14 Ekim 1994…gri ve puslu Ankara’nýn bir o kadar flu görünümlü,soðuk duvarlarýna malik salaþ bir yetimhanenin 2.kat 213 no’lu odasýnda kaldýðýmýz zamanlar…bu kat,diðer çocuklara nispeten biraz daha büyük yaþlarda olan kiþilerden müteþekkil…o dönemde yetimhanenin en kýdemlisi Selçuk…benden 2 yaþ büyük olmasýna raðmen beynimin þekillenmeye baþladýðý zamandan beri hep beraber olduðum,ülfet ettiðim,ihvan bellediðim dostum…servi kamet, geniþ omuz,yürüyüþü adeta ölümü korkutan,pejmürde görünümlü hülasa dýþarýdan bakan göz için ilk anda heyula gibi gelen ve fakat yüreði karýncayý dahi incitmeyecek tarzda rikkat…Türkiye’de ki yetimhanelerin yönetmeliðine göre; 18 yaþýna geldiðinde eðitim-öðretim hayatýn devam etmiyorsa sana kalacak yer olarak dýþ kapý gösterilir…bu “dýþarýdaki kapý” diye adlandýrdýðýmýz, “yeþil yol” emsalindeki yerler içinde en kötüsü, herhangi bir köprünün altý, en konforlusu ise penceresi,kapýsý olmayan metruk bir mahalden maada bir yer deðildir…hoþ býyýklarýn terlemeye baþlayýp,baharýnýn baþýna vurduðu lise baþlangýcý çaðlarýnda puslu havayý seven kocamýþ kurtlar açgözlerle seni beklemekte,kandýrmak için en zayýf yanýn,yumuþak karnýn olan “para ve kadýn”dan putlarý önüne sunmaktadýr…Selçuk,okul hayatý ile barýþýk olmayan birisiydi…lise 2. sýnýfa kadar direnebildi ve Jack London tadýnda okul hayatýna siktiri çekti…diðer kardeþlerimizi kandýran ve onlarý en habis iþlerinin baþrol oyuncusu yapan kurtlarýn peþine de takýlmadý…sürekli hayal aleminde gezinir, “yarýn “ denizinde yüzebilmeye çalýþýrdýk…ne zaman geleceðe dair hasbihale baþlasak,siyah-beyaz filmlerin vazgeçilmez konsepti olan pembe panjurlu eve öykünerek, pembe olmasa da,panjuru olmasa da en azýndan 2 göz odadan müteþekkil bir ev tahayyül ederdik, ikimize ait…ve hayalimizin vazgeçilmezleri;ben üniversite sýnavlarýný kazanacaktým…gündüz okula gidecek, akþamlarý part-time bir iþ de çalýþacaktým…Selçuk, alnýndan çýkan ifrazatýn son damlasýna kadar akýtabileceði, helal kazançlý bir iþ bulacaktý…kardeþlerimize evimizi göstererek onlara kýsa yoldan deðil de,emek vererek ayakta kalýnýlabileceðini,baþarýlabileceðini gösterecektik…1 yýlý aþkýn bir süredir dilimizde pelesenk olan bu mülahazalarýn hayata geçmesi için ilk adým üniversite sýnavýný kazanmaktý…zaten Selçuk’un da 18 yaþýnýn dolmasýna az bir vakti kalmýþtý…her ne kadar istisnai hallerde idarenin uygun görmesi ve yeterli kontenjanýn olmasý durumunda bir müddet daha kalabilecek hakka sahip olmasýna raðmen, biz üniversite sýnav sonuçlarý açýklanýr açýklanmaz ayrýlmak istiyorduk…bu düþünceler zaten varolan hýrsýmý daha da törpülüyordu…ama ne olduysa Selçuk son günlerde dalgýn görünüyordu…geceleri hayli geç yatýyordu,gündüzleri de bir o kadar geç kalkýyormuþ…acaba paylaþ(a)madýðý bir sýkýntýsý mý var dý? Yetimhanemizin yan tarafýnda bir lise vardý…belki benim okulda olduðum zaman zarfý içerisinde yüreðinin zembereðini kuran biriyle karþýlaþmýþtý…peki, öyle olsa neden paylaþmasýn dý ki? Acaba utanýyor muydu?... “ son zamanlardaki bu kendinden bezmiþ,sýkýlgan tavýrlarýnýn bir manasý,nedeni var mý?” diye bir çok kez sorduðumda “yookk”, “ya ne olacak ,yok bir þey” tarzýnda cevaplar alýyordum …belki de okulunun olmamasý,ya da çalýþmýyor olmasý,haliyle uðraþacak meþgalesinin bulunmamasýndan dolayý kýsmi bir sýkýlganlýktýr diye fazla da üstüne gitmek istemedim…o meþum gece,mutat olduðu üzere ben ranzamda ders çalýþýyorum, Selçuk’ta kendi yataðýnda elinde kaðýt, kalem bir þeyler yazýp çiziyordu…derse ne kadar kaptýrdýðýmý sonradan anýmsýyorum, birden “hakkýný helal et” diye bir sesle irkildim…dönüp baktýðýmda Selçuk ayakta,kendi dolabýnýn önünde, elinde,boðazýna dayanmýþ bir þekilde duran býçaðýyla bana bakýyordu…hemen hamle yapýp önlemek istedim fakat o kudrette bir insanýn elinden o býçaðý almak imkansýzdý…o anda neler düþündüm,neler hissettim hala anýmsayamýyorum…hatýrladýðým yegane þey, bir vücuduma sirayet etmiþ kanlara,bir yere yatmýþ Selçuk’un yüzüne baktýðýmdý…
bu elim hadisenin ardýndan yýllar geçti…bize kalan,her 14 Ekim’de olduðu gibi hala tesadüf eseri de olsa yaþýyor olabilen diðer kardeþlerimle toplanýp Karþýyaka Mezarlýðý’na gitmek,Selçuk’un bana yazdýðý son mektubu defalarca okumak ve tüm kanýksanmýþlýklara raðmen gene de ufak çaplý bir isyan edip “aman ölüm zalým ölüm üç gün ara ver” diye sözleri olan Selanik Türküsünü terennüm etmek…