..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Dünyayý isteyen bilime sarýlsýn, ahireti isteyen bilime sarýlsýn; hem dünyayý hem ahireti isteyen yine bilime sarýlsýn" -Hz. Muhammed
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Öykü > Aný > Engin Yavuz




11 Kasým 2002
Baðbozumu  
Engin Yavuz
Nuriþ’lerin evinin karþýsýnda komþularý Çetin’e ait, her tarafýný asmalarýn sardýðý, pembe üzüm salkýmlarýyla süslü bir baðevi vardý. Giriþi domates tarlasý, arkasý asmaydý. Yoldan girip tarlanýn önündeki patikadan birkaç adým atýlýnca sol tarafta aðzý ko


:BIGJ:
Üç günden bu yana þiddetli poyrazýn etkisiyle savrula savrula yaðan, evlerin kuytularýnda, dere koyaklarýnda, aðaç diplerinde iri yýðýnlar oluþturan kar hýzýný azaltmýþ, rüzgar da hemen hemen dinmiþti. Yine de havanýn ayazý, yüzünü kesiyordu genç adamýn. Mart ayý için oldukça soðuk bir gündü. Gökyüzüne baktý:
“Bulutlar daðýlacak gibi deðil. Arkasý gelecek bunun” dedi kendi kendine..
Bir nefes daha çekip ciðerlerine elindeki sigarayý fýrlattý yere.. Öksürdü bir iki kez. Siyah kabanýnýn yakalarýný düzeltti, eliyle kasketini yokladý, yeniden asýldý dizginlere.
Müslüman mahallesinin Arnavut kaldýrýmý döþeli daracýk sokaklarýnda gidiyordu, un, pirinç, bulgur çuvallarý ve öteberi yüklü arabasýyla. Daha erkendi ama kara bulutlar Florina’nýn çevresindeki tepeleri örtecek kadar alçaldýðýndan hava alacakaranlýktý.
Sokak arasýnda nal, tekerlek takýrtýlarý, kýrbaç þakýrtýlarýný evlerin duvarlarýna yansýtarak ilerledi. Akþam ezaný okunmamýþtý daha.. Ama baðdadi evlerde fenerler ve gaz lambalarýnýn ýþýklarý perdeleri çekili pencerelerden titrek titrek, gölge oyunlarý yaparak yansýmaya baþlamýþtý bile.
Unlarý deðirmenden, bulgur çuvallarýný Biliste’deki tüccarýn deposundan yüklemiþ, kar kalýnlýðýnýn atlarýn dizboyuna kadar yükseldiði yayla yollarýnda saatlerce yol almýþtý. Bu yüzden gün aydýnlýðýnda dönememiþti Florina’daki Adem Bey’in konaðýna..
Bu konak için “Saray yavrusu” derdi genç adam, kasabada bir benzeri daha yoktu. Yirmi odasý olduðu söylenirdi dilden dile..
Ýki metre yüksekliðinde kerpiç, alt kýsmý çivit mavisi, üstü kar beyazý boyalý duvarla çevrili, iki katlý, pencereleri kýrmýzý, yeþil, sarý nakýþ iþlemeli beyaz patiska perdelerle süslü, boyasýnda sarýnýn hakim olduðu, çevrede yaþayanlarýn tabiriyle kale gibi saðlam bir yapýydý.
Avlunun ana kapýsý binanýn Kurþunlu Camii’ne çýkan geniþ yola bakan cephesindeydi. Meþe tahtasýnýn doðal renginde, hafif eskimiþ, üzeri iþlemeli ve oymalý, kocaman iki kanadý olan bu kapý at arabalarýnýn da avluya rahatlýkla girip çýkabilecekleri büyüklükteydi. Konakta yaþayanlarýn kullanmasý için de büyük kapýnýn kanatlarýndan birine daha küçük, insan boyundan biraz yüksek bir kapý daha yaptýrýlmýþtý. Daha çok bu küçük kapýdan girip çýkýlýrdý.
Ana kapýnýn dýþýnda, iki yanda kaç yýl önce dikildiði belli olmayan, yemyeþil, saðlýklý iki çýnar aðacý vardý. Avluda duvar diplerinde ise boylu kavaklar sýralýydý.
Genç adam küçük kapýya bir kanca ile baðlý demir halkayý birkaç kez kapýya vurdu, cevap bekledi, yine vurdu.
Ýçeriden yaklaþan ayak sesleri duyuldu:
“Kim o?”
“Benim Lütfü, arabacý..”
Aylýkçýlardan biri açtý kapýyý, genç adama:
“Yük mü getirdin, dur kahyayý çaðýrayým.”
Sonra aðýr aðýr yürüyerek kahya Ýsmail geldi kapýya, Lütfü’ye tatlý-sert çýkýþtý:
“Kaçta getirecektin bu mallarý? Bak saat kaç oldu? Birazdan müezzin çýkar þerefeye akþam ezanýný okur. Millet çoktan yemeðe oturdu. Lütfü, nerede oyalandýn bu saate kadar allahaþkýna? Bu vakte kalýnýr mý, ne yapacaðýz þimdi?”
Lütfü üzgün ve mahcup bir yüz ifadesiyle cevap verdi:
“Ýsmail aðam dilersen þimdi gider gelirim yarýn sabah. Sen bozma keyfini. Hem yardýmcýlarýn da rahatýný bozmayayým. Belki yatacaklardý birazdan, malum sabahýn köründe uyanýrlar. Bu konaðýn iþlerini çekip çevirmek kolay deðildir bilirim. Bu saatte yormayayým kimseyi istersen. Haydi bana eyvallah..”
“Dur, Lütfü oðlum, hazýr gelmiþsin, o kadar yolu dönmeyesin bir daha.. Ben bir iki delikanlý gönderirim çalýþanlardan. Ýndiriversinler yükü..”
Bu konaða gidip gelmeye can atardý genç adam. Konaða mal ya da bir eþya getirileceði zaman, ya da mevsimine göre üretilen sebze, meyve, tahýl ne varsa tarlalardan ambarlara taþýnacaðý zaman kahya Ýsmail birini yollar, mutlaka Lütfü’yü buldururdu.
Genç adam üç yýldýr bu at arabasýnýn üzerindeydi. Babasý aniden rahatsýzlanýnca almýþtý dizginleri eline.. Kahya babasýnýn yakýn arkadaþýydý, ne yapar yapar ayda birkaç kez iþ çýkarýrdý Lütfü’ye…
“Uff! Amma da soðuk” dedi kahya.
“Ýnsanýn yüzünü ýsýrýyor. Bu soðukta yolculuk ne zor olmuþtur senin için kimbilir?”
“Ne yapalým aðam? Evde babam, annem, kardeþlerim var. Nasýl geçineceðiz ben koþturmazsam?”
Bu sýrada kahyanýn yardýmcýlarýndan iki delikanlý koþarak geldi.
“Lütfü aðabey, geç kalmýþsýn” dedi biri..
”Ne yapalým öyle oldu.”
Delikanlýlar arabadaki çuvallarý bir yandan birbirleriyle þakalaþarak neþe içinde boþaltýrlarken, Lütfü’nün gözleri hep konaðýn perdeleri çekili üst kat pencerelerindeydi. Adem Bey’in kýzý Nazile’yi bekledi umutla, belki perdeyi aralar avluya bakar diye. Ama o perdeler hiç açýlmadý.
Oysa, ölüyordu Nazile için.. Bu ateþ üç yýl önce düþmüþtü yüreðine.. Ama sanki Nazile’yi doðduðu günden beri tanýyor gibiydi. Konaða arabasýyla ilk gidiþiydi. Aðustos sonunda üzümlerin olgunlaþtýðý günlerdi, kesim yapýlacaktý, kelter gerekiyordu. Adem Bey, çarþýdaki toptancý ile anlaþmýþ 50 kelterin parasýný peþin ödemiþti. Bunlarý konaða taþýmak da Lütfü’ye kýsmet olmuþtu. Ýlkinde arabanýn boþaltýlmasýný beklediði sýrada, pencereden avluya bakarken görmüþtü Nazile’yi. Kestane rengi saçlarýný uçlarý çiçek iþlemeli bir yemeninin altýna gizlemiþti, gözleri okyanuslar kadar lacivert, teni bembeyazdý, dudaðýnýn sol yanýnda küçücük bir beni vardý. Viþne çürüðü bir elbise giydiði kalmýþtý aklýnda.. En çok gözleri. Genç kýzýn da kendisine merakla baktýðýný hatýrlýyordu. Belki de Lütfü’yü ilk kez gördüðü için merak etmiþti. O bakýþlar aklýndan çýkmýyordu o günden beri..
“Þimdiye kadar iki kez gördüm topu topu.. Ýnsan iki görüþte aþýk mý olurmuþ! Oluyormuþ demek ki.. Bu kýz rüyalarýma girmeye baþladýðýna göre?” diye düþündü, gülümsedi kimseye fark ettirmeden..
Nazile onbeþinde ya var ya yoktu. Lütfü bundan bile emin deðildi. Küçüklükten genç kýzlýða geçiyordu henüz..
Konakta yük boþaltýrken, mutfaðýn yan tarafýndaki sundurmanýn altýna çömelmiþ, aþçý kadýnýn kendisine verdiði yorgunluk çayýný yudumladýðý sýrada, genç kýzý perdenin aralýðýndan avluya baktýðýný farketti.
Lütfü dikkatle baktý. Gülümsüyordu Nazile.. Baþýný yere eðdi. Bir süre yeniden bakmaya cesaret edemedi. Çevresindeki bütün gözlerin üzerinde olduðunu sanýyordu. Yeniden baktýðýnda kapanmýþtý pencerenin perdeleri..
“Ne aptalým” dedi içinden, “Bir selam verseydim ne olurdu?”
Gençti, iriydi, yanýk tenliydi Lütfü, biraz çýkýk elmacýk kemikleri yüzüne ayrý bir anlam katýyordu, en çok da ela renkli gözlerini beðenirlerdi, çok yakýþýklý olduðunu söylerlerdi.
Güçlü, kuvvetliydi, taþý sýksa suyunu çýkarýrdý. Evleneceði kadýný mutlu ederdi.
Babasý, annesi ve kardeþleriyle birlikte temiz ve namuslu bir hayatlarý vardý.
Babasý yýllarca yük taþýmýþ, kimseye borçlanmadan geçinip gitmiþlerdi. On-onbeþ dekar tarlalarý,baþlarýný sokacak geniþ avlulu, tek katlý bir evleri vardý.
Kimi zaman, “Adem bey kim ben kim? Verir mi kýzýný bana.. Kimbilir hangi beyin oðluyla evlendirecekler. Hayal kurup dururum ben. Nazile hiç bana olur mu..” deyip düþünmemeye çalýþýyordu ama elinde deðildi, içerisi alev alev yanýyordu.
Kaldýrdý baþýný, ikinci kattaki bütün pencerelerde dolaþtýrdý gözlerini. Perdelere titrek sarý ýþýklar yansýyordu. Yemeðe oturmuþ olmalýydýlar.
Yerinden kalktý, durduðu yerde bir esnedi, elindeki çay fincanýný mutfaktaki yaþlý kadýna býraktý, teþekkür etti:
“Saðol Fatma teyze, ellerin dert görmesin. Ne güzel demlersin bu çayý. Doyamaz insan içmeye..”
Sonra yükü çoktan boþaltýlmýþ arabanýn yanýna yürüdü, bilerek oyalanmýþtý bu kadar zaman. Yola çýkmalýydý artýk.
Konak’tan ayrýlýrken yeniden kar serpelemeye baþlamýþtý, rüzgar da çýkmýþtý yeniden. Dar sokaklarda kýrbacýný þakýrdatarak evinin yolunu tutarken, Kurþunlu Camii’nin müezzini insana huzur veren yanýk sesiyle cemaati yatsý namazýna davet ediyordu.
“Amma geç oldu. Beni nasýl merak etmiþlerdir kimbilir” diye söylendi.
Ustura gibi keskin ayazýn, tahta panjurlarda, kapý aralýklarýnda, pencere pervazlarýnda ýslýklar çalarak estiði, tipinin insanýn aðzýna, burnuna, kulaklarýna dolduðu karanlýk ve ürkütücü geceyi dýþarýda býrakýp evine girdiðinde ailesi çoktan kalkmýþtý yer sofrasýndan.

++++

Kasabanýn bir hayli dýþýnda, mezarlýðý geçtikten birkaç kilometre sonra, Çakalazmaðý denilen, boylu kavaklarý, söðütleri, iri bardacýklarla dolu dallarý aþaðýya sarkmýþ incir aðaçlarý, binbir çeþit otlarý ve çiçekleriyle ovanýn en bereketli yerindeydi Nuriþ’lerin bað damý…
Kerpiçten yapýlmýþ, duvarlarý çaprazlama kaba kerestelerle güçlendirilmiþ, tavaný açýk býrakýlmýþ ama çatýsý kýrmýzý kiremitlerle örtülü küçücük bir yapýydý bað damý. Kavaklarýn, söðütlerin, okaliptüslerin, nar ve ayva aðaçlarýnýn gölgelediði þirin bir evdi.
Çevresi göz alabildiðine asmaydý, Temmuz ve Aðustos aylarýnda asmalarýn dallarý, saðlýklý, buðulu kehribar üzüm salkýmlarýyla kýrýlacak hale gelirdi, salkýmlarýn çoðu topraða deðecek kadar irileþirdi.
Dam ile bað arasýnda, yaz boyunca ince yeþil biberlerin, yapraklarýna dokunulduðunda mis gibi kokan domateslerin, patlýcanlarýn, mýsýrlarýn ve biraz da karpuzun yetiþtirildiði bir bahçe vardý. Baða, damýn arka duvarýnýn dönük olduðu yerden, derin bir hendek aþýlarak girilirdi. Hendeðin içinde çiçekli çiçeksiz bitkiler, sarmaþýklar, peygamber dutlarý, açýk kahve renkli, yumuþacýk uçlarý ovalandýðýnda çevreye pamuk yýðýnlarý gibi daðýlan sazlar, küçücük su yýlanlarý, bütün günlerinin hendeðin aðaçlar tarafýndan gölgelenen serin ve nemli kýsmýnda geçiren, buradan beslenen bir-iki ördek eksik olmazdý. Damýn yandaki baða dönük duvar dibinde ise bir inek ile danasý baðlý dururdu.
Nuriþ’lerin evinin karþýsýnda komþularý Çetin’e ait, her tarafýný asmalarýn sardýðý, pembe üzüm salkýmlarýyla süslü bir baðevi vardý. Giriþi domates tarlasý, arkasý asmaydý. Yoldan girip tarlanýn önündeki patikadan birkaç adým atýlýnca sol tarafta aðzý kol geniþliðinde yaz-kýþ buz gibi kaynak sularýnýn aktýðý burgu yer alýrdý.
Baðýnda kuyusu ve tulumbasý olanlar dýþýnda bu civarda oturan herkes su ihtiyacýný burgudan karþýlardý.
Komþu ailelerin çocuklarý kavurucu Aðustos sýcaðýnda, kafalarýný bu suyun altýna sokup serinlemeye, üzerlerini ýslata ýslata doyasýya su içmeye, oyunlarla tüketilmiþ bir günün sonunda akþam yemeðine oturmadan önce yýkanýp temizlenmeye bayýlýrlardý.
Çakalazmaðý’nda baðý olan herkes, böðürtlenlerin, ayrýkotlarýnýn, sazlýklarýn çið ile kaplandýðý saatlerde uyanmýþ olurdu. Güneþin ilk ýþýklarý Derbent Köyü’nün sýrtlarýndan ovayý ýsýtmaya baþladýðý vakitlerde çiðler buhara dönüþür, güneþ yükselinceye kadar ortalýðý pus kaplar, söðütler, serviler ve sýra sýra kavaklar ovayý giderek derinleþtiren sülietler haline gelirdi.
Ova, o saatlerde bülbüllerin, kanaryalarýn ve ibibiklerin en güzel þarkýlarýný söylediði bir cennete dönüþürdü.
Lütfü ile kardeþleri uyandýðýnda Nuriþ, alacakaranlýkta atýna binip kasabaya gitmiþ, koza pazarýndaki kahvede ilk çayýný yudumlamýþ, sýcak ekmek ve kýzlarýnýn çok sevdiði simitlerden almýþ, çoktan geri dönmüþ olurdu.

++++

Aðustos sýcaðý yerini batýlý serin rüzgarlarýn ferahlýðýna terk ederken saatlerdir soluk mavi gökyüzünün ortasýnda asýlý duran birkaç parça ak bulut Çaldaðý’na yöneldi.
Killi çamur sývalý sergiye serili üzümleri kontrol etti Lütfü. Bakýra dönüþüyordu renkleri.
“Az kaldý, koca yýl uðraþtýk, artýk sonuna geldik..” diye düþündü.
Damda nargile içen babasý Nuriþ’e seslendi:
“Baba ne zaman toplarýz bu üzümleri? Yaðmurlar indirmeden çuvallara doldurduðumuzu bir görsem..”
“Birkaç gün daha sabýr evlat. Ne kaldý þunun þurasýnda. Haftaya bütün üzümü tüccara teslim etmiþ oluruz..”
Her yýl böyle olurdu..
Bir yýllýk emeðin ürünü kiloluk üzüm salkýmlarýnýn kurutularak bakýr renkli tanelere dönüþtürüldüðü günlerdi o günler..
Bereketli asmalardan üzümler kesilir, kelterlerle ilaçlý sulara bandýrýlýp daha sonra sergide kurumaya býrakýlýrdý.
Aðustos sonunda yani üzümlerin kurutulduðu günlerde ufacýk bir ak bulut bile çiftçiyi endiþelendirirdi.
Çünkü yaðmur üzümlerin kuruma dönemlerinde en çok kullanýlan kelimelerden biriydi.
Yaðmur bir yýllýk emeðin boþa gitmesi ve koca bir yýlýn eþten dosttan ya da tüccardan alýnacak borçlarla geçirilmesi demekti.
Akþam saatlerine doðru baðý çevreleyen aðaçlarý, asmalarý önce usul usul sallayan rüzgar-bu arada ovanýn coþkulu kuþlarý ibibikler susmuþtu- þiddetini giderek arttýrýrken kara bulutlar da çýktýlar ortaya, kabararak alçaldýlar..
Çaldaðý eteklerinde yoðunlaþan lacivert karanlýk beraberinde þimþekler, yýldýrýmlar ve gökgürültüleri taþýyarak ovaya yöneldi.
Rüzgar bað damýnýn yanýbaþýndaki okaliptüs ile söðüt aðacýný yýkarcasýna eserken, sert yaðmur damlalarý- birbiri ardýnca ve sýklaþarak- düþmeye baþladý.
Korkulan olmuþtu. Nuriþ:
“Lütfü nereden çýktý bu yaðmur? Daha yarým saat öncesine kadar gökyüzü pýrýl pýrýldý. Koþ, toplayalým üzümleri, hiç olmazsa bir kýsmýný kurtaralým. “
Meryem, Adem ve Behiye de yardýma koþtular.
Yaðmur bardaktan boþanýrcasýna yaðýyordu ve bir yýl boyunca verilen emeðin nasýl yokolmakta olduðunu da görüyorlardý çaresizlik içinde..
Üzümlerin býr kýsmýný damýn içine taþýyýp bir kýsmýnýn da üzerini örttüler ama bir saat sonra yaðmur dindiðinde salkýmlarýn büyük bölümü serginin çamuruna karýþmýþtý.
Bir yýllýk çabadan geriye büzüþmüþ, çürümüþ ve sertleþmiþ taneler kalmýþtý.
Lütfü, tüccarýn bu üzümleri yok pahasýna alacaðýný biliyordu.
“Üzümler ucuza gidecek. Zaten zeytin para etmiyor, bir yýl daha borçla yaþarýz ne olacak? Emeðimize yazýk oldu. Ama iþgal altýndayýz üç yýldýr. Cebimiz para dolu olsa, üzümler zeytinler çok para etse neye yarar? Hür olmadýktan sonra… Kendi memleketimizde esir gibiyiz. Ben buna daha çok üzülüyorum” dedi babasýna.
Serginin kýyýsýna oturdular hep birlikte.. Bulutlar daðýlmýþ, sýcak ve nemli Aðustos geri gelmiþti yeniden..
Yaz yorgunu ovada dolunay Sart Mustafa yamaçlarýndan doðmak üzereydi.
Kavak aðaçlarýnýn sülietlerinin arasýndan bembeyaz dumanlar býrakarak raylarýn üzerinde akan posta treninin daðlara yansýyýp büyüyen düdük sesiyle düþüncelerinden sýyrýldýlar. Nuriþ, “Sýkmayýn canýnýzý, her þeyde bir hayýr vardýr.. Haydi kýzlar, kurun sofrayý, çorbamýzý içelim” dedi..
Dama doðru yürüdüler hep birlikte..
Yer sofrasýnda sessizce karýnlarýný doyurdular.
Nuriþ her akþam olduðu gibi yemekten sonra biraz þeftali ve üzümle aðzýný tatlandýrýp köþesine çekildi, bir sigara yaktý.
Lütfü ile kardeþleri üzüm sergisinin yanýbaþýnda oturup yýldýzlarý ve ovayý seyre koyuldular. Bir çakal uludu ötelerden, bir diðeri cevap verdi.
Bað damlarýnda lüks lambalarý ateþ böcekleri gibi ýþýldýyordu.
“Anasýz babasýz gurbet ellerde
ya ben aðlamayayým kimler aðlasýn..”
Nuriþ”in, yanýk ve yorgun sesiyle söylediði türkü ovada yankýlandý. Lütfü gökyüzüne dikti gözlerini:
“Bilirim, bu türküyü söylerken aðlýyordur þimdi.. Ya kardeþim Mustafa geldi aklýna ya da annem Safiye” dedi.

++++

1900’lü yýllarýn baþýnda Balkan yarýmadasýnda Arnavutluk ve Makedonya Osmanlý Devleti’nin egemenliðinde idi. Ama Balkan devletlerinin hepsi gözünü bu bereketli topraklara dikmiþlerdi. 8 Ekim 1912’de Bulgaristan, Sýrbistan, Yunanistan ve Karadað Trablusgarp Savaþý ile meþgul olan Osmanlý Devleti’ne savaþ açtýlar.
Buradaki askerlerinin büyük bölümünü terhis etmiþ olan Osmanlý Devleti bu taarruzlar karþýsýnda aðýr kayýplar verdi. 29 Ekim 1912’de Osmanlý kuvvetleri Çatalca önlerine kadar çekilmiþlerdi. Kasým’da Yunan ordusu Selanik’i iþgal etti. Arnavutluk baðýmsýzlýðýný ilan etti. Aralýk’ta Londra Barýþ Konferansý toplandý. Mart 192’de Edirne Bulgarlarýn eline geçti, Yanya , Ýþkodra düþtü. Birinci Balkan Savaþý Mayýs 1913’te imzalanan Londra Anlaþmasý ile sona erdi.
Bu anlaþmaya göre, Trakya-Edirne Bulgaristan’a, güney Makedonya, Girit, Selanik, Florina Yunanistan’a, kuzey ve orta Makedonya Sýrbistan’a, Silistre Romanya’ya verildi. Arnavutluk baðýmsýz ülke oldu.
Ancak Bulgaristan Haziran 1913’te Yunanistan ve Sýrbistan’a saldýrdý. Ýkinci Balkan Savaþý baþladý. Bulgar güçleri yenildi. Bu fýrsatý deðerlendiren Bolayýr Kolordusu Mustafa Kemal’in kurmay baþkanlýðýnda Bulgaristan’a taarruz ederek Temmuz ayýnda Keþan, Enez, Ýpsala, Uzunköprü ve Karaaðaç’ý aldý. Edirne kurtarýldý, Eylül’de imzalanan Ýstanbul Anlaþmasý ile Edirne Osmanlý Devleti’ne geri verildi. Meriç nehri Türk-Bulgar sýnýrý oldu.
Balkan Savaþlarý sýrasýnda yaþadýklarý topraklar iþgal edilen, baský ve zulüm gören Türk çoðunluðun huzuru kaçtý, büyük bölümü Anadolu’ya göç etti.
Lütfü ve kardeþi Mustafa Balkan Savaþý baþlayýnca askere çaðrýldýlar. Lütfü üç yýl boyunca önce Balkanlar’da daha sonra sevkedildiði Kafkasya’da savaþtý. Ne ailesinden ne de savaþa katýlan kardeþi Mustafa’dan haber alabildi. Savaþ sona erdikten sonra dönebildi evine.. Ondokuz yaþýndayken askere alýnan Mustafa’yý bir daha göremediler.
Göç baþlamýþtý. Nuriþ, Lütfü ve kardeþleri tifodan ölen anneleri Safiye’yi Florina Müslüman mezarlýðýnda topraða verdikten üç ay sonra birkaç parça eþyalarýný satarak toplayabildikleri bir miktar parayý denkleþtirip, bazý komþularýyla birlikte önce Ýnegöl’e oradan kasabaya (Turgutlu) göç ettiler.
Florina istasyonunun taþ binasýnýn önünde kendilerini Selanik’e götürecek treni beklerlerken Nuriþ, “Çocuklar bu kasabaya doya doya bakýn” dedi, içini çekti, sustu bir süre sonra ekledi:
“ Çünkü bir daha buralarý göremeyeceksiniz..”
Lütfü suskundu.
Nazile’yi göremeden Florina’dan ayrýlmanýn burukluðu vardý içinde.
“Cesaretim olmadý konuþayým. Bir mektup bile gönderemedim. Yeniden karþýlaþýr mýyýz bilmem. Dünya küçük derler. Kimbilir belki bir gün karþýma çýkar.” dedi içinden..
Behiye ayaklarýnýn arasýna yerleþtiði sepetten bir elma çýkarýp soydu, bir dilimini aðabeyine uzattý:
“Aðam al ye, için tatsýz,bari aðzýn tatlansýn..”
Florina gerilerde kalmýþtý artýk.

++++

Ceviz aðacýndan yapýlma konsolun üst çekmesini açtý Nazile. Sepetin içindeki taraklardan kýrmýzý renkli olanýný aldý. yemenisini çýkardý, konsolun üzerindeki aynada kestane rengi uzun saçlarýný taramaya koyuldu.
Hem saçlarýný tarýyor, hem düþünüyordu.
Akþam yemeðinden sonra kapanmýþtý odasýna. Keyifsiz ve mutsuzdu. Tarif edemediði bir iç sýkýntýsýydý yüreðini daraltan.
“Babam bu civarlarýn en zengin çiftçilerinden biri. Arazilerinin kaç dönüm olduðunu kendisi bile bilmez. Halayýklar, hizmetçiler.. Bir dediðimi iki etmez.. Ne istesem bulur getirir. Ama bu konaðýn yüksek duvarlarý arasýnda yaþamak öldürüyor beni. Küpelerle, bileziklerle, top top kumaþlarla mutlu olamýyorum..”
Bir ara kalktý yerinden odasýnýn penceresine yaklaþtý, perdeyi araladý, avluya baktý.
Lütfü’yü aradý gözleri. Kahyaya sorup adýný öðrenmiþti birkaç gün önce..
“Mal getirip götürüyor, alýþveriþimizi yapýyor. Son zamanlarda konaða çok sýk gelir gider oldu. Bana yanýk anladým. Gözleri hep bu pencerede beni arar durur. Çok da yakýþýklý.. Esmer, yiðit görünüþlü. Alsa beni, çýkarsa bu konaktan, gittiði her yere götürse. Ama yoksul besbelli.. Annemi kandýrsam. O hep benim mutluluðumu ister. Ama babam.. Ýlle de zengin birinin çocuðu ile evlendirecek beni. Ben gönlümün çektiði ile evleneyim isterim oysa.. Küpe, bilezik, renk renk giysiler istemiyorum ben.. Bir anlayabilseler…”
Ýlk kardeþlerine anlatmýþtý. Hep takýlýrlardý:
“Kýz seninki geldi yine, gözünü pencereden ayýramýyor.. Yaz birkaç satýr gönderelim. Sevinsin..”
Kýz kardeþlerinin uykuda olduðu bir sabah bütün cesaretini toplayýp bir sabah kalvaltýda annesine sormuþtu:
“Anne, sen benim mutlu olmamý ister misin?”
“Tabii evladým, istemez miyim? Sen benim sevgili yavrumsun.. Hepiniz canýmsýnýz benim..”
“Öyleyse ben neden varlýklý bir ailenin çocuðu ile evlenmek zorundayým? Kimse bana fikrimi sormuyor..”
“Çýkar aðzýndaki baklayý Nazile!”
“Bir çocuk gelip gidiyor konaða, hiç gördün mü onu?”
“Lütfü’den söz edersin sen. Kýzým aklýný baþýna topla. Sen Adem beyin kýzýsýn. Yakýþtýrýr mýsýn arabacý Lütfü’yü kendine !..”
“Ne bileyim. Aklý fikri bendeymiþ.. Beni istermiþ ama cesaret edemezmiþ..”
“Sen daha onbeþ yaþýndasýn Nazile.. Bu çocukça hayalleri býrak da gençliðinin tadýný çýkar. Günün birinde iyi bir kýsmet çýkar nasýl olsa. Baþgöz ederiz seni. Daha erken.. Arabacýyla da olmaz.. Biz seni, sana yakýþana vereceðiz. Sonra aklým sende kalsýn istemem, üzülürüm. Sen ister misin annen üzülsün?”
Fazla üsteleyemedi, “Haklýsýn anne, niye acele ederim ki” dedi, lafý deðiþtirdi sonra..

++++

Üç ay sonraydý.. Vakit akþamdý.
Yatsý namazýný kýlmak için Kurþunlu Camii’ne gitmeye hazýrlanan Adem bey, kendisini üst kat merdivenlerinin baþýndan uðurlayan Fethiye hanýma, “Bir saate kalmaz dönerim. Kýzlar da beklesin beni.. Konuþacaklarým var sizinle..” dedi.
Fethiye haným hissetmiþti Adem beyin neden sözedeceðini.. Ne zamandýr bekliyordu. Osmanlý’nýn Balkan Savaþý sonunda Yunanistan’a terk etmek zorunda kalacaðý yerlerden biriydi Florina..
Müslüman halk baský altýnda kalýnca Anadolu’ya göç etmekten baþka çare bulamamýþtý..
“Demek zamaný geldi” diye düþündü Fethiye haným..
Namazdan dönünce üst kattaki oturma odalarýndan birinde oturdular birlikte. Fethiye haným mangalda mýsýr patlattý kýzlarýna, ayva közledi, kaþýklayýp yediler birlikte..
“Burayý terk etmek zorundayýz kýzlar..” dedi Adem bey, “Bizim de bu topraklarda yaþama þansýmýz kalmadý artýk. Bu konak, verimli arazilerimiz, þimdiye kadar birlikte huzur içinde yaþadýðýmýz köylülerimiz.. Artýk vedalaþmaktan baþka çare kalmadý. Alabildiðimiz kadar ziynet alýrýz yanýmýza. Hazýrlanýrýz, birkaç güne kadar da trene binip ayrýlýr buradan..”
Lapa lapa karlarýn yaðdýðý bir sabahtý, Ýstanbul’a gitmek üzere yola çýktýlar.

++++

Lüks lambasýný damýn önündeki söðüt aðacýnýn alçak dallarýndan birine asmýþlar, aðacýn dibine serilmiþ kilimlerin üzerinde serin Aðustos gecesinin tadýný çýkarýyorlardý.
Nuriþ’in neþe yerindeydi bugün.
Çocuklarýna takýlýyor, þakalaþýyor, anýlarýný anlatýyor, bazen bitiþik damdaki komþularýna laf atýyordu.
Oysa çoktan uyumuþ olurdu bu saatlerde.. Çocuklarý ise memnundu Nuriþ’in bu halinden.
“Babacýðým hep böyle olsan. Böyle geçse gecelerimiz günlerimiz ne güzel olur” dedi Behiye..
“Haydi kýzým, konuþmayý býrak da çay demle hep beraber içelim. Meryem sen de o kurabiyelerden getir bir tadýna bakalým..”
Gün boyunca üzüm kesmiþler, ketler kelter potasaya bandýrýp sergiye sermiþlerdi.
Otuz dönümlük baðda kesimi iki günde bitirebilmiþlerdi. Bir yýllýk emeklerinin ürünü sergide kurumaya baþlamýþtý þimdi.
Nuriþ’in neþesinin sebebi biraz da buydu. Cepleri para görecekti bu yoklukta.
“Koca bir yýl bir kerecik yüzüm gülmüþ yüzüm, çok görmeyin bana” demiþti.
Babalarýna takýlýyorlardý ama, çocuklar kasabalýnýn artýk yüzünün nadiren güldüðü, kabus gibi günlerin yaþadýðýný biliyorlardý.
Çünkü iki yýldan beri iþgal altýndaydýlar.

++++

15 Mayýs 1919’da Yunan askeri Ýzmir’e çýkmýþ, 29 Mayýs’ta bir alay asker kasabayý iþgal etmiþti. Bu iþgali kabullenemeyen yerli halkýn kurduðu Müdafaa-i Osmaniye Cemiyeti fazla direnememiþ, üyeleri Ýzmir yolundaki Çatmadaðý ormanlarýnda gizlenmek zorunda kalmýþlardý.
Kasabayý iyi tanýyan Ermeni ve Rumlarýn da desteðinden cesaret bulan alay komutaný Zafiriu da halkýn üzerindeki baskýsýný gün geçtikçe arttýrýyordu. Bütün resmi binalara Yunan bayraðý çekilmiþti. Gece saat dokuzdan sonra sokaða çýkmak yasaktý.
Camilere saldýrýyorlardý, mezarlýklara tahrip ediyorlardý.
Silah arama bahanesiyle girdikleri evlerde direnenleri dipçikliyor, çevredeki daðlara götürüp asýyordu Yunan askeri. Kurþuna diziyordu, sakal yakýyordu, kadýnlarýn, kýzlarýn ýrzýna geçiyordu.
Kasabada iþkence, vahþet ve ölüm korkusu vardý.
Bahçeye, tarlaya, baða gitmek Yunan askerinin iznine tabiydi.
Müftü Hasan Basri efendinin herkesin gözleri önünde nasýl dövüldüðü dilden dile anlatýlýyordu. Dövülmeden, iþkence görmeden aþaðýlanmadan bir gün geçiren kendini þanslý sayýyordu.

++++

Sergide son kalanlarýn toplanacaðý günün sabahýydý. Güneþ doðmamýþtý daha.
Nuriþ, kasabanýn kenar mahallesindeki fýrýna gidip ekmek almak için atýný eðerliyordu.
Ova masum bir uykudaydý henüz..
Bir atlý yaklaþtý kasaba yönünden dörtnala, Gediz Nehri tarafýna gidiyordu.
Nuriþ’i damýn önünde görünce durdu, uzaktan seslendi:
“Hayýrlý sabahlar!”
Adamý tanýmýyordu Nuriþ ama buyur etti.
“Gel kardeþ hayrola? Bu acele niye?”
“Bizim dama doðru gidiyordum. Ýstasyonda duydum hayýrlý haberi.. Kasabaya gidecektim geriye döndüm, bizimkileri uyandýracaktým. Seni görünce içim rahat etmedi. Haberin olsun istedim. Afyon’dan büyük taarruz baþlamýþ. Mustafa Kemal’in askerleri Yunan’ý kovalýyormuþ bu tarafa doðru..”
Yýkýlacak gibi oldu Nuriþ. Telaþla yeniden atýna binen adama, “Güle güle uðurlar olsun” diyemedi.
Öylece kalakaldý. Göz yaþlarýna engel olamadý.”Kurtuluyoruz, kalkýn uyanýn” diye baðýrmak istiyor, baðýramýyordu.
Kendi atýný öylece býrakýp dama girdi, çocuklarýný uyandýrdý. Rüya gibiydi, inanamýyorlardý.
Kalan üzümleri sergiden topladýlar aceleyle, damdaki eþyalarýný dýþarý çýkarýp bütün üzüm çuvallarýný dama istiflediler. Eþyalarýný arabaya yüklediler, kasabaya doðru yola çýktýlar.
Bir ara Lütfü, “Baba, bizim askerimiz gelmeden gitmesek. Ne olur ne olmaz. Hadi biz neyse de, kýzlar var” dedi ama ikna edemedi Nuriþ’i..
Büyük taarruzun baþladýðý haberi ovaya bir anda yayýlmýþtý, bir sevinç rüzgarý gibi ova boyunca esiyordu.
Atlýlar, eþekliler, at arabalarýna doluþmuþ halk, ova yollarýndan kasabaya doðru akýyordu þimdi..
++++

Adem Bey, Fethiye haným, Nazile ve kardeþleri Ýstanbul’da Fatih Kocamustafapaþa’ya yerleþtiler önce. Nazile’yi bir subayla niþanladýlar. Damat adayý iki ay sonra savaþa gitti.. Evlenebilmek için beþ yýl niþanlýsýnýn geri dönmesini bekledi Nazile. Niþanlýsý dönmedi.
Beþ yýlýn sonunda elde avuçta olanlar azalýnca Eskiþehir’e yerleþtiler. Fethiye haným aradan birkaç ay geçmeden hastalandý, öldü. “Yoksulluða alýþýk deðildi” dediler.
Nazile, Sabire, Libabe ve babalarýnýn son duraklarý kasabaydý.. Hükümet küçük bir bað, tarla ve istasyon yakýnlarýnda bir ev verdi.
Bir yýl sonra Yunan askeri kasabayý iþgal etti.
Nazile, Lütfü’nün ayný kasabada yaþadýðýndan ve kaderlerinin bir gün kesiþeceðinden habersizdi o günlerde..

++++

Dumanlar yükseliyordu bahçeler içindeki evlerden.. Kasabaya yaklaþtýkça silah sesleri çoðalýyordu.. Yollarýna devam edip etmemeye karar veremediler, duraksadýlar bir süre. Lütfü bir çýnar aðacýnýn altýna çekti at arabasýný..
“Bizimkiler geldi mi gelmedi mi belli deðil. Düþmanla vuruþuyorlar galiba. Ne yapsak çocuklar gidelim mi, bekleyelim mi? Baþýnýza kötü bir iþ gelsin istemem” dedi Nuriþ..
“Baba gidelim, evimizi görelim. Belki bizim ev de yanýyordur. Hiç olmazsa birkaç parça eþyamýzý kurtarýrýz..”
“Siz kalýn o zaman.. Adem beklesin baþýnýzda, biz Lütfü ile gidelim. Size bir kötülük gelmesin.”
Turgutlu yangýný 4 Eylül 1922’de baþlamýþtý. Türk Ordusu karþýsýnda bozgun yaþayan Yunan askeri geri çekilmeden önce geride kötü bir iz býrakmaya niyetliydi.
Komutanlarý prens Andrea’nýn emriyle üçer kiþilik yangýn postalarý kurmuþlar, bu postalar ellerindeki benzin bidonlarý ve el bombalarýyla kasabanýn bütün sokaklarýna daðýlmýþlar, hem evleri yakýyorlar hem de yaðmalýyorlardý.
Yanan evlerinden kaçmaya çalýþanlar ya kurþunlanýyor ya da süngüleniyordu.
Can pazarýydý yaþanan…
Kimi yangýndan kurtulsunlar diye küçük ve büyükbaþ hayvanlarýný serbest býrakýp ova yönüne kovalýyor, kimisi birkaç parça ziynet eþyasýný evinin bahçesine gömüp kurtarmaya çalýþýyordu iþgalcilerin elinden..
Silah sesleri, çýðlýklar, Yunan askerlerinin küfürleri birbirine karýþýyordu.
Nuriþ’lerin geniþ bir bahçe içindeki evleri, Irlamaz Çayý kenarýndaydý, burasý kenar mahalle sayýlýrdý..
Henüz fazla duman yoktu oralarda, ama Türk askerinin geldiðine dair de bir belirti yoktu.
Nuriþ, “Lütfü, istasyon altýndan dolaþalým. Bir zarar görmeden eve ulaþabiliriz belki” dedi Lütfü’ye..
Lütfü hýzla asýldý dizginlere..
Türk askerinin geldiði haberini alýnca kasabaya, evlerine koþanlar þimdi Yunan askerinin eline düþmemek için yeniden ovaya doðru panik halinde kaçýþýyordu..
Direnmeye kalkýþanlar bunun bedelini canýyla ödüyordu..
Çoðu insan kendi hayatýný unutmuþ, eþinin, çocuðunun hayatýný kurtarmaya çalýþýyordu.
Ýstasyonun yüz metre ilerisinden bað yolunun iki yanýnda insan boyuna yükselen sazlýklarýn arasýndan, trene binmeye çalýþan Yunan askerlerine görünmeden geçtiler.
Bir yandan otuz bin nüfuslu kasabada binlerce evi ateþe veren, yerli halktan binlerce kiþiyi öldüren Yunan askeri bir yandan da kasabayý bir an önce terk etmenin telaþýný yaþýyordu.
“Gidelim evlat” dedi Nuriþ, “Uzaklaþalým buradan bir an önce.. Bakalým bizim ev ne halde? Bir harabe ile karþýlaþmamýz ihtimali de var. Allah yardýmcýmýz olsun..”
Ýyice yaklaþmýþlardý Irlamaz Çayý’na. At arabasýyla yarým saatlik yollarý kalmýþtý. Baðlar seyrelmeye baþlamýþtý yavaþ yavaþ, zeytinlikti burasý daha çok.
Ansýzýn “baba” diye seslendi Lütfü, ilerideki bir karaltýyý iþaret ederek.
Bir aðacýn dibine sýðýnmýþ, iki büklüm olmuþ, hýçkýrarak aðlayan genç bir kadýndý Lütfü’nün gördüðü..
Arabadan atlayýp genç kadýnýn yanýna gittiler..
“Ne oldu kýzým, yardýma ihtiyacýn var mý?”
“Babamý kardeþlerimi öldürdü Yunan askeri.. Zor kurtuldum ellerinden buraya kaçtým, koþacak halim kalmadý. Ama þimdi kurtulduðuma piþmaným. Bu hayatýn ne anlamý var? Ev sevdiðim insanlarý kaybettim, yapayalnýz kaldým. Ben yaþayan bir ölüyüm” dedi hýçkýrýklara boðularak..
Mavi gözlü beyaz tenliydi genç kadýn, giysileri, kan, çamur, is içindeydi. Yemenisi sýyrýlmýþ kestane rengi saçlarý ortaya çýkmýþtý.
Lütfü dikkatle baktý. Bir yerden hatýrlýyor gibiydi genç kadýný..
Nuriþ, “Buralý mýsýn kýzým?” dedi.
“Evet, Turan mahallesindeydi evimiz..”
“Kimlerdensiniz siz?”
“Florina’dan göçmüþtük birkaç yýl önce. Babama Adem Bey derlerdi..”
“Biz de Florina’lýyýz kýzým. Hatýrladým Adem Bey’i.. Beylerin beyi derdik ona biz.. Çok zengindi, altý-yedi köyü olduðunu anlatýrlardý. Hayýrseverdi, herkese iyiliði dokunurdu, muhtacýn yardýmýna koþardý. Onun hakkýnda kimseden kötü bir söz duymadým.. Demek sen Adem Bey’in kýzýsýn?..”
Lütfü, dikkatle baktý..
Bir zamanlar pencerede, perdenin aralýðýnda görebilmek için deli olduðu Adem Bey’in kýzý Nazile, kan içindeki yýrtýk giysileri, kirli saçlarý ve gözyaþlarýyla bir zavallýydý þimdi..
“Nazile, sensin!” dedi þaþkýnlýk ve sevinç içinde..
Genç kadýn ise Lütfü’yü hatýrlayamayacak kadar periþandý..
Nuriþ, “Gel kýzým gidelim” dedi, “Bizimle güvende olursun. Benim de kýzlarým var. Seni onlarýn yanýna götürelim..”
“Hayýr” diyecek halde deðildi Nazile..
Ani bir kararla sanki sözleþmiþ gibi vazgeçtiler evlerini görmekten. Geriye döndüler. Subaþý denilen yerde, yaþlý çýnarýn altýnda, býraktýklarý yerde bekliyorlardý Adem ile kardeþleri..
Behiye, “ Kim bu kadýn baba?” diye sordu þevkatle..
Lütfü, “Hatýrlar mýsýn Behiye. Florina’da Adem Bey vardý. Onun kýzý Nazile” diyerek babasýndan önce cevapladý kardeþini..
Nazile’nin varlýðý insanýn yüreðini ferahlatan bir meltem gibiydi bu cehennemde..
Behiye aðabeyine baktý, bir gülümseme gelip geçti yeþil gözlerinden..
“Buyur gel kardeþim” dedi Nazile”ye, “Gel birkaç lokma ye, karnýný doyur þimdi Allah ne verdiyse, açsýndýr sen.. Bundan sonra yalnýz býrakmayýz seni. Madem ki Adem Bey’in yadigarýsýn. Sen de bizi kardeþ bil artýk. Atlatabilirsek bu kötü günleri, daha konuþacak çok vaktimiz olacak..”
Akþama doðru, uzaklarda, çok uzaklarda top sesleri iþittiler.. Gürültüsü Çaldaðý’nda yankýlandý bir kurtuluþ çýðlýðý gibi, tüm ovaya yayýldý..
O gece yýldýzlarý deðil binlerce evin yandýðý kasabayý seyrettiler sabaha kadar..
Karanlýk geceyi gökyüzüne yükselen alevlerin kýzýllýðý aydýnlatýyordu..
Ertesi gün Turgutlu’ya girdiklerinde kasabanýn bir kül yýðýný haline geldiðini, çok az sayýda evin ayakta kaldýðýný, sokaklarda yüzlerce cesedin olduðunu, yaralý insanlarýn acý içinde yardým istediklerini gördüklerinde gözyaþlarýný tutamadýlar..
Nuriþ, evleriyle birlikte anýlarýnýn da kül oluþuna aðladý. Babasýný teselli etmek Behiye’ye düþtü yine..
“Üzülme baba,bak hayattayýz hepimiz. Evimiz yanmýþ ne önemi var. Açýkta kalacaðýz bir süre ama düþünsene bundan sonra hiç olmazsa ölüm korkusu olmadan yaþayacaðýmýzý biliyoruz..”
Bir çift leylek yangýnda harabeye dönmüþ iki katlý kerpiç evin üzerinde daireler çizerek umutsuzca yuvalarýný aradýlar.
Sonra ufka doðru uzaklaþtýlar sessizce..



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn aný kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Pantolon
yeni baþtan
Radyo
Düðün gecesi
Kemik torbasý

Yazarýn öykü ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Karpuzkaldýran
Ünzile
Sardunyalara veda
Çaylarýnýz þirketin ücretsiz ikramýdýr
Yazlýk sinema
Kar zincirleri
Evleniyorum, öptüm
Ayna

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Çürük aþk [Þiir]
Yazlýk sinema [Þiir]
Alaçam'da bir sabah [Deneme]


Engin Yavuz kimdir?

Ýzmir\'de 23 yýl profesyonel gazetecilik yaptým. Þimdi basýn danýþmaný olarak çalýþýyorum. Gezi notlarýmdan derlediðim Bisikletle Yollar Yolculuklar ve yaðmurlarla ilgili þiir ve düzyazýlardan derlediðim Yaðmur Damlalarý isimli kitabým yayýnlandý. Yazdýklarýmý edebiyatý seven herkesle paylaþmak istiyorum.

Etkilendiði Yazarlar:
Rifat Ilgaz, Necati Cumali ve Yaþar Kemal'den çok etkilendim.


yazardan son gelenler

bu yazýnýn yer aldýðý
kütüphaneler


yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Engin Yavuz, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.