..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Tarih, hiçbir zaman orada bulunmamýþ kiþiler tarafýndan anlatýlan hiçbir zaman olmamýþ olaylarla dolu bir yalan. -Santayana
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Ýnceleme > Sanat ve Sanatçýlar > Fýrat KÜÇÜK




19 Mayýs 2004
Batýdaki Doðulu Yazar : Amin Maalouf  
Fýrat KÜÇÜK
Amin Maalouf’un yapýtlarý üzerine yapýlan bu çalýþma bir inceleme çalýþmasý deðildir. Tamamen, bir okuyucunun severek okuduðu bir yazarý tanýtmaya çalýþmasýndan ibarettir.


:ECHD:

BATI’DAKÝ DOÐULU YAZARA DAÝR
KENAR ÇIKARMALARI

“Dünya sadece bir ev deðil, ayný zamanda
her çeþit macera için bir baþlangýç noktasýdýr.”
- Amin Maalouf -
Giriþ
Ýlk okuduðum roman hangisiydi diye zaman zaman düþünüyorum. Hatýrlamýyorum. Bazý isimler, yazarlar, kahramanlar takýlýyor aklýma. Ýþte buydu, yok o deðil þuydu gibi akýl oyunlarýndan sonra bir sonuç elde edemiyorum.

Üniversite yýllarýmda güzel bir alýþkanlýk edinmiþtim : Okuduðum romanýn (veya baþka türden herhangi bir kitap) yazar, yayýnevi, basým tarihi gibi dýþ yapý öðelerini küçük bir deftere kaydediyordum. Bunu birkaç yýl devam ettirebildim.

Okuduðum romanlarla ilgili þunu itiraf etmeliyim : Bunlarýn kendi dünyamý oluþturmada, duygu, düþünce ve hayallerimi biçimlendirmede ciddi bir etkisi olmuþtur. Bazen bu durumla ilgili sorular takýlýyor aklýma : Baþka bir insanýn (yazarýn) yazmýþ olduðu hayal ürünü kurgular nasýl oluyor da bir baþkasýnýn biçimlenmesinde etkili olabiliyor? Bir yazarýn söyledikleri sanýrým bu durumda oldukça geçerli : “Ben, okuduklarýmýn bir toplamýyým...”
Peki, ya hiç okumayanlar neyin toplamý?
Söz romandan açýlmýþken þunu da söylemeden geçmek istemiyorum : Okuduðum romanlarýn sinema veya TV’ye uyarlanmasýndan hoþlanmýyorum. Çünkü Romanlardaki kahramanlarýn, mekanýn, olay örgüsünün hatta kahramanlarýn seslerinin kendi hayal dünyamda bir biçimi var. Ve sinema bu biçimlerimi deforme ediyor. Bu tür yapýmlarý izlemek istemiyorum, ancak merakýma da yeniliyorum her daim.
Sinema – edebiyat – roman iliþkisinden bahsederken Amin Maalouf’un yapýtlarýnýn çok rahat bir þekilde sinemaya uyarlanabileceðini düþündüm. Ýþte Semerkant, Afrikalý Leo, Tanios Kayasý, Iþýk Bahçeleri, Yüzüncü Ad...Hepsi de bir anda birer sinema senaryosu olmaya hazýr...
Üniversite yýllarýmda tanýþtýðým Amin Maalouf’un özellikle romanlarýndaki tarih – edebiyat buluþmasý, doðuyla batý arasýndaki yolculuklar, dil ve anlatým - burada çevirmenlerin de hakkýný vermek gerekiyor – o yýllardan sonra da onun yazýn serüvenini izlememe neden oldu.
Bu çalýþmayla da onu ve yapýtlarýný sizlere (özellikle öðrencilerime) sýnýrlý sayýlabilecek bir çerçevede de olsa tanýtmak, sizlerle yapýtlarýnýn özeti sayýlabilecek anekdotlarý paylaþmak istedim... Amin Maalouf’un yapýtlarý üzerine yapýlan bu çalýþma bir inceleme çalýþmasý deðildir. Tamamen, bir okuyucunun severek okuduðu bir yazarý tanýtmaya çalýþmasýndan ibarettir.
……..          
1949’da Lübnan’nýn baþkenti Beyrut’ta doðan Amin Maalouf yüzyýllar önce gelip Lübnan daðlarýna yerleþmiþ ve o zamandan bu yana dünyanýn dört bir köþesine yayýlmýþ olan Güney Arabistanlý bir ailedendir.
Ailesi genel itibariyle Lübnanlýlardan oluþsa da soyunda deðiþik ýrklardan kiþilere de rastlanýr. Örneðin; büyükannesi bir Türk ve kocasý da bir Mýsýrlý...
Annesi koyu bir Melki (Hýristiyanlýk’ta bir mezhep) olan Maalouf’un babasý Protestan’dý. Annesi, oðlunu kültür deðerlerini kaybetmesin diye Cizvit papazlarýnýn Fransýz okuluna gönderir ve böylelikle Maalouf küçük yaþlarda Fransýzca öðrenme fýrsatý bulur.
Amin Maalouf üniversitede sosyoloji ve iktisat öðrenimi görmesine raðmen aile geleneðine uyarak gazeteci olur. Beyrut’ta En-Nahar adlý gazetede çalýþmaya baþladýktan sonra altmýþtan fazla ülke dolaþýr. Genellikle bu gezileri hep savaþ zamanlarýna dek geldiðinden ileride yazarlýk kariyerinde kullanabilmek için bolca malzeme edinir. 1975 yýlýnda Lübnan’da karýþýklýklar çýkýp da 1976’da iç savaþ patlak verince Maalouf karýsýný ve çocuklarýný alarak Paris’e gider. Maalouf neden baþka bir yere deðil de Paris’e gitmiþ olduðunu daha çocuk yaþta öðrendiði Fransýzca’yý ana dili gibi biliyor olmasýna baðlar.
Paris’te de gazetecilik yapmaya baþlayan Maalouf, Jeune Afrique ve En-Nahar Ýnternational gazetelerinde çalýþýr. 1983’te bir tarih kitabý niteliðinde olan ilk kitabý Araplar’ýn Gözüyle Haçlý Seferleri’ni yayýmlar. Ve ardýndan 1986’de ilk romaný Afrikalý Leo’yu yayýmlayarak Fransýz-Arap dostluk ödülünü kazanýr. 1988’da Semerkant, 1991’de Iþýk Bahçeleri, 1992’de Beatrice’den Sonra Birinci Yüzyýl ve 1993 yýlýnda Tanios Kayasý’ný yayýmlayan Maalouf bu kitabýyla edebiyat dünyasýnýn önemli ödüllerinden olan Goncourt Ödülü’nü alýr.
Maalouf, Goncourt Ödülü’nden duyduðu sevinci þu þekilde belirtir: “Lübnan’dan Fransa’ya sadece elimde bir bavulla geldim, ama þimdi öncesinde çocuklar gibi hayalini kurduðum Goncourt’un sahibiyim.”
Ayrýlýþýndan sonra ilk kez 1994’te Lübnan’ý ziyaret eden Maalouf bu ziyaretin ardýndan kafasýnda yeniden canlanan bir tanýþmadan esinlenerek yazdýðý Doðunun Limanlarý adlý kitabýný 1996’da yayýmlar. 1998’de Ölümcül Kimlikler adlý denemesiyle büyük yankýlar uyandýran Maalouf daha sonra 2000’de Yüzüncü Ad isimli romanýný yayýmlar. Son olarak ise Finlandiyalý müzisyen Kaija Saariaho’nun bestelediði opera için Uzaktan Aþk adlý ilk librettosunu yazar.
Maalouf yazarlýðý seçerek aile geleneðini sürdürmüþ denilebilir. Babasý da bir gazeteci olan yazarýn, büyük büyük dayýsý 1848’de Molier’i ilk kez Arapça’ya çevirip Osmanlý Tiyatrosu’nda oynatan kiþidir.
Maalouf görünüþte bir Hýristiyan olsa da kendi deyimiyle her türlü inanç sisteminin dýþýnda yer alýr. Bu da ona olaylara yaklaþýrken objektif olmada yardýmcý olur.
Kitaplarýnýn hemen hepsinde doðu motifi üzerine çalýþan Maalouf, doðunun tarihindeki çarpýcý olaylarý da romanlarýnda kullanýr. Aslýnda tüm kitaplarý bir sürgün ve gurbet öyküsüymüþ gibi olan Maalouf sýkýntý vermeden öyküsünü anlatýrken kendi düþüncelerini de kahramanlarý aracýlýðýyla okuyucuya ulaþtýrýr.
Afrikalý Leo’da Hasan el Vezzan, Iþýk Bahçeleri’nde Mani, Semerkant’ta Hayyam, Doðunun Limanlarý’nda Kitabdar, Tanios Kayasý’nda Tanios, Yüzüncü Ad’da da Baldassare adlý kahramanlar tarihin süregelen dil, din, ýrk, renk, cinsiyet ayrýmýna ve ne olursa olsun insanlar arasýnda varolan her ayrýma karþý uðraþlar vererek Maalouf’un dünyalýlaþma (küreselleþme) konusundaki görüþlerine destek verirler.
Maalouf’un kitaplarýný Türkçe’ye kazandýran çevirmenler:
M. Ali Kýlýçbay          Araplarýn Gözüyle Haçlý Seferleri
Sevim Gündüz Raþa           Afrikalý Leo
Esin Talu Çelikkan      Semerkant, Iþýk Bahçeleri, Beatrice’den Sonra Birinci Yüzyýl,
Doðunun Limanlarý, Tanios Kayasý
Aysel Bora                Ölümcül Kimlikler
Samih Rifat                Yüzüncü Ad, Uzaktan Aþk
Amin Maalouf’un Türkçe’deki çevirilerine bakýldýðýnda genel olarak baþarýlý çeviriler olduðu belirtilebilir. Ancak, Ölümcül Kimlikler adlý deneme kitabýnýn okuyucuyu dili konusunda zorladýðýný belirtmek gerekir. Her þeye raðmen bu kitap, içeriði sayesinde okunmayý hak ediyor.
Zamanýnýn çoðunu kitap yazmakla geçiren Maalouf’un Paris’te bir evi olmasýna raðmen kitaplarýný Channel adalarýndaki küçük bir balýkçý kulübesinde yazmayý tercih ettiðini ve 1997’de Ýstanbul’da her yýl düzenlenen TÜYAP KÝTAP FUARI nedeniyle ülkemize geldiðini de not düþelim...
- I -
ARAPLAR’IN GÖZÜYLE HAÇLI SEFERLERÝ
(1983)
Amin Maalouf’un yapýtlarý arasýnda yer alan Araplar’ýn Gözüyle Haçlý Seferleri onun inceleme-araþtýrma alanýndaki ilk ve son çalýþmasý. Bu kitabýnda haçlý seferlerini, Arap tarihçilerinin yazmalarýndan yola çýkarak yorumlar. Bunu yaparken de Arap kaynaklarýndan elde ettiði belgelerden yararlanýr. Maalouf, bu belgelerdeki bilgileri kendi yorumuyla sentezleyerek okuyucuya sunar.

Yazar, iki yüzyýl (1096-1291) süren Haçlý Seferleri'ni ve Orta Doðu'daki Batýlý güçlerin iþgalini anlatýrken bu bölgenin güncel durumuna da ýþýk tutmaya çalýþýr. 1096 yýlýnda baþlayan seferlerde Türk, Kürt, Arap emirlerinin kiþisel eðilimlerini, kültür yapýlarýný, zaaflarýný görüp, Haçlýlar'ýn Orta Doðu'da iki yüzyýl kalýþlarýnýn nedenlerini her seviyeden okuyucunun anlayabileceði biçimde anlatýr.

XI. yüzyýlýn Orta Doðu'suna gezintiye çýkmak isteyenler :
Ýþte yolculuk baþlýyor. Tarihe bakýþ yönünüzü deðiþtirecek olan bu kitabý okuduktan sonra tarih hakkýnda bilmediðiniz bir yýðýn bilgi de edineceksiniz.
- II -
AFRÝKALI LEO
(1986)
Benim Arapça, Türkçe, Kastilya dili, Berberi dili, Ýbranice, Latince, sokak Ýtalyanca’sý konuþtuðumu duyacaksýnýz; çünkü bütün diller ve dualar benim dillerim ve dualarým, fakat ben hiçbirine ait deðilim. Ben yalnýzca Tanrýya ve dünyaya aidim ve yakýnda bir gün yine ara döneceðim”.
Afrikalý Leo’nun ilk sayfasýnda karþýlaþacaðýnýz bu sözler tüm kitabý özeti sayýlýr. Gerçek bir yaþamdan çýkarýlmýþ bir öykü olan bu kitapta Endülüslü bir tüccarýn hayatý anlatýlýr. Kahramanýmýzýn asýl adý Hasan olmasýna raðmen romanda bir kaç kez ismi deðiþir.
1489’da Granada’da (Ýspanya) doðan Hasan; oðluna 1527’ye kadar her geçen yýlý, kendi yaþadýklarýný, anne ve babasýndan dinlediklerini tarihi geliþmelerle birlikte dört kitap þeklinde anlatýr : Granada, Fas, Kahire ve Roma kitaplarý...
1492 yýlýnda Endülüs’ün son kalesi olan Granada’nýn da Kastilyalýlar tarafýndan alýnmasýyla bir uygarlýðýn nasýl yok olduðunun öyküsüyle baþlýyor her þey... Endülüs’te barýþ içinde yaþayan Müslüman, Hýristiyan ve Yahudi halkýn karþý karþýya kaldýðý durum ve bir vataný, bir hayatý býrakýp kaldýklarý yerden nasýl devam etmeleri gerektiði konusunda düþtükleri ikilemler anlatýlýr Granada kitabýnda.
O büyük görkemli uygarlýk Endülüs artýk hiç bir güce sahip deðildir. Çoðu Müslüman olan halk ellerinde yapacak hiçbir þey olmadýðý için gözyaþlarý içinde de olsa evlerini terk edip Endülüs’ten ayrýlma kararý verir. 1494’te kendilerinin de Fas’a göç etmeleriyle Fas kitabýna geçer Hasan.
Bu kitapta Hasan’ýn babasý Muhammet’in mutluluðu yakalamak için verdiði uðraþlar, Hasan’ýn büyüyüp bir hafýz olmasý, bu sýrada en iyi arkadaþý olacak Gelincikle, kýz kardeþi Meryem’in baþýndan geçenler, Hasan’ýn tüccarlýk macerasýnýn baþlangýcý, dayýsýyla birlikte Fas Sultaný’na verdiði hizmetler, Hasan’ýn ilk aþký ve geçirmiþ olduðu ilk evlilik anlatýlýr. Tabi yine tüm bunlarla bir örgü içinde Granada’da yaþanan içler acýsý durum da gözler önüne serilir. Endülüs’te kalan Yahudi ve Müslümanlarýn zorla vaftiz edilmesi daha sonra gerçekten deðil de görünüþte Hýristiyan olduklarý öne sürülerek canlarýna kýyýlmasý, bu olaylardan Fas’taki Endülüslülerin duyduðu üzüntü ve Kastiyalýlarýn yakýnda Fas’a da gelecekleri korkusu kýsaca bu kitaptaki baþlýca olaylar denilebilir.
Hasan’ýn Zervali adýndaki zalim kiþi ve Gelincik ile Meryem’in arasýnda geçenler yüzünden Fas’tan ayrýlmasý ile Fas kitabý da kapanýr ve Hasan’ýn bir sonraki duraðý Kahire olur.
Hasan, Kahire’ye ayak bastýðýnda halk vebadan kýrýlmýþ durumdadýr ve geri kalan halkýn çoðu canýný kurtarmak için bir bir göç etmektedirler. Þans eseri tanýþtýðý bir Kahirelinin evine yerleþen Hasan hem veba tehlikesi geçene kadar Kahire’den ayrýlan ev sahibinin evine göz kulak olacak hem de bu süre zarfýnda hiç bir ücret ödemeden barýnak ihtiyacýný çok iyi bir þekilde karþýlayacaktýr.
Hasan kýsa sürede bir iþ kurar ve bu arada Yavuz Selim’in yeðeni Alaettin’in vebadan ölmesi üzerine dul kalmýþ olan eþi Çerkez güzeli Nur’la bir yakýnlaþmasý olur. Yanlarýnda bir Osmanlý veliahdý, Alaettin’in oðlu Bayezýt’la birlikte maceralý anlar yaþarlar.
Mýsýr’daki Memlük egemenliðine son veren Osmanlý’dan intikam almak ve vataný geri alabilmek için Tumanbay adlý saray katibi ve diðer Mýsýrlýlarýn verdiði mücadele sonrasýnda geliþen olaylar ve bir þekilde Hasan’ýn Roma’ya kaçýrýlmasý ile kahramanýmýzýn Kahire macerasý da son bulur.
Ana kitaba adýný veren Afrikalý Leo, Romalýlarýn Hasan’a taktýðý bir lakap. Papaya bir armaðan olarak sunulan Hasan; öðretmen olur, öðrenci olur, vaftiz edilir, hatta papanýn evlat edinmesiyle soylu sýnýfýna dahil edilir. Tabi vaftiz olunca adý da Giovanni Leonne de la Medicci olur. Fas’tan geliyor olmasý nedeniyle de ona kýsaca Afrikalý Leo denilir.
Roma kitabýnda da böyle baþlar olaylar. Papalýðýn baþýndan geçenler, Fransa, Macar Kralý ve Sultan Süleyman arasýndaki iliþkiler, Leo’nun Maddelena’yla yaþadýðý aþk, çevirmenlik yaparak iliþkilerde oynadýðý rol ve Lutherci’lerin kiliseye baþkaldýrýsý anlatýlýr bu bölümde.
Kitabýn son sayfasýnda þu cümleler yer alýr :
“Sen Roma’da Afrika’lý Leo’nun oðluydun, Afrika’da Rumi’nin oðlu olacaksýn. Nereye gidersen git, birileri sana derinin rengini ve dualarýný soracak.
...............
Ýster Müslüman, ister Hýristiyan, ister Yahudi olsunlar seni olduðun gibi kabul etmeliler ya da seni yitirmeyi göze almalýlar.”
Bu sözleri ve benzerlerini Amin Maalouf’’un diðer kitaplarýnda da sýk sýk duyarýz. Romanlarýnda vermek istediði ve denemesi “Ölümcül Kimlikler”in de ana temasýný oluþturan aidiyet ve kimlik kavramlarý onun tüm cümlelerinde kendini bir þekilde göstermektedir.
Amin Maalouf’un ilk romaný olan Afrikalý Leo 1986’da yayýmlandýðýnda Fransýz-Arap dostluk ödülünü kazanýr.
- III -
SEMERKANT
(1988)
Yýl 1072, Selçuklu Sultaný Melikþah’ýn saltanatý artýk Ýran’ý da kaplamaktadýr...

Ömer Hayyam kýsa bir süre önce Semerkant’a yerleþmiþtir. O, Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün Semerkant’a geldiði sýrada onunla tanýþýr. Nizam, Hayyam’ý bir sene sonrasý için Ýsfahan’a davet eder. Bu tanýþmanýn ardýndan bir yýl geçince Ömer Hayyam Ýsfahan’a doðru yola koyulur. Yolculuðu sebebiyle Kum kentinden geçerken Hasan Sabbah ile tanýþýr. Hasan, Hayyam’ýn o güne kadar tanýdýðý en bilge kiþidir. O da Ýsfahan’a giderek Nizam’dan bir iþ istemeyi planlýyordur. Durum böyle olunca birbirlerine yol arkadaþý olurlar. Hayyam, Ýsfahan’a varýp da Nizam’ýn huzuruna çýktýðýnda kendisinden “sahib-i haber” (casuslarýn baþý) olmasý istenir. Hayyam bir bilim adamýdýr, hafiye olamayacaðýný belirtir. Ancak Nizam’a önerebileceði biri vardýr: Hasan Sabbah.

Nizam bu iþe Hayyam’ý layýk görüyorsa da Hasan’ý kabul etmek zorunda kalýr. Hayyam, Selçuklu’nun malî desteði ile çalýþmalarýný sürdürürken Hasan da Nizamülmülk'ün vazgeçemediði yardýmcýlarýndan biri olur. Ancak Hasan’ýn niyeti Nizam’a hizmet etmek deðil, onun yerine geçmektir. Kýsa sürede Melikþah ile yakýnlaþarak onu Nizam’dan soðutur. Ve yine amacý dahilinde Nizam’la Melikþah arasýna nifak sokmaya çalýþýr, ancak planý ters teper ve Melikþah tarafýndan çöle sürgüne gönderilir.

Bir þekilde çölden kurtulan Hasan, emelleri uðruna mezhep ve kültürlerinin tehlike altýnda olduðunu düþünen bir kýsým Acem halkýný cennet vaadi ile kandýrýr ve ünlü Haþhaþiyun tarikatýný kurar ve Alamut kalesine yerleþir. Bu tarikattaki insanlar, Hasan Sabbah’ýn verdiði afyonla sarhoþ olarak intihar saldýrýlarý düzenlerler.

Hasan’ýn amacý bu tarikat yardýmýyla Nizam ve Melikþah’tan intikam almaktýr. Nitekim müritleri sayesinde Nizam ve Melikþah’ý öldürmeyi baþarýr.

Hayyam’ýn Semerkant’a geldiðinde yazdýðý bir kitap vardýr : “Rubaiyat: Semerkant Elyazmasý.” Bu kitap tüm bu olaylar olurken kiþilerin hayatýnda çok önemli noktalarda rol oynamýþtýr.

Yýl 1873, Ömer Hayyam dünyada yeniden popülerleþmeye, Hasan Sabbah’la birlikte ortadan kaybolan Rubaiyat’ýn kopyalarý da tüm dünyaya yayýlmaya baþlar. Lesage çifti yeni doðan oðullarý Benjamin’e ikinci bir isim olarak Hayyam’a olan hayranlýklarý nedeniyle Omar ( Ömer’in ingilizce yazýmý) adýný koyarlar: Benjamin Omar Lesage.

15 yaþýna gelince kendi ismini taþýdýðý Hayyam’ý merak eden Benjamin onu araþtýrmaya ve Farsça öðrenmeye baþlar. Daha sonra Hayyam’ýn zamanýnda ve kendi çaðýnda insanlarý o denli çok etkileyen “Rubaiyat” ýn peþine düþer. Önce Ýstanbul’a gider, oradan da Ýran’a geçer. Bu sýrada Ýran Þahý’nýn torunu Þirin’le tanýþýr ve ona aþýk olur. Ýran'da bir çok macera yaþayan Benjamin 1910’larda Ýran'daki modernleþme hareketlerine katýlýr. Sonunda bir þekilde “Semerkant Elyazmasý”na ulaþan Benjamin, Þirin’le birlikte Ýran’dan ayrýlýr. Amerika’ya gidiyorlardýr. Bunun için önce Ýngiltere’ye giderler ve oradan da Titanic gemisine binerek Amerika’ya doðru denize açýlýrlar. Ne yazýk ki yaklaþýk bin yýl önce kaybolup, o anda yeniden ortaya çýkan “Rubaiyat” Titanic'in batmasýyla sonsuzluða karýþýr. Benjamin ve Þirin bir þekilde kurtulurlar. Baþka bir gemiyle Newyork’a ulaþtýklarý zaman limandaki karýþýklýkta týpký Rubaiyat gibi Þirin de sonsuza dek kaybolur gider.

Maalouf’un yapýtýnda bu üç önemli kiþiyi (Nizamülmülk, Ömer Hayyam ve Hasan Sabbah) kullanmasýnýn nedeni Hasan Sabbah sayesinde ciddi þekilde ölümcülleþtirilen mezhep aidiyetini vurgulamaktýr. Haþhaþiyun tarikatýndaki insanlar diðer tüm aidiyetlerini (dil, vatan, ýrk, hatta din) bir kenara iterek kimliklerini sadece mezhepleri Þiaya göre belirlemiþ ve mezhepleri farklý olduðu için kendi kardeþlerini bile öldürebilecek birer katile dönüþmüþlerdir.

Maalouf bu romanda tüm olanlarý Benjamin’in anlatýsýyla aktarmaktadýr. Tarihe damgasýný vuran üç önemli þahýs ve 20. yüzyýl baþlarýnda Ýran’da gerçekleþen modernleþme çabalarý bu romanýn esas temasýný oluþturmaktadýr.
- IV -
IÞIK BAHÇELERÝ
(1991)
“Beden bir katýrdýr, binicisi akýldýr.
Hayvaný doyurmak için ara sýra durmak gerekir ama
durulacak yeri, zamaný seçmek hayvana ait deðildir.
Hayvanýn isteklerine uyan biniciye lanet olsun!..” – Mani -
3. yüzyýlda yaþayan Mani, Manicilik dininin kurucusudur. Çýkýþ noktasýna ve düþüncelerine bakýldýðýnda: Mani’de tebliðleri yozlaþtýrýlmýþ bir peygamber olabilir mi acaba demekten alýkoyamýyor insan kendini...
Bir çok tanrýya inanýlan Ktesiphon kentinde Parthlý bir prens olan Pattig en doðruyu arayýp gerçekten iyi bir inanan olmak ister. En çok bilgelik tanrýsý Nabu’yu sever...
Pattig bir gün bu tanrý için yapýlan bir törende taþýnan putun kýrýlmasýna sebep olan Palmyralý Sittay ile tanýþýr. Sittay’ýn düþüncelerinden çok etkilenen Pattig doðru yola ulaþmak için onun peþinden gitmesi gerektiðine inanýr. Sittay onu doðru hayata ulaþtýracak, ancak Pattig de bunun için hayatýndaki bir çok þeyden vazgeçecektir, üstelik hamile karýsýndan bile...
Sittay insanýn ruhunun terbiye edildiðine inanýlan Nasrani bir tarikata mensuptur. Her türlü dünyevi eðlenceden uzak, üzerlerine beyaz elbiseler giyen ve geçimlerini pazarcýlýk yaparak saðlayan çok katý bir tarikattýr bu. Pattig yaptýðýnýn doðru olup olmadýðýndan emin deðildir ancak o; iyi biri, gerçekten iyi biri olmak istiyordur ve bu yüzden bu tarikata katýlmaya karar verir. Tarikat’ýn kuralýna göre Pattig’in doðacak olan çocuðu erkek olursa, annesinden kopartýlýp kendi yanlarýna alýnacaktýr. Nitekim çocuk erkek olunca onu almak isterler ve emzirme çaðý bitince onu alýrlar.
Bu bir ayaðý aksayan çocuðun adý Mani dir. Tarikatta büyütülürken hiç bir zaman onun Pattig'in babasý olduðunu öðrenmez. Her zaman en terbiyelisi, en iyisi ve en zekisi olur tarikatýn. Mani tarikata bebek yaþta alýnmýþtýr, ancak Malchos adýnda hýnzýr bir genç, kaza eseri Tarikat yakýnlarýnda babasýyla yaptýðý bir yolculuk sýrasýnda babasýnýn ölümü nedeniyle gelmiþtir oraya. 15’ine kadar da orada kalmasý gerekmektedir. Yaptýklarý nedeniyle sürekli cezalandýrýlan Malchos bir gün aldýðý cezayý Mani'nin yardýmýyla hafif bir þekilde atlatýr. O günden sonra Mani’ye olan minnet borcunu ödeyebilmek için sürekli onun yanýnda dolanmaya baþlar.
Mani onunla hiç konuþmaz, ama daha sonra o da Malchos'u kabul eder ve arkadaþ olurlar. Pazara birlikte gidip gelmeye, mallarý birlikte satmaya baþlarlar. Bu arada Malchos’un yapmýþ olduðu kaçamaklarda tanýþmýþ olduðu bir kýz vardýr. Malchos bu kýzla evlenip bir tüccar olmak istemektedir. Kaçamaklarýnýn bir seferinde Mani de Malchos'la birlikteyken bu kýzla tanýþýr. Daha sonra bu kýzýn babasýyla da tanýþýrlar.
Mani bu kýzýn evinde ressamlýk yeteneðini keþfeder. Okuduðu kitaplarýn sayfalarýný süslemeye baþlar ve bir gün Malchos’la kaçarken yakalanýr, bu þekilde büyük rahiple arasý bozulur.
Malchos 15’ini bitirince tarikattan ayrýlýr ve o kýzla evlenerek uzaklara gider. Mani henüz 12 yaþýndadýr. O sýralar sýðýndýðý bir su birikintisi kenarýnda iken sudaki yansýmasý onunla konuþmaya baþlar. Mani’ye tarikatýn doðru yolda olmadýðýný onun ise doðru yolu insanlara göstermesi için seçildiðini söyler. Mani artýk orada duramayacaðýný anlar, ancak ikizi ona henüz beklemesi gerektiðini söyler. Mani büyük rahibin uyarýlarýna tabi olmuþ gibi davranmaya devam eder, ancak bu arada tarikatýn hiçbir fikrine kulak asmaz. Tabi bu arada sürekli ikizi ile konuþur. Sürekli kitap okuyan Mani, kütüphanedeki tüm týp kitaplarýný okuyarak bir hekimin bilgi seviyesine ulaþýr.
21 yaþýna gelince ikizi artýk onun dünyaya açýlmasý gerektiðini söyler ve Mani tüm engellere raðmen tarikattan ayrýlarak tebliðini yapma yoluna koyulur. En iyi dostu Malchos’u bulup onu da peþine takan Mani, her gittiði yerde insanlarla sohbet ederek kendi düþüncelerini öðütler.
Hekimliði sayesinde Sasani Ýmparatoru Þapur ile iyi iliþkiler kuran Mani kýsa sürede onun danýþmaný ve oðlu gibi sevdiði biri olur. Ona bir çok konuda yardýmcý olur ve o da Mani’ye imparatorluk sýnýrlarý içinde güvenle dolaþýp tebliðini yapma fýrsatý verir.
Mani, Bizans'a yapýlacak sefer sýrasýnda Þapur’un yanýnda bulunmak istemez ve sefer baþarýsýzlýkla sonuçlanýnca da aralarýnda bir soðukluk olur. O güne kadar sarayda yaþayan Mani imparatorluðun baþka bir eyaletine yerleþir. Þapur’la olan iliþkileri iyice zayýflamýþtý artýk. Onun son hastalýðýnda Mani onu tedavi etmek ister, aslýnda o da onu görmek ister fakat Mani’nin dinlerine hakaret ettiðini düþünen müneccimlerin oyunu üzerine Þapur ölmeden önce bir kez daha karþýlaþamazlar. Mani artýk her þeyin çok kötü olacaðýný düþünmektedir. Ancak iþler beklediði gibi gerçekleþmez. Ýmparatorun küçük oðlu Hürmüz tahta çýkacaktýr ve bu Mani için olumlu bir geliþmedir.
Hürmüz tahta çýktýðýnýn ilk günü Behram ve müneccimler tarafýndan öldürülür. Tahta geçen Behram intikam için Mani’yi tutuklatýr ve bir çarmýha gerdirir. Mani son nefesini verene dek orada kalýr...
Kýsa sürede müritlerinin sayýsý giderek artan ve çok büyük bir kitleye ulaþan Manicililik dini zaman içinde kaybolup gider ve unutulur.
Amin Maalouf bu kitabýnda hiç gitmemiþ olduðu kadar gerilere giderek doðumundan ölümüne dek Mani’nin yaþamýný anlatmaktadýr.
Kurduðu din; Ýsa, Buda ve Zerdüþt’ün düþüncelerinin kaynaþmasýndan meydana gelen Mani, tüm iyilik ve bilgelikleri bütün insanlara sunabilen evrensel bir dine ulaþmak istemektedir.
Amin Maalouf’u genel olarak incelediðimizde, onun küreselleþmeye deðiþik bir açýdan baktýðýný ve “herkesin, kendini her þeyden önce, bir ‘dünyalý’ gibi hissederek, tüm insanlarý ön yargýsýz bir þekilde kabul etmesi gerektiði” düþüncesini benimsediðini görürüz.
- V -
BÉATRÝCE’DEN SONRA BÝRÝNCÝ YÜZYIL
(1992)
Her yeni doðan çocuðun erkek olduðu bir dünya düþünebilir misiniz?
Bu kitapta Fransýz bir bilim adamýnýn yaþamdan emekli olmaya hazýrlanýrken kaleme aldýðý ilginç hayat öyküsü var. 44 yýl öncesinden baþlayarak keþfettiði korkunç bir mucizeyi ve sonrasýnda hayatýnda ve dünyada geliþen olaylarý anlatýyor.
Kahramanýmýz Parisli bir böcek bilimi profesörüdür. Özellikle yoðunlaþtýðý kýnkanatlýlar konusunda, Afrika’da bir araþtýrma yaparken skarabe adlý böceklerin adý ile anýlan bir tür hapla karþýlaþýr. Bu haplarýn adý skarabe baklalarýdýr. Söylentiye göre skarabe baklalarý sayesinde insanlar doðacak çocuklarýnýn erkek olmalarýný saðlayabilirler. Bulunduðu yer ve onun çevresindeki bir çok bölgede skarabe baklasý türü ilaçlarýn kullanýldýðýný öðrenen Profesör ilk baþta böyle bir þeyin olamayacaðýný düþünür.
Böyle bir þey olursa doðanýn dengesinin bozulacaðý bir gerçektir. Ancak olaya bir de erkek çocuk sahibi olabilmek için yapýlan doðumlar ve bunun sonucunda istenmedikleri halde dünyaya gelen kýz çocuklarý açýsýndan bakýnca eðer gerçekten iþe yarýyorsa skarabe baklalarý bu probleme olaðanüstü bir çözüm getirecektir. Ama bu baklalarýn kahramanýmýzýn hayatý için hiç bir önemi yoktur, çünkü o hep bir kýz çocuðu olsun istemektedir. Baklalarýn gerçekten iþe yarayýp yaramadýðýný araþtýrmak isteyen Profesör bu sýrada gazeteci Clarence ile tanýþýr. Clarence’ýn de öðrenmek istediði Profesör’ünkinden farklý deðildir. Bu araþtýrma sürecinde ortak çalýþýrlar ve bu çalýþma sýrasýnda aralarýnda bir yakýnlaþma olur. Profesör sahip olmak istediði kýzýn annesini bulduðunu düþünmektedir. Ve sonra ilan-ý aþk gerçekleþince birlikte yaþamaya baþlarlar.
Tüm bu olaylar gerçekleþirken yaptýklarý araþtýrma sonucu dünyanýn belirli bölgelerinde kadýn-erkek nüfus dengesinde gözle görülür bir bozulma olduðunu fark ederler. Dünyadaki kadýn nüfusu giderek azalmaktadýr. Profesör babasýnýn bir arkadaþý olan André Valarius’un da yardýmýyla kendilerinin elle tutulur olduðuna inandýklarý bir takým bilgiler edinirler. Bu olaylarýn skarabe baklalarý ile ilgili olabileceðini düþünmektedirler. Clarence tüm vaktini bunun gerçek olup olmadýðý araþtýrarak harcamaya baþlar. Ýþ, düþündükleri gibi gerçekten de skarabenin baþýnýn altýndan çýkmaktadýr. Skarabe baklasý türü bir ilaç dünyanýn erkek çocuk düþkünü tüm bölgelerine yayýlmýþtýr. Bu nedenle dünyadaki kadýn sayýsý gitgide azalmakta ve erkek nüfusu da gitgide artmaktadýr. Bu öyle bir duruma gelir ki dünya nüfusu yok olmakla karþý karþýya kalýr. Hatta dünyanýn belli yerlerinde kýz çocuðu tacirleri ortaya çýkar. Profesör, Clarence ve André, André’nin arkadaþý olan Emmanuel Liev’i de yanlarýna alarak dünyada olup bitenlere karþý bir tepki koymak ve insanlarý bilinçlendirmek amacýyla “Bilgeler Þebekesi” adýnda bir dernek kurarlar.
Kitabýn geri kalanýnda bu derneðin verdiði uðraþlar anlatýlýyor.
Clarence’ýn araþtýrmalarý sýrasýnda çalýþtýðý gazetenin yönetimi ile aralarýnda oluþan sorunlar nedeniyle iþine ara vermesi sýrasýnda Profesör ve Clarence’ýn bir kýz çocuklarý olur. Kýzýn adý Béatrice. Béatrice, Profesör için dünyadaki her þeyden daha önemli. Clarence içinse Beatrice Profesör’e vermiþ olduðu bir armaðan. Profesör kendisi için hayatýn anlamý olan Béatrice doðduktan sonra dünyada bir takým iyileþmeler olacaðýna inanmakta ve kendi tarihini Béatrice’den önce ve Béatrice’den sonra diyerek belirlemektedir.
Bu romanda dünyanýn karþý karþýya kalabileceði en korkunç olaylardan birini iþleyen Maalouf, ayný zamanda bir babanýn kýzýna duyduðu “sonsuz sevgi” yi de anlatýyor.
- VI -
TANÝOS KAYASI
(1993)
Hikayemiz 19. yüzyýllarýn ilk yarýsýnda Mýsýr’da geçmektedir. Mýsýr’da bu dönemde emirlikler mevcut ve bu emirliklere baðlý küçük dað köyleri. Her köyün de baþýnda köylüler için tanrýdan sonra en büyük güce sahip olan þeyhler.

Kfaryabda köyü, Þeyh Francis’in yönetimindedir. Lamia þeyhin kahyasý Gerios’un hanýmýdýr. Dönem þeyhleri uçkur düþkünlükleri nedeniyle köydeki kadýnlarýn çoðunu baþtan çýkartmaktadýrlar. Þeyh Francis’in Lamia’ya olan ilgisi herkes tarafýndan bilinmektedir. Þeyh’in kayýnbabasýnýn köyüne olan bir yolculuðu sýrasýnda, Lamia’nýn gebe kalmasý, tüm köyün doðacak çocuðun Þeyh’ten olduðunu düþünmesine yol açar. Çocuk doðduðunda Þeyh’in ona kendi soyundan bir isim vermek istemesi bu düþüncelerin kuvvetlenmesine neden olur...

Çocuðun adý, köyün ilgisini daha fazla çekmemek amacý ile Þeyh’in isteði dýþýnda Tanios koyulur. Tanios’un hikayesi böyle baþlar. Doðmadan önce hakkýnda söylenenlerden habersiz olan Tanios ergenlik çaðýnda iken hayatý deðiþir. Bir gün arkadaþlarý ile su baþýnda oynarken, köyün meczubu ona sinirlenerek Tanios-kiçk diye baðýrýr. Bu sýrada tüm çevredekiler ve Tanios dona kalýrlar. Çünkü o zamanlar köy halký, köy kadýnlarýnýn Þeyh’ten dünyaya gelen çocuklarýndan bahsederken onlarý, isimlerinin sonuna annelerinin Þeyh için yaptýklarý en beðenilen yemeðin adýný ekleyerek anmaktaydýlar. Kiçk bir çeþit tarhana çorbasýdýr ve bu çorbayý en iyi Lamia yapar. Yani “Tanios-kiçk” diye anýlmak Tanios’un baþýna gelebilecek en kötü olaydýr.

Bu olaydan sonra Tanios kendine göre köye mesafe koyar ve zamanýný mümkün olabildiðince köyün dýþýnda ve yalnýz baþýna geçirmeye baþlar. Köyden uzakta olduðu günlerden birinde Þeyh’in eski kahyasý Rukoz’la tanýþýr. Rukoz onun için yeni bir baba niteliðindedir. Hem ona iyi davranmakta hem de Tanios’u kýzýna layýk bir koca olarak görmektedir.

Tanios’un Rukoz’la tanýþmasýndan kýsa bir süre sonra Kfaryabda köyüne komþu olan Sahlain köyüne Ýngiliz bir papaz okul açar. Bu okula Tanios ve Þeyh’in oðlu Raad da yazýlýrlar. Tanios çok baþarýlý bir öðrencidir. Raad ise baþarýsýz bir öðrenci olmakla kalmayýp Tanios ve diðerlerinin baþarýsýný da engellemektedir.

Tanios bu sýrada Rukoz’la iyice yakýnlaþýr. Aralarýndaki iliþki geliþirken Tanios Esma’ya aþýk olur. Esma da Tanios’a karþý iyi hisler beslemektedir. Raad, Tanios’un iliþkilerinden haberdardýr. Ve bu iliþkiyi bozabilmek için Rukoz’la muhabbete girer. Rukoz þeyhlikte gözü olduðu için Þeyh’in oðlunu yanýna çekmek amacýyla, kýzý Esma’yý Raad’le evlendirme kararý alýr. Bunu öðrenen Tanios deliye döner ve bu evliliði engellemesi için Gerios’tan yardým ister. Gerios bunun üzerine þeyhle konuþur ve Tanios’a yapýlan haksýzlýðý anlatýr. Þeyh bu evliliði engelleyeceðine söz verir. Bunun için emirliðin patriðini Rukoz’la görüþtürme kararý alýrlar. Patrik bu görüþmeyi kabul eder, fakat bir oyun oynayarak Tanios’un iþini halletmek yerine Rukoz’un kýzýný kendi yeðenine ister. Oðluna yapýlan bu aldatmaca karþýsýnda kendini kaybeden Gerios, Patriði öldürür. Gerios hakkýnda ölüm fermaný çýkartýlýr. Tanios’la meczubun söylediklerinden sonra ilk kez yakýnlaþan Gerios oðluyla birlikte Kýbrýs’a kaçar. Orada eskiden dað köyünde yaþayan Fehim adýnda biri ile yakýn dost olurlar. Kýbrýs’ta yerleþtikleri pansiyonda Tanios yeniden birine aþýk olur. Tanios bu kýza adayý terk edeceði zaman onu da yanýna alacaðýna söz verir.

Gerios’un daða geri dönebilmesi için emirliðin yýkýlmasý gerekmektedir. Gerios’un iyi dostu Fehim aslýnda Emirliðin üst rütbeli bir subayýdýr. Ve görevi Gerios’u daða götürüp idam ettirmektir. Bu nedenle, dostluklarý koyulaþtýktan bir süre sonra Gerios ve oðlunu bir þekilde daðda emirliðin yýkýldýðýna inandýrarak o sýrada Kýbrýs’ta olan bir gemiyle köye geri dönmeye ikna eder. Tanios pansiyondaki kýzý son bir olsun görebilmek için gemiye babasýndan sonra gelir ve gemiye binemez. Gemi ayrýldýktan sonra öðrenir ki emirlik yýkýlmamýþtýr. O zaman Fehim’in bir sahtekar olduðunu anlar. Gerios idam edilecektir.

Gerios öldürülür. Tüm bunlar olurken Raad de bir þekilde tutuklanarak idam edilir. Þeyh’in baþý da emirlikle dertlidir. Emirlikten güç bulan Rukoz, Þeyh’i devirerek Kfaryabda’nýn yeni þeyhi olur. Halk bundan hiç memnun deðildir.

Emirlik artýk Osmanlýnýn ve o bölge üzerinde hak iddia etmek isteyen diðer ülkelerin yönetiminden iyice uzaklaþmýþtýr. Bunun için tüm bu ülkelerin temsilcileri Emir’e bir ültimatom vermek üzere emirliðe gelirler. Ýngiliz papazýn okulunda iyi bir eðitim almýþ olan Tanios, Emir’e hükümranlýðýnýn artýk sona erdiðini bildirmek üzere seçilir. Bu olayda papaz aracý olur.

Emir, Osmanlý’nýn buyruðunu reddettiði için saltanatýna son verilip sürgüne gönderilir. Bu olayla birlikte Tanios, köyüne döndüðünde bir kahraman olarak karþýlanýr. Rukoz egemenliðinde zor günler geçirmiþ olan halk Tanios’u liderleri olarak seçerler ve Rukoz’un cezalandýrýlmasýný isterler.

Þeyh Francis ölmemiþtir. Rukoz onun devirdiði zaman daðýn yukarý bölgelerine kaçarak yaþamýný devam ettirmiþtir. Emirliðin yýkýldýðýný öðrenince de köye geri döneceðini haber verir. Tanios liderlik yükünü taþýmak istemediði için Rukoz hakkýnda verilecek kararý Þeyh geri dönene kadar erteleme kararý verir. Bu sýrada Esma ile yeniden karþýlaþýr. Geri dönüþünde karþýlaþmýþ olduðu olaylar onun kafasýnýn iyice karýþmasýna neden olur.

Rukoz Sahlain köyüne yapmýþ olduðu kötülükler nedeni ile Sahlainli kiþiler tarafýndan öldürülür. Bu olaydan sonra Þeyh köye döner ve Tanios yeniden eski sýradanlýðýna döner. Esma’ya baþsaðlýðý dilemek için evinden ayrýlan Tanios köyün sýnýrýndaki kayalardan birinin üzerine oturur ve saatlerce orada kalýr. Tanios hiç kimsenin bilmediði bir nedenle oturduðu kayanýn üzerinde kaybolur gider ve daha sonra kimse izine rastlayamaz...
Ýþte bu Tanios’u yutan kayadýr : Tanios Kayasý...
- VII -
DOÐUNUN LÝMANLARI
(1996)
“Bu öykü bana ait deðil,
bir baþkasýnýn yaþamýný anlatýyor.”
- Amin Maalouf -
Bir Osmanlý prensesinin aklýný yitirmesiyle baþlar her þey. Kitabdar adlý Acem doktor tedavi amacýyla onu Adana’daki evine götürür. Onu seviyordur ve bu güzel kýzla evlenir. Bir çocuklarý olur; Osmanlý prensi bir çocuk, okula gideceði yerde, okulun ona geldiði bir çocuk.
Her türlü düzene isyan eden bu prens bir gün Adana’da çýkan ayaklanmalar nedeniyle en iyi arkadaþý olan Nubar adlý bir Ermeni ile Lübnan’nýn baþkenti Beyrut’a gider. Burada Nubar’ýn kýzý ile evlenir, bir kýzý ve iki oðlu olur. Karýsý, oðlu Salem’i doðururken ölür...
Kitabýn asýl kahramaný prensin babasýnýn adýný verdiði oðlu Kitabdar. Kitabdar, zaman zaman Ýsyan adýyla çýkar karþýmýza.
Kitabdar babasýnýn onun hakkýndaki tüm düþüncelerine raðmen bir doktor olmak ister, ablasýnýn da yardýmýyla onu ikna ederek Paris’e týp okumaya gider. Fakültede çok baþarýlý olan Kitabdar, bir gün barda arkadaþlarýyla beraberken katýldýðý bir tartýþma aracýlýðý ile Bertrand takma adlý bir direniþçi ile tanýþýr ve bir anda kendini 2. Dünya Savaþý’nda direniþ hareketi içinde bulur. Bu sýrada hayatýnýn kadýný olacak Clara ile tanýþýr. Savaþtan sonra Beyrut’a dönen Kitabdar bir kahraman olarak karþýlanýr. Kýsa süre sonra Clara da Hayfa’da dayýsýnýn yanýna yerleþir. Bu taþýnmayý takiben Kitabdar ve Clara arasýnda sýcak geliþmeler olur ve evlenmeye karar verirler.
“Yahudi bir kadýnla Müslüman bir erkeðin evliliði” her ne kadar iki tarafýn da dinleri adýna bildikleri fazla bir þey olmasa da tarihe bir baþkaldýrýdan baþka bir þey deðildir.
Evlendikten sonra Hayfa ve Beyrut arasýnda gidip gelen çift, Clara hamileyken Hayfa’da kalma tercihindedirler. 1948’de Kitabdar’ýn babasýnýn rahatsýzlýðý üzerine Beyrut’a dönüþü sýrasýnda patlak veren Arap-Yahudi savaþý nedeniyle birbirlerinden ayrý kalýrlar. Bu ayrýlýk Kitabdar’ýn hayatýný deðiþtirecektir.
Bu savaþ nedeniyle Kitabdar, karýsýný ve doðacak çocuðunu uzun süre göremeyecektir. Onlarýn saðlýðýndan duyduðu endiþe, onu bir takým psikolojik sorunlarýn içine iter. Davranýþlarýnda gözle görülür bir deðiþme vardýr. Bundan yararlanan Salem onu sadece zengin hastalarýn bulunduðu bir týmarhaneye kapattýrýr. Kitabdar, her gün onu uyuþturacak, deli olmasa bile onu deli gibi gösterecek sakinleþtirici bir ilaç almak zorunda býrakýlýr. Yaklaþýk yirmi yýl boyunca bir iþkence gibi gelen hayatýna katlanan Kitabdar tam ona son vermeyi düþündüðü sýrada, kýzý Nadya bir kurtarýcý olup hayatýna girer. Yýllar önce hastanedeyken görüþtüðü Bertrand’ýn Nadya’ya babasýnýn hikayesini anlatmasý ve Kitabdar için deli olsa da hâlâ kýzýnýn resmini baðrýnda taþýyan bir baba portresi çizmesi üzerine, kýz babasýný bulmaya karar verir. Nitekim bulur da. Bu Kitabdar için bir kurtuluþ kaynaðýdýr.
Kitabdar Nadya’yý bir kez görür. Ancak çevresinden gelen nasihatlere uyarak, kýz bir daha babasýna gelmez. Bu Kitabdar için üzücü bir olay olsa da onu hayata geri dönme arzusundan mahrum býrakmaz. 1976’da Lübnan’da çýkan çatýþmalar sýrasýnda fýrsatýný bulup, yaþadýðý hastaneden kaçan Kitabdar bir þekilde Paris’e gider ve orada Bertrand’ý bulur. Tüm yaþadýklarýný anlatarak ondan Clara’nýn adresini ister. Clara’dan 28 yýl sonra hiçbir þey bekleyemeyeceðini biliyordur lakin yine de ona bir mektup yazar ve baþýndan geçen her þeyi anlatýr. Ondan cevap beklemiyordur, yýllar önce buluþtuklarý bir limanda randevu verir.
“20 Haziran; yine ayný gün yine ayný liman eskiden gelmiþti, þimdi neden gelmesin.”
Buluþma günü gelir ve...
Maalouf bu öyküyü 1960’lý yýllarýn sonuna doðru tanýþtýðý bir kiþinin hayatýndan esinlenerek yazdýðýný belirtmektedir. Lübnan’da doðan, sonra Fransa’ya giderek direniþ hareketlerinde görev alan, tekrar Lübnan’a dönen ve bir kahraman olarak karþýlanan birinin öyküsü.
- VIII -
ÖLÜMCÜL KÝMLÝKLER
(1998)
“Ýyi edebiyat, felsefedir.” – Derrida –

Derrida’nýn bahsettiði iyi edebiyatý yapabilmek için sanýrým en iyi edebi araç denemedir. Deneme, hem yazarlar / þairler hem de okuyucular için bir þanstýr.

Yazarlar / þairler için bir þanstýr. Çünkü yazar / þairin yeryüzünde olan ve olmayan her þey hakkýnda duygu ve düþüncelerini edebiyattan kopmadan anlatabileceði bir tür.

Okuyucular için bir þanstýr. Çünkü yazar / þairin çok deðiþik konulardaki duygu ve düþüncelerini edebiyat tadýnda okuyup öðrenebiliyorlar.

Amin Maalouf’un Ölümcül Kimlikler adlý denemesi de onun hakkýnda bilgi sahibi olmak için baþvurabileceðiniz en önemli kaynak. Maalouf bu kitapta kendini oldukça þeffaflaþtýrýyor. Denemeyi okuduktan sonra romanlarýna dönüp baktýðýnýzda Maalouf’un, neyi, neden yazdýðýnýn bilincinde olduðu ve ne amaçla yazdýðý çok iyi anlaþýlýyor.

Kitap; Kimliðim ve Aidiyetlerim, Modernlik Öteki’nden Gelince, Gezegensel Kabileler Zamaný, Panteri Evcilleþtirmek baþlýklý dört ana bölüm ve bir son sözden oluþuyor. Bu bölümlerde Maalouf “kimlik” konusu üzerine sýký bir düþünce savaþýna giriyor. Kitabýn arka kapaðýnda þu cümlelere yer veriliyor : “Bana içimin derinliðinde ne olduðum sorulduðunda, bunda herkesin içinin derinliðinde aðýr basan tek bir aidiyetin, bir bakýma kiþinin derin gerçekliðinin, doðarken ebediyen belirlenen ve artýk deðiþmeyecek olan özünün var olduðu inanýþý yatýyor; sanki geri kalanýn, bütün geri kalanýn – özgür insan olarak katettiði yolun, benimsediði inanýþlarýn, tercihlerin, kendine özel duygusallýðýnýn, yakýnlýklarýnýn, sonuçta yaþamýnýn – hiçbir önemi yokmuþ gibi.”

Kimlik, insanýn zamanýn içindeki inceliþinde onu dünyaya baðlayan bir ayna.

Amin Maalouf, Ölümcül Kimlikler’de çok yönlü ve saydam bir sorgulamanýn eþliðinde, aynadaki görüntünün tutulabileceðine iþaret ediyor.

Ölümcül Kimlikler, dünyanýn yeni zamanlarýnda insanlýðýn küllerinden kuracaðý düzenin temeline konan bilge bir taþ.

Maalouf bu denemeye ikinci bir isim vermeyi düþündüðünü ve bu ismin “Panteri Evcilleþtirmek” olduðunu belirtiyor. Denemesinin amacý dünyalýlaþmanýn kimliðe iliþkin davranýþlarý nasýl azdýrdýðýný ve günün birinde bunlarýn nasýl daha az ölümcül hale getirilebileceðini anlamaya çalýþmak olan Maalouf, ikinci baþlýk meselesini bu doðrultuda açýklýyor. Çünkü pantere eziyet edilince öldürür, onu serbest býrakýnca öldürür ve en kötüsü onu yaralayýp doðaya býrakmaktýr. Ama panter evcilleþtirilebilir. Ýþte Maalouf bu þekilde “Ölümcül Kimlikler”in de evcilleþtirilebileceðini savunuyor.

Bu evcilleþtirme iþlemine bir takým yöntemler türeten Maalouf, bu yöntemlerin uygulanabileceði sistemi de belirlemeye çalýþýyor. Bu nedenle demokrasi dünyalýlaþma açýsýndan en uygun olan sistemdir. Ancak bir takým düzeltmelere ihtiyacý vardýr, çünkü çoðunluðun sesi her zaman için azýnlýklarýn kulaðýna hoþ gelmeyecektir. Ulaþýlmasý gereken; her insanýn dil, din, ýrk, renk, cinsiyet ve benzeri aidiyetlerini gizlemeye gerek kalmadan kendini ifade edebildiði bir toplumdur. Bu kýsmý Maalouf’dan direk alýntýlayalým : “........hiç kimse kendini doðmakta olan uygarlýktan dýþlanmýþ hissetmesin, herkes orada kendi kimlik dilini ve öz kültürüne ait bazý simgeleri bulabilsin, gene orada herkes, ülküselleþtirilen bir geçmiþte sýðýnak aramak yerine, azýcýk da olsa kendini, etrafýný kuþatan dünyanýn içinden yükseldiðini gördüðü þeyle özdeþleþtirebilsin.”

Maalouf son noktayý þu þekilde koyuyor : “........bir yazar son sayfaya geldiðinde en kalpten dileði kitabýnýn yüz yýl sonra, iki yüzyýl sonra hâlâ okunuyor olmasýdýr.”
- IX -
YÜZÜNCÜ AD
(2000)
Tanrýnýn yüzüncü adý var mý?

Yüzüncü Ad (Baldassare’nin Yolculuðu) adlý kitap Amin Maalouf’un son romaný.

Haçlý seferleri zamanýnda gelip Lübnan’ýn Cübeyl adýndaki liman kentine yerleþmiþ olan Cenevizli bir aileden geliyor roman kahramaný Baldassare Embriaco.

Bir sahaf olan Baldassare, babasýndan miras bu iþi gereði kitaplarla çok haþýr neþir.

1648’de adýný duyduðu Mazandarani’nin kitabý nedeniyle 1665 yýlý sonlarýnda uzun, maceralý bir yolculuða çýkar. Bu yolculuk sýrasýnda yaþadýðý olaylarý romanda üç kitaptan oluþan günlükler biçiminde aktarmaktadýr.

1666 Ýncil ve Tevrat’taki bazý ayetlere dayandýrýlarak canavar yýlý ilan edilir. Bu yýl sonunda dünyanýn sonunun geleceðine ve kýyamet kopacaðýna inanan bir çok insan yazgýlarýna boyun eðmiþ yok olmayý beklemektedir. Üstelik bir takým alametler de doðrulanmaktadýr. Dünyanýn her yerinde kargaþa, bir kötüye gidiþ vardýr. Bu gidiþata son verebilecek, bu sonu önleyebilecek tek þey Allah’ýn o gizemli adýnýn zikredilmesidir. Ne yazýk ki bu adý bilen kimse yoktur. Ancak Arap bilgini Mazandarani’nin dilden dile dolaþan “Yüzüncü Ad” kitabýnda yazýlýdýr bu isim. Baldassare sahaflýðýnýn gerektirdiði kadarýný biliyordur bu kitap hakkýnda ve batýl inançlarý da olmadýðýndan “Yüzüncü Ad”’a hiç ilgi duymaz, tâ ki bu kitap ona hediye edilene kadar...

Kendi ilgisine raðmen Baldassare eline yeni geçirdiði “Yüzüncü Ad”ý bir müþterisini kýramayarak satar. Daha sonra büyük yeðeninin de ýsrarý üzerine onu geri alabilmek için kitabýn peþinden yola koyulur.

Baldassare’nin yanýnda uþaðý, iki yeðeni ve bir de geçmiþte aþýk olduðu Marta adýndaki güzel dul vardýr. Müþteri, Ýstanbul’a gidiyordur. Bu yüzden Baldassare ve yol arkadaþlarý da Ýstanbul’a doðru yola koyulurlar. Kitabýn akýl almaz yolculuðu nedeniyle Ýstanbul’dan Ýzmir’e, Ýzmir’den Sakýz adasýna, Sakýz’dan Cenova’ya, Cenova’dan Amsterdam’a ve daha sonra da Londra’ya sürüklenir Baldassare.

Bu yolculuklar sýrasýnda baþýndan geçmedik kalmaz ve dönemin en çarpýcý olaylarýna tanýk olur. Konya’da vebadan kýrýlan insanlar, Ýzmir’de Sabetay Sevi’nin Mesihliðini ilan etmesi ile yaþananlar ve Londra’daki büyük yangýn onun gözleriyle gördüðü olaylardýr. Ancak kurduðu dostluklar sayesinde dönemin diðer önemli olaylarýný da bizzat tanýk olmuþ kiþilerden öðrenir. Bir kitap için çýkmýþ olduðu yolculuk sýrasýnda çok ilginç anýlar edinen Baldassare, birlikte yolculuk yaptýklarý sürece yanlýþ anlamalarý önlemek ve kadýnýn iffetini korumak amacýyla Marta’nýn kocasý rolünü oynar. Fakat daha sonra oynadýklarý bu oyuna kendileri de kapýlarak birbirlerine aþýk olurlar.

Yeðenler Ýzmir’de kalmýþlardýr. Ne yazýk ki genç dul Sakýz’da onlardan ayrýlmak zorunda kalýr ve bir þekilde uþaðýndan da koparak Baldassare yolculuðunun geri kalanýna yalnýz devam eder. Onu piþman olmaktan alýkoyan tek þey Marta’ya duyduðu sevgidir. Onu Sakýz’da kaybetmiþtir ama geri almak için elinden gelen her þeyi yapmalýdýr, lakin yapacak ama yazgýsý asla onun peþini býrakmayacaktýr...

Amin Maalouf bu kitabýnda, diðer, tarihle bezenmiþ romanlarýndan farklý olarak gerçek tarihi kiþiliklere mesafeli kalmýþ, olaylarýn arkasýndaki mizahi öðeleri de iþleyerek, yaþananlarý kahramanýmýz Baldassare’ýn tanýklýðýnda okuyucuya aktarmýþ. Baldassare diðer kitaplardaki kahramanlardan belirgin bir farklýlýk göstermekte. Hiç bir þekilde mükemmelleþtirilmeyen, aksine görünüþü, davranýþlarý ve tecrübeleriyle aþýrý sýradan biri olarak iþlenmiþ. Dürüst, biraz saf, hayatta bir çok þey için çok geç kalmýþ herhangi bir insan.

“Yüzüncü Ad” da da diðer kitaplarýnda olduðu gibi Maalouf aþk unsurunu yan tema olarak kullanmýþ. Marta Baldassare’nin gönlündeki kadýn olsa da Afrikalý Leo da olduðu gibi roman boyunca aþýk olduðu ya da bir yakýnlaþma gösterdiði tek kadýn olamýyor ne yazýk ki...

-     X –

UZAKTAN AÞK
(2002)

Hiç görmediðiniz ve sizden kilometrelerce uzakta olan birine aþýk olabilir misiniz? Ya da kör olan aþk mýdýr aþýk mýdýr?

Blaye Prensi Jaufre Rudel, kendi sýnýfýndan gençlerin sürdüðü eðlence yaþamýndan sýkýlýr. Ve þiir yazmaya baþlar. Deðiþik, uzaklarda olan bir sevdanýn özlemini duymaktadýr. Eski arkadaþlarý þiirlerine konu edindiði böyle bir sevdanýn, kadýnýn olmadýðý söylerler. Oysa bir gün denizler ötesinden gelen bir Gezgin, böyle bir kadýnýn olduðunu ve onunla karþýlaþtýðýný iddia eder. Jaufre, bu kadýndan baþka bir þey düþünemez olur.

Doðu’ya geri dönen Gezgin, Trablus Kontesi’yle karþýlaþýr ve Batý’da bir prens-ozanýn onu þiirlerinde yücelttiðini, ona “uzaktan aþkým” dediðini anlatýr. Kadýn, bu tuhaf ve uzaklardaki aþýðý düþlemeye baþlar, bir yandan da böylesine gönülden baðlýlýðý hak edip etmediðini sorar kendine.

Ýþte böyle bir kurgu üzerine temellendirilmiþ olan Uzaktan Aþk librettosunda Amin Maalouf yine doðuyla batý arasýnda yolculuklara çýkartýr bizleri. Bu defa yolculuk aþka ulaþmak içindir. Hiç görmediðimiz uzaklardaki bir sevdanýn peþine düþeriz hep birlikte.

Bu yolculuðun sonundaysa....

……………………………………………….

Son söz yerine : Yüreklerimizi yeniden sarsan, lirik / mistik bir gülümsemedir Amin Maalouf... Kucaðýnda çiçeklerle Anadolu’ya, Mezopotamya’ya yine Anadolu’dan, Mezopotamya’dan çiçekler sunar... Sorgulayan, düþündüren, onurlandýran... Cümleleri, dizeleri nostaljik bir gönderme olmanýn ötesinde, çaðýmýzda da kendisine bir yer bulur ve bu doðurgan topraklarda yaþama anlam katan serüvenlere de yeniden ev sahipliði yapýyor...

Akdeniz ve Asya kültürü, halklar mozaiði, O’nun satýrlarýnda Lübnanlý bir kimliðe dönüþüyor. Alabildiðine bir düþünsel, duyuþsal ve mistik çekicilik Maalouf’un biçemine eklenecek öteki yanlardýr...

Onu okuyun, kendinize dair bir þeyler bulacaksýnýz...

Temmuz – 2003
Fýrat...


.Eleþtiriler & Yorumlar

:: Orjinal ve çarpýcý bir yazar:Amin Maalouf
Gönderen: Serpil Yüzlü / Bartýn
19 Haziran 2004
Yazýnýzý ilgiyle okudum. Amin Maalouf'un iki kitabýný okudum: Semerkand ve Tanios adasý. Yazýnýz, diðer kitaplarýný da okumak için istek uyandýrdý bende. Hakikaten konusunu tarihten ve mistik öðelerden alan, kendine has romanlar yazýyor Amin Maalouf. Gýpta etmemek elde deðil. Yazarý ve eserlerini tanýttýðýnýz, hatýrlattýðýnýz için teþekkürler...




Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.


Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
ve Hâlâ Platonik Takýlýyordu Elektrik Direkleri… [Þiir]
Ayrý - Lýk [Þiir]
Kýrýlmalar [Þiir]
Sonbahar - Dý [Þiir]
Adý, Soyadý Önemli Deðil... [Öykü]
Beton Ali Harikalar Diyarýnda... [Deneme]
Aþ (I) Klar ve Sayýlar... [Deneme]
Ötesi Þýrnak... [Eleþtiri]


Fýrat KÜÇÜK kimdir?

"Ýyi edebiyat, felsefedir. " Derrida þiir-deneme-öykü arasý veya karýþýmý bir þeyler, yazdýklarým. . . Anlýk duygularýn geçmiþten kalanlarla bir buluþmasý da sayýlýr, kalemden kaðýda dökülenler. . .


yazardan son gelenler

bu yazýnýn yer aldýðý
kütüphaneler


 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Fýrat KÜÇÜK, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.