..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Ben bir kuþum; uçtum yuvadan... Artýk ben nerede, eve dönme isteði nerede?.. -Leyla ve Mecnun, Fuzuli
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Öykü > Aný > Nuri Ziya Aral




15 Eylül 2014
Bana Raký, Peki'ye Kek...  
Nuri Ziya Aral
Masanýn ortasýndaki kayýk tabakta uzanan, neredeyse iki kiloluk Gridanýn, birkaç gün önceki bereketli seferimin avlarýndan olduðuna, hiç kuþkum yoktu. Yine bir kayýk tabaða oturtulmuþ ve yenecek yeri kalmamacasýna yakýlmýþ Istakozun, alevli servis amacýyla Pis Murtaza'nýn motosikletinden çekilmiþ, yaðlý benzinle tutuþturulduðu na da... Ama nedense, suratýma doðrultulmuþ koca tabancanýn arkasýndaki deli bakýþlý ihtiyarýn, tetiði çekebileceðinden, kuþkulanmýþtým doðrusu. Delikanlýlýk cesareti mi, yoksa aptallýk mý bilmem, herifin gözlerine bakarak, öylece dikiliyordum. Yerime oturmaz sam, beynimi daðýtacaðýný söylemesine karþýn... “Ne olur, dinle onu...” diyerek yalvaran, aðlamaklý sesini duymuþtum, masanýn diðer ucunda oturan Pis Murtaza'nýn. Saðýmda oturan ve henüz suratýna bile bakmadýðým diðer herif ise, “Dediðini yapar...” diye inleyerek, paçamý çekiþtiriyordu. Korkmak için bahaneye sýðýnma gereði görmüþ olmalýyým ki, Rosalie geldi birden aklýma. Yanýmda olsa, ne yapardý acaba? Haykýrýrdý herhalde. Güzel dudaklarýný alabildiðine ayýrýp, hiçbir þey söyleyemeyen sesiyle, haykýrýrdý. Ben de, sesinin neye benzediðini öðrenirdim böylelikle... Rosalie yanýmda deðildi yazýk ki ve daha fazla da bakamamýþtým, ihtiyarýn kan oturmuþ aklarýnýn içerisinde demirli, küçücük yeþil gözlerine. Aniden baþlayýp bütün vücudumu saran titremeyi belli etmemeye çalýþarak, usulca çöktüm iskemleme. “Hah þöyle...” dedi ihtiyar da, yerine oturup, tabancasýný elinin altýnda olacak þekilde masaya býrakýrken. Sonra da Murtaza’ya döndü, “Hadi bakalým Pis, tazesinden bir þiþe kap gel, delikanlýya…”


:ACGH:
Tam iki ay boyunca, yapmaktan zevk alacaðým türden olmadýklarý için hiçbir iþi almayýp, hazýrdaki paralarýmý tüketmeyi becerince de sonunda, burnu büyüklüðü mü sürdürecek halim kalmamýþtý artýk. Onun için de, yine iki aydýr yapmam için ýsrar edilip durulan Kotra boyama iþini, kabul etmiþtim çaresiz...
Kotra boyamak da, öyle kolay iþ deðildir ama. Hele de, ahþap sa! Önceki boyalar Pürmüz lambasýyla yakýlarak kazýnacak, gövdeyi oluþturan tahtalarýn birleþim yerleri fitil haline getirilmiþ ham pamuklarla kalafatla nacak, cicili bicili kutularda satýlan hazýr macunlara güvenilmeyip özel macunlar karýlacak, ahþap dokusunun görünmesinin istendiði bölümler için ham Gomalak tan elde üretilen özel parlatýcýlar kullanýlacak ve daha bir sürü, ývýr zývýr...
Bütün bunlar, öyle her babayiðidin yapabileceði iþler de deðildir doðrusu. Böyle durumlarda benim gibi, her bir boktan anlayýp ta bir bok olamamýþ, üstelik de parasý bitmiþ heriflere, gerek vardýr mutlaka...
Bir zamanlar, her sene yeniden boyadýðým ahþap bir teknemin olduðunu, aklýma estikçe de parasýzlýk hastalýðýna yakalandýðýmý çok iyi bilen bir arkadaþým, salýk vermiþ beni kotra sahibine ve her þeyin eski usul yapýlmasýný isteyen türden bir çeþit olduðu için de gidip gelip, kotrasýný boyamam için yalvarmýþtý o da…
Cebimde kalan üç kuruþ paraya güvendiðimden mi, yoksa tembelliðimden mi bilmiyorum ama hemen her seferinde de,
“Yahu ben heykelciyim, ne ilgim var Kotra boyamakla? Gel, senin bir büstünü yapayým bari...” diyerek nazlandýysam da, laf anlamamýþtý adam. Sonrasýnda da öyle bir para önermiþti ki, meslek deðiþtirip, Kotra boyacýlýðý yapmamýn çok daha akýllýca olacaðýný düþünmeye baþlamýþtým ama pek akýllý bir herif deðildim neyse ki. Meslek filan deðiþtirmediysem de, küçük bir ara vermekte, hiçbir sakýnca görmemiþtim yine de…
Neredeyse benimle yaþýt, karpuz kýçlý bir antikaydý, boyayacaðým tekne. Kim bilir kaç yýldýr deniz yüzü görmediði için de neredeyse bütün tahtalarý, aralýk kalmýþ jaluzi gibi sýrýtýyordu. Adam olmasý çok zordu aslýnda ama olmuþtu da. Sahibinin, müzelik teknesine duyduðu platonik aþkýn ötesinde, her istediðimi karþýlamaya yetecek bok gibi de parasý vardý çünkü. Ýþim bittiðinde benim ise, artýk birazcýk param olmasýna karþýn, adama benzeyen pek bir yerim kalmamýþtý yazýk ki...

Evime geldiðimde gecenin ikisiydi ve ayakta duracak halim yoktu. Kotra sahibi kalan ödemesini nakit yaptýðýndan, ceplerimi patlatýrcasýna þiþiren paralarý okþayacak gücü nereden bulduðuma ise, þaþýyordum doðrusu. Para dolu ceplerimle neyse ki müþterim, arabasýyla kendisi býrakmýþtý beni evime.
Tam bir buçuk ay uðraþmýþtým, canýna yandýðýmýn kotrasýnda. Sahibi olan bol paralý öküzün dürtüklemesiyle son bir haftadýr da, gece gündüz... Sonunda bitmiþti ve harika olmuþtu ama ben de bitmiþtim doðrusu...
Herhalde sekiz, on kilo zayýflamýþ olmalýydým ki, pantolonum kýçýmda güçlükle tutunuyordu. Belinden yukarýya doðru çekiþtirirken,
“Ýyi ya ulan...” diye söylendim. “Zayýflamak istemiyor muydun zaten? Gider, bütün giysilerini yenilersin yarýn da...”
“Yok, yaa...” diyerek terslemiþti, beynimin bir yerlerinde gizlenen öteki herif.
“Eline üç kuruþ para geçti diye, hemen harcamak zorunda mýsýn?”
Bedenimi yöneten -ben- lerin hangisinin haklý olduðunu, galiba hiçbir zaman öðrenemeyecektim. Ýþime de, öylesi geliyordu herhalde...
“Tamam, tamam...” dedim. “Sadece bir, iki pantolon, diðerleri idare eder…”
“Ýdareli olmayý öðren artýk, eþek kadar herifsin.”
“Tamam, dedim ya yahu...”
“Hep tamam dersin zaten ama bildiðini okursun yine de...”
“Sýktýn ama...”
“Yeni bir heykel iþi gelene kadar alýþveriþ etmek filan yok. Kaldý ki, gelen iþleri de beðenmeyip almazsýn sen zaten. Hem ne bok yemeðe, heykelci oldun ki?”
“Eee, yeter artýk, defol...”
Zoraki köpeðim Peki’nin karaltýsý, balkonumda ki nöbetindeydi yine. Bahçeden dört basamak merdivenle çýkýlan balkon giriþinin önüne dikilmiþ, yaklaþan ayak seslerinin sahibinin dost mu, düþman mý olduðunu araþtýrýyordu.
Artýk yaþlandýðý için duyularý köreldiðinden mi, yoksa aptallýðýndan mý bilmem, özellikle gece yarýsýndan sonra balkonuma yaklaþan ben dahil herkes, düþmandý onun için. Kendisinden üç kat cüsseli köpekleri bile kýskandýracak gürlükteki sesiyle kýçýný yýrtarcasýna havlayarak, üzerime saldýrmýþtý birden.
“Benim ulan salak...” diyerek tersledim. “Ben, senin insanýn...”
Bacaklarýmýn arasýna kadar gelerek kokumu aldýktan sonra havlamayý býrakmýþ, son zamanlarda seyrek görüþtüðümüz için özlediðinden olsa gerek, sevinçle bacaklarýmýn arasýnda debelenmeye baþlamýþtý bu sefer de...
“Çok yorgunum Peki.” diyerek mýrýldandým. “Baþka zaman oynaþýrýz...”
Balkon basamaklarýný týrmanýrken önüme geçip yolumu kestiðinde, hiç yüz vermeden üzerinden atlamýþtým. Bu sefer de koþturup, evin giriþ kapýsýnýn önüne uzandý, boylu boyunca.
Baðýrýp çaðýrmak geçtiyse de içimden önce, tüylü kafasýný okþamaya baþladým sonra da. Sevmek istemediðimi anlatmaya çalýþmaktansa sevmek, daha az yorucuydu çünkü. Hasreti giderilince de evime girmeme, hemen izin vermiþti zaten.
Bir an önce yatýp uyumanýn telaþýyla alelacele soyunup banyoya girmiþ, sýcak suyla bir güzel yýkandýktan sonra da kurulanýp eþofmanlarý mý giymiþ, nereden aklýma estiyse çarþaf nevresim gibi þeyleri temizleriyle deðiþtirmiþ, sonra da yataða uzanýp tavan seyretmeye koyulmuþtum. Uykum, yoktu artýk. Söylene söylene kalkarak ýþýðý yakýp, buzdolabýna gittim. Bir kadeh raký içersem, uykum yeniden gelebilirdi belki.
Rakýnýn damlasý kalmamýþtý evde yazýk ki. Var olduðunu sandýðým þiþeyi ne zaman bitirdiðimi düþünerek söylenirken de, kapýyý týrmalamaya koyulmuþtu bile Peki...
Son zamanlarda edindiði, yeni bir huydu bu. Iþýklarý söndürüp yatmamdan sonra eðer gerekir de, herhangi bir nedenle kalkýp yeniden ýþýk açarsam, giriþ duvarý tümden pencere olduðu için anýnda görüp kapýyý týrmalayarak inlemeye baþlýyor ve beni görmeden de, rahatlamýyordu. Zaten hangi davranýþý, normaldi ki bu hayvanýn? Onun yüzünden kaç kere, saða sola toslayarak gitmiþtim iþemeye...
Saat gecenin üçüydü, fena halde yorgundum, uykusu kaçmýþ bir uykusuzdum, üstelik raký sýzdým ve yetmezmiþ gibi, beni sahiplenmiþ bir köpeði rehabilite etmek zorundayým. Söylenecek mecalim bile olmadýðýndan, sessizce gittim kapýyý açmaya.
“Ýþte...” diye mýrýldandým. “Buradayým ve bir þeyim de yok. Git, uyu artýk...”
Kulaklarýný ve burnunu titreterek, büyük bir dikkatle araþtýrýyordu beni. Onun kontrolünün bitmesini beklerken bir yandan da, benzer bir düþkünlükle bana baðlanan hiçbir kadýna katlanamadýðým halde bu hayvana gösterdiðim sabrýn, nedenlerini düþünüyordum.
Pek bir þey bulamamýþtým, fazla da düþünemedim zaten. Evimin hemen önünden geçen caddenin karþý kaldýrýmýndaki bakkalýn, gecenin o saatinde açýk olduðunu görünce, düþünecek baþka bir konu bulmuþtum çünkü...
“Bekle...” dedim Peki’ye. “Biraz para alayým da yanýma, bana raký, sana da kek alalým.”

Normalde, sanki vitrin mankeniymiþ gibi hiç hareket etmeden tezgahýnýn arkasýnda oturan ve yaþadýðýnýn anlaþýlmasý için de nabzýna bakýlmasý gereken bakkalý, hiç öylesine canlý görmemiþtim o güne kadar. Yerinden fýrlayýp yerlere kadar eðilerek karþýlamýþtý beni çünkü...
“Aman efendim, hoþ geldiniz Aydýn Beyciðim. Sefalar getirdiniz...”
Niye bu kadar canlý ve soðuk bir mart gecesinde bu saatlere kadar neden açýk olduðunu bilmiyordum ve sadece ufak raký alacaktým ama herifin müþteri hasretini görünce, yetmiþlik almaya karar vermiþtim. Ancak konuþmama fýrsat býrakmadan,
“Nasýl hizmet edebilirim, Aydýn Beyciðim?” diyerek çevremde dolanmaya ve kaþýný gözünü de, oynatýp durmaya baþlamýþtý. Bir gece sonrasý müþterisine böylesine sevinip delimsek hareketler yapmasý, pek normal görünmemiþti doðrusu.
“Baksana...” diye mýrýldandým. “Ýyi misin sen?”
Cevap vermeyip, kaþýný gözünü oynatmayý sürdürmüþtü yine...
“Beter ol...” diye geçmiþti içimden. “Üç kuruþ fazla kazanmak uðruna bu saatte böyle yalnýzlarý oynarsan, -bir delinin hatýra defteri-ni oynarsýn yakýnda da...”
Hala kaþ göz edip duruyordu herif ve bir derdi olmalýydý mutlaka. Ama gecenin üçünde psikolojik danýþmanlýk yapmaya, hiç niyetim yoktu doðrusu. O yüzden de, bir daha sormadým.
Dükkan kapýsýnýn önünde bekleyen Peki, kekinin hasretiyle camý týrnaklamaya baþlamýþtý bile. Raflarýn birisinden onun sipariþini alýp içkilerin olduðu dolaba doðru seðirtmiþ ve bütün geceme mal olacak belalarý da, o zaman görmüþtüm zaten...
On sekiz, yirmi yaþlarýnda iki delikanlý boþ bira kasalarýnýn üzerine oturmuþ, dolu bir kasayý da önlerine çekmiþ, bira içip duruyorlardý. Baþtan aþaðý motosiklet giysileri kuþandýklarý na göre, içeriye girerken gördüðüm kaldýrým kenarýndaki hayvan gibi motosikletlerin, sahipleri olmalýydýlar.
Eli yüzü düzgün gençlerdi ve her ne kadar bütün þirinlikleriyle bana bakarak gülümsüyorlar sa da, bakýþlarý pek de düzgün deðildi yinede. Rakýmý almak ve bir an önce defolup gitmek amacýyla dolabýn kapaðýný açmýþtým ki,
“Siz zahmet etmeyin efendim...” diyerek yerinden kalktý delikanlýlardan biri ve biraz da yampiri bir yürüyüþle, yanýma geldi. “Yardýmcý olayým, ne istemiþtiniz?”
Bu haytalarýn, Zombi bakýþlý bakkalýn tezgah arkasýnda peydahlanmýþ çocuklarýndan veya ara sýra gönüllü çýraklýk yapan mahalle sakinlerinden olmadýklarýna emindim.
“Teþekkür ederim...” diyerek gülümsedim. “Kendim alabilirim.”
Bakýþlarý birden deðiþmiþti fýrlamanýn. Kaþlarýndan birini, özendiði film yýldýzlarý gibi yukarýya kaldýrmaya çalýþmýþ ve becerememiþ olsa bile, diþlerinin arasýndan savurduðu tükürüðü, bir buçuk metre ötedeki çöp kutusuna isabet ettirmeyi baþarmýþtý ama.
“Efendi efendi, ne istediðini sorduk sana amca...” diye hýrladý.“Burasý, kendin piþir, kendin ziftlen lokantasý deðil.”
Serserinin konuþma þekli veya koluma teðet geçen tükürüðü deðil de -amca- demesi, fena oturmuþtu içime. Gerçi, elimi çabuk tutmuþ olsaydým onlarýn babasý olacak yaþtaydým zaten ama yine de bozulmuþtum iþte...
Henüz birkaç ay önce, bin bir numarayla ve hiç istemediðim halde zorla evime yerleþip üç haftalýk bir süreyi paylaþmak zorunda kaldýðým ayný yaþlardaki bir tazenin, seviþme sonrasýnda bana, “Ýyi miydi amca?” dediðini hayal etmiþtim galiba...
“Peki, evladým...” diye mýrýldandým, sinirimi belli etmemeye çalýþarak. “O zaman, bir büyük raký verir misin lütfen?”
Ýkisi de pis, pis sýrýtarak bana bakýyorlardý. Karþýmdaki zýpçýktý,
“Senin yaþýndakilere fazla alkol yaramaz amca...” diyerek, bir kahkaha atmýþtý.
“Gel, büyükten vazgeç de, ufak al istersen...”
“Ulaaan...” diye geçti içimden. “O kadar da yaþlý mý görünüyorum yahu?”
Ýyice kýrlaþmýþ saçlarým yüzündendi bütün bunlar. O güne kadar hiçbir sevgilim saçlarýmý boyatamamýþtý ama bu hergele, baþaracaktý neredeyse...
Dayak atma isteðimi yitireli çok uzun yýllar geçtiði için, dayak yeme riskine girmeden bu durumdan nasýl kurtulacaðýmýn yollarýný düþünmeye baþlamýþtým ve Peki, gelmiþti birden aklýma. Pek cüsseli deðilse de hemen herkesi korkutan gürlükte bir sesi vardý ve biraz da, Psikopattý galiba...
Kapýya dönüp Peki’ye bakýndým. Oturmaktan da, kek beklemekten de sýkýlmýþ, uyukluyordu eþikte. Gördüðü hemen her kýlýksýz insana ve balkonuma yaklaþan tüm güzel kadýnlara þarlayan zoraki köpeðim, sahiplendiði insanýnýn zor durumunu, hiç önemsemiyordu yazýk ki. Umutsuz bir Ýç çekiþiyle serseriye döndüm,
“Saðlýðýmý düþündüðün için teþekkür ederim, ufak alayým o zaman...”
Kýkýr, kýkýr gülüyordu serseriler. Karþýmda ki zibidinin gülmesi bitince,
“Kusura bakma babalýk...” diyerek itiraz etti. “Alkol içebileceðine dair, tam teþekküllü bir hastane raporu getirmelisin.”
Yaþlýlýk kompleksine girdiðime mi, yoksa rakýsýz kaldýðýma mý yanayým bilemiyordum ama tepem de iyice atmýþtý artýk. Herifleri baþtan aþaðý süzerek incelemeye aldým. Ýkisi de bana göre ufak tefek ve çelimsizlerdi. Aslýnda ben de, epey kuvvetli bir adamdým doðrusu...
En son dayaðýmý ne zaman attýðýmý düþünmüþtüm uzun süre. Yirmi beþ yýl kadar önce yediðim son dayaðý iyi hatýrlýyordum ama attýðýmý, pek çýkaramadým. Yine de umursamayýp,, karþýmdaki geveze itin yakasýna yapýþmýþtým. Onu halledersem, diðeri de sinebilirdi.
Tek kolumla yakasýndan tutarak kaldýrýp, ayaklarýný yerden kestiðim itin suratýndaki paniði gördüðüm zaman itiraf etmeliyim ki, keyiflenmiþtim. Varlýðýndan habersiz olduðum, bastýrýlmýþ, kavgacý genler mi vardý bende de, acaba?
Pek de fazla düþünememiþtim bunu, oturan diðer itin kalkýp böðrüme dayadýðý bir þeyle, elim ayaðým kesilmiþti çünkü...

Silahlardan hiç anlamam, hoþlanmam da. Belki de o yüzden, çocukluk oyunlarýmda ikide bir “degav” diye baðýran Kovboy rollerine girmektense, durmadan barýþ çubuðu tüttüren Kýzýlderili þefliðini, tercih etmiþtim. Hala da, tüttürürüm zaten...
Koltuk altýmdan görünen, sað böðrüme dayanmýþ tabanca, oyuncak gibi ufacýk bir þeydi. Oyuncak veya deðil, beni yeterince korkutmuþtu ama. Hemen yere indirdim, havalandýrdýðým serseriyi ve tabanca da, þakaðýma çýktý.
Böyle bir duruma düþüldüðünde ne yapýlmasý gerekir pek bilemediðim için, manyakça bir sevinçle beni karþýlayan bakkala takýlmýþtý gözüm. Herif normal haline dönmüþ ve Zombi gözleriyle, boþ boþ bakýnýyordu yine.
“Ulan geberik...” diye baðýrdým. “Ne bok yemeðe, ödül kazanmýþ on bininci müþteriymiþ im gibi karþýlamýþtýn beni? Kereste...”
“Yardým edersiniz diye sevinmiþtim Aydýn Bey...” diyerek inledi. “Hem durmadan kaþ göz ederek, tehlike iþareti vermiþtim size...”
Herifin, delimsek ve anlamsýz hareketlerinin nedeni, buymuþ demek...
“Tehlike iþareti öðle mi olur ulan?”
“Ne bileyim Aydýn Bey?” diye, içini çekerek sýzlandý.”Tanýdýk birini görünce çok sevinmiþtim zaten, iki saattir beni esir tutuyor bu gençler...”
Sýzlanýrken bile suratý ifadesizdi herifin. Karýsýnýn üzerinde yer jimnastiði yaparken, nasýl bir þekil alýyordu acaba? Yardým isteme mantýðýna da, diyecek bir sözüm yoktu doðrusu. Boþ verip, serserilere döndüm yine.
“Evet, çocuklar. Nedir amacýnýz, hýrsýzlýk mý?”
“Nereden çýkardýn bunu?” diye söylendi, kafamdaki tabancayý tutan. “Hýrsýza benziyor muyuz biz?”
Aslýnda her bir boka benziyorlardý ama üstlerine gitmedim.
“Ben de ona þaþtým ya zaten, üstünüze baþýnýza ve dýþarýdaki motorlarýnýza bakýlýrsa, paraya da ihtiyacýnýz olmamalý hem...”
“yok, tabi. Bir kasa biranýn parasýný da, peþin vermiþtik zaten...”
“Dürüstlüðünüzü kutlarým da, bu silah nedir peki?”
“Bize saldýrdýn ya amca...” diyerek hýrladý it. O sýrada geberik bakkal,
“Bana da silah çektiniz ama ne yapmýþtým ki?” diyerek araya girmiþti.
“Sen de, peþin parayla bile, bira vermek istememiþtin...” diyerek hýrladý, az önce yakasýna yapýþýp havalandýrdýðým hayta.
“Ama burada içeceðiz diye tutturmuþtunuz, tam dükkaný kapatýrken hem. Sizin yüzünüzden karým, meraktan ölmüþtür þimdi.”
Bildiðim kadarýyla, hortlak suratlý kocasýný müþterilerin önünde bile tartaklamaktan geri kalmayan cadaloz karýsý, kocasý eve gelmedi diye meraktan deðilse bile, sevinçten ölebilirdi ve bu da, geberik bakkalýn pek hoþuna giderdi doðrusu. Onun için de bir þeyler daha söyleyecekken tam, engel oldum.
“Her neyse, aile saadetinizin bir gecelik kesintisi, aþkýnýzý daha da büyütebilir, dert etme. Gelelim size çocuklar, artýk biralarýnýzý da içtiðinize göre, evlerimize gidelim mi?”
“Olmaz...” dedi tabancalý. “Saldýrýn bizi daha da susattý, bira istiyoruz...”
“Anlaþýldý, hadi için o zaman.”
Kafamdaki tabancayý tekrar böðrüme indirmiþti. Sonra da silahýný ve gözlerini benden ayýrmadan geriye gidip, az önce kalktýðý bira kasasýna oturdu. Bakkal adam yerine konmadýðý için, ona bakmýyorlardý bile.
Tartakladýðým hergele iki bira açýp, arkadaþýna vermiþti birisini. Kendi þiþesini aðzýna dayayýp bir süre lýkýrdattýktan sonra da bana dönüp,
“Sen raký alacaktýn, deðil mi amca?” diyerek sýrýttý.
“Evet...”
“Bir ufak getirsene amcaya...” diye seslendi bakkala. Baþýma gelecekleri sezdim mi nedir, sessizce itiraz ettim.
“Artýk istemiyorum, teþekkür ederim.”
“Ýstersin, istersin...” dedi diklenerek, sonra da bakkala emrini yineledi.
“Getir çabuk...”
Az sonra, Zombi nin tutuþturduðu ufak raký elimde, serserilerin gözleri de üzerimdeydi. Bakkala rakýnýn parasýný verdikten sonra tabancalý it, silahlý elini sanki bir þiþe kapaðý açar mýþçasýna çevirerek buyurdu.
“Haydi iç...”
“Þimdi mi?”
“Tabi þimdi, yoksa ne zaman olacaktý ki?”
“Evime gidince içerdim.”
“Saçmalama, iç hadi...”
Rakýyý severim, hele havasýna girdiysem deðil bir ufak, iki büyüðe bile, bana mýsýn demem. Tabancaya ise içmem için deðil, içmemem için gerek görülür herhalde ama yine de, bu þekilde içmeye zorlanmaktan, hiç de hoþnut deðildim doðrusu.
Ýnce, uzun bardaðýnýn içerisine yarýya kadar ýlýk rakýyý doldurup, iki de buz attýktan sonra þýngýr þýngýr sallayarak beyazlaþtýrýp, kývamýna geldiðini anlamak için derin bir nefesle kokladýktan sonra da aðýr aðýr yudumlamak varken, hiçbir zevk almayacaðýmý bile bile þiþeyi kafaya dikmek, iþime gelmiyordu doðrusu.
“Bardak ve buz rica edeyim o zaman...” diye fýsýldadým.
“Ýç ulan...” diye baðýrdý, tabancalý hergele. Diðer hergele de,
“Bardak ve buz istermiþ...” diye söyleniyordu. “Meyhane mi ulan burasý?”
“Soðuk bir þiþe verin bari...”
“O olabilir bak...”
Bakkalýn görüntüsü her ne kadar ölü gibiyse de, servisi son derece hýzlýydý doðrusu. Bir koþuda, soðuk birisiyle deðiþtirmiþti elimdekini. Ne demeye acele ettiðini sorgularcasýna, kötü kötü baktým suratýna, sonra da þiþeyi açýp iki yudum içtim.
“Öyle deðil...” diye böðürdü, tabancalý it. “Hepsini birden...”
“Ama...”
“Dik ulan...”
“Ýyi de caným, siz deðil miydiniz, benim yaþýmdakilerin fazla alkol almasýnýn doðru olmadýðýný söyleyen?”
“Sana bir þey olmaz.” dedi, havalandýrdýðým herif. “Hayvan gibisin, hadi diple...”
Yapýlacak bir þey yoktu artýk. Þiþeyi kaldýrýp, içimden de küfrederek, dikmeye baþladým...
Boðazýmýn debisi hayli yüksek olduðu için, bir ufaðý bitirmem fazla uzun sürmemiþti ancak, aðzým ve midem arasýndaki her yerden gelen yanma hissi ve gözlerimden akan yaþlar, bir hayli sürdü.
“Vay bee...” dedi heriflerden biri. Diðeri ise,
“Biz de kendimizi bir bok sanýyorduk...” diye söylendi. Sonra da,
“Bir ufak daha...” diye seslendi bakkala.
“Yeter ulan ...” diye baðýrdým herife. “Her ne kadar, bir gece sonrasý tutsaðýysam da, o kadar da deðil artýk. O þiþeyi içerim ama kendi bildiðim gibi...”
“Gördün mü?” dedi arkadaþýna, tabancalý. “Bir ufakla, aslan kesildi herif. Boþuna aslan sütü dememiþler, bu merete. Tamam, iç bildiðin gibi hadi...”
Heriflere bir süre kötü kötü bakarak, daha fazla dayýlanabilmek için cesaret biriktirmeye çalýþtýysam da, beceremeyeceðimi anlayýnca vazgeçmiþtim. Boþ bira kasalarýndan birini altýma, birini de önüme çekerek, bakkaldan bardak niyetine bir þeyler, buz olmadýðý için soðuk su, bir daha almamaya kararlý olduðum kötü beyaz peynirinden, bir paket nohut ve vitrinli dolabýn köþesinden beni selamlayan kendi azýðý domatesini istedikten sonra da, içkimi hazýrlayýp yine bakkalýn getirdiði sigaramý yakarak, zibidilere döndüm.
“her þeye karþýn, saðlýðýnýza çocuklar...”

Ýkinci ufaðý bitirdiðimde, kafam iyice çakýrdý artýk ve karþýmda da, tabanca filan kalmamýþtý. Serseriler, kim bilir kaçýncý biralarýný bitirmiþ, kýpkýrmýzý gözleri ve bir karýþ açýlmýþ aðýzlarýyla, beni dinliyorlardý. Ýçki üzerine, derin bir konferans veriyordum çünkü ve fena halde de, çenem düþmüþtü.
Bakkal, kýç þeklinin kalýbý olan iskemlesinde uyuya kaldýðý için, üçüncü ufaðýmý gidip, kendim getirdim. Bardak niyetine kullandýðým küçük kavanozda rakýmý hazýrlayýp yudumladýktan sonra da,
“Ýçki, baþlý baþýna bir kültürdür çocuklar...” diye mýrýldandým, baygýn gözlerle beni izleyen az geliþmiþ teröristlere. “Ne bok yemeye, bu anlamsýz içki ortamýný planladýðýnýzý bilmiyorum ama öfkeden veya kederden içmeyeceksiniz asla. Keyiften de... Kýsacasý, içmek için hiçbir bahaneye sýðýnmayacaksýnýz. Sadece ve sadece, içmek istediðiniz için içeceksiniz. Ama bu istek mesajýnýn da, beyninizin doðru bölümünden geldiðine, emin olmalýsýnýz.”
“Neresi o doðru bölüm ?” diye sordu birisi. “Nasýl anlayacaðýz?”
“Pek kafanýzý yormayýn siz, beyni olanlarýn sorunu o...”
“Yeter artýk, vur þu herifi...” dedi diðeri, soruyu sorana. Ýyi ama tabanca onda deðil miydi zaten? Belki ikisi de tabancalýydý, ne bileyim...
“Vurun ulan...” diye baðýrdým, baðrýmý açmaya çalýþýrken.
Üzerimdeki eþofman, filmlerde gördüðüm kahramanca sahneyi yinelemek için uygun deðildi yazýk ki. Ýki yana çekiþtirerek yýrtmayý da beceremeyince, eteðinden kaldýrarak kafama geçirince aça bilmiþtim ancak, göðsümü.
“Hadi, vurun ulan...”
“Ne yaptým, niye vuruyorsunuz?” diyen sýzlanýþý duyulmuþtu bakkalýn.
Kafamdaki eþofmaný indirip, korkuyla açýlmýþ gözlerine bakarak tersledim,
“Yat ulan yerine...”
Anýnda, uyur durumuna dönmüþtü herif. Serseriler ise, bir hayli ürkmüþ gözlerle, bana bakýyorlardý. Cesaretlenerek, diþlerimin arasýndan hýrladým,
“Sizi zibidiler sizi, kiminle içtiðinizi sanýyorsunuz ulan? Ben, Cellat Cafer'e kafa tutmuþ adamým bee. Size mi pabuç býrakacaðým?”
“Kim bu, Cellat Cafer?” diye sordu birisi. Gözlerim gözlerinde, pis bir þekilde sýrýtarak söylendim.
“Anlatacaðým, meraklanmayýn. Ben anlatýrken uyuyanýn, canýna okurum ama...”

Yirmi seneden fazla oluyor, ben de yirmi veya yirmi bir yaþýmdaydým. Ýstanbul’da, Üniversite öðrencisiydim o zamanlar...
Hiç görmemiþ ve sadece övgüsünü duymuþ olanlarýn bile tutkunu olduðu o koca kent, beni hiçbir zaman tavlayamamýþtýr nedense. Bütün güzelliðine, büyüleyiciliðine ve görkemine karþýn...
Gece bölümünde okuduðum için açabildiðim ve para kazanma fýrsatý bulduðum hediyelik eþya atölyemde çalýþmam gerektiði halde, birkaç günlük tatillerde bile hiç üþenmez, hemen Antalya’ya koþardým. Hele de, yaz tatillerinde...
Tabi o tarihlerde Antalya'nýn aðzýna, henüz sýçýlmamýþtý. Birileri, boklarýný oraya buraya öbekle meye çalýþýyorlarsa bile hala saf, tertemiz ve en önemlisi de, çeliþki sizdi. Cellat Cafer gibiler i saymazsak tabi...
Her neyse, az önce de dediðim gibi, yaz aylarýnda daha bir keyifle koþardým Antalya’ya. Çünkü kendisini soyunun son Levent’i olarak gören babacýðýmýn, Kaptanýderyalýk duygularýnýn tatmini için yaptýrdýðý fakat bana aktardýðý korsanlýk genlerinden dolayý doðru dürüst kullanma fýrsatý bulamadýðý, dokuz metrelik, kamaralý, ahþap bir tekne bekliyordu beni, Antalya’da...
Her ne kadar babam ondan, -yat- diyerek söz ediyor duysa da, batmamaktan baþka pek bir özelliði olmayan, sýradan bir tekneydi aslýnda. Ama severdim onu...
Çatlak distribütör kapaðýnýn bir yedeðinin bulunmamasýna, karinasýndaki su seviyesi otuz santimin altýna asla inmemesine ve beni kerelerce denizin ortasýnda dýmdýzlak býrakmasýna karþýn, severdim onu...
Ýþte o yaz da Antalya’ya gelir gelmez, bütün kýþ çekildiði kýzakta beni bekleyen tekneyle ilgilenmeye baþlamýþtým hemen. Ýki hafta boyunca, bakým, onarým ve boya iþleriyle uðraþtýktan sonra da, ver elini deniz...
Gazipaþa ile Kaþ arasýndaki tüm koylarda, kerelerce demirlemiþ imdir herhalde ama en çok, Kemer’i severdim. Gerçi maceracý yapým kýyýdan giderek iki, iki buçuk saatte ulaþýlan Kemer’den çok daha ötelere yol almamý öneri yorduysa da, orada bir kaç hafta kalmadan, yapamazdým…
Haksýz da deðildim ama narenciye bahçelerinin arasýnda kaybolmuþ evleri, denize uzanan daracýk yolun iki yakasýna paylaþtýrýlmýþ birkaç dükkaný, kocaman bir çýnar aðacýnýn altýndaki biricik kahvesiyle, o kadar þirin bir yerdi ki Kemer. Turizm keþfedilip de isteri halini aldýktan sonra, oranýn da aðzýna sýçýldý yazýk ki...
Kemer’de konaklamamým, çok sevmemin dýþýnda bir nedeni daha vardý. Kýyýya indiðiniz zaman birkaç yüz metrelik yürüyüþün sonrasýnda karþýnýza çýkan küçücük ve olaðanüstü güzellikteki koyu ve bu koyun neredeyse üçte birini kapsayacak þekilde aðaçlarýn arasýna saklanmýþ, Ýtalyan tatil köyü...
Tatil köyünün beni ilgilendiren tarafý ise, köy konuklarýnýn çýplaklar kampý olarak kullandýklarý Phaselis’e gitmek için teknemi kiralayacak ekabirleri ve itiraf etmeliyim ki, kaçamak fýrsatlarýný en iyi þekilde deðerlendirebilen dilberleriydi.
Her ne kadar, tatil köyüne denizden bile yüz metreden fazla yaklaþamayan Antalyalý hovardalar, koyu Katolik Ýtalyan güzellerinin yabancýlara asla yüz vermediklerini söyleyerek avunuyorlardýysa da, bir önceki yazdan iyi biliyordum ki, teknemin küçücük güvertesinde çýrýlçýplak soyunup güneþlenen güzellerin koyu olan tek yerleri, güneþten iyice kararmýþ, tenleriydi galiba.
Kýsacasý, hem kadýnlar hakkýnda bilgi ve görgümü artýrmak, hem de Marmaris'e yapmayý planladýðým gezi için para biriktirmek amacýyla, bir kaç haftalýðýna Kemer'e demirlemiþ tim yine...

Ýlk iki haftam, özellikle para açýsýndan son derece bereketli geçmiþti. Tatil köyünün, her sabah týkýþ tepiþ doldurulup Phaselis’e yollanan kocaman teknesini kullanmak istemeyen ekabirlerin çokluðu ve kiralanabilecek tekne sayýsýnýn azlýðý yüzünden, müþterisiz kalmamýþtým hiç...
Hemen her gün, teknemi kiralayan birkaç Ýtalyaný soyunup dökünebilecekleri ýssýz kumsallara götürüyor, onlar yüzüp oynaþýrken, bir dolu balýk avlýyor, kaptanlýktan aldýklarýmýn dýþýnda avladýðým balýklarý da lokantacýlara satarak, bok gibi para kazanýyordum.
Hemen her gece de, bütün gün önümde çýrýlçýplak dolaþýp, en ufak bir umut bile vermeyen Ýtalyan dilberleri düþünerek sýðýr gibi içiyor ve sýzýp kalýyordum. Teþhirci bir rahibe kafilesine mi denk gelmiþtim, nedir?
Erken uyandýðým bir sabah, yeterince para kazanýp gereðinden fazla zaman harcadýðýmý düþünerek, Marmaris'e hareket için hazýrlýklara baþlamýþtým artýk. Bir gün önce, azgýn bir Akya’nýn koparýp gittiði oltanýn kaþýðýný yeniledikten sonra da tam demir alýyordum ki, kýyýdan birileri seslendi birden. Müþteri çýkmýþtý yine...
“Hiç þansýnýz yok...” diye söylendim. “Hem kaptan, hem de müþteriyim artýk...”
Arka dubadaki halatý toplamýþ ve kýyýdaki babaya baðlý olaný çözmek için, halata asýlarak tekneyi kýyýya çekiyordum ki, kendilerini almaya geldiðimi sanarak sevinçle el çýrpmaya baþlamýþlardý.
Gezdirdiðim Ýtalyanlardan öðrendiðim birkaç kelimenin dýþýnda Ýtalyanca bilmediðim gibi, konuþtuðumun dýþýnda dil de bilmiyordum zaten ve genellikle el, kol hareketleri ile oluyordu anlaþmamýz. Kendileri için gelmediðimi iþaret diliyle nasýl anlatacaðýmý düþünürken, daha iyi görmemin gerekebileceði kaygýsýyla, dümen kutusunun üzerindeki gözlüðümü takmýþtým. Ama sahilde el sallayýp duranlardan birisini daha iyi görünce de, Kemer’den ayrýlmaktan vazgeçivermiþtim birden...
Altý kiþilik ailenin tekneye çýkmalarýna yardým ederken gözlerimi, en büyük çocuklarý olan güzellikten ayýramýyordum. Ve o güzellikte, en az öpülesi dudaklarý kadar gülümseyen, inanýlmaz lacivert gözlerini, sanki benden ayýramýyordu bir türlü...
Son derece gürültücü bir aileydi müþterilerim. Teknenin motoru hayli sessiz olmasýna karþýn, burunda oturan anne ve dümen kutusunun yanýndaki baba, zaten dokuz metrelik teknenin yarý boyutunda öylesine baðýrarak konuþuyorlardý ki, birkaç yüz metre ötedeki kýyýda Ýtalyanlar varsa eðer, onlarý duyup anlýyordu herhalde. Ama ben, kulaklarým neredeyse patladýðý halde, hiç bir þey anlayamýyordum tabi ki...
Çocuklarýnýn da kalýr tarafý yoktu. Kamaranýn üzerinde yan yana oturmuþ baygýn gözlerle denizi seyreden ikisi, o kadar baðýrarak sohbet ediyorlardý ki, konuþtuklarý þey doðanýn güzelliðiyse eðer, güzel olduðu için piþmanlýk duyuyordu mutlaka doða...
Bir tek, o gözümü ayýramadýðým, en büyük çocuklarýnýn sesi çýkmýyordu. Böylesi gürültücü bir aile de, nasýl bu denli sessiz olabildiðini, herhalde Angut gibi baka kaldýðým için, uzun bir süre anlayamamýþtým. Annesinin, yanýna gelerek omzunu dürtüp, kýzýnýn kendisine bakmasýný saðladýktan sonra hiç baðýrmadan, hatta neredeyse sesini bile çýkarmadan, sadece dudak hareketleriyle konuþmasýndan sonra fark edebilmiþtim, o müthiþ güzelliðin, saðýr ve dilsiz olduðunu...
Ailenin sanýrým hepsinde de, genetik bir iþitme sorunu vardý ve o yüzden, bu denli baðýrarak konuþuyorlardý. Güzellik ise, hepten yoksundu bu duyulardan...
Bir ara babalarý bana doðru baðýrarak kýyýda bir noktayý iþaret ettiðinde, orada konaklamak istediklerini anlamýþtým. Gösterdiði yöne doðru dümen kýrdým ve minicik koya girerken de, hepsi birden suya atladýlar. Demirledikten sonra ben de, buzlukta sakladýðým yemleri çýkararak, balýk avlamaya koyulmuþtum...

O gece, avladýðým balýklardan kendime ayýrdýðým birkaç tanesini yerken, sadece su içiyordum. Roseali, alkole gerek býrakmayacak kadar sarhoþ etmiþti beni çünkü...
Rosalie, buydu adý, ailesi öyle sesleniyordu ona. Göz göze geldiklerinde ve bütün gürültücülükleri ne karþýn, neredeyse hiç sesleri çýkmadan. Roseali’de, bütün sevecenliðiyle gülümsüyor, hep gülümsüyordu…
Hele dilsiz olduðunu anladýðýmda, daha da tutulmuþtum Rosalie’ye. Ne tür bir duygusallýktan kaynaklandýðýný bilmiyorum ama o tarihlerde henüz, kadýnlarýn gereksiz gevezeliklerinden yakýnacak denli deneyimim olmadýðýna göre, suskun bir kadýnla geleceði paylaþmanýn ileri görüþlülüðünden olmadýðýna da, eminim…
Öylesine güzeldi ki, henüz on yedi, on sekiz yaþýnda olmasýna karþýn, otuz yaþýnda mýþçasýna kadýnlaþmýþ vücudu, neredeyse yarý beline kadar uzanan koyu kestane gür saçlarý, minicik kalkýk burnunun altýnda sanki öpülmek için titreþen dolgun dudaklarý, müthiþ seksapeli ve davetkar tavýrlarý ve hepsinin karþýsýnda da, benim iyice depreþen abazanlýðý m...
Ama bunlarýn hiçbiri beni gözlerinden, o inanýlmaz güzellikteki koyu lacivert iri gözlerinden, ayýramýyordu bir türlü. Aþýk olmuþtum...
Aþk denilen olayýn, karþý cinse duyulan zapt edilmez ilgi olduðunu biliyor duysam da, bu abartýlmýþ ilginin aslýnda, karþýlýklý her türlü alýþveriþin uzun ömürlü olmasýný saðlamak amacýyla beynimizin kullanýlmayan bölümlerinde hazýrlanan bir strateji olduðunu, henüz bilmiyordum yazýk ki.
O nedenle de, bana duyduðu ilgiyi göz göze geldiðimiz andan beri gizlemeyen ve sonraki günlerde de her fýrsatta birlikte olduðum Rosalie ile iliþkimiz, uzun doða yürüyüþlerimizde el ele tutuþmak, her fýrsatta öpüþmek ve masum oynaþmalar dan, pek ileriye gidememiþti yazýk ki…
Artýk tek müþterim, Rosalie’nin ailesiydi. Teknemi her gün kiralamasalar da ne baþka müþteri kabul ediyor, ne de artýk pas vermeye baþlayan diðer kadýnlara, bakýyordum.
Ýçimden gelmediði gibi, vakitte bulamýyordum bunlara zaten. Uyku saatleri dýþýndaki hemen her aným, Rosalie ile birlikte geçiyordu çünkü. Ona sarýlýp uyumayý, öylesine istiyordum ki oysa!
Kýzlarýna sarýlýp uyuma fýrsatý vermedikleri için ne kadar bozulur sam bozulayým, hoþ görülü bir ebeveyni vardý Rosalie’nin. Kiraladýklarý teknemle onlarý gezdirirken gizleme gereði duymadýðýmýz flörtümüze seslerini çýkarmýyor, gezi yapmadýklarý günlerde de, neredeyse sabahýn köründen gece yarýlarýna kadarki zamaný birlikte yaþamamýza, izin veriyorlardý. Ne denli armut bir herif olduðumu anlamýþ ve kýzlarý için bir tehlike oluþturmaya caðýmý, fark etmiþ olmalýydýlar.
Dudak hareketlerini okumayý biliyordu Rosalie. Bir de, el ve parmak hareketleri ile yapýlan iþaret dilini. Dudaklarýmý, onun anlayacaðý kýpýrtýlarla oynatamadýðým, iþaret dilinden de hiç anlamadýðým için, derdimi anlatabileceðim resimleri çizebilmek amacýyla, koca bir bloknot taþýyordum yanýmda.
Çizdiðim resimlerle derdimi anlatýrken bol bol güldürmenin dýþýnda, balýk tutmayý öðretmiþtim ona. Misina baðlamayý, kayalardan Badalon toplamayý, onlarý bütün olarak oltaya takabilmeyi, boklu balýk piþirmeyi, yýldýzlara bakarak yön bulmayý, saman yolunun içerisinde kaybolup gidebilmeyi ve bol soðanlý, çoban salatasýný...
O ise, sadece sevmeyi öðrete bilmiþti bana. Hýyarlaþma derecesinde, sevmeyi...
Hýyar lýðýn hiçbir türü, zamaný durdurmaya yetmediði için de, on beþ günlük tatillerinin, dibine gelinmiþti tabi sonunda…
Son gecemizi, Kemer koyunun yarým daire kumsalýný kerelerce adýmlayarak ve ardýmýzda kalan ayak izlerini minik dalgalarýn silmesini izleyerek geçirmiþtik. Gece yarýsý ve ayrýlýk zamaný yaklaþtýðýnda da olduðumuz yerde kucaklaþarak, belki yarým saat öpüþmüþtük. Daha sonra da, pek de uzun ömürlü olmayan ayak izlerini ardýnda býrakarak yine kumsaldan, tatil köyünün yolunu tutmuþtu Rosalie.
Olduðum yerde çöküvermiþ tim ben de, gidiþini izlerken. Görünmez olmasýndan sonra da, dalgalarýn ne yapacaðýný hiç umursamadýðým göt izini geride býrakarak, tekneme döndüm...

Oldum olasý, rahatýna düþkün bir herifimdir. Biraz da, tembel galiba. Kemer’in küçük ve güvenli koyu bakkal, manav, çeþme gibi yerlere azýcýk uzak düþtüðü için, þimdiki Marinanýn olduðu denize açýk kýsýmda demirlerdim teknemi.
Kýyýdan elli metre kadar açýkta ve yedi, sekiz kulaç derinlikteki kayaya saðlam bir halat baðlamýþ, ucuna da halkalý bir þamandýra takmýþtým. Kumsaldaki kocaman bir kayada da, çelik kablolarla deli baðlar gibi sabitlediðim ikinci bir halka vardý ve tabi ki, upuzun da bir halatým...
Bir ucunu teknenin burnundaki babaya sardýðým bu halatý, yine teknenin burnu ve kýçýndaki iki halkadan geçiriyor, þamandýra ve kýyýdaki halkalardan da geçirdikten sonra boþtaki ucu, bu sefer kýçtaki babaya sarýyordum. Bu þekilde kýyý ile þamandýra arasýnda askýya aldýðým tekneyi istediðim yöne çekerek sabitleyebiliyor ve keyfime bakýyordum. Fýrtýnalý havalarda, koya gitmek koþuluyla tabi...
Kýyýdaki çekme halatýnýn düðümünü çözüp tekneyi karaya çekerken, Rosalie’yi düþünüyordum hep. Onlarý hava alanýna götürecek tatil köyünün otobüsü, sabah dokuzda hareket edecekti ve vedalaþmadan önce, belki on beþ, yirmi dakika, baþ baþa kalabilecektik ancak…
Yazýþma adreslerimizin deðiþ tokuþunu, son ana býrakmýþtýk. Mektup yazmayý hiç sevmediðim gibi, onun gönderdiklerini tercüme ettirme derdi vardý bir de. Neyse, gönderdiklerim de resimler yapar ve onu tercüme derdinden kurtarýrdým, hiç deðilse.
Çocukluðumdan bu yana toplayýp biriktirdiðim bir dolu deniz kabuðunun en güzellerinden özene bezene yaptýðým kolyeyi ise, son öpücüðümün öncesinde takacaktým, o güzel boynuna...
Teknemi karaya getirdikten sonra üzerine çýkmýþ, þamandýraya doðru çekerek askýya almýþ, arka güverteye de ince þilteyi sermiþ uyumaya hazýrlanýyordum ki, susayasým tuttu birden. Kamaraya girip buz sandýðýndaki tüm þiþelerin boþ olduðunu görünce de, karaya çýkýp su doldurasým...
Tekneyi baðladýðým yerin tam karþýsýndaydý, Pis Murtaza'nýn lokantasý. Otuz, otuz beþ metrelik kumsalý yürüyüp, beþ, altý metrelik kum tepesini de aþtýktan sonra, köy ile koy arasýndaki daracýk toprak yola çýkýlýrdý. Ýþte o yolun diðer tarafýnda da, Pis Murtaza...
Avladýðým balýklarýn çoðunu, ona satardým. Kendi yiyeceðim balýklarý ayýrmayý unuttuðum, piþirmeye üþendiðim veya yemek yapmak istemediðim zamanlarda da, dünyanýn parasýný vererek, yine onda doyururdum karnýmý. Ama en önemlisi de, onun tulumbasýndan doldururdum suyumu...
Hiçbir tavuðun yumurtlamak istemeyeceði türden bir folluk görünümündeki saçlarýn altýnda, yok sayýlabilecek darlýkta bir alýn, alýnýn olmasý gereken yere gömülmüþ çipil gözler, suratýn ortasýnda anlamsýz bir boþluk býraktýktan sonra oluþmuþ kocaman ve sulak bir burun, dili sürekli dýþarýda olduðu için açýk kalmýþ çamaþýr çekmecesini çaðrýþtýran, saçma sapan bir aðýz...
Bu kadarý yeter herhalde, Pis Murtaza'nýn ne denli þekilsiz bir adam olduðunu anlatmaya. Kalanýnýn da farklý bir tarafý yok zaten. Ýncecik ve kýsa bacaklar, yine incecik ve bu sefer upuzun kollar, bu garip uzantýlarýn köklendiði kalas gibi bir gövde, annelerinin peþinden koþturup duran altý tane çocuðu, ne tür bir pozisyonda oluþturabildiðini düþündürecek kadar da, anormal bir göbek...
Görünüþü kadar, kiþiliði de bozuktu Murtaza'nýn. Adýnýn önündeki -pis- sýfatýný bu yüzden mi, yoksa leþ gibi koktuðu için mi koymuþlar bilmiyorum ama pek de þikayetçi deðildi galiba. Çünkü leþ gibi masalarýna oturtmayý baþardýðý Ýtalyanlara avladýðým mis gibi balýklarý, en son ne zaman yýkandýðý belirsiz elleriyle servis yaptýktan sonra karþýlarýna geçer, üç kuruþluk Ýtalyancasýyla dünyanýn en büyük aþçýsý olduðunu söyledikten sonra da göðsünü gere gere, -Pis Murtaza- diye tanýtýrdý kendisini.
Benden aldýðý balýklarý tartarken hile yapan, parasýný öderken mutlaka borç takan, elinde kalan balýklar bayatladýðý zaman suçu bana atan, lokantasýnýn önünden geçerken müþterim olan turistler için bile komisyon almak isteyen, her yönüyle rezil bir herifti, Pis Murtaza. Yine de katlanýrdým ona. Onunkinden sonra en yakýn su kuyusu, bir kilometre uzaktaydý çünkü...

Tulumbadan su bidonu mu doldururken, ahþap direkler ve üzerine tutturulmuþ hasýrlardan oluþan çardak lokantanýn, sadece bir masasý doluydu. Oturan üç kiþiden birisi de Murtaza'ydý zaten ve beni görünce elini sallayarak selamlamýþtý. Ben de ona el salladým.
Çardaðýn hemen bitimindeki, ön kýsmý mutfak olarak kullanýlan evin arka odalarýndan gelen, itiþip kakýþan çocuklarýn ve artýk uyumalarýný söyleyerek onlarý azarlayan annelerinin sesi, Pis Murtaza'nýn karþýsýnda oturan bembeyaz saçlý herifin beni çaðýran boðuk sesiyle karýþmýþtý. Duymazdan geldim o yüzden.
“Baksana delikanlý...” dedi bir daha, yine duymadým.
“Sana söylüyorum oðlum, heyy gözlüklüüü. Saðýr mýsýn ulan, dört göz?”
On iki yaþýmdan beri kullandýðým gözlüklerimi bir organým saymama karþýn, dört göz denmesine sinir olurdum o zamanlar. Artýk dolmuþ olan bidonun kapaðýný kapatýrken, öfkeyle baðýrdým.
“Ne var bee?”
Tatlý tatlý gülümsemeye baþlamýþtý herif. Sonra da çok yumuþak bir sesle,
“Buraya gelir misin lütfen.” dedi. “Rica ediyorum...”
Yýlan mýyým neyim? Tatlý dili duyunca yumuþamýþtým. Elimdeki bidonu yere býrakýp, masaya doðru seðirttim.
“Geldim iþte, evet?”
Zil zurna sarhoþtu, kaymýþ gözleriyle bana bakmaya çalýþan ellili yaþlarýn ortasýndaki ihtiyar ve sanki sýzmamak için, direniyordu. Adamýn diyeceklerini beklerken, Pis Murtaza’ya dönmüþtü birden.
“Buzu muz bitmiþ ulan Pis, getirsene.”
“Derhal abi...” diyerek fýrlamýþtý Murtaza ve ihtiyar da, bana döndü tekrar.
“Otursana delikanlý.”
“Oturmayayým...” diye mýrýldandým. “Sabah erken kalkmam gerekiyor.”
Sað kolunu dayadýðý iskemleyi, dikdörtgen masanýn dar kenarýna doðru sürdü.
“Hadiii, geç bakayým þöyle, baþköþeye.”
“Gerçekten de, uyumalýyým. Kusura bakmayýn…”
Pis Murtaza, kendisi kadar pis bir tabaðýn içindeki buzlarla geri gelmiþti. Kalýptan kýrma buzlara bir süre dalgýn dalgýn bakan ihtiyar, irilerinden bir tanesini avuçladý ve ense siyle, kulaklarýnýn arkasýna sürmeye baþladý.
On beþ, yirmi saniye içerisinde bakýþlarý deðiþmiþti herifin. Nasýl becerdiyse, ayýlmýþtý birden. Avucundaki buzun kalanýný fýrlatýp attý, elindeki sularý suratýna doðru serpiþtirdi sonra da, temmuz sýcaðýnda ne bok yemeðe giydiðini anlamadýðým kadife ceketinin omzunda, kuruladý elini. Daha sonra da,
“Dinle þimdi...” diyerek, yarý dolu kadehini avuçlayýp dipledi ve artýk normal bakan küçücük yeþil gözlerini bana dikerek devam etti.
“Kafasý çalýþan birine benziyorsun delikanlý.”
“Teþekkür ederim.”
“ Ýltifat deðil bu...” diye mýrýldandý. Sonra da Pis Murtaza ve diðer adamý iþaret ederek devam etti. “ Bu dangýllar beni asla anlayamaz ama sen anlarsýn, hadi býrak inadý da, otur þöyle.”
Pis Murtaza’dan farklý bir kefeye konmam, hoþuma gitmiþti doðrusu. Direnmeyi býrakýp, gösterdiði iskemleye oturdum.
“Ne içersin?” diye sordu, oturur oturmaz da.
Böyle olacaðý belliydi, o yüzden oturmak istememiþtim ya zaten. Gecenin ileri bir saatinde anlaþýlma derdindeki zil zurna bir ihtiyarýn, kendisini anlamasýný beklediði kiþinin de sarhoþ olmasýný istemek, en doðal hakkýydý. Seçimi yanlýþtý ama sabah buluþacaðým sevgilimi ve bir an önce yatmam gerektiðini düþünerek, itiraz ettim.
“Birkaç dakika oturabilirim ancak, almayayým.”
“Bir duble raký da almaz mýsýn?”
“Hayýr, teþekkür ederim.”
“Bir tek iç bari...”
“Olmaz...”
Ters, ters bakmaya baþlamýþtý. Ne zaman yenilediðini bilmediðim rakýsýný gözünü benden ayýrmadan yarýladýk tan sonra da,
“Amma da nazlýymýþsýn haaa...” diye söylendi. “Yeni gelinleri geçtin ulan!”
Fena halde sinirlenmiþtim. Bir süre, tombul yanaklarýnýn ortasýna sýkýþmýþ yayvan, minik bununa kafa atmakla, yayýlarak oturduðu iskemleden dýþarý taþmýþ, açýk bacaklarýnýn arasýndaki hassas bölgeyi tekmelemek arasýnda, düþünüp durmuþtum. Derken ikisinden de vazgeçip, ayaða kalktým.
“Senin tadýn kaçtý amca, haydi iyi geceler...”
Yerinden fýrlayýp, karþýma dikilmiþti adam. Ancak omzuma gelen bir ihtiyarýn boðuþmak isteyebileceðini düþünmediðim için, derdinin ne olduðu merakýyla, aptal aptal bakýnýyordum.
“Herif, eski ve ünlü bir pehlivan olmasýn sakýn?” diye söylendim içimden. Yirmi sene öncesinin Antalya'sýnda orta yaþý geçmiþ erkek nüfusun herhalde on da biri, pehlivan eskilerinden oluþuyordu ve ben de, üzerimdeki dar Bermuda þortla kispetini kuþanmýþ, ustasýna meydan okuyan çömezler gibi dikiliyordum, herifin karþýsýnda...
Ýhtiyar, kadife ceketinin tümü de ilikli düðmelerini, aþaðýdan yukarýya çözmeye koyulduðu zaman, yayýla bileceðimiz çayýr çimen aranmaya baþlamýþtým. Kumdan baþka bir þey olmadýðý gibi, herifin de güreþmek gibi bir niyeti yoktu zaten...

Masanýn ortasýndaki kayýk tabakta uzanan, neredeyse iki kiloluk Gridanýn, birkaç gün önceki bereketli seferimin avlarýndan olduðuna, hiç kuþkum yoktu. Yine bir kayýk tabaða oturtulmuþ ve yenecek yeri kalmamacasýna yakýlmýþ Istakozun, alevli servis amacýyla Pis Murtaza'nýn motosikletinden çekilmiþ, yaðlý benzinle tutuþturulduðu na da...
Ama nedense, suratýma doðrultulmuþ koca tabancanýn arkasýndaki deli bakýþlý ihtiyarýn, tetiði çekebileceðinden, kuþkulanmýþtým doðrusu. Delikanlýlýk cesareti mi, yoksa aptallýk mý bilmem, herifin gözlerine bakarak, öylece dikiliyordum. Yerime oturmazsam, beynimi daðýtacaðýný söylemesine karþýn...
“Ne olur, dinle onu...” diyerek yalvaran, aðlamaklý sesini duymuþtum, masanýn diðer ucunda oturan Pis Murtaza'nýn. Saðýmda oturan ve henüz suratýna bile bakmadýðým diðer herif ise,
“Dediðini yapar...” diye inleyerek, paçamý çekiþtiriyordu.
Korkmak için bahaneye sýðýnma gereði görmüþ olmalýyým ki, Rosalie geldi birden aklýma. Yanýmda olsa, ne yapardý acaba? Haykýrýrdý herhalde. Güzel dudaklarýný alabildiðine ayýrýp, hiçbir þey söyleyemeyen sesiyle, haykýrýrdý. Ben de, sesinin neye benzediðini öðrenirdim böylelikle...
Rosalie yanýmda deðildi yazýk ki ve daha fazla da bakamamýþtým, ihtiyarýn kan oturmuþ aklarýnýn içerisinde demirli, küçücük yeþil gözlerine. Aniden baþlayýp bütün vücudumu saran titrememi belli etmemeye çalýþarak, usulca çöktüm iskemleme.
“Hah þöyle...” dedi ihtiyar da, yerine oturup, tabancasýný elinin altýnda olacak þekilde masaya býrakýrken. Sonra da Murtaza’ya döndü,
“Hadi bakalým Pis, tazesinden bir þiþe kap gel, delikanlýya…”
Hiçbir müþterisine, bu denli canla baþla hizmet ettiðini görmemiþtim, Pis Murtaza'nýn. Kakalaya caðý yüksek hesap veya alabileceði bol bahþiþ deðil de, masanýn üzerinde uzanmýþ yatan koca tabancanýn göt korkusu olmalýydý, bunun nedeni. Beni lök gibi yerime mýhlayan, baþka bir þey miydi sanki?
Ama yine de yaranamamýþtý, koþa koþa gidip elindeki ufak þiþe ve bir karýþ dýþarýda ki diliyle, yine koþa koþa dönen Murtaza.
“Ulan, dingilsiz Pis...” diye baðýrmýþtý çünkü ihtiyar. “Deve kadar herifin, bir ufak neresine yeter. Beyinsiz?”
On beþ saniye sonra büyük raký önümde, kocaman dili bir daha sanki yerine dönmeyecek miþçesine sallanýp duran Murtaza ise, ihtiyarýn önünde bir tür saygý duruþundaydý. Ufak bir baþ hareketiyle yerine oturmasý buyurulunca, sýðýntý gibi ucuna tutunduðu iskemlesine iliþti yine.
Her dediðinin yerine getirilmesinden sanki hoþnutsuz görünen yaþlý despot da, bir süre daha ters ters lokantacýya baktýktan sonra hiçte sahte olmayan bir gülümsemeyi suratýna yerleþtirerek, bana döndü sonunda.
“Þunu iyi belle delikanlý...” diyerek mýrýldanmýþtý, uzanýp aldýðý boþ bir kadehi, yarýsýna kadar rakýyla doldururken. “Buz koyacaðýn raký, asla soðuk olmamalý. Bir boka benzemez yoksa...”
Bana hazýrladýðý raký herhalde soðuk deðildi ki, kýrma buzlardan irice iki parçayý içerisine atarak, önüme býraktý kadehi. Ben de, her fýrsatta ziftlendiðim güzelim rakýya kötü kötü bakarak, su þiþesine uzandým.
“Olmaaazz...” dedi ihtiyar. “O rakýya su konmaz.”
“Ama ben susuz içemem ki...” diye sýzlandým.
“Buz var ya iþte...”
“Raký beyazlanmadý bile daha ama...”
“Uzatma len...” diye terslemiþti herif. “Biraz sallar, biraz bekler, eritirsin buzu.”
Yaptým dediðini. O da, sabýrla beni beklemiþti. Sonra da kaldýrdý kadehini.
“Haydi bakalým delikanlý, saðlýðýna...”

Belki bir saat boyunca, doðduðu köyden ve güttüðü hayvanlardan söz etmiþti. Davar gütmenin tüm inceliklerini kavramak üzereydim ki, askerlik yaþý geldi herifin. Yarým saatte o sürmüþtü...
Ýstanbul yakýnlarýndaki askerliðinden sonra, köyüne dönmek istememiþ, geri zekalý! Büyük adam olma yolunun büyük þehirden geçtiðine inandýðý için de sýðýr, yerleþmiþ oralara.
Büyük adam olma uðruna önce hamallýk, sonra çaycý çýraklýðý, daha sonra da iþportacýlýk yapmýþ. Böyle kýytýrýk mesleklerle büyük adam olamayacaðýný anlayýnca da, eski mesleðine dönmeye karar vermiþ. Yani, güdücülük...
Öyle ya, ha hayvan gütmüþ sün, ha insan. Ýkisinde de temel kural, caydýrýcýlýk deðil mi? Yardýmcý çobanlarýný çevresinde toplayýp, zorbalýkla oluþturduðu ilk baþlardaki küçük sürüsünden, haraç toplamaya baþlamýþ ve gün geçtikçe de, büyütmüþ sürüsünü...
Baþlarda iyi gidiyormuþ iþleri, epey dünyalýk yapmýþ. Ama güdücülüðün ikinci ve en önemli temel kuralýný bilmediði için, baþka çetelerle baþý derde girmiþ sonradan.
Oysa iyi bir güdücü olsaydý eðer, sürüsüne karþý birinci kural olarak caydýrýcýlýðý uygularken, sürünün de zaten pek çok konuda caydýrýlmaya gerek duyduðunun farkýnda olduðunu görür, kendiliðinden keþfederdi ikinci kuralý. Hatta sorsa, sürüsü bile öðretirdi ona...
Kural iki: Sosyal olmak koþuluyla, hangi canlý türünden olursa olsun her sürü, sürü olduðunun bilincindedir ve güdücülerini benimseyip benimsememe özgürlüðüne sahiptir. Ýyi bir güdücü, onlarýn seçimi olduðu duygusunu yaþatýr sürüsüne. Bu aslýnda, doðrudur da. Ýþine gelmeyen güdücüyü sürüsü, zaten pek çok heveslisi olan bu mevki adaylarýndan birisiyle iþbirliði yaparak, indiriverir yerinden. Onun için de güdücüler sýk sýk deðiþir ama sürü, hep ayný sürüdür...
Gece belasý ihtiyarýn kafasý pek çalýþmadýðýndan olsa gerek, çabucak alaþaðý edilmiþ sürüsünün baþýndan. Sürünün yardým istediði rakip çetenin silahþorlarý, bir gün kuytuda kýstýrýp, basmýþlar kurþunu.
Þanslýymýþ yine de. Orasýna burasýna madalya gibi kondurulmuþ on iki tane delik ve ömür boyu aksayacak bir bacakla, dört ay sonra çýkmýþ hastaneden.
Yeni güdücülerinden daha da hoþnutsuz olan sürü, yeniden baþlarýna geçmesini önermiþse de sonradan, gururu bedeninden çok daha fazla yara alan ihtiyar,
“Benden çok daha kötülerine layýksýnýz, beter olun inekler...” diyerek kabul etmemiþ ve doðup büyüdüðü yerlere en yakýn kent olan, Antalya’ya yerleþmiþ.
Anlattýðýna göre, ikinci dünya savaþý sonrasýnýn Antalya'sý, savaþmadýðýmýz savaþýn bütün sýkýntýlarý ülkeyi kaplamýþken, saklandýðý daðlarýn ardýnda en az yarayla o dönemleri atlatan, yirmi, yirmi beþ bin nüfuslu, küçücük bir kent.
Elinde kalmýþ üç kuruþ parasý ve eski birkaç arkadaþýnýn yardýmýyla, küçük bir manav dükkaný açmýþ. Kabadayýlýk günlerinin deneyimini manavlýk la birleþtirince de, kýsa sürede kabzýmal oluvermiþ. En sonunda da, zengin. Yani, büyük adam...

Herifin büyük bir zevkle anlattýðý hayat hikayesini dinlerken, hem içimden gelmiþine geçmiþine sövüp saymýþ, hem de durmadan içmiþtim. Artýk saat, herhalde gecenin üçüydü ve ben de, koca yetmiþliði devirmiþ zoraki bir sarhoþ...
Pis Murtaza’dan bir büyük daha isteyip,
“Eee?” diyerek sordum ihtiyara. “Yaþam öykünü dinlemeye deðer bulacak kimse olmadýðý için mi, fýrsat bu fýrsat deyip, gecenin yarýsýndan sonra su doldurasý tutan bir þaþkýný, esir aldýn yani?”
Fena kýzmýþtý herif, zaten kýrmýzý olan suratý iyice kýzarmýþ, burun delikleri hýrsla açýlýp kapanýyor, kan kuyusu gözleri ise, milim kýpýrdamadan bana bakýyordu. Sonra da tabancasýný kaldýrýp, alnýma dayadý.
“Benimle nasýl konuþuyorsun ulan it? Benimle, Haysiyet Cafer’le. Puþt...”
Sarhoþ olduðum zamanlar, Battal Gazi ile Mevlana arasý, acayip bir tip olur çýkarým. Beynimin, zaten normalden daha düþük olan çalýþan kýsmýnýn onda dokuzu tatile girdiði için korkusuz, geriye kalana da yapacak iþ kalmadýðý için, hümanist...
“Demek adýn bu...” dedim, tokalaþmak amacýyla elimi uzatýrken. “Memnun oldum, ben de Aydýn...”
Aptal aptal bakýnýyordu adamcaðýz. Ne yapacaðýný bilmez bir þekilde ve tabancasýyla birlikte, Pis Murtaza ve diðer adama dönünce, ikisi birden korkuyla yere atmýþlardý kendilerini. Bir süre sýrýtarak onlarý izledikten sonra da, tabancayý sol eline aktararak bana döndü ve elimi sýktý.
“Ben de memnun oldum...”
“Þu silahý kaldýr artýk, Haysiyet Cafer amca. Sonra da anlat bakalým, gecenin bu saatinde, seni anlayacak birisine gerek gösteren, derdin ne?”
Elindeki alameti masaya býrakarak, derin bir iç çekmiþti. Kadehini aðýr aðýr yudumlayarak bitirdi, yeniden doldurdu, uzunca bir süre masanýn ortasýndaki Istakoz þeklindeki kömürle bakýþtý, sonra da küçük, tombul parmaklý ellerini yüzüne kapatarak, hýçkýra hýçkýra aðlamaya baþladý.
Her ne kadar, artýk beyni dumura uðramýþ tepkisiz bir sarhoþsam da, o kadar da duygusuz deðildim, üzülmüþtüm doðrusu. Omzunu ovuþturarak sordum,
“Nedir derdin Cafer amca? Anlat hadi...”
Baþýný omzuma yaslayarak boynuma sarýlýp, aðlamasýný sürdürmüþtü. Çýplak omzuma akýttýðý yaþlar ve bulaþtýrdýðý sümükler bir an için sinirimi bozduysa da, sesimi çýkarmamýþtým artýk. Bembeyaz gür saçlarýný okþayarak, teselli ettim herifi.
Üç beþ dakika daha aðladý, doðrulup boþ boþ bana baktý, annesinin en sevdiði vazoyu kýrmýþ yaramaz çocuklar gibi dudaklarýný þiþirdi ve sonunda da konuþtu.
“Bu gün çok kötü bir þey yaptým...”
“Nedir o, Cafer amca?”
“Birisini öldürdüm...”
“Hadi bee...”
“Aslýnda üç kiþiyi öldürdüm de...”
“Hastiir, eee?”
“Ýkisi sayýlmaz...”
“O neden?”
“Adam deðillerdi...”
“Neydiler ya?”
“Dinle bak... Eminim bana hak vereceksin.”

Antalya’ya yerleþtiðinden bu yana tanýdýðý ve can ciðer kuzu sarmasý olduklarý, iki arkadaþý varmýþ. Fena halde düþkünlermiþ birbirlerine hatta öylesine ki, diðer tanýþlarý onlardan, -altý bacak- diye söz ederlermiþ.
Yaþýtý olan bu bacaklardan ikisi önceki sene, çeyrek asýrlýk birliktelik ve çoðu eþek kadar olmuþ yedi çocuða karþýn karýsýný boþayýp, diðer bacaklar hiç onaylamadýðý halde on sekizlik bir tazeyle evlenince baþlamýþ her þey...
Önceleri her ne kadar mýrýn kýrýn edip yalancýktan küsmüþlerse de, ne de olsa -altý bacak-lar tabi, kart aþýðý sonunda hoþ görmüþ ve yeni yengelerini de, baðýrlarýna basmýþlar.
Yalnýz, bu baðýrlarýna basma iþini üçüncü arkadaþ biraz fazla ciddiye almýþ herhalde ki, bir süre sonra yeni yengesiyle yatakta basýlmýþ ve kýyamet de kopmuþ.
Elli yaþýndan sonra aþýk olmanýn heyecaný içindeki yaþlý damat, alnýndan yukarýya doðru dallanýp uzayan yeni organlarýnýn sorumlusu arkadaþýný defterden silip bacak sayýsýný dörde düþürdükten sonra genç karýsýný eþek sudan gelene kadar dövmüþ olsa da, boþamaya yanaþmamýþ bir türlü.
Arkadaþýnýn namusunu kendisininkinden ayýrt etmeyen Cafer, bir türlü hazmedememiþ bunu. Gelip gidip boynuzlu garibe, ya karýsýný boþamasýný, ya da diðer herifi öldürmesini söyleyip durmuþ. Týnmamýþ bile diðeri...
En sonunda o akþam, bir meyhanede kafayý çekerlerken Cafer,
“Madem karýný boþayýp namus davasý açmaya yanaþmýyorsun, öldüreceksin o zaman bu herifi ulan...” diye tutturmuþ. Kart aþýk da,
“Ulan, namus benim namusum, sana ne oluyor?” diyerek terslemesin mi. Çok bozulmuþ bizimkisi.
“Ne demek ulan, sana ne oluyor? Deyyus... Neyiz biz peki, pezevenk mi?”
Çekmiþ tabancasýný ve iki tane sýkmýþ kafasýna... Dolayýsýyla da geriye kalmýþ iki bacak, hatta aksak olduðu düþünülürse, bir buçuk...
“Sen, bir zamanlar adamdýn ulan...” deyip, korkuyla kaçýþan meyhane sakinlerini umursamadan yere yuvarlanan arkadaþýnýn cesedini iskemlesine yeniden oturttuktan sonra da, tiradýný döktürmüþ, namus belasý ihtiyar.
“Kim derdi ki, ölümün en yakýn arkadaþýnýn elinden olacak. Ve kim derdi ki, bunca yýl kader birliði yaptýðým can dostumun, öbür dünyaya naklinde ki sürücü ben olacaðým. Heyhat, alýn yazýmýz böyleymiþ. Ama dostum, bu dünyadaki son zamanlarýný saymazsak eðer, iyi bir adamdýn sen. Eminim yerin cennettir ruhun þad olsun, sevgili dostum. Bana gelince, cennette yanýndaki yerimi alýp arkadaþlýðýmýzý sürdürebilmemiz için, yýlardýr baðrýmýzda yaþatýp da ne olduðunu anlayamadýðýmýz yýlanýn, cehennem biletini kesmeye gidiyorum þimdi. Aslýnda bu iþi senin yapman gerekirdi hýyar herif ama... Her neyse, huzur içinde uyu hadi...”
Saat on bir gibi, Þarampol caddesindeki bir pavyonun erkencileri arasýnda bulmuþ zamparayý. Bulur bulmaz da, delik deþik etmiþ hemen. Bu arada fazladan birkaç kiþiyi yaralayýp, Konsomatrisin birinin de beynini daðýtývermiþ ama. Adam yerine koyup üzülüp aðladýðý tek ölü de, o zaten...
Pavyondan çýktýktan sonra da bir taksiye atlayarak, nereden aklýna düþtüyse, doðruca Kemer'e gelmiþ. Beni masasýna çaðýrdýðýndan bu yana saðýmda oturup da, suratýna bile bakmadýðým ve ayný ayran bardaðýný yalayýp duran herif de, onu getiren taksinin, esir aldýðý þoförüymüþ meðer.
Servis yapacaðý için Pis Murtaza'nýn, araba kullanacaðý için de þoförün ayýk kalmalarý gerektiðinden, içki arkadaþlýðý için de beni esir almýþ herif. Ben de iyi ki, su doldurmaya gelmiþim hani, ne yapardý ki yoksa?

Haysiyet Cafer marifetlerini anlatýp bitirene kadar, ikinci yetmiþliðin yarýsýný bitirip, yeniden sarhoþ olmuþtum ben de. Güçlükle açýk tuttuðum gözlerimi karþýmdaki kan çanaklarýna dikip,
“Söylesene...” diyerek sordum. “Adýnýn önündeki ‘Haysiyet’ lakabý, nereden geliyor?”
Gurur maskeleyen bir utangaçlýkla, yere çevirmiþti gözlerini.
“Bilmem, öyle uygun görmüþler...”
“Kimler?”
“Ýþte, bani tanýyanlar...”
“Pek hoþuna gittiði belli, sakýn kendin yakýþtýrmýþ olmayasýn?”
“Kendine lakap takacak adam mýyým ben ulan?” diyerek kükredi. “Herkesin saydýðý bir þahsiyetim ben, þerefime de çok düþkünümdür. Zaten o yüzden herkes bana, -Haysiyet Cafer- der.”
Artýk, hiçbir gücün ayýltamayacaðý denli sarhoþ olduðum için, yeniden korkusuzlaþmýþtým. Üstelik beynimin tamamý dumura uðramýþ, insancýllýðým filan da kalmamýþtý artýk. Elimi uzatýp herifin gýdýsýndan okkalý bir makas alýrken,
“Hay, senin haysiyetine sýçayým...” diye söylendim.
Tabanca yine alným daydý, umursamadým bile. Deðil tabanca dayamak, kafamý top namlusundan içeri soksa, yine umursamazdým. Tombul yanaðýna, sanki gönlünü alýr gibi þaka yollu bir þaplak yapýþtýrarak devam ettim.
“Bundan sonra senin adýn, Cellat Cafer olsun. Haysiyet kurbaný, Cellat Cafer...”
Huþu içinde, Cellat Cafer’in son maktulü olmayý bekliyordum. Sarhoþluðumun salaklýk boyutundaki cesaretinden ürktüðü için mi, yoksa uzun zamandýr kullanmadýðý gri hücrelerinin birkaçýnýn devreye girmesini saðladýðým dan mý bilmiyorum, tabanca patlamamýþtý. Boþ bakýþlarla bir süre beni izledikten sonra da, silahýný masaya býrakarak boynuma sarýlýp, aðlamaya baþlamýþtý yine. Ben de yeniden, bembeyaz kafasýný okþamaya...
“Aðla Cafer amca aðla, açýlýrsýn.”
Herife aðlamasýný söylemiþtim ama resmen böðürüyordu. Sesini biraz daha yükseltecek olursa eðer, Kemer'li avcýlarýn köylerini basan yabani ayýnýn peþine düþmesine neden olacaðý, kesindi.
“Bu kadar yeter.” dedim. “Artýk açýlmýþ sýndýr...”
Ýskemlesinde dikleþerek, yumruk yaptýðý elini göðsüne indirmeye baþlamýþtý,
“Hayýýýr...” diye haykýrdý. “Daha açýlmadým.”
“Eh sen bilirsin, aðla o zaman.”
“Aðlamakla olacak þey deðil benim açýlmam, ne yapacaðýmý biliyorum ama.”
“Ne yapacaksýn?”
Arkasýna yaslanýp derin bir nefes aldý. Kýr býyýklarýnýn üzerindeki sümükleri yalarken, bakýþlarý yeniden cellatlaþmýþtý. Küçücük yeþil gözleri ise, çok uzaklara bakýyordu sanki.
“Ne yapacaðýmý biliyorum...” diye yineleyerek, aramýza döndü. “Bütün bu olanlarýn sorumlusunu vuracaðým.”
“Kimmiþ o?”
“Kim olacak, o orospu...”
“Hangi orospu yahu?”
“Sen beni nasýl dinledin ulan? Anlattýklarýmda kaç tane orospu vardý ki?”
“Ne bileyim, Cellat Cafer amca. Konsomatrisler den filan, söz ettin ya...”
Herif, o kadar göz yaþýný nereden buluyordu bilmiyorum. Contasý yalama olmuþ musluklar gibi, akmaya baþlamýþtý yine...
“Zavallý kadýn...” diyerek inledi. “Zavallý kadýncaðýz... O orospu deðil, þerefli bir mesleðin bahtsýz kurbaný, o bir þehit...”
Sorduðuma soracaðýma piþman olmuþtum. Boynuma sarýlarak sümüklerini akýta akýta, bir posta daha böðürdü. Krizi geçip arkasýna yaslandýðý zaman da, tabancasýný eline alýp kurcalamaya baþlamýþtý. Neresine bakýp anladýysa,
“Ýki kurþunum kalmýþ...” diye hýrladý. “O orospunun bunlar da...”
Beynim, içki içmek dýþýndaki tüm komutlara kendisini kapattýðý için, yine bir þey anlamamýþtým. Tekrar sordum o yüzden de,
“O kimdi yahu?”
“Ýki can dostumun ve bir günahsýzýn adreslerini deðiþtirmeme sebep olan orospu... Eðer o kaltak kuyruk sallamasaydý, bunlarýn hiçbiri olmayacaktý...”
Yine bir þey anlamayacaktým ama yeni doldurduðum rakýmý yudumlarken beynimde ufak bir gedik açýlmýþ olsa gerek ki, jeton düþtü sonunda.
“Haa tamam, þu boynuz üreticisi kadýn...”
Ters ters bakmaya baþlamýþtý, Cellat Cafer.
“”Doðru konuþ ulan...” diyerek þarladý. “Rahmetli arkadaþým hakkýnda bir daha öyle konuþursan, oyarým...”
“Yalan mý caným? Arkadaþýný da, boynuzlarýný kabul ettiði için, rahmetli etmedin mi zaten?”
“Ýstediðimi yaparým ben. Ama sakýn bir daha, arkadaþým için -boynuzlu- deme.”
“Tamam, pekala... Hem o da niye, ellisinden sonra on sekizlik bir tazeyle evlenmiþ ki caným? Gencecik bir kadýnýn tatminsiz kalabileceðini, düþünmemiþ mi?”
“Yahu karýnýn yattýðý herif altmýþýn daydý bee, üstelik pek bir zürriyeti de yoktu, deyyusun. Kaltak karý kendi yaþýna göre biriyle iþ tutmuþ olsaydý, belki de hoþ görebilirdim o zaman.”
“Peki, ne bulmuþ olabilir, o zürriyetsiz rahmetli de?”
“Hiçbir bok bulmuþ olamaz, bunu kasten yaptý.”
“O niye?”
“Kocasý yolcu olduðu zaman, karýya bir sürü mal mülk ve bok gibi de para kalýyor. Herifi zýmbalayacaðýmý biliyordu belli ki, þýrfýntý...”
“Ne bilsin caným, hiç olur mu öyle þey? Hem, kocasý da onu zýmbalayabilirdi. Böylesine saçma bir riske, girilir mi hiç?”
“Planlarýný iyi hazýrlamýþ demek ki. Yoksa niye sütçüyle postacýyla filan deðil de, bizim kikirik le yatsýn?”
“Müthiþ zeki o zaman, her üçünüzü de bu kadar iyi çözümleyip, böylesine pamuk ipliði planlar yapabildiðine göre...”
“Aslýnda, pek akýllý bir kadýn da deðildi ama...”
“Eee?”
“Ama...”
“Ama?”
“Yani...”
“Yani, þunu mu demek istiyorsun? Kadýn pek akýllý deðil ama senin daha akýlsýz olduðunu anlayabilecek kadar da, çalýþýyormuþ kafasý. Sen de böylece, yediðin boklara kýlýf uydurmuþ oluyorsun. Doðrusu aferin, unutma da, yargýca da söylersin bunlarý...”
Beklediðimin aksine ne kýzmýþ, ne de karþýlýk vermiþti Cellat Cafer. Kaþýðýný alýp önündeki, artýk grileþmiþ cacýðý karýþtýrmaya baþladý. Sonra da masaya kapanýp, bu sefer sessizce, aðlamaya...
Pis Murtaza ile taksi þoförü geberik ise, zaten epeydir masaya kapanmýþ durumdaydýlar, uyuyorlardý... Hepsini de öylece býrakarak, kalktým masadan...
Lokantanýn giriþinde beni bekleyen su bidonunu aldýðýmý iyi hatýrlýyorum. Bir de, ýþýmakta olan günü bir süre izlediðimi. Baþka da bir þey hatýrlamýyorum zaten...
Nasýl becerdiysem tekneme çýkmýþ, halatýný þamandýraya doðru çekerek bir güzel askýya almýþ ve sonra da, ayaklarým küpeþteden sallanýr durumda arka güvertede sýzýp kalmýþým...
Uyandýðým zaman güneþ, tam tepem deydi. Beni uyandýran ortalýðý cayýr cayýr kavuran güneþ mi, yoksa kýyýdan avazý çýktýðý kadar baðýrarak, tekneme müþteri çýktýðýný söyleyen Pis Murtaza’mýydý bilmiyorum. Her ikisine de küfredip, uykuma devam etmek üzere kamaraya girmiþtim çünkü...

Kerelerce sýzdýklarý halde her seferinde de acýmadan dürterek uyandýrdýðým haytalar, kafalarýný birbirine dayamýþ bir konumda, sanki susmam için yalvaran gözleriyle bakar gibi yaparak, beni dinliyorlardý. Sustuktan sonra da dinlemeyi sürdürdüler zaten. Gözler açýk bir konumda, uyuma yeteneði kazanmýþtý demek, hergeleler...
Üzerine içki nevaleleri mi dizdiðim bira kasasýna býrakýlmýþ, minik tabancaya takýldý gözüm. Acaba tabancayý alýp burunlarýna dayasam,
“Daha bitmedi ulan, uyanýn...” diyerek dürt sem, ne yaparlardý ki?
“Vur lütfen...” derlerdi herhalde. “vur, ama sus artýk...”
Benim de, konuþacak halim kalmamýþtý zaten ama caným, tek kavanoz raký daha istiyordu nedense. Hala tüketemediðim yetmiþliðe uzanýp hazýrladým içkimi ve bir de sigara yaktým.
O sýrada delikanlýlardan biri oturduðu kasadan yere devrilirken, istifimi bile bozmamýþtým. Dayanaksýz kaldýðý için, tehlikeli bir þekilde sallanan diðerine, yardýmcý oldum ama. Minik bir parmak darbesiyle...
Aðzýmýn tadý kalmamýþtý herhalde ki, rakýdan bir bok anlamýyordum. Vazgeçtim içmekten ve sigaramý da söndürüp, bir yerlere tutunarak ayaða kalktým. Hemen arkasýndan da, deterjan dolu bir rafla birlikte, yere yuvarlandým...
Bir yerlerim fena acýyordu, umursamadým ama. Devrilen rafýn gürültüsüyle iskemlesindeki uykusundan fýrlayan bakkal da, yerdeki deterjanlarý umursamýyordu anlaþýlan. Önce bana yardýma koþtuðuna göre...
“Üzgünüm...” diye mýrýldandým, ýkýna sýkýna birazcýk kaldýrabildiði profil demir rafýn altýndan sýyrýlýrken. Güçlükle de olsa ayaða kalktým ve yine düþtüm sonra. Eve kadar, sürünmem gerekecekti herhalde...
Epey bir süre, koltuk altýma yapýþmýþ beni kaldýrmaya çalýþan Zombi bakkalý izlemiþtim. Daha doðrusu Zombi bakkallarý, iki taneydiler çünkü...
Ancak o tüy sýklet herifler üçlenseler bile, kaldýramazlardý beni. Zayýflamýþ halimle bile, doksan kiloydum çünkü.
“Vazgeç...” dedim. “Beceremezsin.”
“Ne yapabilirim peki...” diyerek inledi, nefes nefese...
“Buz bul bana.”
“Yok ki...”
“Soðuk bir þeyler bul o zaman, buzdolabýnda kar filan yok mu?”
Üç, beþ dakika sonra, buz dolaplarýnýn birinden kazýdýðý bir avuç karla, dikilmiþti baþýma. Kar topaðýný avuçlayarak sýkýþtýrdým ve kulaklarýmýn arkasýna sürmeye baþladým...
Ýþe yaramýþtý, Cellat Cafer’in ayýlma taktiði. Zaten ondan öðrendiðim ve asla unutmadýðým iki þeyden biriydi bu. Diðeri de, oda sýcaklýðýndaki rakýyý, sadece buzla sulandýrmak...
Biraz daha oturarak kendimi tarttým ve usulca kalktým ayaða. Düþmemiþtim bu sefer, baþým biraz dönüyordu hala ama dengem yerindeydi hiç deðilse.
“Bunlar ne olacak?” diye sordu bakkal, birbirine sarýlmýþ durumda uyuklayan yerdeki serserileri göstererek. Kapýya doðru sendelerken söylendim,
“Ne bileyim ben...”
“Polis çaðýrayým mý acaba?”
“Bilemem, ama çaðýrýrsan eðer tanýklýk için beklemeyin beni sakýn. Öbür güne, ancak uyanýrým çünkü...”
Gün ýþýmaya baþlamýþtý artýk. Henüz görünmeyen güneþe dönerek, sabahýn dinlenmiþ havasýný kokladým. Ayaklarýmýn arasýnda kuyruðunu sallayan Peki’de, beni kokluyordu. O saate kadar beklemiþ garibim, belki beni, belki de kekini...
Tekrar dükkana dönerek, bira sandýðýnýn üzerine býraktýðým meyveli kekini aldým yeniden. Önünde eðilmiþ ambalajýný açarken kekinin, umursamaz tavýrlarla çevresine bakýnýyordu, numaracý. Sonra da kibarca diþlerinin ucuyla aldý ve balkonuma doðru yürüdü, usulca...
Peki’nin peþinden evime doðru giderken, bana seslenen bakkalýn cýlýz sesini duymuþtum. Dönüp baktým,
“Efendim...”
“Cellat Cafer ne oldu sonra?”
Demek herif horul horul uyurken, ninni niyetine, beni dinliyormuþ bir yandan da...
“Bilmiyorum...” diye mýrýldandým.
“O kadýný da öldürdü mü acaba?”
“Öldürmüþtür kesin, beyinsizin tekiydi çünkü...”
Tekrar yürüyordum ki, bir daha seslendi.
“Rosalie, ne oldu peki?”
“Rosalie... Güzel, sessiz Rosalie... Kim bilir? Hiç görmedim ki bir daha...”



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn aný kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Bu Seferlik Benden Olsun...
Son Kez Açtý Krizantemler...
Bir Büyük Raký, Biraz Kavun...


Nuri Ziya Aral kimdir?

Bir þeyler sorulmadýðý sürece kendimden söz etmeyi hiç beceremem ve þimdi de, ayný sýkýntýyý yaþýyorum yazýk ki. Laf ebeliði yapayým en iyisi. . . Kendimi sizlere tanýtmam istenen bu kutucuðun adý "Yazar Tanýtým" gerçi ama "Yazar" filan deðilim henüz. Bir þeyler yazan herkese "Yazar" denseydi zaten, edebiyat Nobellerinin çoðunu, Arzuhalcilerin almasý gerekirdi herhalde. . .

Etkilendiði Yazarlar:
Jack London, Bukowski...


yazardan son gelenler

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Nuri Ziya Aral, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.