..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Bildiðim tek þey, ben bir Marksist deðilim. -Karl Marx
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Öykü > Beklenmedik > Fatih Onaydýn




11 Kasým 2014
Kýrýntý Beden  
Fatih Onaydýn
Hayatýmýn en büyük hediyesini on üçüncü yaþ günümde almýþtým. Annem bana bir baba armaðan etmiþti. Esasen böylesi bir durum sürpriz olmamýþtý, beni þaþýrtan asýl olay annemin ayný gün ölmesiydi.


:ACBE:
Hayatýmýn en büyük hediyesini on üçüncü yaþ günümde almýþtým. Annem bana bir baba armaðan etmiþti. Esasen böylesi bir durum sürpriz olmamýþtý, beni þaþýrtan asýl olay annemin ayný gün ölmesiydi.
Ne dersek diyelim böyle oyunlara muktedirdi hayat. Ne kadar mutluluk baðýþladýysa bir o kadar da karþýlýðýný alýyordu. Yahut tam tersi…
On üçüncü yaþýmýn o ilk gününde hayat, annemi yersiz bir kalp krizini mana ederek almýþtý. Böylelikle beni babamýn yanýna verdiler. O yaþýmdan evvel onu hiç görmemiþtim zira annemle seneler öncesinden ayrýlmýþlardý ve hukuki iþlemler velayetimi anneme vermiþti. Bu sebeple yetim olarak büyümeye baþladým çünkü o günden sonra babamý görmek annem tarafýndan yasaklanmýþ bir eylemdi. Rahmetlinin neden böyle davrandýðýný babamý gördüðümde daha net anladým.

Enlemesine geniþletilmiþ odalarýyla ve bunun aksine bir o kadar basýk tavanýyla sanki cüceler tarafýndan inþa edilmiþ bir eve gelmiþtik. Amcam olduðunu söyleyen yaþlýca bir adamla… Ayakkabýlarýmýzý kapýnýn önünde býrakýp içeri girdiðimizde tonton bir bayan mutfaktan çýkageldi. Islak ellerini, muþamba önlüðe silerken cýlýz sesiyle,
“Hoþ geldiniz.” dedi.
Zat-ý muhterem amcam cevap mahiyetinde baþýný eðmekle yetindi ve bakýþlarýný bana çevirerek,
” Türkan abla, babanýn bakýcýsýdýr,” dedi. “Bundan böyle sana da annelik edecek.”
Amcamýn ettiði söz kalbimdeki taze yarayý neþterle deþip, aðzýmýn efendilik ayarýný altüst etmiþti. Dilimin çeperine doluþan küfürleri yutkunup usulca,
“ Ýstemem.” dedim. “Benim annem var.”
Amca bey bir tilkinin yüz ifadesini takýnýrken týslayarak güldü, ardýndan uzun koridorun sonundaki odaya giderek kapýyý araladý. Bir süre odanýn içindeki manzarayý seyrettikten sonra kapýyý kapattý. Yavaþ adýmlarla gelirken bakýcýya seslendi:
“Ben gidiyorum Türkan Haným, gerektiði þekilde ilgilenirsin.”
Sýcaklýðýný kaybetmemiþ þýk ayakkabýlarýný tekrar ayaðýna geçirdi ve takýrdayarak gözden kayboldu.
Kapanan kapýyla birlikte Türkan abla bir anne þefkatiyle omzuma dokunup,
“Gel yavrum,” dedi. “Sana babaný göstereyim.”
Þarap rengi koridorun basýk tavanýnýn altýnda ilerlerken gözlerimde bin bir türlü baba tasviri canlandý. Lakin kapalý kapýnýn ardýnda gördüðüm gerçek, bunlarýn hiç birine benzemiyordu.
Oda da çürümeye býrakýlmýþ, tekerlekli sandalyesinde yapayalnýz bir adam vardý; yaþlanmaya yüz tutmuþ hafif kambur ve mahzun… Öyle ki kulaklarý dahi onu terk etmiþti; hiçbir sese tepki vermiyor, öylece oturuyordu.
Zihnimin baba kavramýna dair tüm homojen hülyalarýný altüst eden bu görüntüye takýlý kalmýþken Türkan abla usulca kulaðýma eðildi ve fýsýldadý:
“ Ya iþte yavrum, bu adamcaðýzýn da bahtý bu! Böyle gün boyu odasýnda durmaktan baþka bir þey yaptýðý yok. Habire televizyonda oynayan programlarý seyrediyor. Özellikle de hava durumunu… Doktor dýþarý çýkmayý yasak ettiydi, ona inadýna mý yoksa bu dört duvardan sýkýldýðýna mýdýr bilemedim. Hiç kimseyle konuþtuðu yok. Ýþte böyle gün boyu sadece televizyona bakýyor!”
“Doktor neden yasakladý dýþarý çýkmasýný?”
Bu lafýn üzerine Türkan abla beni usulca kolumdan çekti ve kapýyý kapattý,
“Çünkü birazcýk hasta baban…”
Bungun koridordan mutfaða doðru süzülürken cana yakýn ve tonton bakýcýya babamýn hastalýðýný sordum, o ise sanki beni duymazmýþ gibi,
“Karnýn aç mý?” Diyerek lafý geçiþtirmekle yetindi. Beyaz bir kutuyu andýran mutfaða girdiðimizde, üzerine lale motifli bir minder koyulmuþ plastik sandalyeye oturdum. O sýra da Türkan ablanýn tombul elleri ocaðý yakýyordu,
“Oh oh oh! Mis gibi de þehriye çorbamýz var. Isýtayým da yiyelim beraber.”
Duyduðum bu kelime yumaðý, günlerdir güç bela bastýrdýðým mideme çökmüþ hüznü boðazýma kadar týrmandý. Ardýndan geçmiþ, gözlerimin saydam boþluðundan süzülüp retinama dokundu ve ansýzýn anýlar zihnimden fýþkýrmaya baþladý. Çorba ve türevlerine ait ne kadar görüntü varsa her birinde annemin narin ellerinin olduðunu hatýrlýyordum. Üstelik Türkan ablanýn ellerine hiç benzemiyorlardý.
Âdem elmamý titreten yakýcý bir elem, kýsa süre içinde burnuma çöktü. Böylelikle zamansýz bir aðlama nöbeti beni esir aldý. Sandalyenin plastik yüzeyinde, hýçkýrýklarýma susturucu montelemeye çalýþýrken Türkan abla durumu fark etti.
“A-Aaa! Ne oldu þimdi küçüðüm durduk yere? Hayýrdýr Bismillah.”
Tencerenin içindeki girdaplarýn baþ sorumlusu olan kaþýðý býraktý ve söylediklerinin aksine, gayet durumun farkýnda yanýma gelerek yumuþak avuçlarýný saçlarýma götürdü,
“ Ah benim masumum ne desem bilmem ki þimdi. Hayatýn gerçekleri iþte bunlar dur diyemiyorsun. Aðla, aðla da açýl biraz.”
Türkan ablanýn bu sözü üzerine ciðerlerimden kaynarcasýna yükselen haykýrýþlarým serbest kaldý ve günlerdir boðazýmda biriktirdiðim duygularýn sesini açýp doyasýya aðladým.
***

“Kalbin ne kadar umut pompalasa da, hayatýn lüks restoranlarda geçmeyecek. Ekmek arasýnda hep gerçekleri tüketeceksin. . Belki harika bir ayakkabý satýn alýrsýn ancak kaldýrýmlar hep yamalý olacak. Güneþ, varlýklýlar üzerine doðacak sen ayla yetineceksin. Özendiðin süper kahramanlar hayat kurtarýrken yaþlanacaksýn. Birileri yine de sana, ‘üzülme hayat sürprizlerle dolu,’ diyecek. Lakin hayatýnýn en büyük sürprizi, aldýðýn sürpriz yumurtanýn boþ çýkmasý kadar olacak.”
     
Bendeniz, Sufi Tezcan. Anlatýlacak acý bir yaþam hikâyesinden ziyade hiçbir þeyi olmayan bir zavallýyým. Tahayyül edilecek dýþ görünüþüm, çürük bir pantolon ve yakalarý sararmýþ bir gömlekten ibaret. Bundan ziyade, mevzu bahsi yersiz olan ikinci el bir bedenden ötesine sahip deðilim. Hepsi bu.
Þu sýralar günlerim, varlýðýmýn tek tutunacak dalý olan hasta babamýn yanýnda geçiyor. Lakin o benim varlýðýmdan habersiz. Aslýnda o her þeyden habersiz. Nefes aldýðýný görmezden gelirsek, defni unutulmuþ bir ölüden farksýz. O yaylarý gýcýrtýlý divanýn, geyikli duvar haklýsýnýn ve cýzýrtýlý televizyonun bulunduðu odada öylece duruyor. Bu duruma sebep olan asýl durumu, yani babamýn o esrarengiz hastalýðýný Türkan abladan bir türlü öðrenemiyorum.
Bu gizemli sorunun tek cevap anahtarý olan Türkan abla entarisini giyiyor ve baþýný baðlayýp yanýma geliyor,
“Sufi, ben pazara kadar gidiyorum bir saate kalmaz gelirim yavrum tamam mý?”
“Peki, Türkan abla…”
“Canýnýn istediði bir þey var mý pazardan?”
Kararlý bir þekilde baþýmý iki yana sallýyorum. Türkan abla anahtarlarýný kontrol edip dýþ kapýya yöneliyor, ayakkabýlarýný giyip çýkacaðý sýra ansýzýn geri dönüyor,
“Ha! Bir de, babanýn odasýna ben yokken girme olur mu çocuðum.”
Türkan ablanýn gözlerine sabitlediðim gözlerimi ondan ayýrmýyorum,
“Türkan abla, babamýn nesi var?”
Zavallý kadýn bu sorudan yýlmýþ olsa gerek ki derin bir iç geçiriyor, sonra vicdaný durumu gizleme konusunda karar deðiþikliði yapýyor. Böylece mülahham bakýcým çömeliyor ve bana durumu anlatýyor.
“ Babanýn ‘Cam kemik’ adýnda bir hastalýðý var Sufi. Kemikleri bizimkiler gibi deðil. En küçük bir þeyde kýrýlýyor. Allah muhafaza, sen bile ona sarýlacak olsan, kollarýnýn arasýnda kalýr adamcaðýz. O yüzden doktor dýþarý çýkmasýný yasakladý. Kazara bir top gelse, bir þey olsa…”
Kulaðýný çekiþtirip dudaðýný gýcýrdatýrken portmantonun tahtasýný üç kez týklatýyor ve sözünü tamamlýyor:
“ Onu kaybederiz. Bu yüzden girmeni istemiyorum odaya yavrucuðum? Geldiðimde uzun uzun anlatýrým olur mu? Haydi, ben hemen gidip geleyim.”
Türkan abla çenemi avcunun içine alýp gülümsüyor sonra kapýyý örtüyor ve pazarýn yolunu tutuyor.
Onun gidiþiyle birlikte doðruca babamýn odasýna gidiyorum. Zira bu duyduklarýmdan sonra babama bakýþým deðiþiyor. Öyle ki onu, müzelerde sergilenen paha biçilmez vazolara benzetiyorum. Tüm bunlara ilaveten nice sorular zihnimi kurcalýyor. Acaba annemle ayrýlmalarýna bu hastalýk mý sebep olmuþtu? Annem sýrf bu yüzden mi göstermemiþti babamý bana? Peki ya öyleyse neden evlenmiþti onunla?
Aklýmýn içini böylesi sorular oyarken babamýn mahzenine giriyorum. Düne nazaran kapý aðzýnda beklemeyip baþucuna kadar sokuluyorum. Babamýn uzun süre oturmaktan kamburlaþan sýrtý, yeni örtülmüþ bir mezarý andýrýyor. Yüzü ve elleri yaþlý bir insana ait olduklarýný söylerken, geri kalan bedeni bir çocuðunkine özdeþ gözüküyor. Üstünde solmuþ, siyah bir kýsa kollu var. Altýnda ise pamuklaþmýþ mavi bir pijama. Düne nazaran bugün öyle yakýným ki ona, gözlerini biraz kaydýrsa görüþ alanýný sadece benim yüzüm dolduracak; ancak o bakýþlarýný ekrana sabitlemiþ, onun dýþýnda hiçbir þeyle ilgilenmiyor. Televizyonun o deðiþken ýþýðý babamýn saydam gözlerinde parlýyor. Ýçimde hiçbir umut ýþýðý olmamasýna raðmen ona sesleniyorum:
“Baba… Bak ben senin oðlunum.”
Düþündüðümün aksine sesim, babamýn idealar evrenine bir meteor gibi düþüyor. Çeyrek asýrdýr, yaþamý idam ederek ördüðü o soyut âlemden çýkarak baþýný çeviriyor. Ufak ve nemli gözleri, yýllar sonra belki de ilk defa canlý bir surete bakýyor. Üstelik karþýsýnda duran bu taze yüz, kendi hamurundan bir parça.
Bu sessiz tanýþma merasiminin ardýndan ellerimi babamýn minyatür ellerine uzatýyorum. Teni, rutin bir istikrarla bu güne kadar kremlenmiþ gibi. Öyle ki avcumun içinde adeta taze bir un kurabiyesi var. Bu davranýþým bir babaya hasret olduðum için mi yoksa onun bu durumuna acýdýðým için mi bilemiyorum. Tek yaptýðým içimden geldiði gibi davranmak.      Babamýn elleri tüm sýcaklýðýný avcuma daðýtýrken hafifçe mýrýldanýyorum,
“Neden hiç konuþmuyorsun baba?
Söylediðim sözler babamýn yorgun gözlerini nemlendirirken birden televizyonda hava durumunu sunan spiker beliriyor. O esnada babamýn histerik bakýþlarý, paslý boynunun zýpkýn hýzýndaki hamlesiyle ekrana çevriliyor.
Jeolojik bir Türkiye haritasýnýn baþýnda yaþlý ve kýr saçlý bir adam, ülke geneli tahminlerde bulunuyor. Bu Ýþi, yaþý ve sesi vasýtasýyla almýþ olsa gerek, zira bütünüyle tecrübe abidesi gibi görünüyor.
Spiker sýcak havanýn yurdu en kýsa zamanda terk edeceðini ve artýk yaðýþlý günlerin ülkeyi esir alacaðýný mýrýldanýrken babamýn dokuz kat susturucu takýlmýþ o çatallý sesi, “Oðlum çýkar beni buradan,” diye mýrýldanýyor. Ýþittiðim bu sessiz nidayý anlamamýþçasýna soruyorum:
“ Ne dedin baba?”
Babam gözlerini ekrandan kaçýrýyor ve tekerlekler üzerindeki tek karýþlýk yuvasýnda sebepsiz bir paniðe kapýlýyor. Öyle ki çenesi gevþiyor, ardýndan da titremeye baþlýyor. Ellerini, sara krizindeki hastalara has bir kasýlma ele geçiriyor ve bir akýl hastasýnýn mimiklerini andýran bakýþlarý yalvarýrcasýna benden yardým bekliyor.
Ne yapacaðýmý bilmez bir þekilde onu sakinleþtirmeye çalýþýyorum. Küçük bedenini kollarýmla zapt etmek istiyorum ancak en ufak bir baskýda kemiklerinin kýrýlacaðýný bildiðimden ona dokunamýyorum. Ayaða kalkýyorum ve çaresizce,
“Tamam baba çýkaracaðým seni buradan,” deyip tekerlekli sandalyeyi odanýn dýþýna itekliyorum.
***

Ýstanbul’un derbeder sokaklarýnda cam kemik hastasý bir babayla dolaþmak, idama mahkûm bir tutukluyu demir parmaklýklar arkasýndan aþýrmaya yahut avuçlarýnýzda balýk kokusu varken martý sürüsünün içine dalmaya benziyor. Öyle ki iyi veya kötü, bu akýbetin faturasý her türlü benim adýma yazýlacak.
Esasen tüm bunlarý bilerek çýkardým babamý o cüce müteahhitlerin mimari yuvasýndan. Havada tatlý bir eylül esintisi var. Kaldýrýmlardan savrulan aðaç yapraklarý, insan siluetlerine karýþýyor. Ara sokaklarda þehrin afili züppeleri, çatýlarda bir kuþun cellâdý olmak isteyen aðzý bozuk sokak kedileri ve cam önlerinde gergef iþleyen ihtiyarlar bir olmuþ, arsýz bir kadýn kahkahasý kadar histerik, “Ýstanbul” adlý oyunu sergiliyor.
Böylesi bir manzara babamýn hurdaya çýkarýlmýþ kalbine can verdi. Öyle ki göðsü heyecanla kabarýp inmeye baþladý, ruhu huzura kavuþtu. Onun tüm duygulara aç bedenini Beykoz sokaklarýnda dolaþtýrýyorum. Her sokak çocuðu; potansiyel cinayet zanlýsý, eðlence için üretilen her plastik top suç aleti. Kalbim bu heyecana tepkisini göðüs kafesimi zorlayarak gösteriyor. Zira taþýdýðým tekerlekli sandalye saniyeler içinde konforlu bir tabuta dönüþebilir.
Gel gelelim babam bu duruma karþý en ufak bir endiþe dahi duymuyor. Hatta sakin ve temkinli yolculuðumuza sitem edip hýzlanmak, evden olabildiðince uzaklaþýp denizi görmek istiyor. Neticede artýk geri dönmek için çok geç bu yüzden itiraz etmeyip istediðini yapýyorum.
Beykoz’un kanaatkâr sokaklarýný ayaðýmýn altýndan hýzlýca kaydýrýrken hayat telâþesine nazýr manzaralar bir bir arkamda kalýyor. Pudra kokulu bir camekân ardýnda usturayla cambazlýk yapan berberler, hayrýna inþa edilmiþ bir çeþmenin maþrapasýndan serinlik aþýran çocuklar, kederlerini sigara dumanýyla buharlaþtýran belediye iþçileri, ihtiyarlara kefen diken terzi dükkânlarý, meyveleri çürümenin eþiðinde bir manav, kaný üzerinde etlerin ürkütücülüðünü güler yüzle örtmeye çalýþan bir kasap…
Böylesi manzaralarýn soluðu ensemizde kalýrken gözlerimiz yalýlarýn lüks iskeletini arýyor. Tepemizde dolaþan aç bir martýnýn çýðlýklarýný rehber edinmiþ, sahile doðru yürüyoruz. Çok geçmeden gökyüzünü kýskandýran, denizin o parýltýlý maviliði görünüyor. Mecalsiz bacaklarýmý son bir sabýrla iteliyorum ve kýyý boyunca istirahata çekilmiþ kayýklarýn ve yamalý takalarýn bulunduðu kordonda duruyorum. Babamý bir bankýn kenarýna hizalayýp yanýna oturuyorum. Deniz oldukça sakin… Balýk ölüleriyle dolu kayýklar, sakin bir oryantal ritme bel kývýrýrcasýna sallanýyor. Babamýn gözlerine renk gelmiþ, yüzünde yaþama dair umutlar yeþermiþ durumda. Hoþnut olduðu aþikâr... Onun bu neþesine neþe katmak mahiyetinde lafa giriyorum:
“Nasýl baba, harika bir manzara deðil mi?
Lakin düþüncemin aksine babamýn gülen yüzüne iki sýcak gözyaþý þerit çekiyor.
“Neriman çok severdi denizi.” Diyor ve hüzünle gülümsüyor.
Annemin ismi kulaklarýmda yankýlanýr yankýlanmaz sanki görünmez bir el kalbimi avuçlayýp var gücüyle sýkýyor. Dimaðýmýn düþünce akýþý duruyor ve ansýzýn nefesim kesiliyor. Gözlerim babamýn Monalisa’yý andýran yüzüne takýlý kalmýþken oturduðum banka çivileniyorum.
“ Annen harika bir kadýndý oðlum. Benimle evlenecek kadar harika. Tek bir gün olsun çýkarmadým onu aklýmdan. Her Allah'ýn günü düþündüm. Nihayetinde piþman da oldum ondan ayrýldýðýma ama ne fayda.”
Babamýn son cümlesiyle büsbütün delik deþik oluyorum zira bu zamana kadar hep annemin babamý terk ettiðini düþünmüþtüm. Þaþkýnlýk dilime dolanmýþ beni kekeletirken:
“Ne- ne- neden ayrýl- dý-dýn annemden baba?” diyorum.
Babam ufak elleriyle minyatür bedenini göstererek:
“ Allah korusun, eðer benim gibi biri olsaydýn Sufi, sevilmenin ne kadar acý verici olduðunu anlardýn.” Diyor. “Çünkü her gün seni yediren, giydiren, canýna can katan birine güler yüz ve tatlý sözden baþka bir þey verememek zamanla kendinden daha da nefret etmene sebep oluyor. Üstelik o kadýn sana çoðunuzun olacaðýný söylediyse.”
Babamýn sözleri içimi parçalýyor ve beni utandýrýyor. Ýstemsiz bir þekilde baþýmý babamýn aksine çeviriyorum ve böylesi bir itirafý duymanýn utancýný iliklerime kadar yaþýyorum. Gözlerimi kapatýp derin bir iç geçiriyorum, birkaç derin soluk aldýktan sonra usulca baþýmý çeviriyorum:
“Düþünme bunlarý baba, artýk birbirimizden baþka kimsemiz…”
Lakin gördüðüm manzara lafýmý yarýda kesiyor. Bana sýrtýný dönmüþ tekerlekli bir sandalye, kordonun eðimli asfaltýndan hýzla aþaðýya akýyor. Var gücüyle dönen tekerleklere minik eller ara sýra dokunuyor ve onlarý daha da hýzlandýrýyor. Olduðum yerden fýrlayýp babamýn peþine düþüyorum. Belli ki yaptýðým hareketi yanlýþ anladý. Bu sebeple iskelenin sonundan denize çakýlmak niyetinde ve büsbütün beni yalnýzlýðýn kollarýna teslim etmek.
Ölüm kollarýný açmýþ bir faniyi daha kucaklamak isterken, babam yürümeyi ilk kez öðrenen çocuklarýn annesinin kollarýna kendini attýðý gibi hýzla ilerliyor. Bense masum bir ceylanýn peþine düþen avcýnýn çevikliðiyle babamýn peþine atýlýyorum. Ona yetiþmek üzereyim lakin en küçük bir tümsek yahut yersiz bir taþ parçasý her þeyi oracýkta bitirmeye yetebilir.
Kordonun taþ yüzeyi bitip iskelenin tahta yüzeyine geldiðimizde babamýn sandalyesine uzanmayý baþarýyorum. Plastik tutamaklarý narince kavrýyorum. Ani bir duruþumda þüphesiz babam olduðu yerden fýrlayýp ahþap zemine çakýlacak. Bu sebeple adýmlarýmý yavaþ yavaþ küçültmeye baþlýyorum ancak iskele sandýðýmdan kýsa ve tamamen durmamýza yetecek alan yok. Denize iki adým kala tekerlekli sandalyeyi olduðu yere çiviliyorum. Babam cansýz manken gibi ileri fýrladýðýnda sol elimi biçare ona uzatýyorum. Parmak uçlarýma ipek kýsa kollusu deðdiðinde onu sýkýca kavrýyorum ve geri çekiyorum. Olduðu gibi eski yerine tekrar oturuyor. Sandalyenin denize bakan burnunu yana çevirdiðim sýra dizlerimin baðý çözülüyor ve olduðum yere çöküyorum. Aldýðý nefesin yetersizliðini boykot eden ciðerlerimin kabarýþýnda babamýn yüzüne bakarken:
“Bir kez daha gitme baba.” Diyorum.
Babam mahzun bakýþlarýný denize dikiyor, sonra usulca baþýný bana çevirip gözlerini kapayarak isteðimi onaylýyor. Böylelikle olduðum yerden kalkýyorum ve onu kordonun yokuþuna doðru tekrar itekliyorum. Yalýlarýn gölgesinden tekrar virane sokaklarýn yolunu tutuyoruz. Yol boyunca ikimizde konuþmuyoruz. Biz eve varana dek sokak kedileri miyavlamayý unutuyor, bülbüller naðmelere küsüyor, sarhoþ naralarý boþ þiþelere hapsediliyor. Kapýdan içeri girdiðimizde çocuklar aðlamayý keþfediyor tabiat cývýldamayý tekrar hatýrlýyor.
Babamý her þeyden güvenli odasýna teslim ediyorum ve kapýsýný kapatýyorum. Dakikalar sonra dýþ kapý açýlýyor ve ellerinde yüklü poþetlerle Türkan abla içeri giriyor. Ellerindekini mutfaða býrakýyor ve yanýma geliyor:
“Ne oldu Sufi? Pek durgunsun, otura otura canýn mý sýkýldý yoksa?
Baþýmý yukarý kaldýrýp:
“Yok, Türkan abla geçmiþe gitti de bir an aklým.” Diyorum.
Türkan abla tekrar annelik içgüdülerinin emrine giriyor ve beni neþelendirmek için bin bir kýlýða giriyor. Birlikte akþam yemeði yapýp, sofrayý birlikte kuruyor, birlikte kaldýrýyoruz. Uzunca bir sohbetin ardýndan þehre gece çöküyor.
Gece uyumadan evvel babamýn kapýsýný aralýyorum ve ona bakýyorum. Yüzüne astýðý taze bir mutlulukla bana bakýyor. Beklide nice zaman sonra ilk kez televizyonu kapatýp sandalyesini yataðýna sürüklerken:
“Yarýn görüþürüz oðlum,” diyor, “ Bu gece güzelce dinlen çünkü beraber bir ömür yürüyeceðiz.”

.Eleþtiriler & Yorumlar

:: .
Gönderen: Fatih Onaydýn / , Türkiye
11 Kasým 2014
Ben de yeni katýldým Ýzedebiyat bünyesine Kamuran Haným. Yazýyý beðenmiþ olmanýz beni mutlu etti. Çok teþekkür ediyorum.

:: ...........
Gönderen: Kâmuran Esen / ,
11 Kasým 2014
Sizi ilk kez okuyorum. Yazý dilinizi çok sevdim. Tebrik ederim. Devamýný dilerim. Sevgiyle.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.


Yazarýn öykü ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Kar Tanelerine Dadýlýk Yapmak

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Ensemizdeki Barkod [Þiir]
Savaþ Sanatýna Ýmzayý Tabutlar Atar [Þiir]
Kestim Çocukluðumun Sakallarýný [Þiir]
Bir Ýnce Hastalýk [Þiir]
Edebiyat mý Ebedi - Yat mý Anlayamadým? [Eleþtiri]


Fatih Onaydýn kimdir?

yazmaktan baþka meziyeti, sevmekten öte bir eziyeti olmayan bir adam.

Etkilendiði Yazarlar:
Jack London, John Fante, George Orwel, Alper Canýgüz,


yazardan son gelenler

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Fatih Onaydýn, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.