..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Bir insan bir kaplaný öldürmek istediðinde buna spor diyor, kaplan onu öldürmek istediðinde buna vahþet diyor. -Bernard Shaw
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Roman > Fantastik Roman > Burak 'Finrod' Mollamehmetoðlu




15 Ocak 2008
Ufuktaki Þehir II. Bölüm  
Burak 'Finrod' Mollamehmetoðlu
...Öncelikle uzundu… Upuzun. Simmu’nun baktýðý yerden boyu adeta göðe deðin yükseliyordu...


:BCAD:
II. BÖLÜM

KUZEY RÜZGÂRI



Göçebeler Çorak Topraklar’ a batýdan gelmiþlerdi. Yol boyunca yorgun ve kahýrlý kervanlarýna yenilginin ve dýþlanmýþlýðýn ukdesi eþlik etmiþti. Önlerinde onlarý nelerin beklediðini hiçbiri bilmiyordu. Bedbin ve yetim bir ülke olan bu uçsuz bucaksýz düzlüklerde, yaþamý andýran bir soluk peþindeydiler. Haftalar boyunca kýt kanaat beslendiler, kuruyan dudaklarýný ancak ýslatmayý baþaran bir yudum sularýndan içtiler. Umutsuzdular… Ölümün ülkesine doðru yol tuttuklarýný düþünenler çokçaydý. Havasý zalimdi bu yörenin; topraðý verimsiz, kuru ve çatlaktý. Ýçgüdüleri güneye yönlendiriyordu onlarý; ekilebilecek bir karýþ arazi, rüzgârý bir nebze makul yöreler arýyorlardý.

Böyle ulaþtýlar Meçhul Geçit’e. Ölüm kalým savaþý verdikleri bir zaman, asýk yüzlü daðlarýn arasýnda yer etmiþ daracýk bir açýklýða rast gelip, öte tarafýndan ulaþan deðiþik bir havayý tattýlar ansýzýn. Günlerdir ciðerlerine batan anlayýþsýz rüzgârdan çok daha güzeldi ve yaþamýn aradýklarý soluðunu hatýrlatýyordu. O vakit, en küçük deðiþiklikten medet umduklarý zamandý.

Nesilleri kurtarmanýn derdindeydiler. Geçit onlara kollarýný açmýþ bekliyorken baþka ne yapabilirlerdi ki? Bu somurtkan taþ devlerinin ardýnda güney bekliyordu. Güney hep sýcak demekti; sýcaksa bereket, hayat ve huzur yayýcýydý. Sonunda yýldýrýcý seyahatleri bitecekti. Bu, terk etmedikleri için katledildikleri ve yörelerinden sürüldükleri Tanrýlarýnýn bir rahmetiydi. Kaholi’nin cömert Ýlahlarýna þükürler olsundu… Azap çekmiþler, kefaretlerini ödemiþ ve imanlarýný kanýtlamýþlardý. Yüreklerinde hafifleyen yük de gösteriyordu ki, bu geçit yeni vatanlarýna açýlýyordu. Bu mucizeye heyecanla þükrederek geçide girdiler.. Topluluklar halinde güneye indiler. Meçhulde onlarý bekleyen yeni yurtlarýyla kavuþmak için koþmaya baþladýlar... Koþtular... Koþtular…


---

Simmu’nun son hatýrladýðý þey burnuna bastýrýlan bir bezin iðrenç kokusuydu. Derhal uyanýklýðý terk ederken, O’dorklarýn kendi lisanlarýnda söyledikleri kulaklarýna çalýndý. Usandýrýcý bir deneyimdi; tüm kâbuslarýnda, konuþan ama görünmeyen aðýzlarla köþe kapmaca oynamýþtý. Bir lisandan ziyade bir ulumanýn çekilmez gürültüsünü andýran bu dilin hoyrat kelimeleri, düþ bahçelerinde zehirli nefesleriyle kýkýrdayarak güzel ve iyi niyetli olan her þeyi ezip yok etmiþti.

Yolculuk boyunca sarsýntýlar sebebiyle pek çok kez gözleri açýlmaya yeltendi. Böðürtüler ve kaba kahkahalar içini ürpertiyordu. Dumanlarýn sarmaladýðý tuhaf ve aðrýlý düþleri içinde bu lisanýn kaba yankýlarý çarpýþýyordu. Bazen aðýr ama çubuk gibi bir his veren parmaklar sýrtýnda ritim tutuyor, homurtulu bir þarkýnýn dümdüz melodisini uluyordu. Bu zamanlarda Simmu asla uyanamýyordu, baþý külçelerce demir aðýrlýðýnda gibiydi ve daha önce hiç bilmediði bir zonklama kafasýnýn içinde çýnlýyordu. Tek hissettiði, hiç bitmeyeceðe benzer bir ilerlemenin rutin hareketleriydi. Bir akþamüstü gözlerini açana kadar bu hep böyle sürdü.

Bedenini ve aklýný uyuþturan etki yavaþça çekiliyordu. Karanlýk perdenin ardýnda gördüðü rüyalarý daha anlamlý ve tanýdýk gelmeye baþlamýþtý. Korkuyu kalbinin içine yýðan beter kâbuslarýn hemen akabinde fakat çok farklý ve özlem duyulan bir inziva vahasýndan türeyen bu rüyalarý çocuk tanýmlayabiliyordu. Çok güzel bir duyguydu bu. Bir gün boyunca hiç tanýmadýðý birilerinin yanýnda yabancýlýk çektikten sonra, anne babasýnýn gelip onu almasýný andýrýyordu. Evinde gibiydi adeta:

…Bu rüyalarýn bir kýsmý güzel günlerin hiç solmayan anýlarýndan ibaret birkaç sayfa açmýþtý. Babasý Urkud’la beraber yaptýklarý yolculuklarý ve yurdun batý sýnýrýný teþekkül eden Dumrud Daðlarý’ndan öteye, yaþamýn girmeye ürktüðü ‘gerçek’ Çorak Topraklar’ a uzun uzun bakýþýný; dedesinden dinlediði eskinin kahramanlýklarýný, özellikle Ay Canavarý Andad’ý rüzgârla öldüren Sungr’lu Kultimin’in maceralarýný dinlemeyi ve arkadaþlarýyla çadýrlarýn arasýnda koþturarak oynadýklarý oyunlarý… Muhakkak Simmu’nun ruhu, tüm bunlarý sevecenlikle duyumsuyor, hiçbirinin dokunuþunu aklýndan çýkarmak istemiyordu. Yurtta günler, amcasý Yakud’un dediði gibi ‘yaþam damarýndan uzak ama yaþama sevincinin bilincinde’ geçiyordu. Apansýz ölüm gelene kadar…

Simmu birden bire acýyla inledi.

Zira baygýn halde taþýnan bir ganimetten fazlasý deðildi ve pek az kýymet, ayrýca gösterilen kýymeti aratacak cüzilikte hürmet görüyordu. Sert zemine adi bir torba misali sýrt üstü atýlmýþtý. Dahasý, kimse o anda çocuðun vücuduna yayýlacak acýnýn derdine düþecek denli anlayýþlý ya da vicdan sahibi deðildi.

Keskin bir þekilde bilinci yerine geldi. Öyle beklenmedik bir biçimde ve zamanda uyanmýþtý ki, çevresinde olup bitenlere bir süre hiçbir anlam veremedi. Hala çözemediði bir lisanýn boðuk sesleri, bilincini ilk uyaran gözlem oldu. Atýlýp býrakýldýðý yerde doðrularak, yanan gözlerinin yardýmýyla ileriye doðru baktý.

Karanlýktý; ama alýþýk olduðu bir karanlýktý bu. Tonyuk kabilesinin kýþlýk kuytusu, göðü ve geceyi karanlýkla paylaþmayý öðrenmiþ Yörüklerin yurduydu. Çorak Topraklar’ýn sert mizacýný tamamlayan unsurlardan biriydi karanlýk. Geceler genellikle aydýnlýktan uzak, çadýrlarýn içinde ve uðuldayan rüzgârýn ders verir gibi buyurgan olduðu esiþini dinleyerek geçerdi. Diðer göçebe kabilelerde de olduðu gibi Tonyuk yörükleri de bebeklerine asla ninni söylememiþlerdi. Yavrularýna rüzgârý dinletirler, rüzgârý benimsetirlerdi. Zira bu yörede hayat sadece rüzgâra tahammülle kazanýlmýþtý.


Kabileler yerleþtikleri zaman onlarý karþýlayan ev sahibeleri yalnýzca rüzgârdý. Onunla iyi geçinmenin yollarýný buldular. Rüzgâr onlarý sarmalamýþ bir deniz gibiydi ve onlar bu denizin ortasýndaki bir adada yaþamak zorunda olan canlýlardý. Çorak toprak ve huysuz rüzgâr hep tepelerindeydi, ne ki bir süre sonra onu da kabilenin bir ferdi gibi görmeleri kaçýnýlmazdý.

Simmu yüzüne sürtünen esintide bir farklýlýk seziyordu. Bir yandan daha yumuþaktý; hep bildiði o ýsýran rüzgârlardan farklýydý. Diðer taraftan ise daha soðuktu; Simmu sert ve gürültücü de olsa, asla bir rüzgârýn kemiklerini sýzlattýðýný hatýrlamýyordu. Meçhul Geçit’in kuzeyindeki kuvvetli rüzgârlardan bahsedildiðini anýmsýyordu. Kendi yurtlarýndaki hoyrat rüzgârýn erkek kardeþi; daha dik baþlý ve uzlaþmasýz… Demek ki Meçhul Geçit’ten kuzeye geçmiþlerdi. Simmu bu kadar kuzeye daha önce hiç gelmemiþti. Annesinin ve babasýnýn yanýndan bu kadar uzak kaldýðý hiç olmamýþtý… Annesi… Babasý…

Beklenmedik bir anda, bir el onu kabaca tutarak kaldýrýncaya kadar hülyalý halinden sýyrýlamamýþtý. Aklý ansýzýn yangýn yerine döndü ve onunla son konuþan O’dork’un çürümüþ sýçan kokan aðzý ve sarf ettiði acýmasýz sözler geldi:…

Onu çýtýrdayarak yanan bir kamp ateþinin yanýna sapýtmýþlardý. Tüm duyularý geri gelmiþçesine duymaya ve görmeye baþladý. Adeta rüya halinden yeni uyanmýþtý. Etrafýnda hummalý bir uðultu ve toprak üzerinde koþuþturan ayaklarýn gürültüsü çoðalýyordu. Bazen böðüren bir O’dorkun boru gibi sesi kulaðýna yapýþýyor ya da beraberce kahkaha atan bu vahþilerin kalýn lisanlarýndan takýrdayan kelimeler duyuyordu. Fakat Simmu ne duyduðu lisaný deðerlendirerek çevresinde birileri olduðu sonucuna ulaþtý, ne de aðrýyan ve tutulmuþ körpe kaslarýna zahmet vererek berisinde yakýlmýþ kamp ateþine dönmeyi denedi. Yalnýzca önündeki araziyi müphemleþtiren geceyi aval aval seyretti. O’dorklarýn anýsý belki de onu hiç terk etmeyecek bir biçimde oturmuþtu içine. Artýk onlarýn kötücül lisanlarý, sapkýn kahkahalarý ve acýmasýz saldýrganlýklarý Simmu’nun en nefret edeceði ama en sadýk dostlarý olacaktý.

Çelimsiz ve henüz deneyimsiz bilincinin, onu daha fazla sarsaklaþmamasý konusunda uyarmasýnýn ardýndan gördüðü ilk þey kýzýl ve oynak kollarýný dans ettiren ateþ oldu. Büyük bir ateþti; kocamandý. Simmu ateþin bir iki adým yanýna düþmüþtü ve içinden gelen çýtýrdamalarý duyabiliyordu. Ateþin oynak ve kalýn kollarýnýn ötesinde saða sola hareket eden uzun ve ince karaltýlar vardý. Guruldama benzeri sesleri yeniden o anda duydu ve tüm dünyasýný iki parmaðý arasýnda yýkan uðursuzluðu, bir kalp atýmý zamanda yeniden hatýrladý. Karnýna gergin bir aðrý saplanmasýyla gözleri yaþardý ve ateþin yaný baþýnda, koyu gölgelere gizlenmeyi baþarmýþ dudaklarý büküldü. Dirayet… Ne yazýk ki çocuklarýn anlam vermek zorunda olmadýklarý bir meziyettir. Saðlam görünmek bir çocuðun ihtiyaçlarý arasýnda sayýlamaz. Onlar için saðlam duran ve tehlikelere karþý koyan kimseler vardýr…

Annesi… Babasý…

-Simmu!

Ýsminin fýsýldandýðýný duyamayacak denli üzgündü Simmu.

-Hiþt!.. Simmu!

Anne… Artýk annesi hiç olmayacaktý. Sýðýnabileceði ve merhameti öðrenebileceði kimsesi kalmamýþtý.

-Simmu!.. Simmu baksana…

Babasý… Babasý da gitmiþti. Onlarýn yokluðu, içine iki derin yara gibi oyulmuþtu ve bu gerçeði her hatýrlayýþýnda dermansýz bir sancý bu oyuklarý ýsrarla deþiyordu.

Biri ismini mi sesleniyordu?

-Hey!.. Simmu… Buraya baksana be saðýr velet!

Simmu çatýrdayarak yükselen alevleri seyretmekten kendini alýkoyarak çevresine bakýndý. Birden bastýran üþümesi geçmemiþti ama uzun uykusunun tortusunu üzerinden attýkça ateþin sýcaklýðýný teninde hissedebiliyordu. Koþuþturan ve ince uzun karaltýlarýyla gecenin tohumlarýna benzeyen haydutlar onunla ilgilenmiyorlardý. Fakat Simmu sayýlarýnýn tahmin ettiðinden çok olduðunu gördü. Tek kamp ateþi, þimdi yanýnda doðrulmaya çalýþtýðý ateþ deðildi. Kafasýný ateþin saðýný solunu görebilmek için uzattýðýnda en az on tane ateþ saydý. Hareketsizlikten tutulmuþ kaslarýna anlayýþ göstererek yavaþça vücudunu arkasýna çevirdiðinde ise, dik ve yayvan bir tepenin üzerinde serpiþtirilmiþ gibi yakýlmýþ yüze yakýn ateþ daha olduðunu anladý. Eðer böyle þeylerden bir anlam çýkarma yetisi olsaydý, O’dorklarýn, nihayet –dört senelik seferin ardýndan- yurtlarýna döndüklerini anlayabilirdi. O ise sadece ürpererek titredi ve yeniden kendini ateþe doðru çevirdi.

Dönüþün yarýsýnda, Simmu iki meraklý bakýþla göz göze geldi. Alevlerin kýzýl yansýmalarýný içinde hapsedip yanýyor gibi görünen bu iki meraklý ve heyecanlý gözün sahibi, Simmu’nun yabancýsý deðildi. Çocuk oldukça þaþýrarak ve tedbirsizce ‘Lokman!’ diye baðýrdý.

Lokman telaþla sað elini aðzýna götürüp, kalýn kaþlarýný yukarýya doðru kaldýrdý, gözlerini kocaman açarak Simmu’nun þaþkýn bakýþlarýna endiþeyle karþýlýk verdi. Suratýna yerleþen panik ifadesi, karþýsýndaki çocuða sessiz olmalarý gereken bir yerde olduklarýný hatýrlatmaya çalýþýyordu ya da yalvarýyordu. Çocuk anlamamakta ýsrar ettikçe Lokman’ýn eli ayaðýna dolanýyordu.

Lokman bu sefer derdini el kol hareketleriyle anlatmayý denedi. Ellerini yukarý aþaðý oynatarak seslerinin haddinden fazla çýktýðýný göstermek istedi ama nafileydi. Ýhtiyatla kýsýlmýþ gözlerini saða sola çeviriyor, seslerini duyup onlarý cezalandýrmak için gelen birilerinin olup olmadýðýný araþtýrýyordu. Lakin Simmu tedbirli davranmayý bir süreliðine boþ vermiþ gibi oturduðu yerde kýpýrdanýp yüksek sesle Lokman’ýn ismini tekrarlýyordu; daha çok aðlamaklý bir ifadeyle geveliyor ve coþkuyla bir þeyleri açýklamaya çalýþýyor da olabilirdi:

-Lokman?.. Sen de buradasýn demek! Ben de sanmýþtým ki… Ah Lokman!.. Babamý... Annemi… Neler oldu anlayamadým?.. O kadar üzgünüm ki Lokman… Ama en azýndan sen de buradasýn. Þey… Yani… Tabii senin için çok üzüldüm ama... ne bileyim.. Çok korkuyorum Lokman!”

Bu beklenmedik bir geliþmeydi. Simmu’nun yüreðini yakan biçare yalnýzlýk duygusu sinmeye yüz tutmuþtu. Benliðine zerk olunan soðuk ve kötürüm duygular þimdi yuvalandýklarý deliklere saklanmaya çalýþýyorlardý. Ýkircikli mutluluðun gelgeç sevinçleri, kamp ateþinin yanýnda yakaladýðý Simmu’ya inatla sarýlmýþ onu anlýk bahtiyarlýklarla dolduruyordu. Ve çocuk bu sebeple Lokman’ýn endiþelerine bir mana veremedi… Neden susmasýný istiyordu ki?

Sorusunun cevabý, Lokman’ýn suratýnda patlayan bir tokat olarak karþýsýna çýktý. Aniden arkalarýnda beliren uzun boylu haydut Lokman’ýn yanaðýna öyle þiddetli bir tokat atmýþtý ki, genç çocuk oturduðu yerden havalanýp bir iki adým öteye savruldu ve ateþin bir iki karýþ dibine düþtü. Tokadýn patlama sesi hala Simmu’nun kulaklarýnda yanký buluyordu. Lokman düþtüðü yerden kalkmadý, aksine daha da büzülerek tortop oldu. Üzerine gelen O’dork’un acýmasý yoktu, ayaðýnýn önüne denk gelmiþ vücuda bir tekme indirmesi an meselesiydi. Burnundan öfkeyle solurken, Simmu ilk kez dikkatle bir O’dork’un neye benzediðini görüyordu.

Öncelikle uzundu… Upuzun. Simmu’nun baktýðý yerden boyu adeta göðe deðin yükseliyordu. Ateþin yanýnda dikilirken tüm kýzýl yansýmalar ondan çekiniyordu; üzerinde bir nebze aydýnlýk oluþmamýþtý. Karanlýk bir yarýðýn insan siluetine bürünmüþ serabý gibiydi, ya da korkusu onu uyuþturduðu için Simmu’nun aklý ýþýkla karanlýðý çarpýtýyordu. Bu haliyle O’dork sadece bir karaltýydý.

Dimdik ve kýsacýk saçlarý incecik dikenler misali kafasýndan yukarýya doðru baþkaldýrýyordu. Boynu belli olmuyordu; kafasý omuzlarýna kadar devam ediyor gibiydi. Ve omuzlarý iki yuvarlak kývrým haline ortaya çýkmýþtý. Bu da Simmu’nun bir baþka gözlemi oldu: uzundular ama hayret edilecek oranda zayýf olmalarý tuhaftý. Bütün kemiklerinin baþ kýsýmlarý açýk seçik görülebiliyor ve bu haliyle zafiyet geçiren bir çocuðun serpilmiþ haline benziyordu. Vücuduna oranla hayli abartýlý görünen kollarýnýn bileklerini deri þeritlerle sarmalamýþtý. Simmu ayak bileklerine bakýnca ayný deri þeritlerden gördü.

Ayak bileklerinin yanýnda Lokman yatýyordu. Bir yanýnda ateþ, diðer yanýnda karanlýk O’dork bekliyordu. O’dork’un hala öfkeyle soluduðunu ve Lokman’ý tekmelemekten vazgeçtiðini gören Simmu ürpertiyle çarpýldý. O’dork yüzünü Simmu’ya doðru çeviriyordu.

O’dork’un vücudunda ýþýðý iþtahla yutan tek yer, gözbebekleri olmayan gözleriydi. Kýzýl yansýmalar, tümden bembeyaz olan gözleri þeytani bir metruklükle dalgalandýrmýþtý. Alýnda ve çenede sivrilen yüzü elmacýk kemikleri hizasýnda biraz geniþleyip, ince bir yaðmur damlasýný andýrýyordu. Boynu rahatsýz edici miktarda kalýn da olsa, yüzü kafasýna oranla alýþýlmadýk derecede ufaktý. Ve þimdi o gözbebeksiz gaddar bakýþlar Simmu’ya çevrilmiþ hýrýldýyordu. Simmu çaresizlik içinde ne yapabileceðini düþündü. Böylesi bir hiddet karþýsýnda ne yapýlýrdý? Afallamýþ bakýþlarý yerde yatan Lokman’ a çevrildi. Genç çocuk þeklini bozmuyor ve titremiyordu da. Tehlikenin baþka tarafa yöneldiðini anlamýþtý.

—Konuþmak yasak! Dedi O’dork; kelimeleri aðzýndan fýrlatarak konuþuyordu. Ýnsan lisanýna alýþýk deðildi ve insanlar gibi konuþmaktan hiç haz etmediði halinden belli oluyordu. Kalýn sesi bu lisaný konuþurken, dar bir gömlek giymiþ þiþman bir adam gibi zorlanýyordu; ýkýnýyor ve ofluyordu.

O’dork ayný memnuniyetsizlikle ‘oturun ve önünüze bakýn!’ diye inledi. Simmu dehþete düþmüþ bakýþlarýný derhal yere eðdi ve dua ederek bekledi. Bu olayý gören iki üç tane O’dork durup arkadaþlarýnýn zorbalýðýna güldüler ve acýmasýz sýrýtýþlarýyla Simmu’nun kalbi buz kesene deðin kýkýrdadýlar. Lokman’ý yere yapýþtýran O’dork Simmu’nun yanýndan geçip giderken çocuðun kafasýna uzun ve sert parmaklarýnýn ucuyla vurdu. Kafa derisine batar gibi deðen parmaklar, Simmu’nun gözlerini yaþartan bir acý peydahlamýþtý.

Kýpýrdamaya bile korkarak geçirdikleri o gece, O’dorklarýn vahþiliði yüzünden tam bir iþkenceye dönüþmüþtü. Her an birinin yanlarýna gelip canlarýný yakmasýný bekleyerek, aldýklarý nefesi dahi usulca vermeye gayret ederek sinmiþ önlerine bakýyorlardý. Simmu ayakta uyuyana kadar bir kaya gibi kýpýrtýsýz bekledi. Yüreði minik ve yaralý bir kuþ gibi telaþla ve canhýraþ atýyordu.

Kaba bir el onu tutup bir atýn üzerine yerleþtirdiðinde, hiç uyuyamamýþ olmanýn bitkinliðiyle mücadele ediyordu. Hâlbuki altý saat boyunca düþtüðü yerde uyuklamýþ ve þimdi sabahýn ilk çekingen pembeliði doðuda karýþ karýþ yayýlýyorken uyandýrýlmýþtý.

Bütün kamp ateþleri söndürülmüþtü. Siyah çizgiler misali incecik olan dumanlarý göðe doðru týrmanýyor, sabahýn önünden kaçan gecenin koyuluðuna teker teker saplanýyorlardý. Rüzgâr sakinleþmiþ, hava yumuþamýþtý.

Simmu O’dorklarýn çokluðu karþýsýnda hayret etti. Sadece çocuðun çevresinde gidip gelen yüz kadar haydut olmalýydý. Kafasýný uzatýp aþaðýdaki düzlüðe baktýðýnda karþýlaþtýðý manzara nefesini tutmasýna neden oldu. Öbek öbek toplanmýþ kara þekillerden bir tarlaya bakýyordu Simmu. Ve o tarladaki kara mahsul, Simmu’nun gecelediði tepenin eteklerine doðru yayýlýp, kalabalýk ve aceleyle hareket eden sayýsýz O’dorka dönüþüveriyordu.

Simmu’nun elleri ve ayaklarý baðlanmýþtý. Bir yanda elleri, diðer yanda ayaklarý olacak þekilde atýn üzerine yerleþtirilmiþ, kafilenin hareketini bekliyordu. Yüzü, atýn karnýyla ayný hizaya gelmiþti ve baþ aþaðý durduðu için þakaklarýna bir basýnç yavaþça yerleþmekteydi. Sanki kafasý þakaklarýndan patlayacak gibiydi. Eðer kafasýný kaldýrmazsa bunun gerçekten olacaðýndan korktu ve büyük bir azimle baþýný geriye doðru bir miktar kaldýrdý.

Tam o sýrada havayý bir borunun buyurgan sesi doldurdu. Herkes yaptýðý iþi býraktý, kaba ve kalýn seslerin yuvasý olan yüzlerce aðýz apansýz sustu. Boru bir nefeste, yükselip alçalmadan ve uzunca bir süre öttürüldü. Simmu sesin aþaðýdan, düzlükteki kamplarýn olduðu alandan geldiðini düþünmüþtü. O tarafa bakan O’dorklarýn bembeyaz gözleri de çocuðu onaylýyordu.

Nihayet doðudaki pembelik, o nahoþ rengini üzerinden atarak ilk önce sakin bir kýzýllýða, ardýndan o kýzýllýðý göðün tepesine doðru kovalayarak onu berraklýðýn içinde görünmez kýlan mavinin sabahýna bürünmüþtü.

Boru bir daha öttürüldüðünde O’dorklar aþaðýya doðru paldýr küldür koþuþturmaya baþladýlar. Muazzam bir toz bulutu etrafý sardý, sayýsýz ayaðýn þiddetle ezdiði toprak sarsýldý ve toz bulutu borunun hiç durmayacakmýþ gibi kudretle yükselen baðrýþýnýn üzerine kapandý. Simmu’nun yanýndan pek çok O’dork hýrýldayarak geçti ve düzlükte toplanan diðer haydutlarýn arasýndaki bir diðer küçük ve siyah noktacýk olup çýktý.

Kafasýný sürekli havada tutmak boynundaki kaslarý isyana sürüklüyordu. Ara sýra bitkince baþýný yeniden aþaðýya doðru salýyor, sonra ise inatla yeniden kafasýný kaldýrýp, kapkara varlýklarýyla akýl almaz bir kara delik oluþturmuþ O’dorklara bakýyordu. Bu görüntü Simmu’ya çok garip gelmiþti. Barbarlarýn hepsi, içinde toplandýklarý çemberin merkezine doðru dönmüþ bakýnýyorlardý. Kara delik içten içe kýmýldanýyor, dalgalar halinde gidip geliyordu. O denli geniþ bir daireyi Simmu ilk defa görüyordu. Herhalde binlerce O’dork vardý!

—Komutanlarý konuþma yapacak. Simmu derhal kafasýný diðer tarafa çevirdi ve kendisiyle ayný durumda olan Lokman’la göz göze geldi. Bütün gece ne bir kelime daha konuþmuþlar, ne de birbirlerinin yüzüne bakmýþlardý. Ýkisi de diðerinin varlýðýný tamamýyla görmezden gelmek durumundaydý. Simmu kendisinden beþ yaþ büyük Lokman’ýn zorla gülümsediðine þahit oldu. Tokat yediði yanaðý þiþmiþ, bir gözü kan toplamýþtý.

Simmu ilk önce aþaðýda güruh haline gelmiþ O’dorklara, ardýndan yanýndaki ata atýlmýþ Lokman’a baktý. Herhalde aþaðýdaki düzlükte toplanmýþken Simmu’nun konuþmasýný dert etmezlerdi. Lokman konuþtuðuna göre…

—Neler oluyor Lokman? diye sordu Simmu. Aklý öyle karýþýktý ki.

—Topraklarýmýzý istila ediyorlar, olan bu. Lokman Simmu’nun kafasýndan görebildiði kadarýyla aþaðýdaki hengâmeyi izlemeye çalýþýyordu. Simmu’da baþýný o yana doðru çevirdi.

—Bana þanslý olduðumu söylediler. Beni yemedikleri için… Simmu hala anne ve babasýnýn ýstýrabýyla hesaplaþmamýþtý. O talihsiz aný ara sýra kalbine dokunuyor, sýzýntý haline bir acýyý damarlarýna býrakýyordu.

—Hepimize öyle söylediler.

—Hepinize mi? Simmu merakla kafasýný Lokman’a doðru yeniden çevirdi, kim ‘hepiniz’?

—Hepimiz, dedi Lokman normal bir edayla, tüm kabile reislerinin çocuklarý. Çoðu aþaðýdaki kamplarda. Bazýlarý yokuþun tepesinde. Bir an susup bekledi, bakýþlarýný ezik bir kalbin sisleri kapladý. Diðer çocuklarý koyun sürüsü gibi güdüyorlar. Onlar en önde ve her lanet gün aðlýyorlar. Hepsi... Aðlýyor ve haykýrýyorlar. Annelerini, babalarýný çaðýrýyorlar. O kadar korkuyorlar ki! Bu hayvanlar, geceleri çocuklarý ateþlerinin önünde korkutarak eðleniyorlar. Zavallýlar aðladýkça onlar daha da azgýnlaþýyorlar. Kanlanmýþ gözünden bir damla yaþ alnýna indi ve orada bulduðu bir tümsekten aþaðýya atladý.

Aþaðýdan, oldukça kalýn ve gür sesli birinin attýðý nutuðun mýrýltýya benzer uðultular ulaþýyordu. Ve ara sýra, o nutkun hezeyan anlarýnda büyük bir baðýrýþ çaðýrýþ gürültüsü patlýyor, anlaþýldýðý kadarýyla konuþandan aldýklarý ilhamla barbarlýk damarlarýný þiþiriyorlardý. Simmu, bir iþe yaramayacaðýný bilse de, bir müddet o komutanýn neler söylediðini anlamaya çalýþtý. Ne var ki rüzgâr, onu bundan mahrum ediyordu. Esintisi tepenin bir tepesine, bir eteklerine varýp geliyordu.

—Neredeyiz Lokman?

—Meçhul Geçit’in içinde. Tam ortasýndaki Konak Düzlüðü’nde… Kuzeyimiz muðlâk bir kuraklýk ve kýþ içinde. En azýndan gidenler hep öyle anlatýrlar.

—Peki, bu canavarlar nasýl olur da, kurak topraklarda yaþayýp, çoðalýp, güçlenip bize saldýrýrlar?

—Sanýrým bunu yakýnda göreceðiz. En azýndan bizim görme þansýmýz olacak.



Simmu’yu tarifsiz bir sýkýntý kaplayýverdi. Güdülen çocuklarý hayal etti. Endiþeyle ve masumane tavýrlarýyla korkularýný bakýþlarýna aksettirmelerini düþündü.

—Peki onlarý… Simmu tamamlayamadý. Babasýnýn bir zamanlar amcasý karþýsýnda takýndýðý çekimser tavrý hatýrladý.

—Þimdilik hayýr, diye karþýlýk verdi Lokman, eðer yemelerini kast ediyorsan. Çünkü çocuklar yemeden içmeden kesildi ve zayýflar. Bu da onlarý hem ölüme yaklaþtýrýp hem ölümden uzaklaþtýrýyor. Tuhaf deðil mi?

Simmu bunun ne demek olduðunu anlayamadý. Fakat aklýna baþka bir þey takýlmýþtý. Lokman ‘bütün reislerin çocuklarýna’ dememiþ miydi?

—Lokman sen reisin…

Etraflarý, aniden patlayan uðultunun saldýrýsýna uðradý. Aþaðýdaki düzlükte toplanmýþ binlerce –belki onbinlerce O’dork- ayný anda ulumaya baþlamýþlardý. Simmu kafasýný çevirip tepenin eteðindeki düzlüðe baktý. O simsiyah deniz öyle bir dalgalanýp kabarýyordu ki, Simmu heyecan ve korkudan dolayý istemsizce inledi. Uzakta, oluþturduklarý dairenin çemberinde nutuk çeken komutanlarýna dönmüþ O’dorklar hep beraber ellerini kollarýný kaldýrýp tezahürat yapýyor, yerlerinde tepiniyor, kýlýçlarýný havaya kaldýrýp çýlgýnca haykýrýyorlardý.

—Komutanlarýný selamlýyorlar, Lokman kopan velveleden Simmu kadar etkilenmemiþti. Umursamaz ve nefret eden, hasmane bir tavýrla konuþuyordu. Simmu, atýn üzerine atýldýðý biçimin el verdiði ölçüde O’dork denizine doðru baktý. Birden aklýna baþka bir konu takýldý:

—Diðer çocuklar nerede? Dün gece Lokman’la konuþtuklarý akranlarýnýn akýbetini merak etmiþti.

Lokman, bohça gibi atýldýðý atýn üzerinden, elleri ve ayaklarý baðlý olduðu halde, burnunu kullanarak O’dorklarýn toplandýðý alaný iþaret etti:

—Þurada. Komutanýn kara çadýrý arkasýndalar.

—Peki, biz neden böyle taþýnýyoruz? O’dork’larýn vahþi tezahürat ve baðýrýþlarý bir yükselip bir alçalýyordu.

—Çünkü biz reis çocuklarýyýz.

Simmu, az evvel soramadýðý soruyu yeniden hatýrladý:

—Nasýl olur? Sen reis Konur’un oðlu deðilsin ki? Hatta onun bir çocuðu bile yoktu.

Eðer Simmu Lokman’a bakmayý baþarabilseydi, çocuðun baþ aþaðý vaziyette, onu onaylarcasýna kafasýný salladýðýný görebilirdi:

—Doðru, dedi Lokman dalgýn bir sesle. Ama bunu bilen kimse kalmadý; herkesi öldürdüler. Lokman’ýn sesi hýnç ve öfke ile usulca sertleþmiþti. Fakat yeniden dalgacý bir hale büründü. Eh, en azýndan iyi bir biçimde seyahat etmek adýna, bu zorbalara yalan söylemek o kadar da kötü bir þey sayýlmaz.

Simmu karþýlýk olarak, aþaðýdan yükselen uðultuyu dinlemekle yetindi. Bu zorbalarýn üzerlerine saldýðý korkuyu, çocuksu bir tahlil yöntemiyle çözemiyordu. Ölesiye, apak gözlerinden, upuzun ve sýska bedenlerinden, kaba dillerinden ve ulumalarýndan korkuyordu... Ama en çok da gaddarlýklarýndan.

Tokat gibi bir çýðlýk Simmu’yu düþüncelerinden çekti aldý. Kalbi aniden hýzla atmaya, aklý anlamsýz bir karmaþaya teslimiyete baþladý. Ne oluyordu?

—Lokman?

—Bilmiyorum küçük dostum. Sanýrým asýl yolculuða baþlýyoruz.

—Asýl yolculuk ne demek Lokman? Simmu neredeyse aðlayacaktý. Zira o çýðlýk bir müddet evvel bitmiþ olsa da, yankýsý hala düzlüðün üzerinden, Simmularýn beklediði tepeye doðru plansýzca çarpýyor ve küçük çocuðun ruhunda þekilsiz bir heyecan yaratýyordu. Lokman, Simmu ile göz göze gelebilmek için boynunu büküp gözlerini ona dikti. Simmu hala baþ aþaðý vaziyette, muhtemelen korkudan titriyordu:

—Asýl yolculuk Simmu. O’dorklarýn ülkesine. Kuzeye ve kýraç topraklarýn vatanýna! Atalarýmýzýn, yurdumuza gelmeden evvel geçtikleri ölü ülkeye!

Geldiklerinde en fazla 15 boydular. Meçhul Geçit’ten þaþkýnlýk içinde güneye inerken huzur arýyorlardý. Aylardýr onlarý tüketen kuru toprak, ölümcül hava ve gri gökyüzünden kurtulmak arzusundaydýlar. Ve aslýnda daha da tedirgin edici ve hep arkalarýna, kuzey ufkuna bakmalarýna sebebiyet veren bir kovalamacanýn avýydýlar. Batý’nýn latif kentlerinden onlarý kovan yeni dinin hükmedicileri, bununla yetinecek insanlar deðillerdi. Messa Masana’nýn adil fakat aciz hükümdarý onlara hayatlarýný baðýþlamýþtý baðýþlamasýna, peki bu kimsesiz ve ölgün topraklarda katledildiklerinde onlarý kim koruyacaktý? Kaholi Tanrýlarý onlarý çok çetin bir sýnavdan geçiriyordu. Ki bu geçidin ardýnda bulmalarý muhtemel ülke, onlara vaat edilmiþ yurt olacaktý. Heves ve aceleyle o yüksek duvarlý ve dar geçidin uzun koridorundan geçtiler. Meçhul Geçit, adýný o gün almýþtý. O günden sonra, güneydeki meçhul ama davetkâr topraklar onlarýn yeni ülkesi, geçidin kuzeyi ise yeni nesiller için kesinlikle meçhuliyetin belirsiz tanýmý olacaktý. Onlarý kovalamalarý için ayartýlmýþ Vahþi saldýrganlar, bilinmeyen bir kaderin peþinden güneye kadar onlarý önlerinde koþturacak fakat sonrasýnda dehþet içinde kuzeye, hep sýðýndýklarý ve herkesten saklandýklarý yurtlarýna döneceklerdi. Öyle ki, katlettikleri göçebelerin vebalini ya da kefaretini ödemek için saklanacaklardý sanki. O’dorklarýn fetret evresi böyle baþlamýþtý.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn fantastik roman kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Ufuktaki Þehir III. Bölüm
Ufuktaki Þehir

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Sanki... [Þiir]
Gidiþim [Þiir]
Ýnsan Çiftliði [Öykü]
Garip Bir Buluþma [Öykü]
Mezarýmý Derin Kaz [Öykü]
Oda - - - 1 - [Öykü]
Nokta [Öykü]
Yol Bitti [Öykü]
400 Küp [Öykü]
Cennet [Öykü]


Burak 'Finrod' Mollamehmetoðlu kimdir?

KiMDir??. . GerÇEkTeN. . KiMDir??

Etkilendiði Yazarlar:
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .


yazardan son gelenler

yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Burak 'Finrod' Mollamehmetoðlu, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.