþ ve uyumasý için ondan yardým dileniyordu. Kýz da ona uyumasý için yardým etmek istiyordu. Fakat nasýl yardým edeceðini tam olarak kestiremiyordu. Ýki yüzyýldýr uykusuz kalan bu hayaleti uyutmanýn ne türlü bir yolu olduðunu düþünüyor ama düþüncelerinde en ufak bir ýþýk yanmýyordu.

Yasemin’in tüm dünyasý altüst olmuþtu. Slovia’nýn iki yüzyýl süren uykusuzluðu ona da bulaþmýþtý. Artýk genç kýz da geceleri uyuyamýyordu.

Gözünü kapattýðýnda Slovia’nýn hayaleti ona rahat vermiyordu. Kýz, Slovia’dan ona nasýl yardým edeceðini söylemesini bekliyor ancak tüm çýrpýnýþlarýna raðmen Slovia neden uyuyamadýðýný hatýrlayamýyordu.

Bu böyle ne kadar sürdü bilinmez. Farklý zamanlarda, farklý dünyalarda yaþamýþ iki insan ayný acýyý paylaþýyordu; uykusuzluk!

Bir gün Slovia onu evine davet etmek istediðini söyledi. Uykusuzluðuna bir çözüm bulamasa da ona dost elini uzatan genç kýzý evinde misafir etmek istiyordu. Yasemin teklifi kabul etti. Slovia’nýn hayaletiyle beraber kuyunun baþýna kadar yürüdü.
Evim diyordu Slovia kuyuya. Ýki yüzyýl sonra yaþadýðý her þeyi unutmuþ, evi olarak benimsemiþti kemiklerinin bulunduðu kuyunun içini.

“Hadi gel.. Hadi içeriye girelim.”

Yasemin, kuyunun içine baktý. Dibi kesinlikle görünmüyordu. Safça bir dürtüyle onu içeriye çekmeye çalýþan Slovia’nýn hayaletine direndi.

“Çok yüksek.. Oraya giremem. Girersem çýkamam.”
“Korkma bak ben girip çýkabiliyorum.”
“Ben senin gibi oraya girip çýkamam.”
“Ama sana evimi gösterecektim.”
Yasemin’in aklýnda o an bir þey belirdi.
“Sen burada mý kalýyorsun?”
“Evet. Burasý benim evim. Dýþarýda dolaþtýktan sonra evime geliyorum. Ama hiç uyuyamýyorum.”

Yasemin de o an kuyuya girmesi gerektiðini hissetmiþti. Orada, iki yüzyýldýr uyumayan hayaleti uyutacak þeyin ne olduðunu bulabileceðine dair içinde güçlü bir inanç belirdi. Yardým etmesi için telaþla sevgilisine koþtu. Ve onun kendisine inanmayacaðýný bildiði halde ona olanlarý anlattý.
Hakan sýrf Yasemin’e göz kulak olmak maksadýyla onunla kuyunun baþýna kadar gitti.
“Þimdi o hayalet bu kuyuda mý kalýyor yani?”
“Evet.”
“Ýkimiz de aklýmýzý kaçýrmýþ olmalýyýz.”
Yasemin kuyuya inmek isteyince de Hakan karþý çýktý.
“Tamam bütün bu deliliðe seni sevdiðim için bir þey demiyorum. Ama oraya inmene seyirci kalamam.”
“Meraklanma.. Sen yukarýda olacaksýn. Yalnýz deðilim ki..”
“Ama..”
“Hem hiçbir aksilik olmayacak. Hadi indir beni kuyuya.”

Yasemin, kuyuya Hakan’ýn bir ucunu kaya parçasýna baðladýðý halat yardýmýyla indi. Karanlýktý içerisi. Bütün o eskimiþliðin dirilip çiðleþen hazin kokusunu duyumsadý. Geceleri kemiren farelerle, kurtçuklarýn yaptýklarý yuvalarý fark etti. Ama ortalýkta hiçbir canlýnýn kýpýrtýsýna rastlamadý.

Kuyuyu çevreleyen duvara atýlmýþ yedi tane çiziði gördüðünde Slovia’nýn ölmeden önce yedi gün kuyuda yaþadýðýný anlamýþtý. O an ruhunun karanlýkta kalan kýsmýnda, bu ölümün nasýl bir azapla gerçekleþmiþ olduðunu duyumsadý. Hakkýnda hemen hiçbir þey bilmediði Slovia’nýn kuyuya ne þekilde geldiðini tahmin etmeye iþte o zaman çalýþtý. Slovia’nýn bedeninin kuyudan çýkmak için verdiði amansýz savaþý hisseti. Kendini parçalarcasýna buradan çýkmak isteyip de nasýl çýkamadýðýný duyumsadý. Son nefesini verdiði an baþýnýn dizleri arasýndaki karanlýkta, ezilircesine kendisinden çözüldüðünü ve iki yüzyýl sürecek olan o uykusuz karanlýða nasýl mahkum olduðunu görür gibi oldu, sis perdelerinin arasýnda açýlan aralýktan.
Hakan’ýn merak dolu sesi onu bu büyülü gizil dünyanýn eþiðinden çekip almýþtý:
“Yasemin!.. Orda mýsýn?.. Ýyi misin?”
“Evet.. Ben iyiyim.”
“Hadi çabuk ol. Çýk artýk oradan!”
“Tamam. Çýkýyorum.”

Yasemin, etrafýna daha dikkatle baktý. Hâlâ Slovia’nýn hayaletini uyutabilecek bir ipucuna rastlamamýþtý. Kuyunun dibi olduðu gibi irili ufaklý taþlarla kaplýydý. Yasemin el yordamýyla taþlarýn arasýnda neyi aradýðýný pek kestiremeden arandý durdu. Parmaklarýnýn arasýna bir þey takýldý. Bu Slovia’nýn ölmüþ bedeninden arta kalan iskeletiydi. Elindekini yukarýya, güneþ ýþýklarýnýn geldiði yere doðru tuttuðunda feryat figan bir çýðlýk kopmuþtu:
“Aaaaa!”

Ýskeletin fýrdolayý haþerelerle kaplýydý. Göz çukurlarýnýn içi böceklere yuva olmuþtu. Ýnsaný dehþete düþürecek kadar korkunç görünüyordu. Yasemin birden sert bir rüzgarýn estiðini duyumsadý. O an elindeki iskeletin þekil deðiþtirdiðini fark etti. Anbean deðiþen çizgileri takip etmekte zorlanýyordu. Hýzla, zaman geriye doðru sarýyordu.
Slovia’nýn iskeleti iki yüzyýl önceki haline bürünmüþ ve o korkunç görüntüden dünyalar güzeli bir kýz çýkmýþtý. Öyle ki Yasemin o güne kadar böyle bir güzelliði ne duymuþ ne de görmüþtü. Gözlerini güneþin ýþýltýsýndan daha fazla kamaþtýran Slovia’nýn hatlarýna baktý. Slovia kendisine gülümsüyordu:
“Beni buldun!”
Yasemin, tarihin kendisini savurduðu o teneke camlý, tozlu yerden doðrulduðunda, Hakan’ýn yukarýdan, kuyunun baþýndan gelen kaygýlý sesini iþitti:
“Yasemin!.. Ýyi misin?”
“Evet.. Yukarýya geliyorum.”
“Tamam. Halata sýkýca tutun. Seni yukarý çekeceðim.”

Yasemin hiçbir aksilikle karþýlaþmadan Slovia’nýn iki yüzyýl önceki bedeninden arta kalan kemiklerle beraber kuyudan çýkmýþtý. Hakan kýz arkadaþýnýn elindeki iskeleti görünce ona tamamýyla inanmýþtý.

“Üzgünüm.. Baþýndan beri sana inanmadýðým için.”
“Boþ ver. Bu kadar akýl karýþtýrýcý bir þeye inanmaman gayet normal.”
“Peki ama bu hayaleti uyutmayan þey ne?”
“Kuyunun dibi olduðu gibi taþ.. Kemikleri topraða gömülmediði için ebedi uykuya yatamamýþ olmalý.”
“Vay canýna!”
“Hadi bu kemikleri topraða gömelim. Ve dua edelim ki Slovia’nýn hayaleti kemikleri topraða gömülünce rahatça uyuyabilsin.”
“Bunun iþe yarayacaðýndan emin misin?”
“Emin deðilim. Ama umutluyum.”

Sahile doðru yürüdüler. Tepede, ayak altý olmayan bir yere açtýklarý çukurun içine kemikleri gömdüler ve üzerini toprakla kapattýlar. Hemen ayný gün Yasemin bir fidan dikti Slovia’nýn mezarýna. Böylece Slovia’nýn gömülü olduðu yeri hiçbir zaman unutmayacak, onu sýk sýk ziyaret edebilecekti.

O günden sonra Yasemin bir daha Slovia’nýn hayaletiyle karþýlaþmadý. Ama kendisini hemen her yerde takip eden beyaz kelebekler belirmiþti. Yasemin, Slovia’nýn bir þekilde ona teþekkür olarak bu beyaz kelebekleri gönderdiðini düþünüyordu.

Güneþ, beyaz kelebeklerin kanadýnda parýldýyordu.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.


Yazarýn öykü ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Düþleri Siyah Kadýn


derya kimdir?

Ýnsanlarýn ego denilen þeyin pençesinden kurtulduklarý gün, dünyada cennetin tüm güzelliklerinin yeþereceðine inanýyorum.

Etkilendiði Yazarlar:
Özdemir Asaf, Sait Faik, Cemal Süreyya, Aziz Nesin, Pavese, Kazancakis,Sartre


yazardan son gelenler

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © derya, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.