..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Yaþamýn tanýmý yoktur. -Halikarnas Balýkçýsý
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Öykü > Aný > Nuri Ziya Aral




9 Eylül 2014
Bir Büyük Raký, Biraz Kavun...  
Nuri Ziya Aral
Önce Nurcan girmiþti içeriye. Her ne kadar inleye inleye yerlerde kývranýyor duysam da, anadan doðma olmamýn getirdiði pornografik görüntüm Nurcan'ýn acýma duygularýný yok etmiþ ve iki eliyle birden yüzünü kapatarak, ýrzýna geçiliyor muþçasýna çýðlýklar atmasýna neden olmuþtu. Çýðlýklarla birlikte de, Faruk daldý odaya… Bu sefer de Nurgül, orasýný burasýný örtmeye çalýþýrken atývermiþti, canhýraþ feryadýný. Zavallý Faruk ise, temmuz sýcaðýna karþýn gýrtlaðýna kadar iliklediði pijamalarýn dan bir yerlerinin görünmesi sanki mümkünmüþ gibi elleri ile kasýklarýný kapatmýþ, avazý çýktýðý kadar da baðýrýyordu. Herkes baðýrdýðý için, ses çýkarmama gerek kalmamýþtý artýk. Canýmýn acýsýný da bir yana býrakarak kendimi yataða atýp, çarþafý üzerime çektim. Hala çýðlýk atýp duran Nurgül’de iki eliyle birden kýçýný kapatarak yataða koþup, can havliyle yanýma sýðýnmýþtý. Ortalýkta görülecek bir þeyler kalmayýnca da, çýðlýklar kesiliverdi. “Tamam mý, gözlerimi açayým mý artýk?” diyen, Nurcan'ýn fýsýltýsý duyulmuþtu sessizlikte önce. Sonra da, Faruk’un kükremesi… “Madem seviþi yordunuz, odanýzýn kapýsýný neden kilitlemediniz? Pis teþhirciler...” Ýkisine de kötü kötü bakarak söylendim, “Ya siz, kapýyý çalmadan neden daldýnýz içeri peki? Pis röntgenciler…” “Çýkardýðýnýz seslerden, birbirinizi boðazladýðýnýzý sanmýþtýk. Manyakça bir seks fantezisi yaptýðýnýzý, nereden bilelim?” Az önce beni öldürecek denli öfkeli olmasýna karþýn, endiþe içerisinde koluma sarýnmýþ titreyen Nurgül’e bakarak, “Ne fantezisi be?” diye hýrladým. “Duyduðunuz sesler bu katilin, yumurtalý sucuk piþirme arzusundandý…” .


:AAFB:
Seviþmenin yorgunluðunu ufak ufak öpücüklerle atmaya çalýþýrken, mýrýl mýrýl bir þeyler konuþuyorduk bir yandan da. Daha doðrusu Nurgül bir þeyler söylüyor, ben de ne olduðunu asla hatýrlamayacaðým, otomatik karþýlýklar geveliyordum.
Böyle durumlarda yeterince mayýþmýþ olduðum için konuþulanlarý hatýrlamam ve doðrusunu söylemek gerekirse, pek önemsemem de. Vücutlarýn sessiz diliyle anlaþmak varken výcýr výcýr konuþmak, tuvalette iki büklüm ýkýnan birisine yemek tarifi vermek kadar anlamsýz gelir bana...
Alt dudaðýmýn hiç nedensiz aniden fena halde ýsýrýlmasý ise, daha da anlamsýz gelmiþti. Yüzüstü dönüp dirseklerimin üzerinde doðrularak kötü kötü bakýndým, yatak arkadaþýma. Seviþme süresince hiçbir anormal davranýþ göstermeyen bu güzel kadýnýn seviþmenin sonrasýnda mý, yoksa ikinci kez seviþme isteðinin öncesinde mi, saldýrgan ve manyakça eðilimler gösterdiðini anlamaya çalýþýyordum.
“Bir daha söyle bakim!” diyerek öyle bir dikilmiþti ki tepeme ama az önceki hesap soran yüz þeklimin, en aptalýndan bir baþkasýyla yer deðiþtirdiðine, kuþkum yoktu hiç.
“Neyi?” diye fýsýldadým, endiþeyle...
“Cevabýný…”
“Soru neydi ki?”
“Beni seviyorsun deðil mi?” diye sormuþtum.”
“Ne demiþtim peki?”
Tatlý tatlý gülümseyerek, alnýmýn ortasýna esaslý bir þaplak yapýþtýrmýþtý. Sonra da sanki gönlümü almak için öpecekmiþ gibi eðilerek, burnumu diþledi birden. Yanaðýmý da ýsýracaktý gerçi ama erken davranýp kenara çekilince, diþlerinin dibine kadar servis yaptýðým, omzumu kapýverdi bu sefer de. Ýnce, uzun parmaklý güzel elleri ise, sadece o iþ için üretilmiþ makine titizliðiyle orama burama seri çimdikler atýyordu bir yandan da.
Kasap býçaðýndan kurtulmayý baþarmýþ öküzler gibi, can havliyle böðürerek fýrlamýþtým yataktan. Göt kadar odanýn kapýya en yakýn bir köþesine sýðýndýktan sonra da, açýk pencereden içeriye dolan dolunay ýþýðýnda bembeyaz diþleri parlayan Nurgül’ün aslýnda Vampir mi, yoksa kurt kadýn mý olduðunu düþünmeye baþlamýþtým.
“Bir daha duymak istiyorum…” diyerek týslamýþtý birden o da, birbirine sürterek bileyip durduðu diþlerinin arasýndan.
“Seni bu kadar kýzdýracak, ne demiþtim ki güzelim?”
“Sevecek kadar tanýmadýðýný…”
Seviþme sonrasý alaca orgazm döneminde sorulabilecek en gereksiz soruya, verilebilecek en dürüst yanýtý vermiþ olmanýn huzuru yayýlmýþtý içime.
“Yalan da deðil…” diye mýrýldandým. “Üçüncü görüþmemiz daha bu…”
“Niye yattýn, o zaman benimle?”
“Sevip sevmediðimi sormamýþtýn ki önceden. Yattýðýn adamlarda iþin bittikten sonra sevgi koþulu arayacaðýný bilseydim eðer, yatmazdým herhalde.”
“Duygusuz hayvan!” diye baðýrarak, üzerine güç bela sýðdýðýmýz yataðýn yanýndaki döþeðin arkalýðýný fýrlatmýþtý önce. Sonra da, döþeðin kendisini…
Suratýma aldýðým iki isabetli atýþtan sonra, yýllar önceki okul futbol takýmlarýnýn kalelerinde bir maçtan fazla niye tutulmadýðý mý, daha iyi anlamýþtým. Ayrýca, içleri pamuk veya sünger yerine kýtýk dolu olan köy yastýklarý da, epey can yakýyormuþ doðrusu. Sersemlemem geçtikten sonra fýrlayýp, odadaki atýlabilecek tek þeyi, ne bok yemeye oraya konduðunu bir türlü anlayamadýðým hamam oturaðýný, Nurgül’ün ellerinden kurtardým. Kafamý da, oturaktan tabi ki…
“Ruhsuz deve!” diyerek dizimi tekmeledi, bu sefer de.
Duygusuz ve ruhsuz yakýþtýrmalarýný, hiç üzerime alýnmamýþtým. Hatta Darvin’in evrim teorisinin insan türüne iliþkin kýsýmlarý, bana Âdem’le Havva masalý kadar anlamsýz gelmesine karþýn, hayvanlýðý bile hakaret olarak saymadým. Ama o kadar hayvanýn içerisinden develiðe uygun görülmem, canýmý sýkmýþtý nedense…
“Senin gibi, þapkayla bir buçuk metre gelen yer cücelerinin yanýnda, ilkokul çocuklarý bile deve sayýlýr herhalde.” diye söylendim, sinirle…
“Benim boyum, tam bir altmýþ üç…” diyerek haykýrmýþtý. “Gözlüklerini deðiþtirsen iyi olacak, dört göz ayý!”
On iki yaþýmdan beri gözlük taktýðým için dört göz olmak umurumda bile deðildi ancak, iki aydan beri canýmý diþime takýp yüz on kilodan doksana düþtüðüm için olsa gerek, ayý lafýna da fena bozulmuþtum. Sadece karþýlýk vermiþ olmak için hiç de hak etmediði halde,
“Enin de, bir altmýþ üç var mýdýr acaba?” diye mýrýldandým.
Alev fýþkýrtan bakýþlarla kafama fýrlatacak bir þeyler aranmýþ, bulamayýnca da uzun týrnaklý güzelim ellerini uzatarak, süngü hücumuna geçmiþti.
Bu tür kavgalarý pek yaþamadýðým için deneyimsiz olmama karþýn, uzun boylu ve uzun kollu olmanýn avantajlarýný iyi bilirdim. Bu artýlarýmý kullanarak ellerini yakaladým ve ayný anda kasýklarýma aldýðým müthiþ diz darbesinden sonra da, kýsa boylu olmanýn avantajlarýný öðrendim...
Yeni doðmuþ bir buzaðý gibi inildeyerek yerlerde debelenirken, bir yandan da apýþ aramda sallanan o iki yuvarlakla öbür þeyin, sakatat cinsinden deðerlerinin ne olabileceðini düþünüyordum. Fazla düþünmeme fýrsat kalmadan tam o sýrada iþte, kapý açýlýp odanýn ýþýðý yandý…

Önce Nurcan girmiþti içeriye. Her ne kadar inleye inleye yerlerde kývranýyor duysam da, anadan doðma olmamýn getirdiði pornografik görüntüm Nurcan'ýn acýma duygularýný yok etmiþ ve iki eliyle birden yüzünü kapatarak, sanki ýrzýna geçiliyor muþçasýna, çýðlýklar atmasýna neden olmuþtu. Çýðlýklarla birlikte de, Faruk daldý odaya…
Bu sefer de Nurgül, orasýný burasýný örtmeye çalýþýrken atývermiþti, canhýraþ feryadýný. Zavallý Faruk ise, temmuz sýcaðýna karþýn gýrtlaðýna kadar iliklediði pijamalarýn dan bir yerlerinin görünmesi sanki mümkünmüþ gibi elleri ile kasýklarýný kapatmýþ, avazý çýktýðý kadar da baðýrýyordu.
Herkes baðýrdýðý için, ses çýkarmama gerek kalmamýþtý artýk. Canýmýn acýsýný da bir yana býrakarak kendimi yataða atýp, çarþafý üzerime çektim. Hala çýðlýk atýp duran Nurgül’de iki eliyle birden kýçýný kapatarak yataða koþup, can havliyle yanýma sýðýnmýþtý. Ortalýkta görülecek bir þeyler kalmayýnca da, çýðlýklar kesiliverdi.
“Tamam mý, gözlerimi açayým mý artýk?” diyen, Nurcan'ýn fýsýltýsý duyulmuþtu sessizlikte önce. Sonra da, Faruk’un kükremesi…
“Madem seviþi yordunuz, odanýzýn kapýsýný neden kilitlemediniz? Pis teþhirciler...”
Ýkisine de kötü kötü bakarak söylendim,
“Ya siz, kapýyý çalmadan neden daldýnýz içeri peki? Pis röntgenciler…”
“Çýkardýðýnýz seslerden, birbirinizi boðazladýðýnýzý sanmýþtýk. Manyakça bir seks fantezisi yaptýðýnýzý, nereden bilelim?”
Az önce beni öldürecek denli öfkeli olmasýna karþýn, endiþe içerisinde koluma sarýnmýþ titreyen Nurgül’e bakarak,
“Ne fantezisi be?” diye hýrladým. “Duyduðunuz sesler bu katilin, yumurtalý sucuk
piþirme arzusundandý…” .
Karý koca aptal aptal birbirlerine bakmýþlardý. Sonra da Nurcan,
“Her neyse…” dedi. “Ne yaptýysanýz artýk, ama bütün köy uyanmýþtýr herhalde…”
“Köyü bilmiyorum ama…” diyerek, bu sefer de pansiyoncu girmiþti içeriye. Neler olduðunu anlamak istermiþ gibi bir süre odaya göz gezdirdikten sonra da yerdeki döþekleri toplarken, devam etti.
“En azýndan, pansiyonda uyuyan kalmadýðýna emin olabilirsiniz. Birbirinizi öldürmekten vazgeçtiyseniz söyleyeyim de, yataklarýna dönsünler.”
Pansiyoncu çýkar çýkmaz, Nurcan’la, Faruk’un soru yaðmuruna tutulmuþtuk. Ben aðzýmý açmadýðým, Nurgül ise ipe sapa gelecek tek bir söz söylemediði halde otuz saniye sonra Nurcan öfkeyle, Faruk ise pis pis sýrýtarak, bana bakýyorlardý. Neyse ki pansiyoncu hemen döndü de, sümsük sümsük yerdeki kilimi izlemekten kurtuldum.
“Hemen baþka bir oda bulun bu adama.” diye söylenmiþti Nurgül. “Öleceðimi bilsem, ayný odada kalmam artýk…”
“Merak etme…” diyerek hýrladým. “Ayný odada kalýrsak, ölen ben olurum zaten…”
Müþterilerinin tartýþmalarýna alýþkýn olduðu kuþku götürmeyen pansiyoncu, çaresiz bir þekilde ellerini açmýþtý.
“Benden baþka bir oda istemeyin de…” diyerek sýzlandý. “Kendi odamýzý bile müþterilere verdiðimiz için, çoluk çocuk yer döþeklerinde yatýyoruz zaten.”
Uzunca bir süre, ikisi birbirini istemeyen dört kiþinin, iki odayý nasýl paylaþacaðýnýn hesabýný yapmýþtýk. Zaten pek fazla olmayan seçeneklerden en mantýklýsý, kadýnlar bir oda da, erkekler bir oda da þýkký ise, en keskin itirazý Nurcan’dan almýþtý. Benim veya Nurgül’ün, kocasýyla sarýþ týðý yataðýn dibinde yer yataðýnda yatmamýza razýydý ama yanýnda Faruk olmadan asla…
“Kutlarým…” diye mýrýldandým. “Kocana baðlýlýðýn göz yaþartýcý…”
“Çok konuþma…” diyerek susturmuþtu. “Senin yüzünden, þu anda yataklarýmýzda deðiliz zaten…”
“Niye, benim yüzüm denmiþ kýzým? Ne yaptým ki?”
“Daha ne yapacaksýn? Hem alacaðýn olsun. Seni bir arkadaþýmla daha da tanýþtýrýr sam eðer, iki olsun…”
“Amaaan, kaç olursa olsun bee. Hem dayak yiyorum, hem de zýlgýt… Zaten þu beni evlendirme merakýndan da, vazgeç artýk.”
“Bu sondu… Sen kim, evlilik kim?”
“Bunlarý yarýn tartýþýn artýk…” diyerek homurdandý pansiyoncu. “Nasýl yatýlacaðýna karar verin þimdi.”
Kimseden çýt çýkmýyordu ve bütün gözler de, bendeydi. Kabaðýn sonunda baþýma patlayacaðýný bildiðim için, en acýklý suratýmý takýnýp görsel duygu sömürüsü yaptýysam da bir süre, iþe yaramayacaðýný anlayýnca, vazgeçmiþtim. Hepsine birden, kötü kötü bakarak söylendim.
“Tamam, tamam… Ben de yatmam, olur biter. Sen Faruk, þuradan þortumu uzatýver. Ve sen de dostum, yer döþeðine dönmeden önce bana bir büyük raký, biraz kavun, beyaz peynir ve bolca da buz çýkarýver…”

Faruk’un dürtmesiyle uyandýðým zaman güneþ hayli tepelerde, ben ise, pansiyonun önündeki ahþap iskeleye baðlý minicik bir sandalýn içerisindeydim.
Gözlerimi açmama karþýn pek uyanmýþ gibi görünüyor olmamalýydým ki, Faruk iþaret parmaðýný darbeli matkap gibi göbeðime dürtüp duruyor, bir yandan da söyleniyordu.
“Uyan artýk, nöbetçi sarhoþ. Kahvaltý hazýr.”
Homurdana homurdana, doðrulmaya çalýþmýþtým. Sýkýþtýðým iki oturak arasýndan kýçýmý kurtarmayý baþardýðýmda da, karþýmdaki Faruklardan hangisine küfretmem gerektiðini düþünüyordum. Karar veremeyince de vazgeçip, sandaldan indim.
Fazla içtiðim zamanlarda yataðýmdaki yönümü bile karýþtýrdýðým için, sandaldaki yönümü doðal olarak þaþýrmýþ ve iskeleye çýkýyorum derken de, denize inmiþtim.
“Oohhh, su ne güzelmiþ…” diyerek, salaklýðýmýn anlaþýlmamasý için de, yüzmeye koyuldum bu sefer...
Oysa Kekova’nýn sýð kýyýlarýndaki su, hem neredeyse yumurta haþlayacak kadar sýcak, hem de biriken yosunlardan dolayý, leþ gibi pisti. Sandaldan düþer düþmez ayaðýma batan denizkestanesi dikenleri de, cabasý…
Faruk, çabuk olmamý söyleyerek gidince, denizin tabanýndaki sivri taþlara ayaðýmý kestire kestire ve küfrede küfrede, çýktým sudan. Topallaya topallaya da, pansiyonun biricik duþunun yolunu tuttum.
Binlerce yýl öncesinden kalma sarnýçlarýn içerisinde biriken yaðmur sularýnýn, kagir binanýn arka tarafýndaki yüksekçe bir yere tutturulmuþ fýçýnýn içerisine aktarýlmasýyla oluþuyordu duþ. Musluk niyetine kullanýlan týpa çýkarýlýnca fýçý iþemeye baþlýyor, en son yaðmurun iki ay kadar önce yaðdýðý düþünülürse sidikten çok daha pis olmasý gereken suyla da, yuta yalana yýkanýlýyordu. Ben de öyle yaptým…
Üzerimdeki þort dýþýnda her þeyim yukarýdaki odada olduðu için, köpekler gibi silkelenerek kurulanmýþtým. Sonra da, balçýk gibi bir þeylerle duvara tutturulmuþ kalp þeklinde plastik bir çerçevenin içerisindeki, ortasýndan ikiye bölünmüþ aynaya takýldý gözüm.
Isýrýlan alt dudaðýmýn sað tarafý, neredeyse iki mislinden fazla þiþmiþ ve aþaðýya sarkmýþtý. Burnumun ucunda iki tarafa paylaþtýrýlmýþ diþ izleri, omzumda ise çok daha fazlasý vardý. Vücudumun orasýna burasýna serpiþtirilmiþ çimdik morluklarý ise, Dalmaçya cinsi köpeklerle, akraba gibi görünmemi saðlýyordu. Ve kasýklarým da, hala sýzlýyor…
Bu kadar yara bereye, bir de eþekliðim yüzünden edinilmiþ denizkestanesi dikenleri ve taþ kesikleri eklenince, artýk neye benzediðimi bilmiyordum ancak, arkadaþlarýnýn tanýþtýrdýðý güzel bir hanýmla hoþça vakit geçirmeye gelmiþ tatilciye benzemediðim de, kesindi...
Uzunca bir süre, aynaya bakarken kendime küfretmiþ tim. Zaten pek zengin olmayan repertuarýmdaki küfürler tükenince de, görüntüme yakýþacak en beter bakýþlarýmdan birisini takýnarak, binanýn üst katýný taþýyan ahþap direklerin arasýna serpiþtirilmiþ masalara doðru topalladým…

Tatil denilince akla gelen ilk þey uyku olsa gerek ki, vakit öðleyi geçmiþ olduðu halde minik pansiyonun tüm konuklarý, uykulu gözlerle kahvaltýlarýný yapýyorlardý. Gerçi ters ters bakýþlarýyla uykusuzluklarýn dan beni sorumlu tutar gibiydiler ya, hiç üzerime alýnmadým.
Yanlarýna geldiðim zaman Nurgül ve Nurcan, suratýma bile bakmamýþlardý. Evli olduðu için bu tür gönül maceralarý yaþayamamanýn kýskançlýðý ve halime bakýnca da evli olduðuna þükretmenin sýrýtkan lýðýyla selamýmý alan Faruk olmasaydý eðer, masalarýna oturmaya cesaret edemezdim herhalde.
“Üstünüze bir þeyler giymek isterseniz, eþyalarýnýz benim odamda.” demiþti Nurgül, yüzünü tabaðýndan kaldýrmadan…
Bir gece önce, birinci tekil kiþiliði iki ayrý bedende paylaþtýðýmýz yatak arkadaþýmýn bu anlamsýz sizli bizliliði, keyfimi yerine getirmiþti nedense.
“Vücudumun yeni desenleriyle, çýplaklýðýmýn fark edileceðini sanmýyorum!” diye mýrýldandým, pis pis sýrýtarak.
“Ama üþüye bilirsiniz…”
“Temmuz sýcaðýnda mý? Hadi caným…”
“Uzatma Aydýn…” diyerek söze karýþtý Nurcan. “Kýz bir þeyler giymeni istiyorsa, giyiver sen de…”
“Marifetinden utanacaktýysa eðer, ýsýrýk ve çimdik bombardýmanýna tutma saymýþ kýzým…” diye tersledim. “Aðzýmý burnumu da bir þeylerle örtmemi ister mi acaba?”
Yanýmda oturan Faruk, ayaklarýmýn çýplak olmasýna ve kendi ayaðýndaki takunya gibi þeylere aldýrmadan parmaklarýmý ezerek kulaðýma eðilmiþti. Erken davranýp fýsýldadýðým küfürleri sakin sakin dinledikten sonra da,
“Kýzýn üzerine gitme oðlum…” dedi. “Olanlardan o da çok üzgün. Bu geceyi de sandalda geçirmek istemiyorsan eðer, biraz alttan al.”
O geceyi ne sandalda, ne de Nurgül’ün yanýnda geçirmek istiyordum artýk. Hem, bütün bunlarý yaþamamý gerektirecek ne tür bir hata yapmýþtým ki?
Aslýnda, evlilik statüsüne terfi etmemi kendisine birinci amaç edinmiþ Nurcan'ýn bir arkadaþýyla tanýþmayý kabullenmem, en büyük hataydý ama… Ne yapayým, Nurgül’de hoþuma gitmiþti doðrusu. Ama her hoþuma giden kadýna da, âþýk olamazdým ya…
Sonra, sadece üç kere görüþüp bir kere elini tuttuðum karþý cins, haberim bile olmadan yer ayýrtýlan ücra bir köyün izbe pansiyonundaki odada benimle baþ baþa kalmayý kabul ediyorsa, onunla seviþmeyip de, piþti mi oynayacaktým yani! Birkaç kadeh rakýdan sonra cilveleþmeye baþlayan da, kendisiydi üstelik…
Kötü kötü Nurgül’e bakarak, peynir, zeytin ve lop yumurtadan oluþan kahvaltýya giriþmiþtim. Dudaðýmýn acýsý yüzünden yediklerimden bir bok anlamayýnca da, Faruk’un göðüs cebindeki pakete uzanýp bir sigara yaktým.
“Kahvaltýdan sonra…” diyerek homurdanmýþtý Faruk, týka basa dolu aðzýnýn neresinden konuþabildiyse? Sifonu çektikten sonra da devam etti,
“Motor kiralayýp, tenha bir koyda yüzelim diyoruz…”
“Bana ne?” diyerek çýkýþtým. “Ne yaparsanýz yapýn…”
“Niye oðlum, sen gelmeyecek misin?”
“Hayýr.”
“Neden?”
“Sana ne?”
Ters ters suratýma baktýktan sonra karýsýna dönüp,
“Býrakalým bu herifi yaa…” diye söylendi. “Madem hey heyleri üzerinde, kendi baþýna ne bok yerse yesin…”
Tatil arkadaþlarým kiraladýklarý motora atlayýp tenha koylarýna doðru yola çýkarlarken, ben de kovulma ve dayak yeme endiþesi olmaksýzýn rahat bir uyku çekebilmek için, yukarýdaki odaya týrmanýyordum…

Gördüðüm rüyaya, hiç de uygun düþmeyen bir týkýrtý uyandýrmýþtý beni. Gözlerimi açar açmaz ilk gördüðüm de, bir buçuk kiþilik karyolanýn ayakucundaki valizine eðilmiþ, üzerine giyeceklerini ayarlayan Nurgül’ün çýrýlçýplak ve güzelim vücuduydu. Hiç sesimi çýkarmadan izlemeye koyuldum…
Yaz günleri uykusundan sonra serin bir duþ almadýkça mahmurluktan pek kurtulamadýðým halde, henüz izlendiðinin haberinde olmayan o güzelim çýplaklýk, kafamdan aþaðý bir tanker su dökülmüþçesine kendime gelmemi saðlamýþtý.
Hatta biraz fazla kendime gelip gürültülü bir þekilde de yutkunmuþ olmalýyým ki, nihayet izlenildiðini anlayarak kýsýk bir çýðlýk attýktan sonra,
“Utanmýyor musun terbiyesiz…” diye baðýrarak ve hala seçemediði külotlarýnýn hepsini birden kasýklarýna tutarak, ayaða fýrlamýþtý.
“Hayýr...” diyerek sýrýttým. “Hem, hiçbir yerini de saklamana gerek yok. Her bir santimetre karen, belleðimde zaten…”
Önce kasýðýndaki külotlarýný, sonra da eline geçen her þeyi, kafama atmasýný bekliyordum. Dayak arsýzý mý olmuþtum ne? Hiçbir þey atmadý ama çýplak vücuduna bir entari geçirip,
“Utanmaz…” dedikten sonra da, çýktý odadan.
Ne tür bir hayal kýrýklýðý yaþadýðýmý anlayabilmek için, beklemiþtim bir süre. Sonra da üzerime bir þeyler giyinip, ben de çýktým.
Oda kapýlarýnýn açýldýðý, her an göçebilecekmiþ gibi görünen ve gacýr gucur inleyen eðri büðrü ahþap balkonda Nurcan, gezi sonrasý mayo ve havlularýný asmakla uðraþýyordu. Aþaðýya inen yine eðri büðrü ahþap merdivene doðru yürürken,
“Nasýl geçti, tenha koy sefanýz? diye laf atmýþtým. Ters, ters bakmakla yetinip karþýlýk vermeyince de, baþka bir þey sormadan aþaðýya seðirttim.
Kim bilir kaç kiþinin canýný yakmýþ kýrýk bir basamaðý onaran pansiyoncu, iþini býrakarak kenara çekilmiþti beni görünce. Yanýndan geçerken de pis pis sýrýtarak,
“Sizinkiler de, birbirine girmiþ…” diye fýsýldadý. “Onlarý götüren motorcu söyledi.”
“Pek þaþýrtýcý bir haber deðil…” diye mýrýldandým. “Müþterilerinin arasýnda hala kavga etmeyen çiftler varsa eðer, o zaman þaþarým bak…”
“Siftah sizden, bugün yarýn diðerleri de baþlarlar. Yarýndan sonra da, bizim kavga günümüz zaten…”
“Nasýl oluyor o? Kavga için, önceden rezervasyon mu yaptýrýyorsunuz?”
“Yoo… Ama bildim bileli her Çarþamba, mutlaka kavga ederiz.”
Ýnsanýn karýsýyla ne gün kavga edeceðini bilmesi, pek fena bir fikir deðildi belki de.
“Aferin size…” diyerek, devam ettim yoluma.
Ayaklarý suya deðecek kadar kýyýya yakýn bir masada Faruk, ortalýk henüz ýþýl ýþýl olduðu halde kara kara düþünerek, rakýsýný yudumlamaya baþlamýþtý bile. Artýk tüm asýk suratlarýn sorumlusu olmak gibi bir komplekse kapýldýðým için, onun da terslemesinden çekinerek, uzak durdum özellikle.
Minik iskelenin en ucunda dikilmiþ Nurgül, kim bilir neler düþünerek dalgýn dalgýn, denizi izliyordu. Onu görebilecek uzaklýktaki hemen herkes de, arkasýndan esen rüzgârla giysisinin iyice yapýþtýðý, güzelim çýplak kýçýný…
Bir süre, beyinlerinin bir köþesinde Nurgül’le yatan herifleri ve kendileriyle yatýldýðý zaman da bu bakýþlarýn hesabýný soracak olan kadýnlarýný incelemiþtim. Sonra da, köyün en ucundaki pansiyonumuzun birkaç yüz metre ötesinden baþlayan, antik dönem kalýntýlarýna doðru topalladým…

Yarým saatlik bir yürüyüþün sonrasýnda, binlerce yýlýn ardýndan artýk kayalaþmýþ toprakla kaynaþan duvarlarýn çevrelediði, minik bir limana gelmiþtim. Küçük elipsini çizen duvarlar, denizin içersinde kaybolup gidiyordu.
Okuduklarýmdan öðrendiðim kadarýyla, bu antik uygarlýðýn kurulduðu dönemlerde deniz buralara dek gelmediðine göre, üzerinde dolandýðým muhteþem duvarlarýn çevrelediði devasa havuz da, liman olmamalýydý aslýnda. Ama þimdi, doðanýn o eriþilmez deðiþkenliðinin sonucunda, ters çevrilmiþ sandal görünümündeki o döneme özgü mezarlarýn içerisinde yüzdüðü, minik bir limandý iþte…
Ne çok mezar vardý çevrede. Denizci bir ulus olma gururunun sandal görünümlü taþlarla dile getirildiði, içerisine týkýlmýþ olanlarýn ekonomik ve sosyal düzeylerini
üzerlerindeki iþlemelerle belirten ve her dönemde gidileceði varsayýlmýþ öbür taraf
yolculuðunun rahat geçmesini amaçlayan, ne çok mezar…
Bir zamanlar yeyip içip sýçan, çalýp çýrpan veya çalýþan, bütün yaþamlarýný kendilerine örnek seçtiklerine eriþmek veya rakip gördüklerini aþmak için tüketen, sahip olabildikleri artý deðerleri hemcinslerine karþý avantaj, karþý cins için de koz olarak kullanan, büyük bir olasýlýkla da aradýklarýný asla bulamayan, zaten ne aradýðýný da bilmeyen, yaþlarý ilerledikçe de göt korkusuyla yeni yaþam þekillerini düþleyen, sonra da geberip giden ve tozu bile kalmamýþ hiçleri barýndýran, ne çok mezar…
Çevredeki kalýntýlarýn en saðlam kalanlarýnýn mezarlar olmasý, bir rastlantý mýydý acaba? Ölüme verdikleri deðerden ötürü mezarlarý, yaþamlarýný sürdürdükleri evlerinden daha saðlam planlanmýþ olabilir miydi ki? Yoksa sonraki dönemlerin insanlarý, kendilerinden önce var olanlarýn yaþadýklarý yerleri yok etmekte bir sakýnca görmezken, ölüme duyduklarý saygýdan dolayý mezarlarý, özellikle mi korumuþlardý?
Ýyi ama her iki durumda da, yaþadýklarý sürece ne kendilerine ne de baþkalarýna saygý göstermeyen insanlarýn hiçliðe verdikleri bu deðer, mantýklý mýydý?
Ve eriþtikleri teknoloji ile övünen günümüz insanlarýnýn, yaþamýn tadýna varmayý hala öðrenemedikleri halde ömürlerini uzatabilmeleri, bir yandan götlerinin yerden kalkmamasýný saðlayacak kolaylýklar bulurlarken, diðer yandan da düzenlerini sürdürebilmek için binlerce yýl önce uydurulmuþ varsayýmlara inançlarýný devam ettirmeleri, cinsler arasý iliþki açýsýndan yine binlerce yýldýr bir arpa boyu yol alamadýklarý için kadýn-erkek çeliþkisini hala saðlýklý bir iliþkiye çevirememeleri, birlikte olma veya olamama nedenlerini pek ala bilmelerine karþýn genlerine kazýnmýþ korkulardan dolayý bir türlü dile getirememeleri, hoþnutsuzluklarýndan kurtulabilmek için de kendi ters çevrilmiþ sandallarýnýn planlarýný hazýrlayarak hiçliði varlýða çevirebilme umutlarý, hangi akla hizmetti acaba?
Nereden bilecektim ki? Hem zaten, büyük emeklerle iþlenmiþ taþlara bakýp “Neden’leri?” deðil de, “Nasýl’larý?” düþünmek, daha kolaydý galiba.
“Vay bee…” diyerek söylendim, yüksek sesle. “Nasýl da, uðraþmýþ herifler!”

Pansiyona döndüðümde hava epey kararmýþ ve hemen herkes de, lokanta bölümündeki masalarýna kurulmuþtu. Bizim takým daðýnýktý sadece…
Yürüyüþe çýkarken içtiðini gördüðüm Faruk, masasýný kýyýya taþýtýp ayaklarýný da suya daldýrmýþ, artýk dizlerine kadar suyun içerisinde olduðu yetmezmiþ gibi karþýsýna da herkesin yaka silktiði köyün delisini oturtmuþ, hüzünle içiyordu hala ve artýk iyice, sarhoþtu da…
Nurgül’le Nurcan'a gelince, lokanta bölümünün tam ortasýndaki bir masaya kurulmuþlar, en minicik þortlarýný ve memelerinin yarýlarýný açýkta býrakan türden bluzlarýný üzerlerine geçirmiþ, normalde asla yapmayacaklarý denli bir abartýyla suratlarýný boyamýþ, pek de doðal görünmeyen kahkahalar atarak sahte bir keyif içerisinde, þarap içiyorlardý.
Kadýnlarýn, özellikle partnerleriyle iliþkilerinin sekteye uðradýðý zamanlarda teþhircilik güdülerinin niye depreþtiðini asla anlayamayan zavallý ben de, hangi masaya gideceðime karar veremediðim için, sýðýr gibi dikiliyordum.
Ne sarhoþ Faruk’un, ne de, ayný zamanda kekeme olan köyün delisinin sohbetlerine katlanacak durumda olmadýðýmdan, hanýmlarýn masasýna yaklaþtým.
“Bir dakika Beyefendi…” demiþti Nurcan, gözlerimle selam vererek karþýlarýndaki iskemleye otururken. “Ýzin almadan, ne hakla oturuyorsunuz?”
“Özür dilerim…” dedim, oturmadan bekleyerek. “Ýzin verir misiniz?”
Karþýlýk gelmemiþti ama her ikisi de, dudaklarýnýn kenarýna yapýþmýþ sinsi birer sýrýtýþ, ayný zamanda da öfke saçan gözlerle bakýyorlardý bana. Sessizliklerini, iþime geldiði gibi yordum ve usulca, iliþtim iskemleye.
Otuz saniye sonra karþýma dikilmiþti, ortalýk temizlemek ve çamaþýr yýkamaktan artan zamanlarda aþçýlýk ve garsonluk görevleriyle de uðraþan, pansiyoncunun karýsý.
“Ne yemek istersiniz?” diye, sýrýtarak…
Suratýnýn her tarafýna yayýlmýþ alaycý sýrýtýþa, Çarþamba günkü surat þeklinin ne olacaðýný bilmemin tebessümüyle karþýlýk vererek sordum,
“Neler var?”
“Izgara köfte.”
“Baþka?”
“Çoban salata.”
“Daha baþka?”
“O kadar…”
“Ehh, getir o zaman.”
“Yanýnda raký alýrsýnýz deðil mi?”
“Hayýr, caným istemiyor. Ayran getir varsa…”
Üzerindeki bol þalvarý yelken gibi þiþiren koca kýçýný, çalkalaya çalkalaya gitmiþti kadýn. Hemen arkasýndan da Nurgül, þarap kadehini yoldaþýna doðru kaldýrarak,
“Hadi, þunlarý bitirip dolaþmaya gidelim.” dedi. “Sýkýldým bu masadan…”
Kadehlerini boþalttýlar, birer þiþe daha otuz beþlik açtýrarak avuçladýlar, sonra da çekip gittiler. Ben de önüme býrakýlan ve hala “möö” leyen, köfteler ime giriþtim.
Deniz kýyýsýnda yenilebilecek tek yemeðin balýk deðil de köfte olmasý, ilginçti doðrusu. Bir boka da benzemiyordu üstelik yiyemeyecek tim bu saçmalýklarý…
Köfteleri, birkaç metre ötemde uyuklayan ve uyumadýðý anýný henüz pek görmediðim, pansiyoncunun miskin köpeðinin önüne attým. O da sanki kafasýna taþ atmýþým gibi sinirle doðrularak, hýrlamaya baþlamýþtý.
“Hastir lan…” dedim öfkeyle. “Seninle mi uðraþacaðým bir de?”
“Kimseyi bulamazsan, bokunla kavga edeceksin. Deðil mi?” diyerek, tepemde bitmiþti Faruk. Ayakta zor durduðu için, hacýyatmaz gibi sallanýyordu. Sonunda da düþeceðini anlamýþ olmalýydý ki, ellerinden birisi salata tabaðýmýn içine denk gelecek bir þekilde masaya tutunarak, kurtardý kendisini.
Artýk aç kalmaya karar vermiþ bir hüzünle salatama bakarken, Faruk’un kýçýnýn altýna bir iskemle uzatýp oturmasýna yardým ederek söylendim,
“Ayakta zor duruyorsun, otur þuraya…”
Elini masanýn örtüsüne silerek iskemlesine yerleþirken, henüz toplanmamýþ olan hanýmlarýn servislerine bakýp sordu,
“Nereye gitti bunlar?”
“Dolaþmaya…”
“Nerede dolaþacaklarmýþ bu saatte?”
“Ne bileyim ben?”
“Ne demek lan, ne bileyim?”
“Ne demesi var mý ulan… Göt içi kadar köyde, nereye gidebilirler ki zaten?”
“Olur, mu yaa… Ya karþýlarýna bir sapýk çýkar da, tecavüz filan ederse?”
“Bir sapýk, ikisiyle baþa çýkamaz. Hatta iki sapýk bile… Buralarda daha fazlasýnýn olacaðýný da sanmýyorum.”
“Tabi, ikisi de umurunda deðil ki, baþlarýna gelebilecekleri umursa yasýn…”
Hiç de o kadar eþek bir herif deðildim ama savunmadým kendimi.
“Ýstiyorsan, gidip arayabilirim…” diye mýrýldandým gönülsüzce…
“Ýstemez…” diye hýrlarken, az önce miskin köpeðin önüne attýðým rezil köftelere baktýðým gibi bakýyordu bana.
“Sen bilirsin…”
Hala üzerimdeydi, suçlayýcý ve küçümser bakýþlarý. Gerçi iyice sarhoþ olmasýndan dolayý, ciddiye almama duygusu yaratýyordu bende ama birkaç dakika boyunca, bakýþmýþtýk yine de. Sonra da aðýr aðýr kapandý, sýmsýký yumuldu o gözler ve birkaç damla yaþ býraktý aþaðýya…
Ýstediðim zamanlarda bile aðlamayý becerememenin kýskançlýðýndan mý bilmiyorum, gözyaþlarýný hiç sevmem. Beyin yerine omuriliðin kullanýldýðý davranýþlarýn sonrasýnda akýtýlan gözyaþlarýna ise, sinir olurum. Faruk’un aðlamasýnýn beyninin tatilde olduðu zamanlara denk geldiðini çok iyi bildiðim için de, kýlýmý kýpýrdatmamýþtým.
Gözyaþlarýný silen parmaklarýnýn arasýndan, kaçamak bir bakýþ göndermiþti. Her ne kadar umursamazlýðým üzerimden akýyor duysa da teselliye ihtiyacý olsa gerek ki,
“Nurcan’la kavga ettik…” diyerek hýçkýrdý.
“Biliyorum…” dedim, sesimin en duygusuz tonuyla.
“Eee…”
“Ne eee’si?”
“Niye kavga ettiðimizi sormayacak mýsýn?”
“Yoo…”
“Neden?”
“Zaten hep kavga edersiniz ve hiç birisinin elle tutulur gerekçesi yoktur da ondan.”
“Bu seferki farklý ama…”
“Yok yahu… O zaman söyle bari neden?”
“Senin yüzünden, bok herif! Senin yüzünden…”
Söylene söylene kalkarak, üst kata çýkan merdivenlere yalpalamýþtý. Bana gelince, Nurcan’la karþýlýklý yeþillen dikleri günden bu yana yaptýklarý kavgalarýn yarýsýnýn suçu zaten üzerime atýldýðý için, yine kýlýmý kýpýrdatmamýþtým. Ama herkesin þamar oðlaný olmakta, sýkmaya baþlamýþtý artýk…
Uzunca bir süre kara kara düþünerek, önüme bakmýþtým. Sonra da, önceki geceden beri sohbetlerine meze olduðumuza inandýðým komþu masalarýn gülüþmelerini üzerime alýnarak, kötü kötü onlara baktým. Daha sonra da, önüme dikilmiþ kuyruðunu sallayarak dilini þapýrdatan ve attýðým köftelerin devamýný isteyen, obur Miskin’e…
Nurgül’le Nurcan'ýn omuz omuza ve sallana sallana dönüþlerine kadar oynaþmýþ týk, Miskin’le. Hangisinin ayaðý sürçtüyse dengeleri bozulup ikisi birden yere yuvarlanýnca da, Miskin’i boþ verip yardýmlarýna koþtum.
“Býrakkk…” diye baðýrmýþlardý, yine ikisi birden.
“Sýktýnýz ama…” diye homurdandým. “Ne haliniz varsa görün o zaman, sarhoþ yapýþýklar!”
Ýskemleme ve kara kara düþünmeme dönmüþtüm yine. Uzandýklarý yerden hiç de þikâyetçi görünmeyen acemi sarhoþlarý ise, pansiyoncunun göt azmaný karýsý kaldýrmýþtý yerden. Hanýmlara davranýþýmý kaba bulduðundan mý, yoksa onlarý odalarýna çýkarma angaryasý kendisine kaldýðýndan mý bilemiyorum, ters ters de bana bakýyordu.
Az sonra Nurgül ve Nurcan, ortalarýna girerek bellerine sarýlmýþ taþýyýcýlarýnýn anormal kalçalarýndan dolayý birer parantez görünümünde, sarhoþ sýrýtkanlýklarý da suratlarýna yapýþmýþ bir þekilde, geçip gittiler yanýmdan. Partnerlerine küsmüþ kadýnlar olarak ayný odayý paylaþacaklarýna, emindim.
Faruk’la ayný odada kalarak dýþlanmýþ erkekler koalisyonu kurmaya ise, hiç niyetim yoktu doðrusu...
“Baksana patron…” diye seslendim pansiyoncuya. “Bana bir büyük raký, biraz kavun, beyaz peynir ve bolca da buz…”

Aniden baþlayan serin esinti, ayaklarýmýn dibinde uyuklayan Miskin’in homurdanmasý, kýçýna yumurta sokulmuþ gibi yýrtýnan bir horozun ötüþü, iskemle tepesinde iki büklüm uyuklamaktan tutulan belimin sýzýsý, belki birkaç þey daha. Herhalde bunlardan birisiydi beni uyandýran. Belki de hepsi…
Gözlerimi açar açmaz fark ettiðim, hemen karþýma konulmuþ bir iskemlede oturan ve tatlý bir gülümsemeyle beni izleyen Nurgül, deðildi ama çýtý çýkmýyordu çünkü...
Ertesi gün önümüze getirilecek olan rezil köftelerle, birkaç yeþil þeyi barýndýran vitrinli dolabýn ýþýðýydý sadece, ortalýðý birazcýk aydýnlatan. O ölgün ýþýkta Nurgül, öylesine tatlý bakýyordu ki…
Birazcýk duygusal bir herifin aklýna bile gelmeyecek soru, ruhsuz bir deve olduðum için merakýma düþmüþtü.
“Saat kaç?” diye mýrýldandým.
“Sabaha var.” dedi, bütün sevecenliðiyle gülümseyerek.
“Ne kadar var?”
“Birkaç saat…”
“Niye yataðýnda deðilsin o halde?”
“Uykum kaçtý.”
Ýki gecedir saðda solda uyuklamanýn kýskançlýðýyla, uykusunu daha beter kaçýracak birkaç laf geldiyse de aklýma, söylememe nezaketini göstere bilmiþtim neyse ki. Bunu, iskemle tepelerinden kurtulup bir buçuk kiþilikte olsa normal bir yataða terfi edebilme umudunun çýkarcýlýðýndan mý, yoksa bana tatlý tatlý bakan her güzel kadýnýn karþýsýnda mayýþma mý saðlayan hýyarlýðýmdan mý yaptýðýmý ise, bilemiyordum yazýk ki.
Sýkýntýdan olsa gerek, henüz yeni uyandýðým ve caným hiç de istemediði halde elim, masadaki yarý dolu kadehime uzanmýþtý. Ufak bir yudum alacakken de,
“Ýçme artýk…” diye fýsýldayarak, elimi tuttu Nurgül. “Yeterince içmiþsin zaten…”
Neredeyse iki saattir uyukladýðým için, beklemekten ne rengi, ne de kokusu kalmýþtý rakýnýn. Üstelik alkol komasýna girerek dünyasýný deðiþtirmiþ bir sinek de, defnedilmeyi bekliyordu kadehimin içinde. Hepsini birden dipledim ve dibindeki son dubleyi boþaltmak amacýyla þiþeye uzandým.
“Bu kadar yeter…” diyerek, þiþeyi almýþtý elimden. Kötü kötü baktým.
“Hadi, ver þunu.”
Yaramaz çocuklar gibi omzunu silkerek yerinden kalktý ve birkaç adým uzaklaþtý masadan. Ben de omzumu silktim ve bir sigara yaktým.
Kovalayan olmayýnca, kaçmanýn da anlamý kalmýyordu herhalde ki, birkaç dakika sonra geri döndü ve þiþeyi masaya býraktý.
“Al, iç istediðin kadar…”
“Artýk istemiyorum, sað ol.”
“O niye?”
“Niye si filan yok, vazgeçtim.”
“Niye vazgeçtin peki?”
Ne içmeye izin vardý, ne de içmemeye. Hem, iskemle tepesinde efendi efendi sýzmýþken karþýma geçip dikizlemenin, gözlerimi açar açmaz da suratýma bakarak gülücükler göndermenin, gereði neydi ki?
Ne bok yiyeceðimi bilemeyip rakýya uzandýðýmda da, önce engelleyip sonra da neden içmediðimi sorgulamanýn, ne anlamý vardý ki?
“Bak güzelim…” dedim, yeni bir tartýþmaya çanak tutarak. “Bir þeyler yapmýþ olmak için raký içmek istemiþtim sadece, içmek istediðim için deðil. Sen þiþeyi kaçýrdýn diye kovalamaca oynamak isteyeceðimi de, düþünme sakýn. Ayakta durabileceðimden bile, emin deðilim zaten. Þiþeyi geri getirdin diye içmek zorunda da, deðilim üstelik.”
“Kovalaþmayý sevmediðini mi anlatmaya çalýþýyorsun?” diye sordu, yine bütün sevecenliðiyle gülümseyerek. Ýster istemez yumuþamýþtým, sesimi daha da alçaltarak mýrýldandým,
“Çekiþme, daha doðru bir kelime olur.”
“Ne çekiþmesi? Neyi çekiþtirdik ki þimdi?”
“Kendimizi… Farkýnda deðil misin, dünkü seviþmenin sonrasýndan bu yana, çekiþiyoruz aslýnda…”
“Abartýyorsun, senin sevmediðin ne aslýnda biliyor musun?”
“Ne?”
“Emek vermeyi sevmiyorsun sen. Çaba göstermeyi…”
Lafýn nereye geleceðini anlamýþtým ama anlamazdan geldim.
“Hadi caným, hem þu þiþenin dibindeki azýcýk rakýnýn, içebilmek için bir uðraþa girmeyi gerektirecek ne özelliði var ki? Yarým duble dýþýndaki bölümünü bitirmiþken üstelik...”
“Anladýðým kadarýyla, geceni paylaþtýðýn her þeye karþý saygýsýzsýn sen!”
“Þiþenin bunu umursadýðýný sanmýyorum.”
“Ben umursuyorum ama.”
“Birkaç dakika lafladýk diye, bütün bir geceyi paylaþtýðýmýzý iddia etmiyorsun ya!”
“Bu geceden söz eden kim? Salak!”
Sonunda sinirlenmiþti. Biraz daha sakin kalabilseydi eðer, bu tepkisiz tartýþmadan sýkýldýðýmýn göstergesi olarak, çekip gidecektim zaten.
Uzanýp raký þiþesini aldým, kalanýný kadehime boþalttým, buzluktaki erimiþ buz sularýný üzerine ekledim ve sonra da Nurgül’ün önüne býraktým.
“Al, rakýdan esirgediðim saygýyý sen ver…”
En azýndan tersleme sini bekliyordum Nurgül’ün ama yapmadý bunu. Kadehe uzanýp eline almýþ, þiþeye tokuþtur muþ ve irice bir yudum içmiþti. Bir iki dakika kadar, planlamadýðý bu raký tüketiminin aðzýna ve genzine verdiði yanmanýn dinmesini bekledikten sonra da titreyen sesiyle,
“Rakýnýn ki tamam…” diye mýrýldandý. “Peki, benim saygýnlýðýmý kim verecek geriye þimdi?”
Kavga çýkarmak istemiþtim galiba ama hiç þansým yoktu. Pes ederek bezgin bir tavýrla,
“Bulursun birilerini…” dedim. “Artýk git lütfen, sýzmak istiyorum…”

Yalnýz kalýr kalmaz rakýnýn kalanýný diplemiþ, sekiz on iskemleyi birleþtirerek üzerine uzanmýþ, uyumamý çabuklaþtýrýr düþüncesiyle bir sigara tüttürürken dolaptaki köfteleri saymýþ ama sýzamamýþtým bir türlü. Doðrulup baðdaþ kurarak, bir sigara daha yaktým.
Karþýmdaki, karanlýktan daha karanlýk görünen adalardan birisinin üzerinden doðmasý gerekiyordu güneþin. Ama henüz hiçbir hareket yoktu ve yýllardýr kerelerce izlediðim halde, güneþin hangi adanýn arkasýndan göz kýrpacaðýný ya her seferinde de sarhoþ olduðum, ya da duyarsýz bir eþek olduðum için, hala bilmiyordum!
Tek silindirli bir motorun çalýþma týksýrýklarý gelmiþti kulaðýma. Sonra bir tane daha ve bir tane daha… Balýkçýlar yola çýkýyor olmalýydý. Yanýmdaki bir masanýn üzerine koyduðum gözlüðümü takarak kerevet imden inip, pansiyonun önündeki minik iskeleye gittim düþe kalka ve zifiri karanlýktaki, tekneleri aranmaya baþladým. Bir bok göremedim tabi ki, onlar nasýl buluyorlardý yollarýný acaba?
Ýki üç kere masalara, bir kere de direðin birine çarparak döndüm yerime. Birkaç dakika da, lokanta kýsmýnda tek baþýna oturan sarhoþ müþterilerini adamdan saymayýp ýþýklarý söndüren pansiyoncuya küfrederek, yere düþen gözlüðümü aramakla uðraþmýþtým. Çabuk buldum neyse ki, kýyameti koparacaktým yoksa. Pek sýzma niyetim yoktu belki ama yeterince de sarhoþtum.
“Ne iþin var ulan burada?” diye söylendim, yüksek sesle. “Sarhoþ olmak için, taa buralara gelmeye, ne gerek vardý ki? Sýðýr…”
Birdenbire, Nurgül’ün yanýnda olmak için büyük bir istek duymuþtum. Belki de, göðsünde sýza bileceðim herhangi bir kadýnýn… Neydi ki derdim?
Az önce, tek bir olumlu cümleyle kollarýný aralayabileceðim kadýna karþý, neden zýrh kuþanma gereði duymuþtum acaba? Ve þimdi, niye yanýnda olmak istiyordum ki onun? Kadýnlarla iliþkilerimde, niye hep, yolumu yitiriyordum ki?
Bu küçük köy balýkçýlarýnýn, pusula ve yýldýzlardan filan pek anlamadýklarý halde üstelik yollarýný her seferinde bulabilmelerinin nedeni, alýþkanlýklarýnýn kazandýrdýðý sezgiler olabilir miydi acaba? Hep ayný minik iskeleden ayrýlýp, belli bir sürenin sonunda da geri dönmenin kazandýrdýðý, sezgiler…
Ýskeleden ayrýldýktan sonra bir sigara içimi dümdüz git. Sonra yekeyi çeyrek sancak yaparak bir sigara daha tüttür. Ýzmarit dudaklarýný yakmaya baþladýðý zaman doksan derece iskele yap ve sýð bölgeye geldiðin için yol kes. Açýk denize çýktýðýnýn iþareti olan dalgalar teknenin burnunu kaldýrmaya baþladýðý zaman sancaktan gör denizi, gün doðana kadar da yarým yol ve iþte geldik. At oltalarý...
Vitrinli dolabýn ýþýðýný altmýþ derece soluma alýp otuz derece saða doðru hafif bir yengeç yürüyüþü tutturursam, merdivenlere ulaþmam gerekirdi. Karanlýkta bir bok göremediðim için vardýðýmý, ancak toslayýnca öðrenecektim ya, olsun. Basamaklarýn yüksekliði birbirini tutmuyordu ve o yüzden de týrabzana sýmsýký tutunarak, aðýr aðýr çýkmalýydým. Pansiyoncunun gündüz onardýðý basamaða da dikkat etmeliydim ama herif beceriksizin teki çünkü. Nurgül’ün odasý acaba saðda mýydý, solda mý? Tabi ki soldaydý, saðda oda filan yok ki, salak! Kaçýncý kapýydý peki? Unuttum iþte, olacak þey deðil ama bilmiyordum. Týpký, güneþin hangi adanýn üzerinden doðduðunu bilmediðim gibi. Güneþi umursamadýðým gibi, Nurgül'ü de umursamýyordum çünkü...
Niye yanýnda olma gereksinimi duyuyordum o zaman? Ne istiyordum, seviþmek mi, sarýlýp uyumak mý, sevecenlik mi, yoksa sadece yataðýný mý? Gerçekten de, ne istiyordum ki, kadýnlardan?
Bunu hiçbir zaman öðrenemeyecektim herhalde. Þu veya bu þekilde birlikte olan hiçbir erkek veya kadýnýn bildiðini de sanmýyordum zaten. Nereden kaynaklandýðýný henüz anlayamadýðým o duygudan dolayý bazen, adýný bilmediðim, yüzünü bile görmediðim bir kadýnýn arayýþýna neden girdiðimi ise, herhalde hiçbir zaman öðrenemeyecektim. Üstelik bulsam bile...
Ama en azýndan, birlikte olduðum kadýnlarla iliþkimi sürdürmekte, niye pek de istekli ve sonrasý için hevesli olmadýðýmý öðrenme zamaným, gelmiþti artýk. Elinde bir robot resimle partnerini arayan bir herif olmadýðýma göre, karþýma çýkanlarda beni rahatsýz eden ve iliþkinin devamý için çaba göstermemi engelleyen, bir þeyler olmalýydý mutlaka. Örneðin niye Nurgül’e, onun da yakýndýðý gibi, emek vermemiþtim acaba?
Güzel deðil dersem, bok yemiþ olurum doðrusu. Oldukça güzel bir kadýndý çünkü ve benim yakýþýklýlýðým da, tartýþýlabilir ayrýca...
Peki, zeki mi bulmuyordum onu yoksa? Aptal deðil, gibiydi ve bunu kafaya taktýðýmý da pek sanmýyordum zaten. Hem ortalýk, kendisinin dýþýndaki herkesi aptal sanan geri zekâlýlarla dolup taþarken, karþýmdakinin zekâsý konusunda vardýðým yargýya, ne kadar güvene bilirdim ki?
Eee, ne kaldý geriye? Ýnsanlarýn çok deðer verdikleri o, ahlak, onur, erdem türünden kavramlar mý? Kime göre ama? Görecelik üzerine konuþulmuþ onca sözden sadece, ne zaman bir boka yarayacaðýný kimsenin bilemediði uzay üzerine olanýný tartýþmayan, günümüz düzenine göre mi?
Hayýr, bunlarýn hiç birisi deðildi. Dört metre yukarýmda ve yirmi adým ötemdeki bir odada uyuklayan, birlikte tatile çýkarak sarýlýp seviþtiðim, bir güzel dayaðýný yediðim, her þeye karþýn beni hala istediðinden emin olduðum, üstelik benim de bal gibi istediðim kadýnýn, arayýp da bulamadýðým bir eksikliði yoktu kesinlikle. Rahatsýz olduðum þey, ondaki bir fazlalýktý aslýnda. Ýyi ama ne? Düþünmeliydim...
Tanýþtýðýmýzdan bu yana, özellikle birileriyle beraberken ve benim konuþtuðum ortamlarda, sanki bazý bakýþlarýndan rahatsýz olduðumu, iyi hatýrlýyordum. Beðeni veya eleþtirel bakýþlar deðildi ama bunlar. Sanki beynimin içerisini görmek istercesine gözlerini dikmiþ, tam alnýmýn ortasýna bakarken yakalamýþtým onu, kaç kere.
“Alýn yazýný okuyorum...” demiþti, sorduðum zaman da.
Kaçýþ palavrasýydý tabi ama gariptir, yaþamýma giren kadýnlarýn çoðunun benzer bakýþlarýna, sorduðum zaman da benzer yanýtlarýna, kerelerce tanýk olmuþtum.
Bu canýna yandýðýmýn alýn yazýsýný, en azýndan týraþ olurken baktýðým aynada, ben niye hiç okuyamýyordum ki?
Gözlerini dikmiþ alnýma bakarlarken, dalýp düþünüyorlardý aslýnda. Düþüncelerini odakladýklarý bir objeydi alným ve gözlerime deðil de alnýma bakmalarýnýn nedeni ise, düþüncelerini etkilemeyecek kadar ruhsuz bir bölge olmasýydý sadece. Ýþin garibi düþündükleri de, yine bendim aslýnda. Alnýmda, olmasý gereken ama bir türlü bulamadýklarý bir þeyi arýyorlardý sanki.
Yine de yabancým deðildi o bakýþ þekli ama. Tamam, pek çok eski sevgilimin gözlerinde karþýlaþmýþtým ayný tür bakýþlarla ama tanýþýklýðým baþka yerdendi. Arada bir ayný anlatýmla, ben de bir þeylere bakýyordum sanki. Kadýnlara deðil tabi ki...
Biraz daha düþündükten sonra da, bulmuþtum sonunda. Zaman zaman aldýðým ve belli bir süre içerisinde tüketilmesi gereken hazýr yiyeceklerin son kullanma tarihlerine baktýðým gibi, bakýyorlardý bana. Buydu, beni rahatsýz eden iþte...
Evet, son kullanma tarihimi arýyorlardý üzerimde. Süresi belirsiz geleceklerini planlarken, riske girmek istemiyorlardý çünkü...

Güneþi doð durmuþtum sonunda. Hangi adanýn üzerinden göz kýrptýðýný, yine öðrenemedim ama. Nurgül’ün son kullanma tarihini okumak amacýyla, merdivenleri týrmanýyordum çünkü o sýrada. Bir ara, gün doðumunu görmek için dönüp bakmaya niyetlendiysem de, pansiyoncunun önceki gün onardýðý basamaða bacaðým gömülü verince, vazgeçmiþtim.
“Hay, senin onaracaðýn basamaða sokayým...” diye haykýrdým, avazým çýktýðý kadar. “Neredesin ulan, merdivenine sýçtýðýmýn beceriksizi?”
Nurgül’ün odasý baþtan üçüncüymüþ, bir tek o açmýþtý zaten kapýsýný. Trajik aile facialarýna anýnda el koyan pansiyoncu, trafik kazalarýna karýþmýyordu anlaþýlan.
Birkaç yerinden fena sýyrýlmýþtý bacaðým. Öyle þakýr þakýr kan akmýyordu belki ama caným da esaslý yanýyordu doðrusu. O acýyla bir daha baðýrdým,
“Niye gelmiyorsun ulaaan?”
Kýçýmý da yýrtsam, Nurgül’den baþka kimsenin umurunda deðildim. Eðilmiþ, aðlamaklý bakýþlarla sýyrýklarý mý inceliyordu. Sonra da sanki hýçkýrarak,
“Çok acýyor deðil mi?” diye fýsýldayýp, bacaðýmýn kansýz yerlerini ovuþturmuþtu.
“Hayýr...” dedim. “Hiç acýmýyor.”
“Yalaan...”
“Tabi ki, yalan...”
Uzun geceliðinin eteðiyle, aþaðýya inen birkaç damla kaný silmiþti. Öylesine üzülmüþ görünüyordu ki, teselli olsun diye mi, yoksa çýkarcýlýðýmdan mý bilmiyorum, eðilip ellerini tuttum ve öptüm onlarý.
“O kadar da matah bir yara deðil, boþ ver...”
Doðrulup sarýlývermiþ tik birdenbire. Saðanak yaðmurda bir saçak altýna sýðýnmak, soðuk havada yorgana iyice sarýnmak gibi, bir gereklilikti sanki bu. Ama sevgi miydi acaba?
“Niye çýkmýþtýn yukarýya? diye fýsýldamýþtý, parmaklarýnýn ucunda iyice yükselerek kulaðýmýn altýna, bir öpücük kondururken.
“Sana geliyordum.”
“Ne güzel, niye peki?”
“Sevdiðimi söylemeye...”
“Yalaan...”
“Haklýsýn güzelim, yalan.”


.Eleþtiriler & Yorumlar

:: ...........
Gönderen: Kâmuran Esen / ,
30 Ekim 2014
Merhaba Sevgili Nuri Ziya Aral....Çok baþarýlý bir öykü diliniz var, daha önce de söylediðim gibi. Anlatmak istediðiniz esas eylemi besleyen benzetmelerde, betimlemelerde çok iyisiniz.. Naçizane bir öneri: Virgül kullanmada biraz cimri olmalýsýnýz. Bir örnekle açýklamak isterim: "Zaman zaman aldýðým ve belli bir süre içerisinde tüketilmesi gereken hazýr yiyeceklerin, son kullanma tarihlerine baktýðým gibi bakýyorlardý bana. " Bu cümledeki virgül gereksiz. Çünkü, "hazýr yiyeceklerin son kullanma tarihi" ifadesini, virgül koyarak parçalýyorsunuz deyim yerindeyse. Ayrýca, okuyucu anlam kargaþasýna düþebilir. Ya da güzel güzel okurken, birden takýlýr, öykünün bütünlüðü, hazzý kaybolur.....Baþarýlý öykülerinizin devamýný dilerim. Sevgiyle.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn aný kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Bana Raký, Peki'ye Kek...
Bu Seferlik Benden Olsun...
Son Kez Açtý Krizantemler...


Nuri Ziya Aral kimdir?

Bir þeyler sorulmadýðý sürece kendimden söz etmeyi hiç beceremem ve þimdi de, ayný sýkýntýyý yaþýyorum yazýk ki. Laf ebeliði yapayým en iyisi. . . Kendimi sizlere tanýtmam istenen bu kutucuðun adý "Yazar Tanýtým" gerçi ama "Yazar" filan deðilim henüz. Bir þeyler yazan herkese "Yazar" denseydi zaten, edebiyat Nobellerinin çoðunu, Arzuhalcilerin almasý gerekirdi herhalde. . .

Etkilendiði Yazarlar:
Jack London, Bukowski...


yazardan son gelenler

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Nuri Ziya Aral, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.