..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Bilgi sakalla ölçülmez. -Moliere
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Öykü > Gülmece (Mizah) > seyfullah ÇALIÞKAN




17 Temmuz 2006
Nataþa, Mavra ve Raký  
seyfullah ÇALIÞKAN
- Ulan yalancý piç, kim görmüþ ulan beni? Nataþalarýn peþinde gezmiþim. En kýralý elli dolar bunun. Ýstesem kýrkýný birden satýn alýrým. Tamam, Rus kýzlarý benim dükkâna geldiler. Edebimizle, adabýmýzla esnaflýðýmýzý yaptýk. Gömlek, çamaþýr falan, birkaç gýldýr gýcýk alýp gittiler. Kýzlarla bir iþim olsa birine takýlýrým. Üçünü birden ne yapayým oðlum? Seni dinleyen de beni pezevenk sancak.


:EEGB:
NATAÞA, MAVRA VE RAKI

Küçük kasabalarda yaþayan insanlar dönüp dolaþýp sürekli ayný mekânlara takýlýrlar. Bu mekânlarla oranýn müdavimleri, zamanla ortak bir kimlik kazanýr. Tabelasý olmasa bile zaman içinde ayný mekânlarda ortak bir anlayýþ, ortak bir düþünce etrafýnda öbekleþmiþ alt kimlikler oluþtururlar. Dernek gibi algýlanan mekân-grup kimliði ile davranýr ve birbirlerine sahip çýkarlar. Büyük kentlere gelip orada bir araya toplaþan “Týngýr ve Yöresi Yardýmlaþma ve Dayanýþma Derneði” tarzýnda sosyal oluþumlar yaratýrlar. Küçük yerlerde, özellikle erkeklerin her gün kurulmuþ saat gibi alýþkanlýk haline gelmiþ ve neredeyse deðiþmeyen bir rota izleyerek gerçekleþtirdiði çarþý turlarý vardýr.

Örneðin ben, evden çýkýnca önce sokaðýn baþýndaki Cengiz’in bakkalýna takýlýrým. Bana otomatik olarak tabureyi uzatýr ve kasanýn arkasýndaki raflarýn önüne otururum. Mevsim kýþsa ve havalar soðumuþsa, masanýn altýnda sürekli yanan bir elektrik sobasý vardýr. Bir yandan ayaklarýmýzý ýsýtýrken, bir yandan da mahallede olup biteni konuþuruz. Bu ziyareti olan bitenden haberdar olmak, günlük mahalli haberlere ulaþmak açýsýndan vazgeçilmez bulurum.

Ýkinci durak Mesut’un fýrýnýdýr. Mesut simit, açma, poðaça da piþirdiði için her sabah bana birlikte kahvaltý etmeyi teklif eder. Her sabah deðil ama haftada bir-iki kez ona hayýr diyemem. Tahta kürekle su dolu çaydanlýðý kýzgýn fýrýnýn içine gönderir. Çaydanlýk fokurdayýnca içine bir tutam çay atar. Ekmek mayalarýný sakladýðý dolaptan poðaçalarýn yanýna peynir, zeytin, hatta reçel bile çýkarýr. Bir yandan ekonomi, siyaset, vatan, millet, Sakarya konuþur, bir yandan kahvaltýmýzý yaparýz. Mesut hep mühim konularý sever. Onunla ucuz mahalle dedikodularý ve karý-kýz muhabbeti konuþmayýz.

Berber Reþat’a uðramadan geçersem bana darýlýr. Her uðradýðýmda da kahveci çýraðý gibi bana uzun bir içecek listesi sayar. Mutlaka bir þey içmem için de ýsrar eder. Eðer fýrýnda kahvaltý etmiþsem kahve, etmemiþsem Reþat’ýn çayýný içerim. Çay keyfi yaparken de beni kesinlikle rahat býrakmaz. Yanaðýmdaki veya kulaðýmdaki tüyleri alýr. Hatta eline taraðý makasý alýr, ensemi toparlamaya çalýþýr. Berber dükkânlarýnýn çoðu gibi onun dükkânýnýn adý da Kýrýk Tarak’týr. Berber dükkâný Bekir’in Kahvesi’ne varmadan önce takýldýðým son duraktýr. Berber, fýrýncý, bakkal ve arada sýrada uðradýðým yorgancý ile ayný sokakta birlikte büyüdük, ayný okula gittik ve çocukluðumuzdan beri iyi arkadaþýz.

Bazen kahvede dört-beþ parti batak oynadýktan sonra Abdullah Reis’in balýk tezgâhýna da uðrarým. Akþam üzeri denizden dönen alamanalar tezgâha çeþit çeþit taze balýk gönderir. Tersane ve balýk tezgâhlarý ana baba günü olur. Bir yandan balýklar tartýlýrken bir yandan da isteyenin balýðý temizlenip dilimlenir. Reis’in tezgâhý akþam üzeri bayram yerine döner. Seyrine doyum olmaz. O telaþý ve canlýlýðý solumak, akþamý içime çekmek için gün biterken Abdullah Reis’in yanýna uðramadan edemem.

Bekir’in Kahvesi gün içinde en çok zaman harcadýðýmýz, önemli bir mekândýr. Sýradan bir mahalle kahvesidir. Kocaman paslanmaz çelik bir kazan, üzerinde boy boy dizilmiþ üç çaydanlýk, yuvarlak siyah demirden ortalarý kadife döþemeli sandalyeler, gürgen kaplama sunta masalar, kocaman bir Atatürk posteri, gazetelerin ek olarak verdiði dergi ve kitaplarýn konduðu, hiç kimsenin elini bile sürmediði sözde kitaplýk, þelâleli ve karlý dað manzaralý kocaman bir duvar fotoðrafý, bir-iki yakýn esnaf arkadaþýnýn bastýrýp daðýttýðý, oraya buraya rasgele çivilenmiþ birkaç takvim, rengi sigara dumanýndan iyice sararmýþ perdeler ve renkli mozaik taban, kahvenin tam ortasýnda kovalý kocaman bir soba ve teneke kaplanmýþ altlýðý... Tam bir mahalle kahvesi iþte, ne olsun? Beþ yýldýzlý otel lobisi gibi olacak deðil ya...

Bütün anlattýklarým içinde kahrýmýzý en çok Mavra Þenol’un Meyhanesi çeker. Mavra Meyhanesi sahilde, iskelenin karþýsýndadýr. Meyhanenin önünde birkaç aðaç akasya ve belediyenin kýrmýzý tuðlalar döþediði sahil yolu vardýr. Yazýn müþteriler kapý önüne, akasyalarýn arasýna ve yan taraftaki küçük bahçeye taþar. Bazý geceler dalgalar iskeleyi aþar, sahildeki iri çakýllarý yollara atar, sular neredeyse meydana ulaþmaya çalýþýr. Kýþ gelince dalgalarýn muhteþem görüntüsü ve yerleri týrmalayan korkunç çýðlýklarý arasýnda demleniriz.
Yazýn tatilciler, eþ dost, akraba ziyaretine gelenlerle, yolu sahile düþenlerle meyhanedeki yüzler deðiþir ve masalar kalabalýklaþýr. Aðustos sonunda yaðmurlar baþlayýnca yavaþ yavaþ bütün yabancýlar gider. Ekim sonuna doðru, her sonbahar ve her kýþ yine biz bize kalýrýz.

Mavra Meyhanesi, mutfak ve müþterilerin oturduðu orta boy bir salonla iki bölümden oluþur. Mekân masa, sandalye ve meyhanenin ortasýndaki kovalý soba ile Bekir’in kahvesine benzer. Duvarda kahvede olduðu gibi yine karlý daðlar, köpük köpük akan dere, taþlarýn üzerinde su içmeye gelen kekliklerin görüldüðü kocaman bir fotoðraf vardýr. Bir de o çok ünlü peþin satan, veresiye satan resmi. Tavandan sarkan aðlarýn üzerine konmuþ yengeçler, deniz yýldýzlarý, kurumuþ birkaç deniz atý, içi doldurulmuþ mersin balýðý ile balýkçý meyhanesi gibi görünür. Mavra Meyhanesi’nin dekoru, mezeleri ve yemek listesi, fiyatlarý bizim umurumuzda bile deðildir. Orasý yýllardýr bizim mekânýmýzdýr. Akþamlarý bir araya gelir, en güzel sohbetleri orada yaparýz. Gecenin ilerleyen saatlerinde alkol dozumuz artýnca birlikte en güzel þarkýlarý orada söyleriz. Orasý birbirimize takýlmalarýn, þakalarýn, yerlere yatacak kadar kahkahalarla gülmelerin, içtikçe dertlenip aðlamalarýn yeridir. Konuþulan her þeyin, en mahrem sýrlarýn, kavgalarýn ve kýrgýnlýklarýn bile kapýsýndan asla dýþarý çýkamadýðý, özel bir mekândýr.

Buradaki müdavimleri tek tek saymak, yaþam öykülerini ve en belirgin özelliklerini sizlere anlatmak yüzlerce sayfa sürer. Hepsi kendi halinde, iþinde gücünde insanlardýr. Akþam olunca Mavra ekibinin en az on beþ-yirmisi bir araya gelir, ufaktan ufaktan demlenmeye baþlarýz. Demlenmek dediðime sakýn aldanmayýn. Beþ dakika bile gürültüsüz, patýrtýsýz durulduðu hiç görülmemiþtir. Mavra müdavimleri öteki masalara laf atmadan, birbirine takýlmadan duramazlar. Aðýz dalaþlarý hiç bitmese de, kavgalarý tükenmese de birbirlerini severler. Bir gece önce meyhanede birbirine giren iki arkadaþ ertesi gün kol kola gezer. Küçük bir kasabada zaten har vurup harman savuracak kadar çok arkadaþ ve dost bulamazsýnýz.

Birkaç hafta önce Ýzmir’den Murat geldi. Yýlda birkaç defa kaçýp kasabaya kafa dinlemeye gelir. Yirmi yýl kadar önce Ýzmir’e gidip orada kendisine ev-ocak kurdu, evlenip çoluk-çocuða karýþtý. Söylediðine bakýlýrsa Murat’ýn orada makine parçalarý döktüðü, fabrika ile atölye arasý orta ölçekli bir iþletmesi varmýþ. Kasabaya düþünce gelip eliyle koymuþ gibi bizi Mavra’da bulur.

Bana sürekli “Ýzmir’e dönünce Mavra Meyhanesi’ni ve sizin sohbetlerinizi özlüyorum,” deyip dururdu. Dayanamadým. “O kadar çok özlüyorsan konuþtuklarýmýzý kaydet, gidince dinlersin,” dedim. Söylerken onun bu önerimi ciddiye alacaðýný, sesleri kaydedeceðini aklýmýn ucundan bile geçirmemiþtim. Laf olsun diye söylemiþtim. Söylediðimi ciddiye almýþ. Gerçekten de küçük bir ses kayýt cihazýný cebine koyup Mavra’nýn bir gecelik gürültüsünü, patýrtýsýný kaydetmiþ. “Ver bakalým, neler konuþmuþuz,” deyip cihazý elinden aldým, düðmesine bastým. Þakasý yok radyo tiyatrosu gibiyiz.

Ses kaydý Yalak Hüsnü’nün mekâna geliþiyle baþlamýþ:
-     Yarasýn Osman Abi. Þerbet, þeker olsun.
-     Eyvallah yeðenim.
-     Nasýl gidiyor abi? Keyfin nasýl?
-     Ýyidir yeðenim.
-     Sana biraz bozuðum be, Osman Abi. Duyacaksan benden duy.
-     Yapma be yeðenim. Ben sana ne ettim ki?
-     Beni lüfere götürcektin hani? Kaþýklarý aldým, zokalarý, kurþunlarý baðladým. Bütün
takýmlarý hazýr ettim. Seni bekliyorum. Senden hiç ses çýkmadý. Hani söz demiþtin be abi.
-     Sözüm söz be yeðenim. Gel yarýn gidelim.
-     Ýyi de caným abim. Lüfer mi kaldý? Lüfer bitti, palamut bitti, istavrit, tirsi bile bitti. Bir iki
hafta sonra hamsi bile kalmaz.
-     Darýlma be yeðenim. Kýsmetse seneye gideriz. Osman Abi’nin caný da, kayýðý da sana
helâl olsun. Yeter ki darýlma.
-     Eyvallah be Osman Abi, dediðin gibi olsun. Önemli olan gönüller hoþ olsun. Ben sobanýn arkasýndaki masaya doðru geçiyom. Hadi sana yarasýn, güzel abim...

O gece arkamýzdaki masada Kuyumcu Ali ile Maliye’den Necati içiyorlardý. Öteki masadan
Fýrýncý Mesut Ali’ye sesleniyor:
-     Ulan, yedin bitirdin kasabayý be. Tek bir Bizans sikkesi býrakmadýn. Yine Ýstanbul
maceralarýný mý anlatýyon? Palavra sýkmayý býrak da þu gariban fýrýncý kardeþine bir ýþýklý meyve söyle.

Kuyumcu Ali Þenol’un çýraðý Ýsmail’e seslendi:
-     Ýsmail, koþ oðlum. Fýrýncýya ýþýklý meyve yap. Meyvesi bol ýþýðý az olsun. Kaç paraysa
hesabýma yaz. Yeter ki çenesini kapasýn. Çenesine vurdu iyice artýk onun. Yaþlanýyor mu ne? Kaynanamý geçti. Buraya kocakarý dýrdýrý dinlemeye gelmedik. Ver þunun meyvesini de çenesi kapansýn.
     
Fýrýncý Mesut;
-     Ýyi ki bir meyve ýsmarladýn haaa. Bir anama sövmediðin kaldý. Hadi yine adamlýk bende
kalsýn. Teþekkür ederim. Kesene bereket...

Iþýklý meyve hikayesine gelirsek, tam bir senelik makara. Kuyumcu Ali sýk sýk Ýstanbul’a gider gelir. Kapalýçarþý’da bunun alýþveriþ yaptýðý kuyumcunun biri buna kýyak yapýp bir gece pavyona götürmüþ. Dansöz, içki, konsomatris derken tam bir ay her gece býkmadan usanmadan bunun pavyon macerasýný dinledik. Bir gece yine biz gaz verdikçe havaya girip anlatmaya baþladý. O anlatýyor biz dalgamýzý geçiyoruz Yüz kez dinledik zaten. “Masayý öyle bir donattýlar ki, ýþýklý meyve bile getirdiler,” deyince bizde bütün makaralar boþaldý. Gülmekten yerlere yatýyoruz. Yalak Hüsnü arada bir “Ali abi, meyvenin üzerine gaz mý dökmüþler? Elektrik mi baðlamýþlar? Nasýl yanýyor? Meyve yeniyor mu? Yoksa seyirlik mi? Yerken aðzýnýz yanmadý mý?” türünden sorularla Ali’yi coþturdukça coþturdu. Ali saatler sonra biz ayarý iyice kaçýrýnca onunla kafa yaptýðýmýzý anladý. Anlatmayý kesti. “Ulan sizin hepinizin gelmiþini geçmiþini... Gidin ananýzla eðlenin siz,” deyip hesabý bile vermeden çýkýp gitti. O geceden beri bu ýþýklý meyve hikâyesi her gece birkaç kere meyhanede esip geçer. Neyse ki Kuyumcu Ali ýþýklý meyve þakasýna artýk aldýrmýyor.

Hüseyin’e “Bir ýþýklý meyve de bizim masaya yap. Kimin kýzýndan aþaðýyýz oðlum biz,” deyince, çocuk mutfaða gidip elma, armut, ayva soyar, portakal, mandalina ve muz dilimler, sonra da kayýk bir tabakla masamýza getirip býrakýr. “Hani lan bunun ýþýðý,” diye takýlanlara da “Burasý Ýstanbul pavyonu deðil. Alt tarafý kasaba meyhanesi. Bizde elektrikler kesik, görmüyor musunuz?” der, mutfaða dönerdi.

Kasetteki ses kaydý ýþýklý meyve muhabbetinden sonra gürültü konuþmalar ve Orhan Gencebay’dan “Mevsim Bahar Olunca” þarkýsýyla devam ederken, þarkýnýn ortalarýna doðru meyhaneden içeri Týrþik Emin giriyor:
-     Ýyi akþamlar Mavra’cýlar.
-     Ooo Týrþik, gel hele. Buyur, bir sandalye çek. Hüseyin, Emin Aða’ya bir bardak þarap ver.

Baþka masadan biri:
-     Zýýýttttttt.

Týrþik:
-     Zzýttt diyenin yedi sülalesini. Orospu kasýðýnda yatmýþ deyyus.
-     Emin Aða, otursana allasen. Ne diye celalleniyon. Býrak þu kendini bilmezleri. Þarabýný iç.

Baþka bir masadan:
-     Zýýtttt.
-     Yedi sülaleni, susamdan irisini...
-     Ayýptýr, yazýktýr, susun, yapmayýn, ayýp oluyor.

Týrþik Emin her gece meyhane meyhane gezer, parasýz pulsuz ve çulsuz olduðu için ona her
meyhanede birileri mutlaka birkaç bardak þarap ýsmarlar, geceyi çoðu kez kaldýrýmlarda yuvarlanarak ve ayakta duramayacak kadar sarhoþ olarak bitirirdi. Ýki þeye çok hassastýr. Birincisi kesinlikle “zýýtttt” demeyeceksin. Ýkincisi ondan kesinlikle sigara istenmez. Sigara istersen “Tütün çýktý pakete, bi cigara bir...” diye kalayý hiç kimsenin gözünün yaþýna bakmadan basardý.
     
Her kasabanýn mutlaka bir delisi vardýr. Bu da bizim kasabanýn gece delisidir. Týrþik Emin askerliðini Adýyaman’da yapmýþ. Orada domatesten yapýlan týrþik diye yemek varmýþ. Deli Emin askerden gelince her Allah’ýn günü kahramanlýk hikayelerinden ve týrþik yemeðinin kerametlerinden onlarca baský yapýnca adý da Týrþik Emin olmuþ. Onun “zýýttttt” denmesine neden bu kadar gýcýk kaptýðýný aslýnda kimse bilmiyordu. “Zýýýt” kelimesi zamanla çok gýdýklanan insanlara elinizi uzattýðýnýzda “ananýýnn” dedikleri gibi Týrþik’te de þartlý bir tepkiye dönüþmüþ diye düþünüyorum.

Ses kayýt cihazýndan gelen Týrþik Emin’in küfürleri ve “zýýýýýýttt” seslerinden, Emin’in küfürler yaðdýrarak þarap bardaðýný tepesine dikip Mavra’dan çýkýp gittiði, kahkahalar ve “yuhh” seslerinin o gittikten sonra da sürdüðü anlaþýlýyordu. Emin gittikten sonra Mavra’da sular biraz duruluyor, kahkahalar ve gürültü iyice azalýyordu. Yeniden teybin sesi duyulmaya baþlýyor, Bergen’in sesinden “Acýlarýn Kadýnýyým” þarkýsý meyhaneye yayýlýyordu. Meyhanenin içine yayýlan þarký ara sýra Piç Ömer’in konuþmalarýyla anlaþýlmaz hale gelip bulanýklaþýyordu.

Piç Ömer mutfaða yakýn masalarýn birinden kasabadaki en taze, son baský gündemi Nataþa olaylarýný akþam ajansý ciddiyetinde naklen aktarýyordu. Hem de sýcaðý sýcaðýna:
-     Nataþa deyip geçmeyeceksin. Allah özene bezene yaratmýþ. Bir gören arkasýna dönüp beþ defa daha bakýyor. Nataþa deyince burun kývýran aðabeyler var ya, en çok da onlar bakýyor. Manifaturacý Nüsret bile tam on gün gezmiþ bu kýzlarýn peþinde diyorlar. Tövbe billah, ben gözümle görmedim. Gezse bile hakký var. Neden mi? Kýzlarýn hepsi bir içim su valla. Mýsýr püskülü gibi sapsarý saçlarý var. Dokunmaya kýyamazsýn. Elini uzatsan tuz–buz olacak sanýrsýn. Süt gibi bembeyaz. Kar gibi þerefsizim...

Manifaturacý Nüsret:
-     Ulan yalancý piç, kim görmüþ ulan beni? Nataþalarýn peþinde gezmiþim. En kýralý elli dolar bunun. Ýstesem kýrkýný birden satýn alýrým. Tamam, Rus kýzlarý benim dükkâna geldiler. Edebimizle, adabýmýzla esnaflýðýmýzý yaptýk. Gömlek, çamaþýr falan, birkaç gýldýr gýcýk alýp gittiler. Kýzlarla bir iþim olsa birine takýlýrým. Üçünü birden ne yapayým oðlum? Seni dinleyen de beni pezevenk sancak.

Piç Ömer:
-     Ben kimseye pezevenk demedim. Haþa... Kýzlarýn rüzgârýna kapýlmýþ dedim. Kitapçý Ramis’e git bakalým ne diyor? Kýzlar senin dükkândan çýkmýyormuþ. Ne bir keresi be abi? Gözümüz yok, varsýn gelsinler. Sen niye gýcýk kapýyon. Ben onu anlamadým.

Manifaturacý Nüsret:
-     Bu dedikodular zaten hep o kitapsýz Kitapçý Ramis’ten çýkýyor. Bilmiyor muyum? Sözde komþuyuz. Ýnsan konuþacaðý lafý bilir. Öðürmesini bilmeyen acemi köpek sürüye kurt getirir. Kendisi takmýþ kafayý bu karýlara. Yüz dolara da anlaþmýþlar. Bu kýzlarýn bir pezevengi varmýþ. Adam kýzlarý dükkâna getirmiþ. Hem de gündüz gözüyle. Bunlar utanmayý sýkýlmayý býrakmýþlar. Ýþi iyice edepsizliðe dökmüþler. Kýzlarla oturmuþlar sote bir yere. Dört sandalye bir sehpa çekmiþler. Açmýþlar biralarý. Karýsý gelmiþ bu salaðýn tabii. Neredeyse iþ üstünde yakalanacak salaklar. Hevesi kursaðýnda kalmýþ. Kitap okuyorduk diyormuþ. Nah... Karýsý inandý mý sanki? Karýlarla yakalanmýþ ya kitapçý tayyare þimdi sümsük sümsük geziyo. Bir þey olmamýþ gibi.

Piç Ömer araya giriyor:
-     Aynen fan fin fon tabii...

Kalafatýn Hasan:
-     Nüsret, karýlar güzel mi ulan hakikatten. Bizim dükkâna da getirin oðlum. Çaydanlýk, çanak, porselen tabak falan bakarsýnýz birlikte.

Nüsret:
-     Ulan piç. Bak gördünüz mü? Aðzýndan çýkaný kulaðýn duymazsa böyle olur iþte. Adýmýz sayende pezevenge çýktý. Müþteri bile bulduk. Aha bak da gör. Porselenmiþ, tabakmýþ... Bana ne kardeþim? Bana ne elin Rus’undan, gavurundan?

Piç Ömer:
-     Nüsret! Sus biraz ya... Önce ben olan biteni anlatayým, yalaným varsa sen düzeltirsin.

Nüsret:
-     Anlat, ama adam gibi anlat. Kimseye de iftira atma.

Piç Ömer:
-     Benim Kitapçý Ramis’ten haberim yok. Ben Rus karýlarýný Hacý Faik’in dükkânýna götürmüþler diye duydum. Hükümetin karþýsýndaki, beyaz eþya sattýklarý dükkâna... Biralarý açmýþlar. Sözde muhabbet baðlayacaklar. Konuþacak muhabbet olsa ne âlâ. Kýzlar tek kelime bile Türkçe bilmiyor. Bizimkiler söylüyor. Onlar sadece gülüyormuþ. Kim ne söylüyor, neye gülüyor belli de deðil. Akþam olacak da dükkâný kapatacaklar, çýkýp birlikte bir yerlere gidecekler. Daha akþama yýl var. Dükkâna müþteri geliyormuþ, bakan, eden yok. Müþteriyi kim takar. Neredeyse Rus karýlarýn aðzýnýn içine düþecekler. Faik’e kalsa dükkaný öðlen vakti kapatacak ama hem hacý torunu, hem de bütün esnaf zaten bunlarý dikize yatmýþ... Çarþýnýn diline çerez olup esnafa kýrk günlük eðlence olacaklar. Topal Hasan’la Ocakçý Mehmet hemen kurmuþlar kumpanyayý. Ýkide bir kepçe kulaklý çýraðý dükkâna gönderiyorlarmýþ. “Abi bir þey iççeniz mi? Bir isteðiniz var mý? Boþlarý almaya geldim,” bahanesiyle çocuk olan biteni dikiz ediyormuþ.

Meyhanecinin çýraðý Hüseyin durur mu? Atýldý:
-     Bilmez miyiz? Çarþýnýn kýrkayaklarý. Sopalýk adamlar, tam sopalýk...

Piç Ömer:
-     Öf be Hüseyin be... Sazan gibi atlamasan olmaz. Ýkide bir böyle yýrtýk dondan çýkar gibi çýkarsanýz anlatmam valla. Mevzunun içine etmeden dinlemeyi öðrenemediniz gitti.

Piç Ömer darýlýr gibi yapýnca bir kahkaha daha koptu:
-     Sen ona uyma Ömer, býrak þu boþboðazý. Anlatmaya devam et.

Ömer yeniden baþladý:
-     Çaycýnýn çýraðýndan kurtulamadan Ercüment çýkýp gelmiþ. Berber dükkânýna koþup “Faik’in dükkâna Nataþalar geldi,” diye kuþu uçurmuþlar tabii. Faik’le Ercüment ta çocukluktan sýký arkadaþ. Yedikleri lokma, içtikleri su ayrý gitmez. Neyse, Ercüment de oturmuþ, bir-iki bira içmiþ bunlarla. Kalkýp gitsin diye bekliyorlar. Ne gezer. Gitmek bir yana, tam tersine yengelere müsaade edin de biraz da bizim dükkânda otursunlar diye tutturmuþ. Ýzzet ikramda bulunayým, bizim mekânýmýz da biraz þenlensin. Erkek berberinde güpe gündüz üç tane Nataþa nasýl oturacaksa? Resmen bütün kasabaya reklam olacaklar. Bit kadar akýllarý da yok. Faik, olmaz, ayýp falan deyince Ercüment delirmiþ. Yicem mi lan sizin misafirlerinizi, diyormuþ. Kýzýlca kýyamet kopmuþ. Sonrasýný bilen, eden yok. Ýtiþ kakýþ iki arkadaþ dükkândan dýþarýya çýkmýþlar. Baþlamýþlar sokakta dövüþmeye. Kýzlar bir korkmuþ ki sormayýn. Ne olup bittiðini de zaten anlamamýþ yavrucaklar. Neyse, komþu esnaf yetiþip Faik’le Ercüment birbirlerini iyice paralamadan ayýrmýþ. Komþular yetiþip ayýrýncaya kadar da bu iki salak birbirinin aðzýný burnunu epey kýrmýþ. Ulan gavurun kýzý için niye kavga ediyorsunuz? Sanki nikahlý karýlarý. Cahillik iþte. Görmemiþlik. Eee bir de azgýnlýk, kudurmuþluk var...

     Nüsret:
-     Ben de bu meseleyi aynen Ömer’in anlattýðý gibi duydum. Ama kavgayý gözümle görmedim. Ömer yine her zamanki gibi piçlik yapýp çamuru illa benim üzerime sýçratmaya çalýþtýðý için kýzýyorum. Benim Nataþalarla ne iþim olur.

Piç Ömer kendisine piç dendiði için hiç kýzmazdý. Zaten kavgacý biri de deðildir. Bizim mekânýn kýrk yýllýk meddahýdýr. Bize yaranmak elbette kolay deðildir. Adam hikâyeler anlatýr, “Çok kafa ütüledin bu akþam yine,” diye kýzarýz. Susar, “Dut yemiþ bülbül oldun,” diye takýlýrýz, rahat vermeyiz. Saðdan soldan laf atýp onu konuþmaya zorlarýz. Piçtir miçtir ama kahrýmýzý da çeker. Ömer’in piçliði de ayrý bir hikayedir. Çocukken çok yaramazmýþ. Bütün sokaðýn canýna okur, kimseye amanlýk vermezmiþ. Babasý rahmetli Bakýrcý Rüstem “Çocuk deðil, illet, hatta nalet bu. Ben dövmekten usandým. O dayaktan uslanmadý. Köpek gönü bunun derisi. Dayak falan iþlemiyor. Ýki saat dövüyorum. Sanki caný yanan o deðil. Geçip karþýma bir þey olmamýþ gibi sýrýtýyor,” dermiþ.

Ömer çocukken hakikatten sokaðýn baþýna belaymýþ. Havaya taþ atýp altýnda duranlardan iþte... Bahçelerde taþlanmamýþ aðaç, kuyruðuna teneke baðlanmamýþ kedi-köpek býrakmazmýþ. Ömer ile ilgili anlatýlanlar beþ-on dakikada bitecek gibi deðil. Anasýnýn kýyafetlerini giyip komþulardaki kadýn mevlitlerine gitmeler, kýna gecelerine girip kýzlarý çimdiklemeler, daha neler neler. Ömer’in adýnýn önüne Piç unvanýnýn kazýnmasý ise bambaþka bir olaydýr. 1979 senesinde sað ve sol olaylarýnýn iyice azdýðý, kahvelerin, dükkânlarýn tarandýðý, bombalandýðý zamanlarda Ömer’in cami yanýndaki Ýhtiyarlar Kahvesi’ni bombalamasý hâlâ konuþulur.

Ömer bahçeden aldýðý çamuru yuvarlayýp çimento kaðýtlarýna sarmýþ. Çimento kaðýdýna sarýlý çamurlarýn üzerine de dinamit lokumu gibi görünsün diye kýnnaplar baðlamýþ. Bakkaldan aldýðý çatapatlarýn fitillerini söküp dinamite benzettiði çamur rulosunun kýyýsýndan içeri sokmuþ. Fitilleri tutuþturup kahvenin kapýsýndan içeriye fýrlatmýþ. Yaþlý amcalar kendilerini kahveden dýþarý atabilmek için birbirini ezmiþler. Kapýlarý, pencereleri kýrmýþlar. Tabi fitiller yanýp bitmiþ ama patlama falan olmamýþ. Olayýn þaka olduðu anlaþýlýncaya kadar adamcaðýzlarýn bir kýsmý neredeyse kalp krizinden telef olacakmýþ. Altýna kaçýranlar bile olmuþ. Ýþte bu olaydan sonra Ömer’in adý Piç Ömer’e çýkmýþ.

Ses kaydýnda Piç Ömer’in kasaba magazini olarak anlattýðý olaylar zaman zaman kadeh, çatal, kaþýk, býçak sesleriyle, Bekir’in çýraðý Hüseyin’e verilen sipariþlerle kesintiye uðrasa da anlaþýlýyordu. Nataþa kavgasýndan sonra sohbet hiçbir masada belli bir konuya odaklanmadan, Mavra Meyhanesi’nin alýþýlmýþ sesleri olarak sürüyordu.
-     Hüseyin! Oðlum, bize bir büyük daha aç. Bir de tarator getir.
-     Boþ tabaklarý al, biraz turþu getir. Arnavut ciðer kaldý mý?
-     Bize güzel bir palamut yap. Ortaya da kocaman bir salata...
-     Hadi arkadaþlar þerefinize. Ýçelim güzelleþelim icabýnda...
-     Avrupa Birliði’ne bizi almazlar abi. Alsalar da biz girmeyelim anasýný satayým. Gelip onlar yalvarsýn kapýmýzda. Bizi de Türk Birliði’ne alýn diye gelip ayaklarýmýza kapansýnlar.
-     Helal, Adanalý Celal... Niye yalvarcak oðlum bize... Niye yalvaracak yani. Mokumuzda boncuk mu var. Kýrk yýldýr her türlü cambazlýðý yapan biz deðil miyiz? Almanya’ya kapaðý bir atsam rüyalarýný Hollandalý gençler mi görüyor?
-     Osman Abim doðru söylüyor. Gül gibi gençlerimiz üstüne para verip Almanlarýn yaþlý karýlarýyla evleniyor. Niye? Almanya’da kalayým. Çalýþma izni, oturma izni alayým. Yaa...
-     Doðru diyon ama gücüme gidiyor be abi.

Avrupa Birliði geyikleri sürerken meyhaneye Baretta Tayfun geldi. Darbukanýn “güüüm, güümm tek teek güümm,” sesleri meyhaneyi kaplýyor, herkes Baretta’yý kendi masasýna çaðýrýyordu. Kadehler çýnlýyor, Mavra sakinlerinin alkol seviyelerinin artýk sesi yalpalatan, dili dolaþtýran bir düzeye eriþtiði konuþmalardan net olarak anlaþýlýyordu. “Dönülmez akþamýn ufkundayým” ile baþlayan meyhane korosu Güz Gülleri þarkýsýyla sürüyor, þarkýlar çoðaldýkça koronun repertuarý zevk bakýmýndan Makber’e kadar yükselip “Neremi neremi” bayaðýlýðýna kadar iniyordu.

Ses kaydedici o gece gerçekten tam bir Mavra Meyhanesi atmosferini yakalamayý baþarmýþ gibi görünüyordu. Uzakta olsam bu meyhaneyi özler miyim? Burada biraz da mecburiyetin yarattýðý bu akþamlarý arar mýyým? Bilmiyorum.

Küçük kasabalarda yaþayan insanlarýn sürekli takýldýklarý mekânlar, sýkýntýlarýný, sevinçlerini paylaþmaya hazýr dostlarý vardý. Bu dar kavis zaman zaman bizi boðsa bile, içimizde baþka yerlere kaçma isteði uyandýrsa bile, kolay vazgeçilebilir deðildir. Böyle çevrelerde yoksulluðun da, zenginliðin de, dostluðun da, düþmanlýðýn da kendine özgü birer anlamý vardýr. Suç ortaðý gibi her olayda birbirimizi korur, sahip çýkarýz. Sýradan olaylarýn zamanla doldurulduðu kocaman bir anýlar sandýðýný birlikte taþýr, birbirimize sarýlýrýz.

Aralýk 2004
Seyfullah



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.


Yazarýn öykü ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Tabanca
Saman Altýndan Aþk Yürürse
Raký Þiþesine Ejderha Olduk
Gökçeada 3
Ben Ýþin Kitabýný Yazmýþtým
Sokarým Seni Þalvarýma Çýkarýrým Tozpembe
Öyle Pat Diye de Ölünmez ki
Güvercinli Yazý - 1
Çaki, Çakmak, Býcak, Tarak
Emekleye Emekleye Emekli

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Baþka Türlü Bir Þey [Deneme]
Canan [Deneme]
Aþký Anlatmak Haksýzlýktýr [Deneme]
Zaman Sen Yalansýn [Deneme]
Nisan"ýn Þuçu [Deneme]
Bahar, Badem, Çocuk [Deneme]
Sonbaharý Hüznün Rekleri Boyar [Deneme]
Mevsim Türlüsü 2 [Deneme]
Bir Fýrtýna Tuttu Bizi [Deneme]
Delikanlýyý Bozan Yazýlar [Deneme]


seyfullah ÇALIÞKAN kimdir?

Ben yazar falan deðilim. Yazma eðilimli biriyim. Durumum henüz tedavi gerektirecek kadar kronik hale gelmedi. .

Etkilendiði Yazarlar:
Bilmiyorum,


yazardan son gelenler

bu yazýnýn yer aldýðý
kütüphaneler


yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © seyfullah ÇALIÞKAN, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.